İslam tarihine bakıldığında ilk dönemden bu güne kadar İslam’a hizmet eden hep tasavvuf ehli olmuştur. Asr-ı saadette nefsi ile mücadelede muvaffak olanlar tebliğ hareketi ile vazifelendirildiler. O Allah dostları Peygamberlerin gerçek varisleridirler. Hem ilmi zahiride hem batınide fevkaniyet göstermişlerdir. Bu tasavvuf âlimleri ilim, irşad ve hizmette faydalı oldukları gibi insanların dünyevi ihtiyaçlarını gidermeleri hususunda da fayda ve hizmetleri olmuştur. Hemen hemen bütün evliyanın hayat ve hizmetlerinin aynı olduğu görülmektedir. Hepsi evvela ilmi zahirde, sonra maneviyatta zirveye ulaşmışlar daha sonra bunlar, insanların maddi faydaları ve manevi kurtuluşlarına vesile olmuşlardır.

Norşin, bugün ilim ve irşad faaliyetlerinde bulunan, meşhur tasavvuf erbablarını yetiştiren birçok ilim ve irfan yuvasının kaynağı ve merkezi konumundadır. Bu gün Türkiye’de ilim ve irfan yuvası olan meşhur Ohin; Şeyh Muhammed Sami Erzincânî vasıtasıyla Erzincan, Bayburt, Gümüşhane ve Kelkit bölgelerinde irşat faaliyetlerinde bulunan, İstanbul, İzmir gibi şehirlerde şubeleri bulunan Reyhanlı tarikatı Norşin’in bereketiyle neşr-u nema bulmuşlardır. Şeyh İbrahimi Çoğraşi aracılığıyla Hınıs Karayazı, Karaçoban ve Horasan’da; Molla Ahmed Taşkesen vasıtasıyla Erzurum ve Tekman’da; Şeyh Abdulkadir-i Mellekenti el-Hezani vasıtasıyla Hezan, Karas, Lice, Hazro, Bingöl, Palu’da; Şeyh Abdulkahar Zukaydi eliyle Garzan, Kurtalan’da; Tillo medresesi başmüderrisi Şeyh Burhanettin ile Tillo’da; Menzil ile Adıyaman, Kahta ve diğer bölgelerde; Haznevi kolu ile Suriye, Urfa ve Güneydoğunun bazı bölgelerinde; Şeyh Seyyid Taha Abri ile Bulanık bölgesinde; ve daha nice halife ve mürşit eliyle Şeyh Abdurrahmani Taği tasavvuf ve medreselerin yerleşmesine, insanların gönlünü aydınlatıp kalplerine İslam’ın tevhit nurunun yerleşmesine, İslam’ın tüm hurafe ve sapık düşüncelerden arındırılmış bir şekilde doğru anlaşılmasına vesile olmuştur.

Şeyh Abdurrahman Taği, halifeleri vasıtasıyla tüm bu coğrafyalarda İslam nurundan neşet eden selef-i salihinin ve ehlisünnet vel cemaatın doğru ve sahih anlayışının yayılmasına 200 yıldır hizmet etmektedir. Abdurrahman Taği vasıtasıyla bu günlere gelen bu ilim ve irfan hizmetleri bundan sonra da İslam’ın özü olan tasavvuf ışığı ve ilim kalkanıyla bu toplumu aydınlatmaya devam edecektir.

ŞEYH ABDURRAHMAN TAĞİ’NİN HAYATI

Kendisi önce Tağ köyünde daha sonra irşad döneminde Nurşin’de ikamet etmiştir. Üstad-ı Azam ve Seyda lakabı ile meşhur olmuştur. Oğlu Hazreti Dıyauddin babasından nesebi ile ilgili şunu rivayet etmiştir; Molla Mahmûd silsilesi oğuldan babaya şu şekilde devam eder: Molla Mahmud, Sofi Yusuf, Sofi Zeyneddin, Sofi Mahmut, Molla Suvar, Molla Dervişin Oğlu, Molla Derviş ise Şeyh Muhammed Gerzevili’nin torunlarındandır. Şeyh Muhammed Gerzevi Şirvan Bölgesinde büyük bir âlim ve Evliya idi. Şeyh Muhammed Gerzevili’nin Siirt’in Şirvan ile Hizan arasında bir tepede türbesi mevcuddur. Hala ziyaret edilmektedir. Şeyh Abdurrahman-i Taği’nin anne tarafından silsilesi seyyiddir.

Şeyh Abdurrahman-i Taği 1831 (H.1247) senesinde Mavit’e bağlı Şeyhan mezrasında dünyaya geldi. 1886 (H.1304) senesinde Bitlis vilâyetine bağlı Güroymak (Norşîn) ilçesinde vefât etti. Kabri Norşîn’dedir. Hazreti Diyauddin, babası Şeyh Abdurrahmân-ı Taği’den ailesi ile ilgili şu rivayeti anlatır: ‘’Biz Şirvan’ın Mavit Köyü’nde Sofi ailesi olarak bilinen bir aile idik. Her ne kadar Mavit köyünde bulunan Hesaman Kabilesi ile nispet edilirsek dahi biz o kabileden değiliz. Çünkü tabiat ve huylarımız farklı idi. Hesaman Kabilesi, şecaatle meşhur bir kabileydi. Bizim aile ise Mavit Köyü’nde tek hanedir ve daha çok ailemiz sofi olarak bilinirdi. Dedelerimizin Arabistan’dan geldiği bilinmektedir.’’ Şeyh Abdurrahman Taği’nin babası Molla Mahmut ilmini tamamladıktan sonra Mavit Köyü’nden Hizan’ın Spayırt bölgesinin Tağ köyüne müderris olarak atanmıştır.

Şeyh Abdurrahman Tâgî’nin babası Molla Mahmut o bölgenin meşhur âlimlerinden Molla Abdulğafur ve Molla İshak-i Hizani’nin yanında okumuştur. Molla Mahmud Spayırt bölgesinde çok büyük alimler yetiştirmiştir. Tağ medresesi ve daha sonra devamı olan Nurşin medresesi Şeyh Abdurrahman-i Taği’nin babası Molla Mahmud’dan başlamıştır. Şeyh Abdurrahmani Taği’nin İslam’ın zahiri ve manevi ilimleriyle iştigali dedelerinden gelmektedir. Bu ilim faaliyetleri dedeleri Sofi Yusuf, Sofi Mahmut, Molla Suvar ve babası Molla Mahmut’tan geliyor. Dedesi ilm-i batıni ve ilm-i zahiride ün salmış biriydi. Şeyh Abdurrahman-ı Taği’nin göbeği Mevlana Câmî’nin Yusuf ve Züleyha kitabı üzerinde kesilmiştir. Buda Şeyh Abdurrahman-ı Taği’nin aşk-ı ilahiye ermesine vesile olmuştur. Daha küçük yaşlarda nefsî terbiye hem annesi hem de babası tarafından verilmiştir. Şeyh Abdurrahman-ı Taği’den şöyle rivayet ediliyor: “Ben Kur’an-ı Kerim ve Nubuhar’ı okurken ervah âleminden gayıp olmazdım. Bana gaflet gelmezdi. Daima yüce Allah aklımda idi. Hatta çocuklarla oynarken bana günahla ilgili bir talepte bulunduklarında ben gitmezdim, kendimi o yaşlarda mükellef bilirdim.’’

Kendisi ilk tahsilini babasının yanında ve medresesinde devam eder. Daha sonra ilim gurbette elde edilir fikri ile o bölgede bulunan meşhur alimlerden ders görüp ilmini tamamlar. İlmini tamamladıktan sonra iyi bir âlim oldu. Daha talebelik döneminde kendisine mürşid arıyordu. Okuduğu medreselerde yakın meşayihları ziyaret ederek onlardan feyz almaya çalışıyordu. Talebelik döneminde Şeyh Ali Palu’nun mübarek elini onun başının üzerine bırakırken kalbime kadar tasarruf ettiğini hissettim diyor. İlmini tamamladıktan sonra babasının Tağ’da bulunan medresesinde müderris olarak devam etti. Müderrisliği esnasında da kendisine mürşid aramaya devam ediyordu. Kadiri tarikatında büyük evliya olan Şeyh Abdulbari Çerçavi’ye intisab etti. Sulük döneminde Kadiri tarikatında mevcut olan riyazet ve 40 günlük halveti tamamladıktan sonra Şeyhi tarafından ona Kadiri tarikatında icazet verildi. Seyda-yı Taği şöyle rivayet eder: “Ben Şeyh Abdulbari’nin yanında tarikat ve tasavvuf derslerine çok zor ve riyazetli bir şekilde başladım. Oruçlu ve karanlık gecelerde kabirlerde kalarak zikr-i cehri faaliyetlerini uzun süre yapıyordum. Ben o kırk gün çok azimliydim. Kırk gün sonunda imtihan edildim ve bu imtihan neticesinde bana Kadiri halifeliği verildi.

Şeyh Abdurrahmani Taği’nin şöyle bir adeti vardı; onda daima ilahi cezbe vardı. Çok beyit ve kaside dinlemek isterdi. Sürekli kalbinde aşk-ı ilahi vardı. Derslerini genellikle su kenarı, yeşillik yerler ve ağaç gölgelerinde okuturdu. Genelde aşk-ı ilahinin zuhur olacağı bu alanları seçerek derslerini anlatırdı. Hatta zor bir mesele ile karşılaştığında talebelerine şöyle derdi. Bize bir şiir, bir beyit okuyun. Bu zor meseleleri şiir ve beyitler okunduktan sonra daha kolay çözüme kavuştururdu.

Şeyh Abdurrahman-i Taği kendisi halife olmasına rağmen Nakşibendi ve Halidi halifelerinden olan Gavs lakabı ile meşhur Seyyid Sıbğatullah Arvasi’ye muhabbet besledi. Şeyh Sıbğatullah Arvasi’yi gördükten sonra kendisini hiç görerek Şeyhi olan Şeyh Abdulbari Çerçavi’den Nakşibendi tarikatında sulükunu baştan başlamak için izin aldı. Şeyh Sıbğatullah Arvasi’nin yanında baştan sulüke başladı. 9 yıllık sulük döneminde evini medresesini terk edip mürşidinin nazarında kaldı. Hatta bir gün oğlunun ayağının kırıldığına dair haber gelir, üstadı evine gitmesi için izin verir bir gece bile evde kalmaya tahammül etmeden geri üstadının yanına döner. Üstadına bağlılık, muhabbet ve teslimiyeti, onu hakiki muhabbet olan Allah’ın muhabbetine ulaştırmıştı, Allah’tan hiç gafil değildi ve hatta Allah-u Teala ona çok insanların kalbini göstermişti. Kendisi şöyle anlatır: “Ben hiçbir zaman Allah’tan gafil olmadım. Allah (Celle Celalühü) bazı insanların kalbini bana gösteriyordu, acaba bu kalp ne kadar yüce Allah’a aittir.”

ŞEYH ABDURRAHMAN-İ TAĞİ’NİN, ÜSTADI ŞEYH SIBĞATULLAH ARVASİ’YE OLAN BAĞLILIĞI

Tasavvufun önemli maddelerinden olan mutlak teslimiyet ve muhabbetin tümü Şeyh Abdurrahman-i Taği’de mevcud idi. Üstadına karşı olan muhabbetini, oğlu Hazreti Dıyauddin’e anlattığı şu olaydan anlayabiliriz. Diyauddin Hazretleri şöyle anlatır: Murat Köprüsü yapımında babamı çorapsız ve ayak serçe parmağının olmadığını gördüm. Baba, gözüm kör olsun, ayak parmağına ne oldu dedim. Babam Abdurrahman-i Taği şöyle dedi: “Bu parmağın kopması, benim Gavsi Hizani’ye olan muhabbet ve sadakatime şahittir” dedi ve serçe parmağının neden koptuğunu anlattı; “Soğuk ve ayaz kış gecelerinden bir gün mürşidim camiye gelmemişti. Ben bu soğuk ve ayaz gecede mürşidimin penceresi önünde bulunan kaya parçasının üzerinde oturarak rabıtaya daldım, kendimi kaybettim. Gece kar yağmaya başladı, üstüm başım ıslanmıştı. Kar durduktan sonra bulutlar açılmış ve gece ayaz olmuştu. Sabah namazına yarım saat kalmıştı. Beni biri sabah namazına kaldırıyor. Ben uyanıp kendime geldiğimde soğuktan ayağımın serçe parmağı donmuş ve daha sonra kopmuştu.

Abdurrahman-i Taği Üstadına olan bağlılığını başka bir gün şu olayla anlatır: “Gavsi Hizani’nin ahırlarını yapıyorlardı. Bütün müritler canla başla çalışıyorlardı. Bende hizmetçilerle birlikte taş taşıyordum. Sırtımda büyük bir taş vardı, üstadım beni görür; “Atma taşları!” der, ben de mana anlamı olarak şunu anladım; taşı sırtından indirme. Hâlbuki amacı; sen taş taşıma demektir. Bu taş uzun süre sırtımda kaldı, bunu gören sofilerden biri durumu üstadına haber verir. İşaret ederek taşı sırtımdan indirmemi emretti. Sırtımdaki bu zayıflığın sebebi üstadımın muhabbetine, sadakatine şahittir. Yarın mahşer gününde bu iki şeyle Allah’ın huzuruna çıktığımda, Allah için üstadımı muhabbetle sevdiğimi, o aşkın beni mecazi aşka, oradan aşkı hakikiye götürdüğüne dair şahitlik eder.” Tasavvufta böyle aşklar mecazi aşklardır. Mürit, rabıtada evvela şeyhini sever, şeyhin bütün emirlerine teslimiyet gösterir. O sevgi, o muhabbet Peygamber Efendimizin muhabbetine, ondan da yüce Allah’ın muhabbetine götürür. Yüce Allah’ın muhabbetine götürdüğü zaman kişi fena fillah makamına ulaşır. Böylece Allah’tan başka bir şey düşünmez olur.

ŞEYH ABDURRAHMAN-İ TAĞİ’NİN İRŞAD DÖNEMİ

Şeyh Abdurrahman-i Taği, kendi döneminde tasavvufa yeni disiplinler getirmiştir. Tasavvufun şeriatın tatbiki için kullanılan usullerinde yenilikler yapmıştır. Şeyh Abdurrahman-i Taği hem ilmi batını ve hem ilmi zahiri birlikte yürütmüştür. Hatta Şeyh Abdurrahman-i Taği Nurşin’e yerleştiğinde tekkeden önce şeriat ilimlerinin okutulduğu medreseyi inşa etmiştir. Medrese ve tekke birbirlerini destekleyici ve koruyucu vazifelerini ifa etmektedirler. Çünkü bütün büyük Allah dostları “Şeriatsız tasavvuf kişiyi hurafeye, tasavvufsuz ilim ise kişiyi zındıklığa götürür” hikmetine vakıf olmuşlar. Bu Nurşin ekolu ve Nurşin’e bağlı olan dallarda o günden bugüne kadar hala önem arz etmektedir.

Şeyh Abdurrahman-i Taği genelde kış mevsiminde halife ve salikleri ile beraber köy köy dolaşarak irşad ve Nakşibendi tarikatını yayma faaliyetlerini gerçekleştiriyorlardı. Gittiği köylerde köy halkını toplarlardı, onlara akaid, ahlak, fıkıh bilgileri anlatmakla beraber tevbe istiğfar ettirerek Allah’a yaklaştıran yolları gösterirdi. O köylerde hurafelik ve bid’at gibi gayrimeşru hasletleri kaldırmak için uğraşırdı. Halkın İslamiyet’e olan bağlılıklarını kuvvetlendirmek için İslami bilgileri onlara öğretirdi. Hatta bazen kendisi ve halifeleri ile beraber oturup halka Fatiha ve et-Tehiyyatü öğretirdi. Birkaç gün o köyde kaldıktan sonra köylüler belli bir seviyeye geldikten sonra o köye dinlerini öğretmek üzere bir hoca bırakarak başka bir köye giderdi.

17 yıllık irşad döneminde tüm kış aylarında irşad için, Doğu ve Güneydoğu bölgesinin büyük bir bölümüne Erzurum’un Hınıs, Karayazı, Tekman ve bağlı köylerinin büyük bir kısmına, Bitlis ve tüm ilçe ve köylerinin büyük bir bölümüne, Van’ın merkez köylerinin bir bölümüne, Siirt’in Kurtalan, Beşiri ve merkez köylerin büyük bir bölümüne, Muş, Bulanık, Malazgit, Korkut ve köylerinin büyük bir bölümüne, Batman’ın Kozluk ve köylerine, Diyarbakır’ın Hazro, Lice birkaç köyüne gitmiştir. Gittiği köylerde camii yok ise camii yaptırmış, çeşmesi, yolu, köprüsü yok ise bunları yaptırmış, gittiği köylerde kan davası var ise onları barıştırmış, sonra onları mürid olarak kabul etmiştir. Köylere yerleştirdiği hocalara mutlaka medrese açtırmıştır. Osmanlı arşivinde (Bitlis’e bağlı Mutki bölgesinde 19. Yüzyılda 19 tane camii yapılmış bunlardan 17 tanesi Şeyh Abdurrahman Taği tarafından yapılmıştır.) diye kayıtlıdır. Kendi döneminde devletin yaptıramadığı Murat nehri üzerinde Seyda ismiyle meşhur köprüyü halifeleri, salikleri ve müritleriyle beraber yaparak halkın hizmetine sunmuşlar. Köprünün yapımı ile ilgili bir sürü menkıbeler mevcuttur. Burda zikrolunması tatvili gerektirdiğinden dolayı zikri yapılmayacaktır. O köprü yapımından dolayı Sultan Abdulmecid teşekkürünü bildirmek amacıyla devlet nişanını Şeyh Abdurrahman-i Taği’ye göndermiştir. Şeyh Abdurrahman Et-Tâğî’ye Murat Nehri üzerinde üç gözlü kârgir ve sağlam bir köprü yaptırmasından dolayı üçüncü rütbeden Mecîdî Nişânı ve teşekkürname mektubu verilmesine dair Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yer almaktadır.

ŞEYH ABDURRAHMAN-İ TAĞİ’NİN YETİŞTİRDİĞİ ÂLİM VE HALİFELER;

Şeyh Abdurrahman-i Taği’nin önemli işlerinden birisi de, hem ilmi batini hem de ilmi zahiride birçok talebe yetiştirmesidir. Onun ilmi zahiride yetiştirdiği talebe sayısızdır. İlmi bâtınide 19 halife yetiştirmiştir. Bu yetiştirdiği 19 halife ülkemizin farklı bölgelerinde irşad ve tasavvuf ilimlerini yaymışlar. Şeyh Abdurrahmani Taği’nin halifeleri ve bazıları hakkında bilgi verilmiştir:

Şeyh Muhammed Sami-yi Ercincani

Şeyh İbrahim Çoğraşi

Şeyh Halil Çoğraşi

Şeyh Mustafa Bitlisi

Şeyh Süleyman Bitlisi

Şeyh Yusuf

Şeyh FetullahVerkanisi

Şeyh Abdulhadi Çırçahi

Şeyh İbrahim Melekenti

Şeyh Taha Abri

Molla Ahmet Taşkesenli

Molla Abdullah Hizani

Şeyh Abdullahi Nurşini

Şeyh Reşiti Nurşini

Şeyh İbrahim Siirdi

Şeyh Abdulkahhar zokaydi

Şeyh Abdulhakimi Ferisafi

Şeyh Abdulkadir Melekenti

Hacı Yusuf Köşki

Allah-u Teâlâ, bu büyük zatların yüzü suyu hürmetine, ülkemizi ve tüm Müslümanları, her türlü tehlikelerden, belalardan, afetlerden, özellikle son dönemde İslam âleminin yaşadığı sıkıntı ve zilletten kurtarsın. Ayrıca Allah-u Teâla Müslümanlara İslami şuur verip, ittifak etmelerini ve birleşmelerini nasib-i müyesser eylesin.