1.Mektup

Şeyh Abdurrahman-i Taği (K.S) bu mektubu Bitlisli el-Hac Yusuf Efendi’ye dünyanın kötülenmesi hakkında göndermiştir.

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam seçtiği kulları üzerine olsun.

Allah için kardeş el-Hac Yusuf’a, Allah O’nu üzüntüden korusun. Bu mektubu size yazdırmaya, sohbetten geri kalmanız ve bilhassa bu zamanda beldenizde makam elde etmek için dünyaya olan muhabbetiniz sevk etti. Dünyanın arzuları ve muhabbeti sizi aldatmasın. Dünyayı temenni etmeyin. Çünkü dünya fani, aldatıcı ve lanetlenmiştir. Tâlibleri köpekler gibi kabul edilmiştir. Sonu şekerle kaplı zehir gibi hüsranlıktır. Bütün dinlere göre onun aldatan bir süs olduğu sabittir. Bazı dinler onun durumunu açıkça belirtmişlerdir. Dünyadan murad, kulu Rabbinden alıkoyan her şeydir.

Nitekim Gavs’ul Azam (r.a) şöyle demiştir: ‘Dünya hem kötüdür hem de güzeldir. ‘Bunun açıklaması şöyledir: Dünya dalalet (sapıklık) yönünden kötüdür. Bunun için Allah şöyle buyuruyor: ‘Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir övünmedir, mallar ve evlat hususunda bir çokluk yarışından ibarettir.”(Hadid:20)

Dünya hidayet yönünden güzeldir. Allah bir ayette şöyle buyuruyor:”…Allah’tan bir mağfiret ve bir rahmet onların topladıkları (dünya malı)ndan daha hayırlıdır. (Al-i İmran:157)

Başka bir ayette ise ”…İman edip sâlih ameller işleyenler için firdevs cennetleri vardır…” (Kehf:107) buyrulmaktadır. Bu yönüyle dünya niçin kötülensin. Çünkü dünya ahiretin tarlasıdır. Dünyada muhabbet-i ilahiye ve cezbe-i zatiye şarabını içmek vardır. Şair Hafız şöyle der:

Saki o kalan şarabı sun,

Çünkü Cennet’te ne Rüknebat suyunun kıyısını bulabilirsin ne de Gülgeşt-i Musallayı. (1)

Müntesiplere size uyanlara Gavs’ın (r.a) yüce kapısına sarılmayı, teşvik etmeniz ve kâmil şekilde vefa göstermeniz lazımdır. Hâlis niyetle dünyevi alakalardan ayrılın. Gavs’ın kapısına en edna bir şekilde dahi olsa girmeye bakın. O’nun emirlerine ve nehiylerine göre yaşayın. Kalpleri saptırmaya götürmeksizin O’nun sonsuz muhabbet şarabından için.

Bağlantılar felah yolunda ilerlemeye perde olur,

Bağlantıları koparırsan yolun vuslata yol olur.

Her iki cihanın nimetlerini sevgilinin tek nazarına feda ederim,

Çünkü onun gibi lezzet iki cihanda da bulunmaz.

Sohbet amellerin başıdır. İmam-ı Rabbani (k.s) şöyle buyuruyor: ‘Sohbete (farzlar, vacib ve sünnetler hariç) hiçbir şey denk değildir.” Şeyh Muhammed Parisa’nın (k.s) hizmetçilerinden biri Şeyh’in şöyle dediğini söylemiştir:

”Farzlara olan hırsınız gibi sohbete koşun.”

Ubeydullah Ahrar (k.s) bu hususta şöyle demiştir: ‘Sohbetteki hayıra ne melekler ne de kötü olan nefis vakıf olabilir.”

Hâsılı dünyadan yüz çevirmek lazımdır. Dünyadan yüz çevirmeyen şu hadisin ihtiva ettiği manaya girer: ‘Allah’ın zikri ve ona tabi olanlar hariç, dünya ve içindekiler lanetlenmiştir.” Gavs’ın kapısına giren ise kurtulmuştur. Şair Hafız Şirazi şiirinde şöyle der:

O Şirazlı güzel bize iltifat eder, gönlümüzü alır, aşkımızı kabul eylerse,

Yanağındaki kara bene Semerkandı da bağışlarız, Buhara’yı da!

Yine Şair Hafız Şirazi bu manada şöyle der:

Lütfu daimî olan pirin kölesiyim,

Çünkü zahid şeyhin lütfu bazen var bazen yok.

Ayrıca dünyadan içtinab edenler, salat ve selamların en kamili kendisi ve ailesi üzerine olan Hz. Peygamber’e ve ihlasla ona tabi olanlara tabi olanlara tabi olup işlerini onlara bırakan, onların emirlerine uyan nehiylerinden sakınan kimseler kurtulmuştur.

Hz. Seyyid Taha (k.s) (Allah O’nunla tâliblerini ihlas ve muhabbetle şeriata uydukları müddetçe faydalandırsın) buyuruyor ki: ‘Bidatçı olanlara sapıtmıştır. Onlara muhalefet edenler kurtulmuştur.

Kamillerin gölgesinde olanlar selamettedir. Bilhassa onlara uyarak ellerinden (muhabbet) şarabı içenler diridir.” Dünya ile ahiret arasında bir boşluğa düşen kimseye kendini tedavi etmek düşer. Bu durumda iken ona bir (manevi) hal gelirse o hal istidractır ve o kimse yardımsız bırakılır. Ona şöyle denilmesi uygundur:

Böylesine perişan, rüsvay bir şekilde yârin huzuruna sakın ola gitmeyesin,

Orada bulununlar, sakinler seni görüpte o hâlinden utanıp sıkılmasın.

Allah’ın selamı sizin, yakınlarınızın, sevenleriniz ve Şeriat-ı Mustafa’ya uyanlar üzerine olsun. Allah’ım! Şeriatı ve sünneti ile bu taifenin hizmetçisi olarak yoluna girdiğimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v), ailesine ve ashabının üzerine salat ve selam eyle.

1)Rüknebat Suyu ve Gülgeşt Musalla İran’da bulunan iki mesire yeridir.

 

 

2.Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla İbrahim’e tövbe verirken istiğfar ve şükretmesi hususunda göndermiştir.

Selam Allah için kardeş olan Molla İbrahim’in üzerine olsun. Gavs’ul Azam’ın gölgesi onun üzerinden eksik olmasın. Hamd olsun ki, Şeriat-t Garra ve Tarikat-ı Âliye’nin edeplerine uyarak elde ettiği istikametin izleri onun üzerinde görülmektedir.

Göndermiş olduğunuz muhabbetli mektubunuzu, Şeyh Fethullah (k.s) bu dergâhın hizmetçisine okudu. Bunun üzerine Allah’a hamd etti ve Gavs’ul Azam’ın himmeti ve nazarına sevindi. Gavs’ul Azam Şeyh Bahaddin’e verdiği tövbeyi bitirince, ona Molla İbrahim’e istiğfar etmesini yaz, diye buyurdu.

Mevlâna Şeyh Hâlid tâlimat anında vekiline istiğfar ve şükretmesini söylemiştir. İstiğfar ve şükrü bir araya getirmen ancak nefsinin kusurunu görmekle ve tamamen hilesinden kurtulmakla mümkün olur. Nefsine lazım olan rabıta etmek, istimdat istemek, rabıtayı ve muhabbeti güzel yapmaktır. Böylece İnşallah Gavs’ın nazarı senin üzerine olur. Yürüme, sükûn (bir şeyle meşgul olmama), oturma, yatma anlarında ve yapılan işlerde, söylenen sözlerde, fena, muhabbet, iştiyak, inkisar gibi hallerde mümkün olduğu kadar ruhsat ve bidatlerden kaçınarak şeriat ve inceliklerine sarılmak gerekir.

Bazen susma ile de sohbet hâsıl olur. Nitekim Gavs’ul Azam şöyle demiştir: “Sükutumdan faydalanmayan kelamımdan faydalanamaz.” Sadatın yolunu hatırlatmasından dolayı bazen rabıta ile de sohbet meydana gelir. Yine bazen selefi (öncekileri), tarikat adabını ve şeyhi hatırlamakla da sohbet olur. Bunların yanında çoğu zaman istimdat, feyz isteme ve aciz olunan durumlarda da sohbet hâsıl olur. İnşallah Allah sizi bu hallerle şereflendirir ve yüce nefeslerin kokuları ile kokulandırır. Allah, bu dergâhın hizmetçisini Gavs’tan (k.s) gafil kılmasın.

Bu hizmetkâr dostlara selam eder, sizden dua istediği gibi onlardan da dua ister. Köy halkının hepsine selam eder, onlardan da dua beklerim. Halkın eğitimi kalplerinin cezbesine sebep olur. Umulur ki pek çok çeşidi ile de cezbe, kişiyi rabıtaya sevk eder.

Tebliğ için bir yere sefer etmeye gelince, yakın köylere gitmek uzaktakilere gitmekten daha faziletlidir. Fakat muhabbete, talebe, cezbeye ve başarıya bakmak gerekir.

Hâlife Abdurrezzak’a selam söylemek, dua istemek ve hâlinden sormak suretiyle güzel muamelede bulun. Allah’ın yardımı ve saadatın himmeti ile Şeriat’ın emrinin bilhassa üzerimize vacip olduğunu belirtmek suretiyle kendini koru ve kendi kendine de ki:

“Tebliğ işini hafife alırsam, bundan Allah’a sığınırız hiçbir kimsenin imtihan edilmediği şeylerle imtihan edilirim.”

Gavs’a (k.s.) muhalefet etmekten ve nefsin arzularına meyletmekten sakının.

Bil ki, altında cehennem, üstünde ateşten kızgınlık bulunan, Şeriatı garra, Allah’ın muhabbeti ve evliya sevgisi üzere dosdoğru olanların geçmesi istenilen, kıldan ince bir yolun ortasındayız. Allah onların gölgesini bizim ve sizin üzerinizden eksik etmesin. Kalbinde Gavs’ın (k.s) muhabbetinden başka sevgi olmaması için bize dua etmeyi unutmayan. Annemizden dua talep eder, O’na ve oradakilere selam ederim Başarıya ulaştıran Allah’tır. Bütün işlerde tevekkül O’nadır.

12 Recep 1285

 

  1. Mektup

Bu mektubu Molla İbrahim’e tebliğ, istiğfar, hidayet ve Şeriat’a uymak hususunda göndermiştir.

Mektubuma Allah’ın ismiyle başlarım. “. Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Salat ve selam O’nun Nebisi (s.a.v) ve ailesi üzerine olsun.

Bu dergâhın hizmetçisinden selim kardeş Molla İbrahim’e.

İhvanın çoğaldığına delalet ettiği anlaşılan kıymetli mektubunuz bu hizmetçiye arz edildi. Bu yüzden hizmetçinin sevinci ve neşesi arttı. Hadi (hidayet sahibi) olan Allah’a hamd etti ve şükranlarını arz edenlerden oldu. İbadeti kabul edilenlerin kemalatına ulaşmak için yüz kere Allah’a istiğfar etti. Bununla birlikte sapıtanlar reddedilmiş olduklarından sapıtmıştır.

Allah’ım! Kur’an’da buyurduğun üzere iyilikler sana aittir. Rabbim şöyle buyuruyor: “. “Allah’a davet eden kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”(Fussilet: 33) Bununla birlikte Allah Resul’üne (say) şöyle hitap etmektedir: “Sen istediğini hidayete erdiremezsin. Allah dilediğini hidayete erdirir. (Kasas.56) Bu ayette Rasûlüllah (sav) hidayeti kendine, ayet ise yaratana (Allah’a) nisbet etmiştir. Hâli Allah hazırlar ve yaratır, bu güzelliğe Gavs’ın (k.s) himmeti sebeb olur. Gavs hizmetlerin sebebiyle belki sana teşekkür eder. Bu kapıda en edna biri olan, herkes Gavs’ın irşada çıkan herkesin kendi nefsine şu soruyu sormasını istediğini bilir: İrşad dairesinin kutbu benim için lütufta bulunur mu?

Ben de: Gavs’a bu soruyu sordum.

0 da şöyle dedi: Köylere girdiğinde yemek yiyor musun?

Dedim ki: Bırakınız yemeği insanlar benim yanıma sarhoş olarak geliyorlar. Buna şöyle cevap verdi:

Bu hal yani insanların böyle gelmesi üstadın himmeti değil mi? Böyle işlerin benden olduğunu zannetmeyin. Bizden olmadığı halde bir şeyin bizim sebebimizle olması eğer ona vakıf değilsek bile istiğfarı gerektiren nefse kapılmamayı icap ettiren bir haldir.

İstiğrak hâli sahibi Şeyh Bahaeddin (k.s) ve müridlerin hepsi Fetih süresini okusunlar. İstiğfar yazılı kâğıdın bu hizmetçiye gönderilmesini istiyorum.

Ey Allah için kardeş! Gücün yettiği kadar gayret göster. Çünkü zaman, tebliğ eden helak olsa da tebliğ etmeyi gerektiriyor. Şeriatın gösterdiği istikamet doğrultusunda her an kusurlarına istiğfar et ve başlangıcı Pazar sonu Perşembe olmak üzere haftada beş gün oruç tut. Şartlar yerine getirilerek cuma gecesi istihare edilmeli, uygun zamanlarda ağlamak, ağlaşmak ve sonra teveccühü taleb ederek duha (kuşluk) vaktine kadar oturulmalıdır. İnşaallah senin Allah’a istiğfar etmenden sonra Allah’ın yardımı ile 0 (r.a) sana ikram eder ve böylece Allah seni affeder. Allah’a yemin olsun ki tenha gecelerde şiddetli ağlama ve niyaz ile bu hizmetçi istiğfara devam etti de aşağıda geleceği şekilde bir hal bana ilham edildi:

‘Ey aziz kardeşim! Bu âl-i tarikat sahih sünnet ve azimet yani bidat ve ruhsatlardan kaçınmak suretiyle şeriatın istikamet yolu üzerine bina edilmiştir.

Yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun bu hizmetçiye ve bizlere. Bu yolda izin verilmiş ruhsatlardan ve güzel bidatlardan sakınmak dahi şart koşulmuşken, yeryüzünde hâlife kılınan kimselerin günah, mekruh ve evla olmayan şeyler işlemekle günahlarının artması ne acıdır? Oysa ittiba edilecek büyükler peygamberlerin varisleridirler Dikkat! Size ve bu hizmetçiye Nebi’nin (sav) zevcelerinin günahlarının eğer sadır olmuşsa artması hususunda inen ayet (Ey Peygamber! Zevcelerine de ki: “Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, öyleyse size boşanma bedeli vereyim ve sizi güzelce bir bırakmayla salıvereyim”-Ahzab 28) yeter.

Şeyh Sâlih’in (k.s) ashabından biri irşad dairesinin kutbu Gavs’ın (k.s) şöyle dediğini işitti: Ubeydullan Ahrar (k.s) bir gün kendisine sıkıntı veren karıncayı öldürmüş, bunun üzerine yer sarsılmış, nerdeyse parça parça olacakmış. Bu olay üzerine Allah’tan şöyle münacaatta bulunarak yardım istemiş: “Ey Allah’ım Müminleri öldüren insanları cezalandırmak için acele etmiyorsun da bir karınca öldürdüğüm halde bana ceza veriyorsun.’

Bu söz üzerine Allah Teala şöyle cevap vermiş:

“Dostlarımın bir yerden kıl koparması ile onları sorgularım, dostlarımın dışındakiler bir dağı yıksa onları hemen sorgulamam.”

Gavs (r.a) şöyle dedi: Beyazid-i Bestami (k.s) meşhur bir şeyhin yanına gitti. Mescidde insanlar onu ziyaret için toplanmıştı. Şeyh sol ayağı ile mescide girince Bestami (k.s) geri döndü ve şöyle dedi. “Rasûlüllah’ın (sav) sünnetinden bir sünneti terkeden şeyh değildir.”

Dikkat! insanlara Şah-ı Nakşibendi’n sözünü delil getirerek bu âli tarikat cezbe yoludur sözünüz sana ve bu hizmetçiye yeter. Şah-ı Nakşibend’in (k.s) emirlerine uymak ve nehiylerinden kaçınmak ve isteklerine uymak müntesiplerinin kalplerini sarsmaz.

Şah-ı Nakşibend (k.s) şöyle diyor: ‘Hakkın cezbelerinden bir cezbe ins ve cinnin ameline denktir” Ben bu makam ile şereflendim. Fakat Allah, Rasülüne (sav) şöyle buyurarak aslolanı ortaya koyuyor: “Deki eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah’da sizi sevsin.” (Al-i İmran 31)

Gavs (r.a) Molla Hüseyin el Kiyani’nin hâlini bu hizmetçiye sorup, cevap aldıktan sonra şöyle dedi:

“Onun için şeriat üzere istikametten başka bir yol yoktur. Oda tarikattır”.

Sü-i edebi ve kabahatinin farkına varan bu hizmetçi şunu sordu:

-Durum bu ise Molla Muhammed el-Emin el-Hashiri mürid midir? Bu soruma kahr hâlinde şöyle dedi:

“0 şeriata muhalefet ediyor. Çünkü abdestte sünnet olan abdest azalarını üçer defa yıkamaktır. O ise dörtlüyor.”

Ey sevgili kardeşim. Bu hizmetçi seni yeryüzünde hâlife yapmasını istiyor. 0 ise ruhsatlar, şeriat ve tarikatın bidatlarından sakınmakla beraber şeriat şart koşmuştur. Bu durumda Rasûlüllah’ın şeriatı en kuvvetli şeriat olmasına rağmen mekruhlarla ve evlanın hilafına işlerle meşgul olmak nasıl olur? Demek ki şeriata hakkıyla uymak gerekiyor.

Hz. Peygamberin (sav) şeriatının kuvvetli olmasından dolayı diğer şeriatlar feshedildi sadece o baki kaldı.

Şeriata uyarak ve yardım isteyerek, rabıta libası ile hâlis zatı murakebe etmen gerekir. Böylelikle İnşaallah sen tarikatın fethini ve davet kapılarının açıldığını göreceksin, İnsanlar tarikata girdiğinde istiğfar et. İstiğfardan imtina hâlinde vücud bulacak nefsin sevinmesini engellemek için Allah’ın şu ayeti sana şahid olarak yeter. “Allah’a istiğfar et. Çünkü 0 tevbeleri kabul edicidir.”(Nasr 3)

Böyle bir durum senin ve bu hizmetçinin kötülüğündendir. Gavs’ul Azamın himmeti ile Allah’a tevekkül et. Ümitsizliğe düşenlerden olma. Şükredenlerden ol.

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Selam size, sizin ailenize ve Gavs’ul Azamın etbaı üzerine olsun. Bu Mektup şevkinizin kırılmasına sebep olmayıp, bilakis artmasına vesile olsun.

1 7-Safer-1296

  1. Mektup

Bu mektubu Molla İbrahim’e göndermiştir. Molla İbrahim’den bulunduğu yeri kontrol etmesini istemiş ve Celaleddin’i gıybet etmekten nehy etmiştir.

İki dünyada akranları üzerinde yüce bir yere sahip olan Molla İbrahim b. el-Molla Abdurrahman ve Molla Hüseyin. Selam ve duadan sonra bizden sual ediyorsunuz. Hamd, kendisine hamd gereken zat içindir. Bizler selametteyiz. İlkbaharda size gelmeyi ümid ediyoruz. Sizden arzumuz bizim için etrafınızdaki yerleri kontrol ediniz. Şeyhin gıybetini yapmayınız. Bilakis sohbetlerinizde onu çokça anınız. Söylenmeyecek sözü kimseye açıktan söylemeyin.

Şerefli annenize, kardeşinize, talebelerinize Şeyh Abdurrahim ve diğerlerine selam eder, dua taleb ederiz

Diyauddin ve Abdurrahim’e selam eder, okumaya devam ediyorlarsa dua ederiz. Saadetle amellerinize devam ediniz.

  1. Mektup

Bu mektubu büyük hâlifesi Mevlâna Şeyh Fethullah’a, harama, haram olması muhtemel olan şeylere bakma, yabancı kadınla halvet ve buna benzer şeyleri yapmamak gerektiği hakkında göndermiştir.

Kim tarikatta iken belirtilen bu hususları helal kabul eder veya yapar veyahut ta inanç olarak bunlara yardımcı olursa, yani yabancıya bakmayı ve bunun benzeri şeyleri veya yabancı kimse ile yalnız kalmayı veya ona dokunmayı helal görürse, Allah’ın gazabı onun üzerindedir ve o tarikattan reddedilmiştir.

  1. MEKTUP

Bu Mektup Cibran Ahâlisi’nin bazı kimselere birtakım eziyetler yapmalarına temas etmekte, yapılan şikâyetten dolayı Gavs’ın (r.a) yüce emrine uyarak Erzurum’a giden âlimlere bazı nasihatlarda bulunmaktadır.

Mektubuma Allah’ın ismiyle başlarım “. Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.”(İsra, 44) Salat ve selam Nebi’nin (sav) ve ailesinin üzerine olsun.

Fakirler fakiri Gavs’ul Azam’ın dergahının hizmetçisinden, kardeşlere, dostlara ve arkadaşlara. Allah onları makamları elde etmekten geri bırakan şeylerden korusun, onları teşvik edilen yüksek derecelere ulaştırsın ve onları mevcud ve ma’bud olan Allah’a ibadet etmekle rızıklandırsın. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizlerin üzerine olsun.

Gavs’a uyanların işini gözetmek ve O’na zarar verenlerin zararını izale için buradan Sultanın kapısına gittiniz. Kendim için günde yüz kere tevbe ettiğim gibi, nefsinizin kabarmasından dolayı sizin için de Allah’a istiğfar ediyorum. Gavs’ın emri sebebiyle vâli ile görüşebildiğiniz için Allah’a şükredin. Gayretinizin kabul ve hatalarınızın affedilmiş olması için Allah’a niyazda bulunun.

Koca Osmanlı devletinde durum ya Gavs’ul Azamın gayreti, Kutbul Azam’ın himmeti ile neticelenir veya netice hasıl olmaz. Peygamberlerin yolundan giden evliyanın vazifeleri bütün mahlûkat için Allahtan af taleb etmek, yakin lezzetini tattıkları için kıymetsiz olan dünya ile alakalarını sona erdirmektir.

Bu düşünce ile eğer şikâyetiniz kabul edilirse o zaman size düşen, Müslümanlara eziyet eden kimsenin tevbe etmesini talep etmek sonra da kimsenin Müslümanlara eziyet etmemesini ümid etmektir. İkinci durumda ise, sizin üzerinize gereken gayrette ihmalkâr olmaksızın Rabbül Aleminin muhabbetine ulaştıran Gavs’ul Azam’ın muhabbeti ile meşgul olmaktır. Çünkü maksad sebeplere uymak suretiyle Allah’ın emrini gözetmektir.

Bu şevk ve teşvikten hasıl olan maksattan alıkoyan hiçbir meşguliyetin sizi meşgul etmemesi ve sizin için seyru sülük olması için, Allah huzurunun yerine hiçbir şeyin gelmemesi gerekir. Müslümanlara eziyet eden kimsenin Şeyh Abdullah’ın diyarına kaçtığı söyleniyor. Muş Vâliliği onu yakalamak için adam göndermiştir.

Selam size ve dostlar üzerine olsun. Allah dine yardım edene yardım etsin, yardımsız bırakanı yardımsız bıraksın. Kafirlere, isyancılara ve dini bozmak isteyenlere karşı dinin imamına başarı ve kuvvet nasip etsin. Âmin. Rabbimiz Allah bu kuluna yardım etsin. Âmin

23-Receb-1292

  1. Mektup

Bu mektubu selamı kendisine ulaşan Molla İbrahim ‘e göndermiştir.

Sizce malum olduğu üzere Gavs’ul Azam bu dünyadan ahirete göç etmiştir. Gözlerimizin alıştığı nurlu suret kayboldu. O’nun nurlu suretinin düşüncemizden ve hayâlimizden kaybolmamasını umuyoruz. Bunun da ötesinde kendisinin haber verdiği ve rabıtaya devamı emrettiği üzere, hayatındaki hâlinden daha güzel şekilde hayâlimize gelmesini ümid ediyoruz.

Gavs şöyle buyurdu: ‘Nisbet kuvvetlidir. Hayatta fayda verdiği gibi, ölürken de fayda verir. Hatta vefatta daha fazla fayda verir’ Sözüne ölümü kasdederek şöyle devam etti: Seyyid (k.s) şöyle buyurdu:

‘Kılıç kınından çıkmadığı zaman kesmez.” Allah sizi Şeyh Bahaeddin’le karşılaşma ile bahtiyar kılıncaya kadar siz ve diğer müridler rabıtaya devam etmeniz ve amelde gevşeklik göstermemeniz gerekir. Sizden dua ümidi ile.

23-Recep-1292

  1. Mektup

Hâlifesi Molla İbrahim’e şeyhi rabıta ile nefsin yok olması ve meşhur olduğu üzere tarikatın şeriattan ibaret olduğu hakkında göndermiştir.

Allah’ın ismi ile mektubuma başlıyorum. Salat ve selam seçtiği kulu Hz. Muhammed (s.a.v) ve O’nun seçkin ailesi üzerine olsun.

Size isabet eden musibet haberi bana ulaştı. Allah sizi ondan kurtarsın. Musibetten kurtulduğunuzda istiğfar etmeniz gerekir. Ayrıca bunun ehlinizin sünnete uymasına sebep olduğu ve sıdk ile muhabbet tarafını izhar ettiği için dahi şükretmeniz gerekir. Çünkü itminan hâlinde sekinet (kalp huzuru) hasıl olur. Bana gerekli kılınan şeyler sizin üzerinize de gerekir. 0 da selamette olmaktır. Berezan’a gitmeniz, İbo’nun rüyasını tasdik etmeniz, Gavs’ul Azam’ın meramını tebliğdeki gayretiniz güzellikten uzak değildir. Ayrılmak isteyenin Gavs’tan ayrılması sizin zayıflığınızdan ve ortadaki kötülüğün ayan olmasındandır.

Bizi cevaptan alıkoyan, önceki Mektupta istediğiniz şeylerin naklinde bizim muhayyer olduğumuzu söylemenizdir.

Tebliğde iradenize göre soğuktan ve bütün gece uykusuz kalmaktan uzak durunuz. Sadece uyku vaktinde uyku ile yetinen olmayınız. Şeyhin gayreti ve muhabbeti ile Gavs’dan istimdat isteyerek şeyhin rabıtasında nefsinizi yok ediniz. Çünkü böyle yapmak Allah’ın yardım etmesine sebeptir. Bu yüce tarikatın maksadının şeriat olduğunu arkadaşlarına yayarak söyle. Hatta tarikatın şeriat olduğunu söyle. Nitekim bir kötülükle gelen kimseye şeriatta olmayan şeyi nasıl yapıyorsun, denilir. Çoğu kere böylelerine akidenin tashihi ve Fatiha’nın tâliminin tekrar edilmesi fayda verir.

Size, hususen ailenize ve umumen müridlere selam ederim. Bu hizmetçiyi ziyaret etmeniz muhabbetinizi artırmanız için yeterlidir. Bundan da öte bana göre bu Allah yolundaki bir insanı ziyarettir.

12-Recep- 1 297

  1. Mektup

Bu mektubu Molla İbrahim’e bazı şahısların eğitilmesi ve gönderilen emirle sohbete devam ve bunun dışındaki meseleler hakkında göndermiştir.

Selam, anlayışlı ve kovulmuş şeytanın hilesinden selamette olan İbrahim kardeş üzerine olsun. Güzel hâlinizin keyfiyetini sorduktan sonra, dualar Gavs’ul Azamın fuyuzatı ile ailenizle beraber sizlerin üzerine olsun. Şeyhin sureti göz önüne gelmediğinde rabıtada acele etmeyin. Ders (vird)in evvelinde ve sonunda Şeyhin sureti göz önüne gelmese de rabıta yapmak gerekir Her ders anında yaptığın masiyeti düşün. Fakat Şeyhin emri olduğu için rabıtadan kurtuluş yoktur.

Molla Hüseyin Şeyh’in emrettiği şeyler dışında ebrarın (iyilerin) yaptığı amelleri yapmaktan sakınsın. 0 bunların şeyhin emri olmadığı için başka derslerin masiyet gibi olduğunu ve şeyhin emri olduğu için de kendi dersinden kurtulmanın mümkün olmadığını düşünsün.

Fakih Said rabıtaya sarılsın. Nefsin istemiyor diye fakihlere hizmeti terk etme. Çünkü nefsini izhar etmen helaka sebeptir. Nefsinden sakın.

Molla Eşref’e gelince rabıta vaktinde ve rabıta dışındaki durumlarda nefsini, hakir olması için mahlukatın en rezili, habis ve delisi olarak görsün.

Ey İbrahim! İhvanlarla beraber sohbet etmek gerekir. Molla Âli’ye de söyle rabıtaya devam etsin.

Kız kardeşin Damre’ye, kardeşin İsa’nın zevcesine ve Molla Âli’nin kızına günde yüz kere istiğfar etmelerini, Resülüllah’a (s.a.v) aynı şekilde günde yüz defa salatu selam getirmelerini ve Gavs’ul Azam’dan istimdat istemelerini söylemeni Gavs (k.s) Hazretleri emrediyor. Kız kardeşin Fatma ile birlikte annen emellerine ve rabıtaya devam etsinler. Onlara selam ediyor ve istikamet üzere olmaları için dua ediyoruz. Annenizin elinden öpüyor ve bize dua etmesini ümit ediyoruz. Kardeşimiz Hâlil ve İsa’ya da selam ediyoruz. Rabıtaya ve amele devam etsinler. Muhammed Emin ve Muhammed Esad’a da selam ediyor ve devamlı saadette olmaları için dua ediyoruz.

  1. Mektup

Bu mektubu amellerde azimete, sahih sünnete uymaya teşvik ve tarikata göre amel, tarikat amellerinin emredilen tertibe uygun olması, şeyhin emrinde fani olmak ve bunun dışındaki meseleler hakkında Molla İbrahim ‘e göndermiştir.

Sâlim kalbli, Allah için kardeşim Molla İbrahim’e.

Allah’ın selamı size ve seçtiği kulları üzerine olsun. Tevfik mağfiretle beraberdir. Bu fakir sizin bu tarikatın en hayırlısı için olan (Allah onu en hayırlı kılsın) duanızı işittiği gibi, buraya geleceğiniz haberi de bu hizmetçiye ulaştı.

Bil ki, bazı Hz. Muhammed’in (s.a.v) yolundan giden büyük velilerin sonrakilere bıraktığı kalıcı kerametleri vardır. Mesela Rufailerin ateşe girmesi, Dınori’nin çocuğu suda taşıması, Geylani’nin bazı kerametleri gibi. Allah bizi onların bereketleri ile faydalandırsın. Nakşibendi tarikatından ise kalıcı olan Allah’ın muhabbeti ile kalblerin nurlanması ve kişilerin derecelerine göre Allah’ı bilmesidir. Nakşibendiler bunun için üç şart koşmuşlardır.

1- Amellerde azimete göre hareket etmek ve şeriat ehlinin ruhsatlar ve bidatlar dışında kendisinden hüküm çıkardığı sahih sünnete uymak. Gayret ederek bütün azalarla ve sâlim bir kalble bunlara sarılmak lazım, lazım, sonra yine lazım.

2- Tarikatın usulüne göre amel etmek ve bu amelleri hiçbir fazlalık ve noksanlık olmaksızın emredilen şekilde tertibe uygun yapmak. Bu sana lazım, bana lazım

3- Kendisine uyulan kimsede (şeyhte) yok olmak. Kendi nefsinde bir varlık görmemek, kendi nefsine bakmamak ve hatta insanların da nefsini görmemek. Nefsi görmekten ve (nefsin) iradesinden sakın. Nefisten sakın, nefisten sakın.

Celvette (insanların içinde olduğun zaman) şevk ve muhabbet içinde ol. Halvet hâlinde ise niyaz ve istiğfar üzere ol. Sende bu hallerin tasdik edebilmesi için ayrılık acısının sıkıntısını yok etmeye devam et.

Dinle neyi, bak hele neden hikayet eylemekte,

Ayrılıklardan dem vurup şikâyet eylemekte.

Kalbleri kazanma hususundaki çalışmaya ehemmiyet vermede gayret sahibi ol. Başkan olma düşüncesinden sakın. Çünkü o öldürücü zehirdir.

Zamanın Asaf’ı o himmetli köledir ki,

Surette hoca sirette ise derviştir

Fakihin dediği ne güzel:

Zamanın derviş tabiatlı hocası olan vezirin himmetinin kölesiyim,

Surette hoca sirette derviştir o.

Dünyaya bakışın Şia’nın Yezid’e bakışı ve efendilerin kölelere verdiği infak gibi olsun.

Münkirlerin boş sözlerini dinlemek seni meşgul etmesin. Hatta sen bu sözlere karşı sağır ol, onlara hayır dua et. Bu nasihatleri ezberle. Bunları ezberlersen, bellersen, nefsin şerrinden ve tilki gibi olan lanetlenmiş şeytanın şerrinden kurtulmuş olursun. Nefsini Sadat-ı Kiram’ın çadırının gölgesine koy. 0 zaman sana yazın sıcağı, kışın soğuğu, kar ve yağmur zarar vermez.

25-Recep-1296

  1. Mektup

Bu mektubu Molla İbrahim’e bazı nasihatlerde bulunmak için göndermiştir.

Sâlim arkadaş Molla İbrahim’e. Allah’ın selamı sizin ve ihvanın üzerine olsun. Dua taleb ettikten ve güzel hâlinizden sorduktan sonra beklediğimiz kavuşmaya kefaret olması için sizin şanınıza Fakih Ahmed ve Üzeyr Efendi’ye yardım etmek yakışır. Cuma’ya, cemaata ve sohbete gitmeye, haramlardan sakınmaya, amele ve bilhassa rabıtaya, ihvana hizmete, fırsatı kaçırmamak üzere gece ibadetine devam ederseniz, bize şükür etmek ve sevinmek düşer.

Ey manevi evlat ve Mevlevi kardeş! Dünya tufandır. Şeriat gemidir. İnsanların çoğu helak edici rüzgârdadır. Kim rüzgârdan korunur, fırtınalar ona zarar vermezse o mukarreblerden olur. Böylece o kimse Allah’ın zatı ve sıfatları konusunda yakini imana ulaşır. Fena, beka makamlarına erişerek cezbe ile marifet elde edilir.

Şeyh Abdurrahim’e selam ederim. Hâlini sor. Benden sevenlerine selam ulaştır. Onların hallerini sor. Muhabbeti artıran kimse gibi o ikisi ile muhabbeti artır. Şeyhten ve Şeyh Abdurrahman’dan, Hâlil ve İsa’dan dua istiyorum. Annenize selam ederim, kerimem ondan dua talep ediyor. Geride kalanlara baki selam.

25- Recep-1296

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla İbrahim’e, insanların tevbeye koşmaları, şükür, istiğfar ve bu iki şeyin dışındaki çok faydalı hususlar hakkında göndermiştir.

Allah’ın ismi ile mektubuma başlarım. Selam seçtiği kulları üzerine olsun.

Muhabbetli mektubunuz bu hizmetçiye ulaştı. Sevinmemize sebep oldu. Hamd ve şükür Allah’a aittir. O çok hibe edici ve kerem sahibidir. Mevcud olan şeylerin zanlarından, günahtan, hatta taattan dolayı azaların fiilleri yönü ile kalblere giren şüpheler için Allah’tan mağfiret dileriz. Taatlarımız karışıklıktan uzak değilse, bu durumda musibetlerden size isabet edenlerle ye’se düşmemeniz ve size isabet eden zorluklara karşılık sabırlı olmanız gerekir. Böyle olmazsanız insanların tevbe taleb etmelerine vesile olmadaki örnek durumunuz meydana gelmez.

Biz Allah’a aidiz, lütfu ve nazarı ile Allah’a mahsustur. Çünkü imtisal (uyma) teslime götürür. O da muhabbetten ve ihlâstan doğar. İhlas, teslimiyet ve muhabbet de bu alî tarikatın temelleridir. Bu üç şeyi kalbinde, şeriatın zahirinden yardım isteyerek en güzel şekilde yerleştirene ve bunları tarikatla geliştirene ne mutlu ne mutlu. Asıl hakikat ve Allah’ın size ve bu hizmetçiye lütfu Gavs’ul Azam’ın gölgesi altına insanların girmeleridir. Allah O’nunla kıyamete kadar tâliblerini menfaatlandırsın. Belki Allah özel fazlı ile sizin ve bu hizmetçinin günahlarını affeder. Çünkü Allah Hadi’ dir (hidayet veren). Hidayete vesile olan ise Gavs’ul Azam’dır. Bu hizmetçiden ayrılığınızdan dolayı üzüntünüzü beyan etmeyiniz. Bundan dolayı da üzülmeyiniz. Bunun aksine gözümüzün nuru namaz dışında hayır ve şer lezzetler sizi sevindirmesin.

Gurbetteyiz senden başka vatanımız yok,

Fakiriz senden başka ihtiyacımız yok.

Allah sizden sadakat ister. Bazı günlere ilave ederek oruç tutmakla emredildiğiniz zamanları oruç tutarsanız, Allah sizden bunu kabul eder ve bu sebeple sizin kalbinizde olan dağdağayı çıkarır. Çünkü ben rüyamda size övülen şeylerin verildiğini gördüm.

Rüyamda Gavs’la aranıza engel olarak giren bir bulut girdi. Bu maninin defi ümid edilir. Bu dağdağanın kaldırılması için üzerine gidilmesi gerektiği söylenmektedir.

Sofi Abdurrezzak hususundaki anlatılanlara üzülme. Münkirlerden dolayı sıkıntı içerisinde olma. Şayet seni yalanlıyorlarsa, senden önceki Peygamberleri de yalanlamışlardı. “Ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah nurunu tamamlayacaktır.”(Saf,8) Bununla beraber onlar irşad dairesinin Kutbu Seyyid Taha (k.s) hazretlerine intisab etmeseler dahi ona intisab edenlerin müntesibidirler.

Gavs’ul Azam’ın müridleri, kendilerini kapının büyüklüğü sebebiyle Gavs’ın dergahının hayvanatı gibi görüyorlar. Nitekim Gavs’ul Azam diğer bütün intisabları silmiş, Seyyid Taha Hazretlerinin kapısına intisab dışında bütün kapıları kapatmıştır. Bütün teveccühler ona yönelmiştir. Nitekim Seyyid Taha O’na şöyle demiştir: “Herkesin yükü sırtımda, ancak seninkisi benim boynumda.”

Bir defasında da şöyle demişti: “Ben ve sen baş ve orta parmağını işaret ederek bu iki parmak gibiyiz”

Başka bir defa da şerefli ve kerem sahibi kızına o bizdendir. Yine başka bir sefer de bu zamana kadar devam ettiği gibi ahir zamana kadar da sadatın evliyaları eksik olmayacaktır, demiştir.

Molla Sıbğatullah (şeyh olarak) kalkmadı, kalkamayacaktır. Bunun üzerine bize düşen onun müntesiplerini ve müntesiplerinin müntesiplerini korumak, onlar için Allah’tan istiğfar istemek ve dua etmektir. Hatta onların ayakkabılarını öptükten sonra baş üzerine koymak gerekir. Nitekim bunların yanında Allah’ın emir ve nehiylerini Müslümanlara tebliğ etmek ve mümkün olan hangi şekilde olursa olsun bu inkâr fitnesine düşmelerine engel olmak gerekir.

-Allah muhafaza hak ehlini inkâr edip bir kusurla ayıplayan kimsenin irfandan nasibi yoktur.

Bir kimse bu taifeye bir kusur isnad ediyorsa, Allah böylesine onlara dil uzatmaktan korusun. Allah’a yemin olsun ki böyle bir adet varsa ne kötü adettir. Berezan nahiyesine dönmeye gayret ediniz

Allah, birisi Gavs’ul Azam Hazretleri, diğeri Seyyid Taha (k.s) Hazretlerinin sancakları altında görünmeyen ordularla size yardım etsin. Her gece yatmadan önce Fatiha, Ayetel Kürsü, İhlas ve Muavvizeteyn sürelerini oku ve avucuna üfle, avucunu başına, göğsüne ve cesedin sürülmesi mümkün olan her yerine sür. Gecenin ortasında Yasin süresini oku. Sevabını Hz. Peygamber’e (s.a.v), Sadat-ı Kirama ve bilhassa Gavs’ul Azam ve Seyyid Taha Hazretlerine hibe ederek dua ile bitir.

Sohbetin başlangıcı Seyyid Taha ile sonra Gavs’ul Azam ile daha sonra da Üstadla devam etsin. Cezbe ve muhabbet içinde cezbe ve muhabbeti överek sohbeti bitir.

Dinle neyden hikayet eylemekte,

Ayrılıklardan şikâyet eylemekte.

Hiçlik yurdundan koparmışlar beni,

Kadın erkek herkes feryadımdan inlemekte.

Böyle yapmamın sebebi parlak şeriatı emretmekle beraber, Şeriatı tebliğ ve teşvik etmeyi seninde yapmanı gerçekleştirmek içindir. Çünkü tarikat Şeriat-ı Hûda’dır. Hatta tarikat ve hakikat, Şeriatın zahiri üzere bina edilmiş ve Şeriatın temeli olmuşlardır. Şeriat tarikatın özellikle üzerinde durduğu güzelliklerle böyle nihayet bulmasaydı Hud suresi Rasûlüllah’ı (s.a.v) ihtiyarlatmazdı Allah (c.c) Rasûlüllah’ı (s.a.v) sırat-ı mustakîm üzere olduğundan dolayı methetmez ve Rasûlüllah (s.a.v), ensar ve muhacire vefat etmeden önce tebliğ ettim mi diye sormazdı. Bilakis tebliğ ettim derdi. Buda bizlerin vazifesine işarettir

Yakinen bilinmektedir ki Şeriatın kapısı dışındaki kapılar kapalıdır, reddedilmiştir. Tarikatı-ı âliyeden maksat şeriatın emirlerine uymak, nehiylerinden sakınmaktır.

Selam size ve hidayete tabi olanlar üzerine olsun. Hz. Muhammed’in (s.a.v) şeriatına sarıl. Salat ve selam O’na, ailesine, ashabına ve bilhassa sizin bütün ehl-i beytinizin üzerine olsun. Aynı şekilde annenizin üzerine olsun. Annenizden dua beklerim.

Biliniz ki sufilerin şeyhe muhabbeti gerçek muhabbet olan Allah’ı sevmeye nisbetle zerre kadardır. Allah Teala şöyle buyuruyor:

“İnanan müminler en çok Allah’ı severler.”(Bakara, 165)

Molla Yusuf’a gelince ona Allah’ın şu ayeti yeter:

“Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Allah dilediğine hidayet verir.”(Kasas,56)

Nefsini Bel’am ve İblisle (Allah’ın laneti onlar üzerine olsun) korkut. O ikisi Gavs’dan ve bu hizmetçiden daha çok ibadet etmelerine rağmen nasıl helak oldular? O ikisini varlık duygusu helak etti. Varlık duygusu muhabbete terstir. Varlık duygusu ile beraber muhabbet iddia etmek büyük günahtır.

Bu hizmetçinin yaptığı gibi bu hallere düşmekten Allah’tan mağfiret dile.

Sofi Muhammed’e de Allah’ın şu ayeti yeter:

“Hakikaten Karun, Musa’nın kavminden (amcasının oğlu) idi. Onlara karşı azgınlık etmiş idi. Ona öyle hazineler vermiştik ki. Anahtarları cidden güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu. O vakit kavmi ona şöyle demişti (servetine) güvenme, çünkü Allah güvenenleri sevmez.”(Kasas,76)

“Ama insan her ne zaman Rabbi onu imtihan edip te ona ikram eyler, ona nimetler verirse o vakit Rabbim bana ikram etti der.

“Ama her ne zaman da imtihan edip rızkını daraltırsa o vakit te. Rabbim bana ihanet etti der. (Fecr.15.16)

Muhabbet ve cezbe-i ilâhiye cennet nimetlerinden hiçbir nimete müsavi olmamasına rağmen, şeyhi rabıtadan önce ölüm rabıtası yapın. Allah katında bu denli çirkin fani ve buğz edilen dünyanın ne kıymeti vardır? Ölüm rabıtası bunu idrak ettirir

Dünyaya binlerce lanet olsun,

Cezbelerden bir cezbeye binlerce can feda olsun,

Aşıkların gözünde her iki cihanın nimetleri,

İki arpa tanesi kıymetindedir.

Ey Cami! Sen iki dünyadan da âzâd ol.

Bu fakir ancak tek olan Allah’ı ister.

Allah’ım! Tâlibleri ve bu hizmetçiyi muhabbetin, cezben ve marifetin ile nimettendir. Rabbim onların kalplerinden bu kötü dünyanın muhabbetini çıkarsın.

12-Cemazî’l Ula-1296

 

  1. Mektup

Bu mektubu Hâlifesi Molla İbrahim’e göndermiştir. Mektubuma hamd kendisine mahsus olan Allah’ın adıyla başlarım. Bu dergâhın hizmetçisinden kıymetli kardeş Molla İbrahim’e.

Bana iki elçi, askeri bir konuyu ve aşırı muhabbetten dolayı büyük üzüntüye sebep olan başka konuları ihtiva eden yeni mektubu ulaştırdı. Allah sizi Şeriat-ı Mustafa’ya (s.a.v) uyarak ye başka yollardan korunup ihlâsı artırarak bu yol üzere sabit kılsın.

Bilinmektedir ki, musibet şöhret denizinden düşen bir damladır. Belki bu şöhret Allah’ın yardımı, keremi ve fadlı ile birlikte sevenlere menfaati de olabilir. Allah böyle kimseye şifa ile ikram etsin. Gavs’ul Azam’ın himmeti ile gelen güzellikler için hamd, şükür ve iyilikte bulunma Allah’a yapılmalıdır. Gavs’ın gölgesi sizin, bu hizmetçinin ve tâlihlerin üzerinden ayrılmasın. Allah size mescidi tamamlamak için yardım etsin. Sizi ve bu hizmetçiyi şevk, vecd ve sürür ile rızıklandırsın.

Selam size, ailenize, yanınızdaki dostlara, ahbablara ve Şeriat-ı Mustafa’ya uyanlar üzerine olsun. En kâmil salat ve selam O’nun ailesi ve ashabı üzerine olsun.

26-Recep~12S6

14.Mektup

Bu mektubu Molla İbrahim’e göndermiştir.

Akranlarının ve benzerlerinin en faziletlisi aziz kardeş Molla İbrahim’e. Allah faziletini ve kudretini artırsın. Selam ve dua sizlerin üzerine olsun. Hâlinizi sorar dualarınızı beklerim. Bildiğiniz üzere, bu mektubu size taşıma işini üzerimize aldık. Kelam bitti.

1 -Rebi’ulevvel-1296

  1. Mektup

Bu mektubu Mirza Bey el-Huveyti’ye, Gavs’ın (k.s) onun yanına gitmesi ve Mirza Beyin cihada katılması ilgili olarak göndermiştir. Şeref sahibi ağamız Mirza Bey’e. Dünyevi ve uhrevi gücünüzün devamı için dua ettikten sonra, Melik ve Mennan olan Allah’ın dilemesi ve Gavs’ul İrfan’ın himmet ve hürmeti ile cihad için 300 veya 400 kişi toplama emareleri gözüküyor

Bunun için sizinle Tigot’ta değilde, Leter ya da Bueyde’de inşallah buluşacağım. Devamlı selamette olunuz.

16.Mektup

Hâlifesi Molla İbrahim’in babası olan Molla Abdurrahman Kınalı’ya Gavs’ul Azam’ı (k.s) ziyaret etmesini teşvik ve başka meseleler için göndermiştir.

Allah’ın ismi ile mektubuma başlarım. “. Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra.44) Salat ve selam O’nun Nebi’sine (s.a.v) ve Nebi’sinin ailesi üzerine olsun.

Bu dergâhın hizmetçisi Abdurrahman’dan. Kulları Rabbini bilmeye cezbeden üstadlar üstadı ihlâs ve ihsan ile zamanın Gavs’ının eteklerine yapışan, mutlak kudret sahibinde fani olarak alem-i mahlukattan yükselen Abdurrahman’a. Mennan (çok veren) olan Rabbin sevgisinden dolayı O’na sevgin devam etsin.

Bu hizmetçiye kıymetli mektubunuz arz edildi. İçinde kasd edilen maksadın, ihlâs ve seyrin merhaleleri, sülûkün müşküllerine çare ve yakîn elde etmeye engel olan zan ve şüphelerle ilgili olarak arz etmeyi unuttuğumuz ve kâinatın sahibi olan Allah’da fani olmakla vuslat olacağına dair bilgiler istediğinizi gördük. Seyru sülük hâlinde vuslata ermesek ve hatta asi ve cahil olsak da Allah’a hamd olsun. Çünkü bunda sizin için iki noktadan fayda vardır. Birincisi akla gelen şeylerden faydalısını çekip alan ihlâsı elde etmek, diğeri, şeyhin sohbetinde bulunmaktır. Fakat acaib olan sizin, dünya riyasetini nasıl istediğinizdir. Allah bunu istemiyor. Ancak Gavs’ın (k.s) sohbetten muradı ins ve cinnin ameline denk olan cezbedir.

Sizin yanınızda malum olsun ki, Şeyhin hâlifesi Celaleddin üç şeyi, müşavere, istihare ve sadattan sorarak ittifakla tesbit etmiştir Muhabbet, hüsnü zan ve ihlâs. Bundan dolayı onlar terbiyelerini bunlarla güzelce yaptılar.

Molla Abdurrahman insanları nisyandan (gafletten uyandırıp) kâmil insan olmayı göstermek için Behtan’a gitmiştir.

Molla Hâlid insanları gafletten uyararak onlara uyanıklığı göstermek için Şirvan’dadır.

Bu hizmetçi sonbahara kadar Şeyh Celaleddin’in efendisine hizmetle memur edilmiştir. O da sizlerin dediğini söyleyerek bu işin devamlı olmasını istiyor. Fakat en iyisi Molla Hâlid, o tarafa gitsin.

Sizin bu tarafa gelmeniz mümkün olursa, bu durum kalplerin ülfetle bir araya getirilmesinden sonra uygun olur. Çünkü bunda, Ravza-i Mutahhara’yı ziyaret. Gönlün seyru sülük merhalelerine engel olan hususların aşılması, insanların buraya gelmenizle size uyması, Şeyh Celaleddin’in sizi görmekle ve sizin O’na olan muhabbetinizden dolayı kalbinin genişlemesi söz konusu olacaktır. Bilhassa sizin ona muhabbetinizin olmadığı zannı O’nu üzdüğünden Molla İbrahim’e her zaman “ah Molla İbrahim keşke bir daha onu görseydim”, diyor. Siz zaten bu yüzden muhabbetti mektubunuzu gönderdiniz. Bu hizmetçi de çok iştiyaklı bir şekilde size, çocuklarınıza ve etbanıza hizmet etmek istiyor.

Buraya gelir de ve hangi mekânda konaklarsanız İnşaallah Gavs’ın himmeti ile sizin rızanıza uygun ve Gavs nasıl işaret etti ise o şekilde, hatta sizin için maksad nasıl gerçekleşiyorsa o şekilde işler yürütülür, hizmetiniz görülür. Bu hizmetçinin elinden bilhassa O’nun sohbeti ile -asi de olsa- hidayet meydana gelmişse, hayır içindir.

“Allah bu dini facir kişi ile de kuvvetlendirir.” Bununla beraber onların tabiatlarına uygun çeşitli şekillerde cezbe, sülük, cezbenin sülûku ve sülûkün cezbe seyrinin sâlikler için olan tâlimatlarını açıkla.

Sizin ve bilhassa evladınız Molla İbrahim ve annesinin. Müntesiplerinizin, Şeyh İbrahim’in, Şeyh Muhammed ve O’nun çocukları Abdurrahman ve Şeyh Abdurrahim’in yanınızda ve köyünüzde bulunan talebelerin ellerinden öper, dualarını beklerim. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi hepsinin üzerine olsun.

Tâlipler bilsin ki, Allah onların tevbelerini kabul etmiştir. Onları ve bizi affetsin. Seyyid Ubeydullah evine gitti. Onunla beraber sadece bu dergâha bağlı olanlar gitti, O, bu dergâha bağlı olmasa da ihlâsı artar. İnsanlar O’nu keşke görmeseydi de kötülemeselerdi. Çünkü o üstadımızın üstadının oğludur. Şimdi ise kuvvetlendikten sonra şeyh olduğunu iddia ediyor. Onunla Molla Hâlid’in karşılaşması fayda vermedi. Önceden ne idi ise şimdi de aynı durumdadır. Şeyh Celaleddin münkiri olduğu halde onun münkirlerinden olmadığını söylüyor. Şayet dönerse o bizim seyyidimizdir. Çünkü O Seyyid Taha’nın (k.s) oğludur. İstifade talebi Gavs’a etba olmaktan geçer. Çünkü onun Gavs olduğu tartışmasızdır ve O münkirlerin kabul etmediği kutubtur.

5-Recep-1287

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla Abdulkadir’e Şeriatı Garra’nın uygulanmasını teşvik etmesi vb. meseleler hakkında göndermiştir.

Mektubuma Allah’ın ismi ile başlarım. “Yerdekiler ve göktekiler her şey onu tesbih eder”(İsra 44). Salat ve selam Hz. Muhammed’e (Sav) ve ailesi üzerine olsun.

Gavs’ul Azam’ın dergahının hizmetçisinden Allah için kardeş Molla Abdulkadir’e.

Hakikaten ve batinen Gavs’ul Azam’ın himmeti ve zahiren de insanları tevbeye çağırma hususundaki gayretinizle ilgili pek çok ihvanın söyledikleri bana ulaştı. Allah’a hamd olsun. Şükredenlerden kılsın. Sebep olma vehmi ile nefsimizin düşeceği helaka düşmemesi için benim istiğfar ettiğim gibi Allahtan mağfiret dile. Çünkü hakikatte hidayet Allah’tandır. Asıl sebep ise Gavs’ul Azamdır.

Siz el ile hareket eden sopa gibisiniz. Gavs’ul Azamın elleri ile sizi atmamasını ümit ederek Allahtan ümitvar ol. Çünkü attıktan sonra sopanın hâli yanmaktır.

Mümkün olan herhangi bir şekilde şeriatı aşmayan ve şeriat dairesinden çıkmayan şeylere tevbe talep etmeye gayret göstermek lazımdır. Asıl maksat şeriatı tebliğ etmektir. Allah Teala Resulüne (Sav) “sana indirileni tebliğ et ” (Maide 67) diyor. Bu da şeriatın hükümleridir. Allah, Rasûlüllah (Sav) için şöyle buyuruyor:

“De ki Allah’ı seviyorsanız bana uyun Allah’da sizi sevsin” (Âli İmran 31) Allah yine şöyle buyuruyor ” İnsanları Allah’a çağıran iyi iş yapan ve ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir” (Fussilet 33)

Bir şeyin size zarar vermemesi için Allah size şöyle buyuruyor:

“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının” (Haşr 7. ayet)

Gavs’ul Azam Abdulkadir Geylani’nin (ks) tarikat silsilesinin kendisiyle sona erdiği Seri Es-Sakati den (ks) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir.

“Tasavvuf üç şeyin manasının ismidir.

1.Sufinin marifet nuru verasının nurunu söndürmez. İrfanı arttıkça ameli fazlalaşır.

2.Kitap ve sünnetin zahirine ters düşen batini ilimler konuşulmaz.

3.Allah’ın haram sırlarını aşan kerametleri barındırmaz.

Bişr-i Hafi şöyle diyor:

“Rasûlüllah’ı (Sav) rüyamda gördüm. Bana: ‘Ey Bişr Allah’ın seni akranlarının seviyesine nasıl çıkardığını biliyor musun?’ dedi. “Hayır ya Rasûlüllah dedim.”

Rasûlüllah (Sav) “sünnetime uyman Sâlihlere hizmet etmen kardeşlerine nasihatta bulunman asabıma ve ehli beytime olan sevgimdendir. İşte ebrarın makamına seni ulaştıran bunlardır.” Buyurdu.

Senin Amasi kardeşle olan husumetinle bu husumeti şeriatı garra ile def ettiğin bize ulaştı. Allah seni hayırlarla mükafatlandırsın. Eğer nefis ve varlık duygusu varsa Allah ikinizi de affetsin. Çengiyi (bir tür çalgı) haram kılman haberi de bana ulaştı.

İbni Hacer Tuhfe adlı eserini şehadet bölümünde şöyle der:

“Tanbur, ut, rubap, çenk şamtayır kemençe üzerinde yay kirişleri bulunan bir veya iki telli olan üzerine biri ile diğerine vurulan (her ikiside haramdır) sabh, Irak kavalları ve diğer yaylı ve düdüklü müzik aletleri kullanmak ve dinlemek haramdır.

Fitnelerden fasıl olan lezzet fesada götürür. Bu konuda sufiyye taifesi ve diğerleri arasında fark yoktur. Bu konuda İbni Hacer kitabında şöyle der.

“Bugün sufilerden kendisine ulaştığımız kimselerin bir kısmının kitaplarda belirtilen hükümlere ters işle yaptıklarını ve İbni Hazm’ın hurafelerine ve İbni Tahir’in batıl işlerine uyduğunu gördüm. İbni Tahir’e kötü niyetli bir kimse telli ve diğer çalgıların helal olduğu konusunda yalan söylemiş ve o da imamlara göre bunun reddedilen görüş ve kötülüğe gidişat olduğuna bakmamıştır. Bundan dolayı da bilhassa Ezrai El Evsatında bu işin sapıklık ve sefihlik olduğunu söyleyerek oldukça ağır hüküm vermiştir. Sufilerden sadr olan raks onların dışındakilerden sadr olan raks gibidir.”

Bulkini’den naklederek İbn-i Hacer şöyle demiştir:

“Eğer sufiler raksı kendi istekleri ile yapıyorlarsa diğerleri gibidir. Kendi istekleri ile yapmıyorlarsa o zaman sorunlu değillerdir”

Böylece bu konudaki söz haramlık noktasına kadar dayanıyor. Şöyle ki: çok raks yapıldığı zaman insanın mürüvvetini (kişiliğini düşürür). İbn-i Hacer’in birinci görüşüne nazaran son söylediği görüş açıktır. Bunu şeriatın zahirine muhâlif olarak sufilerden rivayet edilen diğer götürülmemesi gerekir.

Ey aziz kardeş! Bu hususta hadis olduğundan dolayı sufilerin ve diğer insanların dine yeni işler ihdas etmeleri caiz değildir. “Kim dinimizde olmayan bir şeyi ihdas ederse o kabul edilmez reddedilir.”

Bu hizmetçinin zannına göre insanların tarikata girdiklerinde onlara iltifatta bulunmak ve farz sünnet olamayan vird ve nafileleri emretmek bu ihdas edilen işlerdendir.

İmamı Rabbani şöyle demiştir “Çoğu terbiye ehlinin nafile ibadetleri revaçta tutarak verdiği netice farzları tahrip etmek olmuştur.”

Nakıs sufiler farzları ve sünnetleri eda etmede gevşek olmalarına rağmen zikir ve tefekküre önem veriyorlar. Cumaları ve cemaati terk ederek çile ve riyazetle uğraşıyorlar; fakat cemaatle bir farz eda etmenin bin çileden daha faziletli olduğunu bilmiyorlar. Evet, şeriatın edeplerine uyarak zikir ve tefekkür faziletlidir. Hatta âlimler ihtida edenleri nafilelere sarılıp farzlar ve cemaat hususunda gevşek olmaları sebebiyle kınamışlardır. Böyle olan kimseler ibadetleri bir veya iki kişiyle yerine getirmekle yetiniyorlar. Onların böyle yapmalarından dolayı İslami gelişmede zayıflama meydan geliyor ve bidatlar ortaya çıkıyor. Hâlbuki nafile ibadetler farzları tamamlamak içindir.

Ey aziz kardeş! Yaptığın işlerde akideni tahsis etmeye gayret et. İmam-ı Rabbani Rasûlüllah’ın (sav) şöyle buyurduğunu söylüyor: “Namaz Müminin miracıdır.” “Allah ile beraber benim bir vaktim var” İmam-ı Rabbani bu vaktin namaz olduğunu söylemiştir.

Ey kardeş bil ki İmam-ı Rabbani “Küçük cihaddan büyük cihada döndük” hadisindeki unsurları da gözetmekle beraber cihadı, evla olan terk etmeme, ruhsatları yapmama, azimeti yapma hususunda yapılan cihad olarak açıklamıştır. Bu durumda senin ve bu hizmetçinin hâli nasıl olur? Çünkü evla olanı yapma, amellerde ruhsatı terk etme ve azimete sarılmanın şart koşulduğu bir tarikatı seçtiniz.

Vah size, vah size. Çünkü şartlar, büyük ve küçük günahlardan, mekruhlardan ve dinde şeri olmayan bidatlardan sakınmaya delalet eder. Sen şevke ve muhabbete zarar veren korkuya sebep olma. Çünkü Gavs (k.s) irşad dairesinin kutbunun şöyle dediğini söyledi:

“Benden, tilkinin aç arslandan korktuğu gibi kork” Ona: “Çok korku muhabbeti eksiltir mi? Diye sordum. “Ey cemaatim! Durum gerçekten böyledir” diye cevap verdi.

Hoca Baki şöyle der: Bilakis Allah’ın sana olan cezbesi ve Gavs’dan rabıta ile yardım isteyerek Allah’a olan muhabbetinle birlikte, şeriatı yaşamaya gayret et. Rabıta, üstadın vasıflarını, menkıbelerini, mekanlarını, mizaçlarını ve bilhassa ihlasla beraber korkuyu gerekli lütfunu hatırlamayı meydana getirir.

Selam size ve Gavs’ul Azam’ın hizmetçisi olan kerimenizin üzerine olsun. Allah lütfu ikinize Şeyh Hamza’nın erkek evladı olduğunu müjdeliyorum. Arkadaşlara ve dostlara müjdele. Allah’a hamd ve şükür ederim. Bundan dolayı bayram günü sevinci gibi sevinin. Selam arkadaşlara, dostlara, kardeşlere ve hidayete tabi olanlar üzerine olsun.

  1. Mektup

Bu mektubu Molla Hibetullah’a rabıta ve rabıtanın kısımlarını açıklamak ve diğer meselelerle ilgili olarak göndermiştir.

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam mahlukatın hayırlısı olan Hz. Muhammed’e (s.a.v) ailesi ve ashabının üzerine olsun.

Bu âli Nakşibendi tarikatının büyükleri, diğer tarikatların büyükleri de tarikatlarını kalblerin itaat etmesi ve hakkı ispat edip masivayı nefyetmek için azaların amelleri üzerine bina ettiklerini gördüler. Çünkü onlar nihayetin vahdetle olacağına inanmışlar ve azaların zahiri amelleri ile kalbin itaatının zor olacağını düşünmüşlerdir. Azimetten ve sahih hadislerden kulluktaki nihayetin şehadet kelimesinin mefhumunun, Peygamberlerin (s.a.v) ve bizim Peygamberimizin (s.a.v) gönderilmesinin ve ehl-i Hakk’ın akidesinin gerektirdiği hususun Rabbin istediği şekilde kulluk olduğunu bildiler.

Onlar Âli tarikatlarını Sahabe-i Kiram’ın (r.a) yolu üzere bina ettiler. Bu da önce kalbi temizlemeye gayret sarf etmek, sonra da Nebimize (s.a.v) emredildiği şekilde amel etmekle olur. Nebi (s.a.v) ve sahabede hasıl olan şeyler sizde olmadığı zaman Allah’ın şu ayetindeki “Sadıklarla beraber olunuz”(Tevbe,119) hükmü gereği sohbet ve rabıta yolunu seçiniz.

Ubeydullah Ahrar (k. s) bu ayeti şöyle tasvir etmiştir: “Beraberlik ya cismani olur-o sohbettir- ya da manevi olur-o da rabıtadır”. Ayrıca Allah’ın şu ayetindeki “Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur”(Rad 28) hükmü gereği kalp zikrini tercih ediniz.

Allah bir kimseye fazlı ve keremi ile bu âli tarikata girmek ve şeyhi sevme, ilahi muhabbetten içirmek suretiyle iyilikte bulunsa, bu büyükler onda ihlas, muhabbet ve teslimiyet hasıl olması için bunun peşinden vird verirler.

Şeyhi rabıta etme vakti akşam namazı ile yatsı namazı arasıdır. Rabıta gözü kapatıp iki kaş arasındaki hayâli gözü açarak şeyhin suretine bakmaktır.

Ubeydullah Ahrar (k.s) rabıtada yüze ve hatta nurlanmış alna bakmayı tercih etmiştir. Rabıta, yapan kimselerin durumuna göre:

1-Ya muhabbetten dolayı etmiştir. Rabıta Azam Seyyid Taha’yı (k.s) rabıta etmek veya Mecnun’un Leyla’yı, Züleyha’nın Yusuf’u ve Ferhad’ın Şirin’i düşünmesi gibi.

2-Ya da bir menfaati celb etmek için olur. Şeyh Halid’in Gavs’ul Azam’ı, Alaaddin Attar’ın Şahı Nakşibend’i (k.s) rabıta etmesi gibi. Bu şekil rabıtada kişi kalbinin beşerî kirlerle kirlendiğini düşünür ve kirlerin izale olmasını ister. Kalbini tabibin önünde hasta gibi görür, şeyhin yüzündeki nur şualarının ona geldiğini ve sanki kirlerini zail ettiğini düşünür. Mevlâna Celaleddin’i Rumi’nin Şeyhi Tebrizi’yi rabıta etmesi gibi.

3-Rabıta yapmanın bir şekli de şeyhin gölgesinde gölgelenmektir. Bu durumda kişi, nefsinin helak edici sıkıntılar içinde olduğunu ve kurtuluşunun ancak şeyhin gölgesinde gölgelenmekle olabileceğini görmesidir.

4-Rabıta korkudan dolayı da yapılır. Behtan şeyhlerinin kendi şeyhlerin rabıta etmeleri gibi. Bu tür rabıta da onlar nefislerinin şeyhlerinin istediği şekilde olmadığını görürler. Bundan dolayı şeyhin kahrından korkarlar, mazur görmesi ve affetmesi için onu rabıta ederler.

5-Rabıta şeyhe koşup kaçma şeklinde de olur. Bu tür rabıta bir kısım insanların yaptığı rabıtadır ki onlar şeytan kurdu ile nefis aslanını kişiyi helak etmek istediğini düşünür ondan kurtulmak için şeyhe kaçar. Fakat onu bulamaz. Bu defa o ikisinin şerrinden emin olmak için şeyhi rabıta eder.

Tarikat ashabına ve bu hizmetkara Allah, şeytan ve nefsin hilelerine karşı yardım etsin. Bu rabıta şekillerinin tercihi hususunda herhangi bir kayıt yoktur. Çünkü herkesin kendine has hâli ve süluk(ulaşma) yolu vardır. Herkes kendisi için yaratılan uygun yolda yürüsün.

Bilsin ki rabıta üç kısımdır:

1-Yukarıda yazdığım rabıta. Oturma anında abdestli, 25 Estağfurullah çekerek teverruk (namazdaki oturuş) durumunun tersine kıbleye yönelerek yapılan rabıta.

2-Günaha meyletmekten korkma anında yapılan rabıta. Bu durumda sanki şeyhin iki omuzu üzerinde olduğunu ve ona şöyle dediğini düşünür: “Yanındayım. Benden utanmıyor musun? Kalbini benden başka şeylere meylediyorsun.”

3-Devamlı rabıtalı olmak, şeyhi sanki iki gözü üzerinde görmek. Ne mutlu bu hal kendisinde hasıl olan kimseye. Nitekim Şeyh Hamevi şöyle demiştir:

Ey gönlümün aydınlığı, sana gönlümden seslendim.

Ben sendeyim. Sen ise benim nazarımdasın.

Şibli ise şöyle demektedir:

Namaza aşkımdan günü unuttum.

Sabah mı akşam mı bilmiyorum.

Efendim seni anmak benim yemeğim, içeceğim.

Yüzünü görsem hastalığıma şifa olur.

Sadatın (k.s) şöyle dediğini kardeşlere söyle:

“Tarikat-ı Âliyede birinci esas karşılıklı bağ (murabata) kurmaktır.”

Hatta onlar bunu(murabatayı) namazda bile emretmişlerdir. Bunun en evla olanı kendisi sanki şeyhmiş gibi Allah’a münacatta bulunmaktır. Şeyh Hâlid murabatanın kıbleye karşı olduğunu söylemiştir bu işi yaydı ve bazı onu inkâr edenler bunun şirk olduğunu söylediler. Böylece O da cevap vermek ihtiyacı hissetti. İçinde bunu inkâr edenlerin inkarlarına cevap olan bir kitap dahi telif etti. Cevabın açıklaması şöyledir: “Kendisine rabıta yapılan kendisine doğru yönelinendir. Harem-i Şerif gibi. Yoksa onun için secde edilen değildir.”

İmam Gazâli bu hususta şöyle der: “Namaz kılan kendini şeyhinin yanında olduğunu kabul edecek.” Bu bizim tarikatımızda yoktur.

Rabıtayı bütün vakitlere yayarak adet edinin. Bunun içinde Hz. Ebu Bekir es-Sıddık’ın (r.a) bütün vakitlere yayılan murabatası delil getirilmiştir. Nitekim Hz. Ebu Bekir (r.a) Rasûlüllah’a (s.a.v) utanarak ve korkarak nasıl yapayım, elimde değil seni hacet anında bile düşünüyorum diye söyledi. Rasûlüllah (s.a.v) ise ona şöyle buyurdu: “O ben değilim, benim ruhaniyetimdir.”

Sabah ve akşam arasında yapılan zikrin en azı beş bindir. O da Lafza-i Celal olan Allah lafzıdır. Zikrin adabı, zikredenin dilini hareket etmeyerek üst damağına yapıştırması, hayvani kalbini çam ağacı kozalağı şeklinde tasavvur etmesidir. Çünkü kalp tavuk yumurtasından daha küçük, keklik yumurtasından daha büyüktür. Başı alçaklık olarak ince, gerisi yükseklik olarak enlidir. Sol göğsün altında teverruk oturuşun hilafına oturarak ve Fatihaları emredilen sadata okuduktan sonra tesbihi sağ eline alarak kalbinin üzerine koymaktır. Fatiha okunacak sadat şunlardır:

Şah-ı Nakşibend, Abdulkadir-i Geylani Hz. (k.s)

Abdulhaliku’l Gucdevani, İmam-ı Rabbani Hz. (k.s)

Mevlâna Hâlid, Seyyid Abdullah (k.s)

Seyyid Taha, Gavs’ul Azam Seyyid Sıbğatullah el-Arvasi Hz. (k.s)

Zikrederken lafza-i celâli düşünür. Tesbihi yüze kadar çeker. Rabbine münacatta bulunarak ve kalbi hazır olarak lisanı ile şöyle der:

“İlahi ente maksudi ve rıdake matlubi”

Bunu gafletten sıyrılmak için yapar. Sonra tekrar tesbihiyle zikre başlar. Beş bini tamamlayana kadar böylece devam eder.

Vukufu’l adediyi kabul edenlerden bir kısmı, tesbihin adetleri sayısınca kalbi ile Allah der, demişlerdir. Abdulhaliku’l Gucdevani’den (k.s), Şahı Nakşibend’e (k.s) kadar olan sadatlar böyle yapmışlardır.

Meşayihin bir kısmı sayısız lafza-i celal üzerine vukufu kalbiyi tercih etmişlerdir. Safi el- Hindi (k.s) gibi. Meşayihin bir kısmı kalp üzerine lafza-i celâlin yazılması yolunu seçmişlerdir. Behtan şeyhlerinin yaptığı gibi. Mürid kolay olanı seçmesi ve lafza-i celâli, üzerinde herhangi bir hüküm veya sıfatlardan herhangi bir sıfat olmaksızın düşünmesi gerekir.

Zikre sabah ve akşam vakti arasında herhangi bir vakit tahsis edilmesi gerekir. Çünkü iki gurub vakti ile iki tulu vakti arasını ve bilhassa iki gurub arasını ihya etmek gibi en mühim işlerdendir. Hatta bunu bu tarikat-ı âliyede farz kılınmış namaz gibi kabul ederler.

Büyükler tarikat ihvanı ile sohbeti, kardeşlerin birbiri ile menfaati şartı ile yaparlar. Çünkü tarikat-ı âliyenin adabına göre kişi kendini boğularak helak olan kimse gibi görmelidir. Boğulup helak olacak olan ota bile yapışır. Sohbet bu sebeple önemlidir.

Büyüklerin sohbetleri, şeyhin ve dostlarının sözleri, onların seleflerinin sözleri, Sahabe-Kiram’ın sözleri Rasûlüllah’dan (s.a.v) rivayet edilen hadisler, şeriat, akide, tarikat ve ölümle ilgili meselelerin zikridir. Bunların dışındaki bütün meseleler muhabbet yolu üzerine yapılır. Lisan masivaya kayarsa ve meylederse korunmak için rabıta yapın. Bu fayda vermezse şöyle deyin: Hadisi Şerif: “Gerçek hayat ahiret hayatıdır.” İstiğfar edin ve sonra rabıtaya dönün.

Bu hizmetkar büyük kardeş Hâlid Efendi’nin şöyle dediğini işitti: “Bana kalp rabıtası hasıl oldu.” Ne güzel! Çünkü Hallac-ı Mansur’un rabıtası böyle idi. Bu konuda karşılaşma anında açıklama yapılacaktır. Bu hizmetçi kendisine Mektup gönderen Hacı Hibetullah’ın bana mektubu okuyan öğrencilerin ve diğer arkadaşların benim için istiğfar etmelerini ümid eder.

Selam onlara ve şeriat-ı Mustafa’ya sarılanlar üzerine olsun. Allah’ım! Hz. Muhammed’e (s.a.v) ailesine, ashabına ve nesline, yarattığın ve yaratacağın şeyler sayısınca salat ve selam et, artır ve bereketlendir. Kardeşleri ve bu hizmetkarı kötü akıbetten koru. Onları Gavs’ul Azam’ın gölgesi altında ilahi cezbenin hasıl olduğu marifete ulaştır. Âmin! Ve’l Hamdulillahi Rabbil Alemin.

  1. Mektup

Bu mektubu Hacı Yusuf el-Bitlisi’ye deni (alçak)dünyanın kötülenmesi ve (hasret) ayrılığını gidermenin şeyhe mürid toplamaktan daha önemli olduğu ve bunun dışındaki meseleler hakkında göndermiştir.

Hamd kendisine mahsus olan Allah’ın adı ile mektubuma başlarım. Salat ve selam Onun Nebi’si (S.a.v) ve ailesi üzerine olsun.

Gavs’ul Azam’ın dergahının hizmetkarından Nakşibendi kardeş Hacı Yusuf Efendi’ye. Gönlün sevgiliyle buluşma arzusuyla dolu olduğuna dair soruyu içeren ve Şeyh Abdurrahim’le gönderdiğiniz muhabbet dolu mektubunuz bu hizmetkara ulaştı. Bu özlemi ve kalbinizin bu mesele üzerine yoğunlaşmasını şu sıra terk etmek evladır. Bu nasıl olacak? Bunun yani ayrılığın şeyhe mürid toplama diye bir şeyle alakası yoktur. Çünkü kalıcı ayrılık, lezzetli olmayan ve irfan ehlinin gözünde buğzedilmiş olan dünya nimetlerine rağmen, muhabbeti arttırır. Çünkü irfan ehli şu hadisten dolayı bu kanaate varmıştır. ” Allah’ın zikri hariç dünya ve içindekiler lanetlenmiştir. ‘Bu hadisten dünyanın içindekiler ve ihtiva ettiği şeyler kastedilmiştir. Dünya ve nimetleri, sokaklarda bulunan necasetlerden daha değersiz olmasına rağmen, onun kalıcı, nimetlerinin lezzetli olduğu faraza kabul edilse bile ona nasıl iltifat edilir? Allah’ım! Marifet denizinde hazırlanmış halk cezbe içinde olan şeyhin muhabbeti ile dünya nasıl mukayese yapılabilir?

Aşk hususunda herkes bir şeyler söylüyor.

Onu efsane bilirsin onu efsane olarak okursun.

Hak cezbenin dışındaki şeylere değer verme. Şeyhi şevk ve iftiharla rabıta et. Belki amellerin en nihai olanına ulaşırsın.

Selam senin dostlarına ve Şeriat-ı Mustafa’ya (s.a.v) sarılanlar üzerine olsun.

29- Cemazi’l Ula 1928

20.Mektup

Bu mektubu Hacı Yusuf Efendi el- Bitlisi’ye, âli devletin izniyle muharebe etmek, Seyyid Ubeydullah’a yardım etmek için askerleri toplamaya teşvik babında göndermiştir.

Kerim olan Allah’ın ismiyle mektubuma başlarım. Salat ve selam Nebi (s.a.v) ve ailesi üzerine olsun.

Bu dergâhın hizmetçisinden Nakşibendi olan manevi kardeşe. Ayrılık acılarına duçar olmanıza rağmen ayrılığınız iyice uzadı. İşte bu hal beni, muhabbetinizin durumunu, deni dünyaya karşı olan zühdünüzü, zatınızın beşerî elemlerden uzak olduğunu, kalbinizin üzüntüyü gerektirecek şeylere meşgul olmadığını tesbit için bu mektubu yazmaya sevk etti. Zira siz Allah’ın hamd eden, şükreden kullarından olmanız ve derya gibi muhtevalı Mektuplar göndermeniz sebebiyle bu şeref her zaman sizinle beraberdir.

Dünyadaki güzeller nerde şimdi?

O günahkarların ardından bir nişane kalmadı.

Bu ümmetin sığınağının şöyle dediği söylendi: Başka hizmetlerde olsalar dahi bu büyük cihada Gavs’ul Azam’ın ashabı olmaya teşvikte ve herkesin sizinle beraber olma hususunda gayretli olunuz. Çünkü ilk olarak Müslümanlar için bir güvencedir. İkinci olarak Devlet-i Âliye’ye güç katan kimsedir. Üçüncü olarak başkalarına karşı Müslümanların izzeti nefsine dokunacak şeyleri kabul etmeyendir. Dördüncü olarak üçüncü hususta belirtilen şeyin hakkını verme hususunda gayretlidir. Hatta Nebi (s.a.v) ve ailesinin hakkı hususunda çok gayret sahibidir. Beşinci olarak ümmetim sığınağı olan Hz. Seyyid Şah Ubeydullah’a uymakta gayret sahibidir. Altıncı olarak irşad dairesinin kutbu Seyyid Taha’nın (k.s) Gavs’ul Azam’ın ve Sadatı Kiram’ın feyz ve bereketlerini celbedendir. Yedinci olarak eziyete maruz kalma hususunda müşterektir. Bu (eziyet) hâli kavuşma şevkine (özleme) onlara sevimlidir.

Ne zamana kadar böyle hicranda günahkâr olarak kalacaksın,

Var git, mal, izzet, makam ve rütbeni terk et,

Eğer sevgililerden ilahi cezbeyi istiyorsan, aşıkların yoluna ayak koy.

Sizin bu mübarek yerlere şereflenmeniz sizleri bu büyüklerin yoluna döndürür.

Bu hizmetkara ve arkadaşlarına düşmanlık yapan herkese, tarikatından çıkan ve Gavs’ın kapısından reddedilen kimselerdir, deyiniz. O ve arkadaşları hususunda O’nun emrine uymada siz benden daha evlasınız çünkü siz onun dostları arasındansınız. Sizin âli gönlünüzle Bitlis beldesinin nisbetini ve Tebriz civarının sıcaklığında irşad dairesinin kutbunun ağaçlarının meyvelerini çekip almanız zor olur? Bu hizmetçinin hâline göre, Ruşkan kazasının nimetleri ile nimetlenmek zor olur. Ama benim nefsim bütün zamanlarda bana muharebe ve eziyet etmektedir. Şimdi ise mal evlat ve bütün var olan şeyler aynı konumdadır.

Selam size, yanınızdakilere, dostlara ve bu iş hususunda gayretli olan kimseler üzerine olsun. Bu hizmetkarın selamını Mahmud Efendi’ye, Hacı Bey’e, Recep Efendi’ye, Feyzullah Ağa’ya, İsa Çavuş’a ulaştır ve onlara önce şu ayeti okumalarını söyle: “Allah’ın mescidlerinde Allah’ın anılmasına engel olan ve onların harab olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?” (Bakara ,114) Sonra da Gavs’ul Azam’a dost olmalarını ve ondan istifade etmelerini söyle. Bu âli tarikattan maksat rabıta yardımıyla şeyh olan hâlis zatın hatırlanması, ezanın kabul edilmesi ve onlara geçmemesi için nefretin terk edilmesidir. Çeşitli vakitlerde sevgilinin izni olmaksızın vazifelerle meşgul olmakta tarikata karşı nankörlüktür.

Ey sevgili! Arada birde olsa yüzünü göreyim,

Çünkü başkasının güzelliğini söylemek bana yaraşmaz, dedim.

Tarikat işi için şeriatın emrini terk etmek sefihlik sayılan bir durumdur. Üstün gelmek düşmanlara karşı düşünülür. İtaat sevenler içindir. Bu durum büyüklerin razı olduğu bir durumdur. Bu dostlar için yeterlidir. İyi akıbet muttakiler içindir.

Allah’a yemin olsun ki bu durum (tarikat işi için şeriatın emrini terk etmek) ne Gavs’ul Azam’ın ne de Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) razı olduğu durumdur. Selamımızı Hacı Yusuf ve Fethullah Efendi’ye ulaştır. Bu hizmetçi Seyyid Nurullah’ın ayaklarından öper, sayısız salat ve selam seçilmiş ceddi ve ailesi üzerine olsun! O’nun ehlinden olmasam da O’ndan bilhassa namaz vaktinde dua talep ederim. Çünkü o buna ehildir ve muhabbet etmek elindedir. Gördüğünde onun sevgilisi Şeyh Abdülmelik’ten dua talep ederim.

O ki, onun sevgisinden gönlü iki pare olmuştu

O’nun sığınağı Sultan İbrahim’dir. Çünkü ona muhtaçtır.

  1. Mektup

Bu mektubu Hâlifesi Molla Abdulkadir’e, Gavs’ın (k.s) emri ile yaptığı şer’i emirler ve tatbikinde cevaz olmayan hususlarda ihvanın düştüğü tehlikelerin beyanı hakkında gönderdiği mektuba cevap olarak göndermiştir.

Dünyada ve ahirette hamd Allah’a mahsustur. Salat ve selam parlak şeriatı halka ulaştıran Allah Rasulü (s.a.v) ve hidayet nurları olan kutlu ailesi üzerine olsun.

Bu dergâhın hizmetçisinden Allah için kardeş Molla Abdulkadir’e.

Bazı aklı olmayan kimselerin kalblerine düştüğümü ve bu dehşetten kurtulmaları için istiğfar etmelerini rica ettiğinizi bildiren mektubunuz bana ulaştı. Onların bu dehşetten kurtulmaları için senin yaptığın güzeldir. Çünkü Allah, arkadaşlarına merhamet eden kimselere merhamet eder. Bundan dolayı bu mektubu, onlara okuman için hemen yazdım. Belki Allah onlara tevbe nasip eder.

Ey kardeşler Allah sizi affetsin. Sizlerin O’na kötü lakaplar taktığınızı ve kalplere nasıl tasarruf ettiğini söylediklerini bu hizmetkar duydu. O gayb olan şeyleri bilmez. Dikkatli olun! Bu düşüncenizden dönün ve istiğfar edin. Umulur ki merhamet edilirsiniz. Kur’an okuyan kimse Allah’ın Kur’an’da şöyle buyurduğunu görür:

“Gayb’ın (görünmez bilginin) anahtarları, O’nun yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez. (Enam,59)

Allah Nebisine (s.a.v) şöyle demesini emretmektedir: “De ki: “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum, Gaybı da bilmem.”(Enam,59)

“De ki: “Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı (görünmeyeni, Allah’ın gizli ilmini) bilemez.” (Neml,65)

Bundan dolayı mutlak gaybı velide olsa nebi de olsa Allah’tan başkasının bildiğini söylemek küfürdür. Hz. Musa’dan (s.a.v) bizim Peygamberimize (s.a.v) kadar olan peygamberlerin ve bütün peygamberlerin birtakım şeyleri bilmemeleri bundandır, yani peygamberler gaybı bilemez. Ancak onlara Allah bildirirse bilirler. Nitekim Hz. Musa (s.a.v) durumun hakikatına vakıf olmadığından dolayı, Hz. Hızır’ı (s.a.v) çocuğu öldürmesi, gemiyi delmesi ve yıkılan duvarı yapması sebebi ile kınamıştı.

Yine Hz. Davud’un (s.a.v) hayrın evlenmemekte olduğunu bilmemesi ve hatta Peygamberimiz’in (s.a.v) İsra gecesinde bazı emredilen mutlak işleri bilmemesi, Bedir savaşından sonra esirlerden fidye alınıp serbest bırakılmasından sonra ayetin esirlerin öldürülmesi yönünde gelmesi mutlak gaybı peygamberlerin de bilmediği hususlardandır.Yine Peygamber Efendimizin (s.a.v) Uhud savaşında kendi görüşü Medine’den çıkmak olmamasına rağmen Medine’nin dışına çıkması bu hususlardandır.

Hz. Peygamber’e (s.a.v) bir kavim hakkında onlar zekâtı vermiyorlar, zekâtı menettiler denildiğinde O da onlarla savaşmayı emretti. Bunun üzerine şu ayet indi: “Size fasık bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın”(Hucurat,6)

Peygamberler ve hatta onların sonuncusu olan Peygamber Efendimiz (s.a.v) için mutlak gaybı bilmek mümkün olmayınca bu hizmetkar gibi kimselere bu nasıl sabit olur? Böyle bir iddia büyük bir cesarettir. Böyle bir iddia Allah’ın kelamını, peygamberleri ve sahabeleri bilmemektir. Sahabeler aralarında birtakım olaylar cereyan ettiğinde bunlara keşf ve kerametle vakıf olduklarını iddia etmediler. Gaybı bildiğini iddia edenlere yazıklar olsun. Haşa! Bu hizmetkarın mutlak gaybı bildiğini iddia edenlere yazıklar olsun. Bilakis ben günahlarını ve kusurlarını itiraf eden Allah’ın aciz bir kuluyum. Hatta bu hizmetkar bütün alemin günahlarının, hardal tanesinin kumun altında olduğu gibi günahlarının yükü altında olduğunu ve günahının dumanının semaya ulaştığını söyleyen ve fakat Allah’ın rahmetinden ümidini kesmeyen birisidir. Çünkü Allah çok affedici ve merhametlidir. Bu hizmetkar Gavs’ul Azam’ın gölgesi altında gölgelen- meyi arzu ediyor. O Gavs ki bu hizmetkara, ümmete şeriatın ahkamını tebliğ etmeyi, onlardan günah ve hataları için tevbe etmelerini istemeyi, şeriatın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmalarını emretti.

Kim bunlara uyarsa kurtulur, kim de muhalefet ederse ziyan ve hüsrandadır. Kim Allah’tan hidayet murat ederse Allah onu hidayete erdirir. Hidayeti istemeyen kimseyi Allah nasıl hidayete erdirsin.

Allah’ın (c.c) “O olmasaydı bu kâinatı yaratmazdım” buyurduğu ve salatın en tamamının ve selamın en kamilinin kendisi ve ailesi üzerine olduğu seçilmiş Nebi’sine şöyle demiştir: “(Ey Muhammed), sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola iletir”(Kasas, 56) Hidayetin nasıl olacağı bilinmez. Çünkü insanlara bu hususta hiçbir bilgi verilmemiştir. Hatta Allah Teala şöyle buyuruyor: “O gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kimseye göstermez. Ancak razı olduğu elçilere gösterir. .”(Cin,26,27) Ayette geçen Rasûl kelimesini İmam Kerhî velî olsun nebi olsun luğavî manasıyla “gönderilen elçi” şeklinde tefsir etmiştir. Bundan da şu anlaşılıyor ki, Allah gaybın hepsini değil, bir kısmını bazı insanlara bildirebilir. Ama o kimseler kendileri için Allah’ın bilmesini muttâli kıldığı miktarı aşamazlar ve bunu da yapamazlar. Onların gaybden muttâli oldukları ile değil, şeriatı-ı garra ile amel etmeleri uygundur. Gaybdan elde ettikleri bilgilerle amel etmeleri caiz değildir. Bu hususta dikkatli olun.

Nebimizin (s.a.v) münafık olduğu söylenilen kimselerin imanını kabul etmesi, sonra ben kalblerin araştırıcısı değilim demesi ve münafık olduklarını bilmesine rağmen, münafıklara İslam ahkamına göre muamele etmesi delil olarak size yeter. Yine Hz. Ömer’in (r.a) kendisini öldüreceğini bildiği halde, Ebû Lü’lü’nün çalışması için serbest bırakması ve sonra da Ebû Lü’lü’nün O’nu şehid etmesi, Hz. Hüseyin’in (r.a) Yezid’le savaşması şeriatın emrine uyma hususunda delil olarak size yeter. Hatta bunlara ilaveten Hz. Muaviye (r. a) ve Hz. Aişe’nin (r. anha) hata ettiği ve Hz. Âli (r.a) ile olan mukatelesinde hata etmesi gibi evliyanın şeriat ile ilgili hususlarda hata etmeleri mümkündür. Yine Ebû’l Hasan el-Basrî (k.s) akide meselesinde, İbn Arabî (k.s) tevhid meselelerinde ve Cüneyd (k.s) Hallac’ın (k.s) öldürülmesi ile ilgili fetvasında hata etmişlerdir. Hata etmek caiz olmasaydı en kuvvetlileri dört olan mezhepler arasında ihtilaf nasıl vaki olurdu? Bu mezhep imamları, evliyanın en kamili olan İmam Azam, İmam Şafi, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel olmasına rağmen, şeri meselelerde onların da hata ettikleri vaki olmuştur.

Evliyanın kalbleri bilmesine gelince, bu durum şeyhliğin aslının haricinde bir iştir. Bir kimse tam teslimiyet sahibi ise onun kalblere tasarruf edebileceği ve kalblerde olan bazı şeyleri Allah’ın izniyle bilebileceği ikrar edilmiştir.

Hatta bütün bunların yanında, bir kimse üstadının dediği şeyleri bildiğini söylerse ona şöyle denilir: Sen (Allah’a değil) putlara ibadet ediyorsun. Böyle diyen kimseden akılların anlamayacağı acaib ve garaib (istidraci) haller görülür. Allah sizi affetsin ve mağfiret etsin.

Hz. Hızır’ın çocuğu öldürme hususunda görüldüğü gibi zahiren şeriata muhâlif gibi olan şeyleri gördüğünüzde, düşeceğiniz tehlikeye üzülüyorum. Ebû Yezid el-Bistamî’nin “Benim şanım ne yücedir” demesini küfür davasında bulunmanızdan, âşık olan Tusî namazı terk etti demenizden vb. meselelerde tehlikeli durumlara düşmenize üzülüyorum.

Allah’a yemin olsun ki Gavs’ul Azam’dan çok korkmasam, Molla Abdulkadir’i aranızdan çıkarırdım. Nitekim Hz. Nuh (s.a.v) ve pek çok peygamber kavimleri arasından çıkmışlar da kavimleri helak olmuşlardı. Fakat size olan çok şefkatim ve Muhammedî meşreb olan Gavs’ul Azam’ın çok merhametinden dolayı, onu aranızda bıraktım ve sizden tevbe ve istiğfar etmenizi istemesini emrettim. Belki Allah yapacağınız tevbeleri kabul eder. Tevbe edersiniz dinde ve tarikatta kardeş olursunuz ve bu hizmetkârın duası ve Gavs’ul Azam’ın gölgesi sizin üzerinizde olur. Yine de aranızdan onun çıkarılması söz konusu olabilir. Olmayacak şeylerin size gelmesinde beni değil, nefislerinizi kınayınız.

Ey kardeşim Molla Abdulkadir! Kerametleri izhar etmenin kadının hayz hâli gibi olduğunu duyduğunuz halde büyükler için kerametlerini izhar ettiği iddiasında nasıl bulunursunuz? Halbuki Nebi’nin (s.a.v) mucizeleri, peygamberliği, O’na nazil olan Kur’an ve aramızda yayılan şeriatı bize yeter. Onlara böyle nasihat ediniz, kerametlerle değil. Belki öğüt alırlar veya korkarlar. Allah şöyle buyuruyor:

“Eğer (inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter! O’ndan başka ilâh yoktur. O’na dayandım, O büyük Arş’ın sahibidir!”(Tevbe,29)

Şevk, zevk ve rabıta sahibi ol. Benim yapıştığım kopmayan ipe sarıl. Benim sırtımı dayadığım yıkılmayan duvara sırtını daya.

Selam sana, yanındakilere ve Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v) tabi olmayı devam ettirenler üzerine olsun.

Ey Allah için kardeş olan! Bu tehlikeyi (kerameti izhar etme tehlikesini) istekleri ve teveccühleri olmasa da onlardan uzaklaştır. Tehlikeye düşme durumunda olanlara gül ve siz delisiniz de. Çünkü bu iş ulema arasından tahlil edilmiş şer’i bir durumdur. Şeriat ise zahire hükmeder. Tarikatımız ise şeriatın zahirine uygunluk üzere bina edilmiştir. Tarikatımızda şeriata uymayan kerametler keramet sayılmaz.

Allah’ım! Hz. Muhammed’e (s.a.v), ailesine ashabına ve nesline kat be kat ve devamlı salat ve selam eyle. Âmin. Ve’l hamdulillahi Rabbil Alemin.

  1. Mektup

Bu mektubu Şeyh Muhammed el-Bitlisi’ye, alî Nakşibendî tarikatına girmek isteyen kimselerin bilmesi gereken bazı adabı beyan etmek için göndermiştir.

Manevi kardeşimiz, Mevlevi seyyidimiz şerefli Şeyh Muhammed Zeyd’e. Allah onu şereflendirsin ve kalblerin çok ferahladığı yüksek derecelere çıkanların derecesine çıkarsın. Güzel hatırınızı sorarak, tarafınızdan dua istemeyi ve nefsinizin vefa içinde olmasını çok ümid ederek mektuba başlıyorum.

Selam size ve yanınızdakiler üzerine olsun. Bu Mektupta Nakşibendî tarikatına girmek isteyenlere gerekli olan bazı edepler zikredilmektedir.

İnsanların girdiği yollar üçtür:

1- Şakilerin yolu: Bu yol dünyayı sevme yoludur.

Allah sizi ve bizi bu yanlış yoldan kurtarsın. Dünyayı sevmek kendisine düşmanlığı gerekli kılacak -bundan Allah’a sığınırız- bir şey olmasına rağmen nasıl alçak olmaz? Çünkü dünya, düşmanların reisi olan nefsin sevgilisidir. Dünyayı sevmek nefsin sevgisinden dolayıdır. Düşmanı sevmek düşmanlıkta onunla uyum hâlinde olmayı ve Rasûlüllah’ı (s.a.v) tekzib etmeyi gerektirir. Çünkü akıllı olan kendini ibadete veren kimsedir. Ebû Cehil’e uymak sizce de malum olduğu üzere ebedi hüsranı gerektirir. Bütünüyle bu durumdan içtinab etmek gerekir.

Ebrarın (iyilerin) yolu: Bu yol ahireti sevme yoludur. Bu da nefsin arzuladığı bulanıklıklardan uzak değildir. Akıl ile nefis karşılaştığı zaman nefsin sevgisinin Mevla’nın sevgisi üzerine kayması suretiyle ilahi sevgisinin arttığı doğru değildir. Halbuki karşılaşma bunu tercih eden kimsenin yapısıyla ilgilidir. Nitekim Allah şöyle buyuruyor:

“Karışımı tesnimdendir (İçine tesnim karıştırılmıştır. Tesnim yukarıdan aşağıya şarıl şarıl akan çeşmenin adıdır). Bir çeşme ki (Allah’a) yaklaştırılanlar ondan içerler.”(Mutafifin,27-28)

Ancak bununla beraber düşmana sevgi olarak izhar ettiğimiz şeylerin mevcud olması gerekir. Böyle olmazsa o zaman sevap ve cezayı nasıl talep edeceğiz? Ecri taleb etmek sahibini kâmil derecesinden dolayı alçak gönüllü yapar.

Mukarrebûnun (Allah’a yaklaşanların) yolu: Bu yol Mevla’yı sevme yoludur. Bu da nihayetinde istenilen en yüce bir hedeftir. Çünkü bu hal sahibini imansızlıktan korur. Ruh nefsin elinden çıkar. Bu hal kişiyi Allah ile olan ezeli sohbet derecesine ulaştırır. Kalpte marifet pınarları fışkırır ve orada ilâhi feyz pınarları akar. Kişiyi hikmet denizi yapar ve arzularından uzaklaştırarak Allah ile meşgul olan kimse hâline getirir. Şu belirtilen nimetlere vasıl olur: “Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbinden geçmeyen nimetler onlar için vardır.” Bir nebze düşünüldüğünde bu derecelere ulaştıran yolda gayret etmek gerekir. Bu yol şimdi Nakşibendî tarikatıdır. Bu yolu seçtikten sonra yolu takip etme ne kitapla ne virdle ne de zikirle olur. Ancak kalıcılığı sağlanan usuller ile olur. Bu da ihlâs ve muhabbettir. İhlasın en aşağı mertebesi, üstad seçme hariç bütün hidayet yollarının birbirini desteklediğini görmektir. Bakışı eksik olan, dünyada kendi uyduğu şeyhinden- faziletli de olsa- başka şeyh görmeyen, eşyanın tabiatına aykırı bir durum içerisindedir. Gönlümü seni düşünmeye adamışım Gafil olandan uzak durmuşum senin gamınla ebediyen bağlanmışım. Muhabbetin en aşağı derecesi şeyhi kendisine canından, malından, evladından, ana-babasından ve ihvanlarından daha sevimli olmasıdır. Çünkü şeyhe muhabbet ebedi hayatı ve teslimiyetin tam olmasını gerektirir. Teslimiyet ise şudur: Müridin şeyhin eline yıkayıcının elinde olan ölü gibi olmasıdır. Nitekim Semnanî (k.s) bu hususta şu şiiri söylemiştir: Cehennemin muradı beni yakmaksa yakabilir

Cennet gül bahçesi olmayacaksa olmayabilir benim derdim inan başkadır, bunlar değildir

Benim sevdam yiğitler kapısında beklemektir Ashab-ı kehfin köpeği gibi olsun, olabilmektir

Allah bu sıfatlara uyduğundan dolayı bir kula iyilikte bulunduğu zaman, ona edebi gözetmek düşer. Bir nebze de olsa bu edepleri zikredelim.

Sadece ilim, akıl ve tabiata bağlanmak gibi teslimiyete engel olan sıfatlardan sıyrılmak. Çünkü belalar çoktur.

Şeyhe hürmet etmek. Nitekim İmam-ı Rabbani şu ayeti naklediyor “Zamanınızdaki büyüğe itaat edin.”(Nisa 59) Mevlâna Rumî de şöyle der:

Güneşim, Tebriz’im, Efendim.

Beni terbiye eden ey mürebbim!

Molla Cezerî (r.a) şöyle der:

Gerçi cennette emru ferman gelmez ki.

Bilhassa müekked sünnet olan teheccüd namazı ile geceyi ihya etmek.

“Sadıklarla beraber olun” ayetinin hükmü gereği tam bir edeple ya cismi ya da hayâli olarak şeyhi rabıta etmek Nitekim Mevlâna Cami (k.s) şöyle buyuruyor:

Hazır olun. Çünkü dostlar geldi.

Ey gönül! Zahir ve batında dosttan başkasını görme.

Bununla birlikte sohbette üzüntü ve pişmanlık duymak.

Mümkün olduğu müddetçe (yürürken) bütün eşyaya bakmaktan kaçınarak bakışı ayak üzerine hasr etmek.

Bidatlardan sakınmak

Nitekim İmam-ı Rabbanî şöyle buyuruyor:

“Her bidat sünneti kaldırır.”

Zikirde riya için bağırmak, raks diye bilinen sema, insanlardan tamamen uzaklaşıp halvete girmek, Allah ve şeyhin dışındaki şeylere gönül bağlamak, hadislerde olmayan zikirleri yapmak bidat olan amellerdir. Bunlara yeme, içme, uyuma, oturup kalkma ve konuşma dışındaki hususlar kıyas edilsin.

Amellerde ruhsattan, tartışmada cedelden ve şeyhlerin münkirlerinden, şeyhleri kötüleyen ve hakir görenlerden uzakta durmak. Eğer bir kimse velayet mertebesinde bulunuyorsa ona münkirlik yapılmamasıdır.

Dünya ehlinden uzaklaşmak, ilim ehline, fakirlere karşı alçak gönüllü olmak ve müminlere karşı su-i zandan kaçınmak.

Hakkıyla eda edememekten dolayı sâlih amelden sonra istiğfar etmek.

Mümkünse önce Allah’a hacetleri arz etmek, böyle yapmak mümkün değilse şeyhe arz etmek.

Süleyman Efendi kardeşimize selam eder, dualarını taleb eder ve hâlinden sual ederiz. Hastalandığı haberi bana ulaştı. Bunu bir nimet olarak kabul edin.

O’nun kahrının ve lütfunun hakiki meftunuyum,

Şaşılacak şey ki ben her iki zıttın da aşığıyım.

Bundan maksat ayrılıkları bir araya getirmektir.

6 Cemazî’lahir 1298

 

  1. Mektup

Bu mektubu Molla Abdulfettah es-Sablağî’ye ihlâs muhabbet ve teslimiyete teşvik için göndermiştir.

Bil ki; yüce Nakşibendî tarikatı ihlâs, muhabbet ve teslimiyet üzerine kurulmuştur. Bunlardan her biri arttığında sahibinin yakınlığı, ilerlemesi ve vuslatı artar. Bunlar tamam olduğu zaman meram olan yakînî iman ve gaybi müşahedeler hasıl olur.

İhlasın en aşağı mertebesi, şeyh kapısı dışında bütün visal kapılarının kapalı olduğunu görmek ve şeyhin kendisine yol göstermeye muktedir olduğunu kabul etmektir.

Muhabbet ise, şeyhin müride malından, evladından ve canından daha sevimli olmasıdır.

Teslimiyet ise şeyhin emirlerini güzel, çirkin, caiz, haram olduğuna bakmaksızın yerine getirmektir. Sadat-ı Nakşibendiye teslimiyetin tam olması için emirler ve edepler koymuştur. Onlar da şunlardır:

– Mümkün olduğunca cismani olarak sohbet etmek. Eğer cismani sohbet mümkün olmazsa, manevi sohbet etmek. Manevi sohbet “Sadıklarla beraber olun”(Tevbe, 119) ayeti gereği rabıtadır. Bu da iki kısımdır.

İcmalî ve hayalî: Bu tür rabıta şeyhi, yeme içme esnasında, dostlar arasında konuşurken, derste, uykudan önce veya sonra devamlı yanında olduğunu düşünmek.

Tafsilî ve sûrî: Namaz oturuşunun aksi oturup, gözleri kapatarak alında bir göz olduğu kabul edilir. Şeyhin yüzünden, nurdan bir şua çıktığı ve kendisine doğru geldiği düşünülür.

– Mümkün olduğunca mutlak bidat ve ruhsatlardan kaçınmakla birlikte, şeriata göre amel etmek.

– Müridin kendisini şeyhte yok etmesi. Müridin nefsini, ilim gibi ihtiyarı olan kemal sıfatlarla veya kale gibi sağlam huylarla muttasıf olduğunu görmemesi. Çünkü müridin gayesi, nefsinin gururlanmaması için kemalat elde etmek değil, şeyhin gölgesi altında gölgelenmektir.

– Zikr etmek. Zikrin en efdal vakti iki tulu arasındaki vakittir. Bütün bu emirler aşağıdaki edeplerle kolay olur.

Nazarı (bakışı) ayak ucuna hasretmek: Sadat-ı Kiram’a göre mutlak nazar, şeriat ehline göre kadınlara bakmak gibi gaflete sebep olur. Hatta Sadattan birisi mutlak nazarın haram kılındığını ve mutlak olarak nisbeti götüreceğini söylemiştir. Bu onlara göre en doğru olandır. Yine sadattan bir kısmı da bunun haram olduğunu, şehvetle olursa nisbeti götüreceğini söylemişlerdir. Çünkü şehvet, nazar edilenle kalbin ilgilenmesi veya elde edilmesi taleb edilen fitnedir.

Dünya sevgisi ve düşüncesinden sakınmak. Mürid sâlih amellerle sevap elde etmeyi arzula-malıdır. Çünkü dünya sevgisi Allah sevgisine terstir. Sevap elde etmeye rağbet göstermek ise dünya sevgisini yok eder. Bu da nefsin hisselerindendir.

Farz namazlardan sonra 3,15 veya 20 defa istenildiği gibi eda edemedim veya Allah’ın şanına ve büyüklüğüne uygun olmadı ve günah oldu zannı ile istiğfar etmek. Eğer böyle bir hal olursa zaten bundan istiğfar etmek gerekir. Fakat bu zannın namazı terk etmeyi gerektiren zan olduğu düşünülmesin. Çünkü namaz mükellefiyeti her vakit bakîdir. Mükellef namazını her zaman eda etmesi gerekir. Nitekim kul namaza kalktığında, yerine getirmeye mükellef olduğu şekilde kemal sıfatları ile namazı eda edemez. Kul, efendisinin devamlı hizmet etmesini emrettiği köle gibi, Allah’a niyaz ve tazarru ile istiğfar etmesi gerekir. Çünkü kul hakkıyla namazı eda edemez. Allah’a niyazla boyun eğerse, Allah’ta onu affedebilir. Böylece ikinci defa da Allah katında kabul oldu ümidi meydana gelir.

Namazında bir şey gördüğünde istiğfar et. (Mutmain) olmazsan kalk yeniden kıl. Her ameli sâlihten sonra böyle yap, bilhassa fakihlerin dersinden sonra. Çünkü ilim Allah’ın ilmidir. Sen ise kendinde âlim olduğun zannı ile bir varlık görüyorsun. Bundan dolayı sana ders ve mutâaladaki gayretinden dolayı kibir gibi zararlı hastalıklar sirayet eder.

– Âlimlere bildiğin soruyu sorma. Aksine onlara bir soru sormak istediğin zaman, bilmediğin şeyi sor.

  1. Mektup

Bu mektubu Molla İshak Efendi ve Abdulhakim Efendi’ye sarık sarmaları hususunda yazmıştır.

Bil ki, yüce Nakşibendî tarikatı ihlâs üzerine bina edilmiştir. İhlas hidayetin -dünya, evliya ve kutublarla dolu olsa da- Rabbi’nin ikramıyla şeyhin eliyle olduğunu bilinendir. Bu da İhlasın en aşağı mertebesidir. Ebedi hayat ve fuyûzât-ı ilâhi onun vesilesi ile elde edildiği için şeyhin muhabbeti, anne, baba, evlad ve can muhabbetinden üstün olmalıdır. Teslimiyet ise ölünün, ölü yıkayıcısının elinde olduğu gibi (müridin) şeyhin elinde olmasıdır. Bunların yanında birtakım işlerden de sakınmak gerekir. Şöyle ki;

1- Bidatlardan sakınmak: Bidatlar cehr-i zikirler gibi tarikat bidati olur. Mevlâna Maksud Âli el-Halhalî “Bukencine Cevahir” adlı eserinde mürid iki şeyle tarikattan reddedilir, demiştir:

Cehr-i zikir

Şeyhi vefat etmedikçe şeyhini red etmesi ile.

Mevlâna Seyyid Taha (k.s) cehr-i zikirden şunları istisna etmiştir: Namazlardan sonra lailâhe illallâh demek, ölüye telkin okumak ve aksırana yerhemukellah demek.

Gavs’ul Azam’ın hâlifesi Mevlâna Hâlid (k.s) dağın tepesine çıkma anında Allahu Ekber demenin, dağdan vadiye inme esnasında da Subhanallah demenin, cehr-i zikirden istisna edildiğini nakletmiştir.

Ramazanda yapılan meşhur salavatlar, dua ederken çokça yapılan sesli zikirler, halvet, seferde iki namaz arasında cem yapmak, şeyhi varken şeyh seyahatine çıkmak, şeyhlerin bir yerden çıkış anında veya köylere giriş anında salavat getirmek, bayram günleri ve teşrik tekbirleri dışında sesli tekbirler getirmek, raks ve sema yapmak, isteyerek vecde gelmek, insanların önünde hatme duasını okumak, insanların önünde teveccüh yapmak ve yalnız yemek yemek, bütün bunların hepsi tarikat bidati olarak kabul edilmektedir.

Bidatların ister hasene ister kabiha olsun şer’i bidat olan bölümü vardır. Şer’i bidatlar, hakkında ayet, icma ve kıyas bulunmayan hususlarda söz konusudur.

Kişinin kendini ehl-i şeriat, ilmi ile amil, abid, akıllı ve hatta ilmi olmayan cahil kimselerin sıfatlarından uzak olduğunu görmesi yasaklanmıştır. Ancak bütün hasletlerin şeyhin himmeti ile olduğunu bilmesi gerekir.

Edebin güzel olmaması. Çünkü bu varlık duygusunun sebeplerindendir.

Kişinin kendi nefsini beğenmesi. Ubeydullah Ahrar (k.s) şöyle buyurmuştur: “Kim tarikatta kendi nefsinin hayvanattan daha iyi olduğunu görür de bu hal ona zarar vermezse, o hal istidraçtır.”

Şeyhin emri olmayan zikir ve amel ile meşgul olmak.

Zikri sohbetten daha hayırlı görmek.

Şu edeplere de uymak gerekir:

a- Şeyhin huzurunda ve gıyabında edepli olmak. Nitekim Mevlâna Cami (k.s) şöyle buyuruyor: “Şeyhin yanında ancak şeyhe cevap vermek maksadı ile konuşmalı. Onun yanında yüzü sağa sola çevirmemeli, eldeki tesbih ve yüzük ile oynamamalı.”

b- Farzlar dışında şeyhin huzurunda namaz kılmamak, ancak onun izni ve onunla beraber kılınabilir.

c- Sohbette müridin kalbinin şeyhinden başkası ile meşgul olmaması. Bu mühimdir. Çünkü kalb o anda isteyici gibidir. Kalb gafil olduğu zaman şeyhi kutub da olsa ona ilâhi feyz gelmez.

d- Şeyhin makamına oturmamak, ibriği ile abdest almamak, onun kabından yememek, içmemek, abdest alırken onun yukarısında akan sudan abdest almamak, aralarında kısa mesafede olsa ayağını şeyhin tarafına uzatmamak, sırtı şeyhe döndürmemek, sesini şeyhin sesinden fazla yükseltmemek, şeyhin tarafına tükürmemek.

Mevlâna Celaleddin’i Rumî (k.s) buyuruyor: “Edepten mahrum olan Rabbin lütfundan da mahrumdur.”

e- Şeyh’ten sadır olan her şeyin -kendi düşüncesine göre şer olsa da- hayır olduğunu görmek. Şeyhi’nin onun hâlini yakinen haberdar olduğunu düşünmesi, şeyhe hâlini söylemesi ve kendi ilmi ile yetin- memesi gerekir.

f- Cuma ve cemaate devam etmek,

g- Büyük rükün olan teheccüd namazı kılmak,

h- Müekked sünnetlere, kuşluk ve vitir namazına devam etmek.

i- Akşam ile yatsı arasını rabıta ile iki tulü’ vakti arasını zikirle ihya etmek.

 

k- Şeyhin emrettiklerini, yapılması gereken şeyler, nehyettiklerini yapılmaması gereken hususlar olduğunu bilmek,

  1. 1294
  2. Mektup

Bu mektubu Seyyid Ubeydullah’ın hâlifesi Molla Abdussamed’e göndermiştir. Mektup Molla Abdussamed’in (r.a) Nehri’ye gitme isteğini bildirmesi için gönderdiği mektuba cevabtır.

Allah’ın ismi ile başlarım. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Salat ve selam Allah’ın Nebisi Hz. Muhammed’e (s.a.v), âline ve ashabına olsun.

Bu dergâhın hizmetçisinden, Nakşibendî hâlifesi sevgili, sadık Molla Abdussamed Efendiye. Muhabbet kokan çok değerli mektubunuz bize ulaştı. Hamd ve şükrü ikram eden; ye’si, reca ve ümit ile değiştiren Allah’dır. Lakin bu Mektup yüce kapıda zuhur eden acaib işlerin bazısını haber vermektedir. O yüce zatın yanında malumdur ki; Gavs’ul Azam’ın (k.s) ağlıları kendisine uymakta ve bağlılıklarında devamlıdırlar; fakat tanınmış hocalardan Seyyid Ubeydullah-ı Sanî’yi zamanın meşayıhlarının en büyüğü saydılar. O’na sevgide bağlı ve hizmetinde köle gibiydiler. Nefisleri ile ona uydular. O’nu kendileri için şeyh gördüler. Halbuki şeyhlerinin feyz ve keremli olması Gavs’ul Azam’dan gelmektedir. Aynı zamanda bu durum, sadık hâlife ve kendisine saygılı Sâlih Molla Nur Muhammed Emin’in bu hizmetkara sebep olmasından gelmektedir. Sonra zat-ı şerifiniz bu hizmetçi ile Seyyid Ubeydullah arasında vasıta oldu. Bana onun bir mektubunu verdiniz.

İsmi Aziz olan vekil hatme ve teveccühlere girdi, nefsi kendisine tabi olduğundan kendisinde değişme meydana geldi.

Bundan sonra söylenenler söylendi (dedikodu yapıldı). Ayrılık, fitne ve düşmanlık ortaya çıktı. Bu hizmetkar ve arkadaşları için harama baktığı, halvet ve zinayı helal saydığı söylendi. Öyle ki bu durumun onun yüce eşiği yanında zikredilmesi -Subhanallah- ne acaib bir iştir. Bu durum karşısında hayrete düştük. Neticeyi Allah’a tevekkülde bulduk. O bize yeter ve O ne güzel vekildir.

Kardeşim, biz önceki zamanlarda nasıl isek öyleyiz. Şayet, Gavs’ul Azam’ı (k.s) terk ediniz, derseniz, bu hiç olmayacak şeylerdendir.

Bize, geliniz ve yüce eşiğe intisab ediniz, derseniz, biz de gördüğün şeriata muhâlif şeyleri ve bidatları terk etmeyi bize emretsin, biz de onlardan tövbe edelim, deriz.

Şayet, dergâhı ziyaretle şereflenmeniz uygun olandır, derseniz, bu dergâh ucub ve riya için gelmeye uygun değildir. Bilakis oraya muhabbet ve cezbeyle gelmek uygun düşer. Bu durumda Gavs’ul Azam (k.s) ve yüce etba’ı hakkında duyduğu şeylerden bu hizmetçinin ruhu her gün incitilirken, nasıl olur da kalb cezbeyle inşirah bulur. Bu sözleri söyleyenler irşad dairesinin kutbu Seyyid Taha’dan (k.s) haya etmezler mi? Hâlifesine nasıl kötü lakab takarlar? Bununla beraber Seyyid Ubeydullah’ın bizden batinen (manevi) muhabbeti kesmediği hususunda şüphemiz yoktur. Çünkü muhabbet, cezbe her gün artmaktadır. Bu hizmetçinin kalbindeki engelleri kaldırmak henüz vaki olmamıştır. Çünkü nifak bu zamanda çoktur.

Muhâlif olanlar her zaman Gavs’ın, bu hizmetçiye olan geniş lütfunu görüyorlar. Hasedlerinden O’na yapacaklarını yapıyorlar. Bu olay Allah’a bırakılmıştır. Mahşer günü gerçek açığa çıkacaktır.

Şahid olarak Allah yeter ve selam hidayete tabi olanlara ve Hz. Mustafa’nın (s.a.v) şeriatına sıkı sıkıya bağlı olanların üzerine olsun.

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla Abdulkadir’e, insanların onun elinde tevbe etmesi, sebebiyle teşekkürü etme ve bunun gibi meselelerle ilgili olarak göndermiştir.

Allah’ın ismi ile başlarım. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Allah’ın ve O’nun âline salatu selam ederiz.

Aciz hizmetkardan, bilgili kardeşi Molla Abdulkadir’e. Arkadaşlarınız bize, insanların tevbe etmeye düşkün olduğunu ve bu konuda gayret gösterdiklerini, Şeriat amellerini yerine getirmeye davet ettiğinizi, Sadat-ı Kiram’dan yardım istediğinizi, insanları Allah’a tevbe ettirmeye sevk ettiğinizi ve onları Gavs’ul Azam’ın gölgesi altına soktuğunuzu bildirdiler. Nimeti bol veren ve ihtiyaçları ziyadesiyle gideren Allah’a hamd olsun.

Allah’ım! Yüceliğine uygun olacak şekilde hamd sanadır, şükür sanadır. Ben senin nimetlerini itiraf ederim, sana övgü saymakla bitmez. Sen yüce zatını övdüğün gibisin. Varlık duygusu kendisini helak etmesin diye meydana gelen güzellikler sebebiyle bu hizmetkar çokça istiğfar etmiştir.

Sizin istiğfar, hamd ve şükür ile meşgul olmanız ve Gavs’ul Azam’ın gölgesinde nefsinizi fenaya ulaştırmanız gerekir. Sen ve oradaki vekil, yani ikiniz (devamlı olarak) şu ayeti okumanıza rağmen nasıl hidayet edici olabilirsiniz? Bu ayette Allah şöyle buyuruyor: “Sen istediğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Lakin Allah dilediğini hidayete erdirir,”(Kasas 56)

Peygamberimiz (s.a.v) için böyle olunca ikiniz için durum nice olur? Bununla beraber mecazi hidayet (hidayete vesile olma) aynı şekilde ikinizin eliyle olmaz. Daha doğrusu Gavs’ul Azam ve Sadat-ı Kiramın duasıyla olur. Onlardan size himmet ve nisbet olduğunda haklarını nasıl ödersiniz? Mülkünde dilediği gibi tasarrufda bulunan ve dilediği şeye hüküm veren Allah’ı tesbih ederim. Hakiki hidayet Allah’a mahsustur.

Hastalığın bu hizmetkara bildirildi. Şifa Allah’tandır. Bu durum aynı şekilde hamd ve şükrü icab ettirir. Sizin için akideyi öğretmek, Fatiha ve teşehhüdü öğretmekten ve eğitimini yapmaktan başka bir şey yoktur. Eğer siz bunları yerine getirmezseniz, ahiret- te sual anında hâliniz nice olur?

Her gün 300 adet nefy-u isbatı la faile illallah manası üzere kendine vird yap ve her gün bir saat şükür rabıtası, diğer bir saatte niyaz et ki, muhabbet ve şevkinin artmasına sebep olsun. Şayet onun kalbini, tam selamette olduğunuz müjdesi ve güzel sıhhatiniz haberini göndermek suretiyle sevindirirsen bununla bu hizmetkara iyilik etmiş olursun.

Selam size, yanınızdakilere ve Hz. Mustafa’nın (s.a.v) şeriatına sımsıkı sarılanların üzerine olsun.

Allah’ım! O’na, âline, ashabına ve zürriyetine rahmet ve bereket ver. (Âmin) Hamd Alemlerin Rabbi Allah’adır.

  1. Mektup

Bu mektubu Gavs’ul Azam ve Kutbu’l Efham’ın oğlu Seyyid Nur Muhammed’e göndermiştir.

Allah’ın ismi ile mektubuma başlarım. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Nebiyy-i Zişan’a ve âline salat u selam ederim.

Gavs’ul Azam’ın dergahının hizmetçisinden, hidayet ağacının meyvesi ve onun nurlu bahçesinin özü, iyi kalbli kimselerin sevgilisi Mevlâna Şeyh Seyyid Nur Muhammed’e. Allah onu dünya sıkıntılarından uzak eylesin.

Size bu Mektupta acaib bir hadiseden bahsedeceğim. Seyyid Şeyh Ubeydullah Van’a geldiği zaman; Şeyh Muhammed Kufrevî, hâlifesi Molla Abdussamed en-Nafikî ve etbaları onun huzuruna çıktılar. Ona söyleyeceklerini söylediler. Bunun üzerine Seyyid Ubeydullah onların sözlerinden dolayı celale ve gazaba geldi. Söylendiği gibi sizin Kakaş’a gelmeniz ve ona uğramayışınız onun celâlini artırmış ve bu hususta ona şöyle denilmiş: “Seyyid Muhammed Kakaş’da düşmanlarınıza uğradı ve geçmiş zamanda Gavs’ul Azam (k.s) hakkında söylediklerinizi tafsilatıyla anlatarak lisana uygun olmayan şeyleri aktardı.” Allah’ın bilmesi ona kafidir. Daha sonra Gavs (k.s) hâlifelerine, ona tabii olanların hepsine, Şeyh Muhammed Kufrevi’ye ve onun etbaına, gönül birliği içinde olmalarını emretti. Çünkü onlar Gavs’ul Azam’ın (k.s), hidayete vesile olması sebebiyle ufukta yayılan Allah’ın nurunu söndürmek istemişlerdir. Oysa “Allah nurunu tamamlayacaktır.”(Saf,6) Bunun üzerine hâlifelerini Cenceçor’a onun peşinden gönderdi ve onlara yardımcı olmalarını söyledi. Allah gerçeği ortaya çıkaracaktır. Gavs’a (k.s) düşman olanlar bütün gayretleriyle uğraşarak Patnos ve Hayderan’da Şeyh Celaleddin’e intisab eden bazılarını doğru yoldan çıkarttılar. Nice kimseler şimdi hüsranda ve günah içindeler. Onları tanımıyoruz. Allah’a hamd olsun ki ne Şeyh Celaleddin ne de diğerlerinin etbaından olup da bu tarikatın sohbeti kendilerine ulaşan kimseler onlara iltifat etmedi. Mektubu tafsilatla karalamak istemiyorum, geri kalan söz, bu mektubun taşıyıcısı Molla Mahmud ve Hâlid Bey’le beraberdir.

Selam Hz. Mustafa (s.a.v) şeriatına yapışana, âline ve ashabı üzerine olsun.

  1. Mektup

Bu mektubu Gavs (k.s) değerli kardeşleri olan Muhammed ve Hurşid Beylere amcalarının oğlu Hâlid Bey ve diğerleriyle bir araya gelmeyi emretmesi ile ilgili olarak göndermiştir.

Zatı şerifleri isimleri gibi olsunlar. Allah’ın rahmeti ve selamı üzerinize olsun. Aramızda olan ayrılığın vukuundan bir müddet geçince ve kavuşmanın arzusuyla bu mektubu yazıya geçirdik. Gerçekten Mektuplaşmak, haber alabilmek, sıhhat ve selametinizin nasıl olduğunu öğrenmek kavuşmanın (vuslatın) yarısıdır. Allah, Seyyid-i Kainat’ın (s.a.v), Gavs’ul Azam ve cümle sadatın (k.s) yüzü suyu hürmetine sizleri afetlerden muhafaza eylesin.

Hacı Âli Bey’i, Şerif Bey’i, Hamid Bey’i, Eyyub Han Bey’i ve ev halkını muhabbetle selamlarım. Malumunuzdur ki Hâlid Bey, evini sizin yanınızdan taşımak için bize teşrif etti. Ben buna razı olmadım ve onu bundan men ettim. Çünkü biliyorum ki, buna Gavs’ul Azam (k.s) razı değildir. Sizin de onun evinden çıkmasına razı olmamanız gerekir. Daha doğrusu sizin onun hatırını hoş tutmak, onunla uyumlu olmak, ona kin ve nefret etmemek görevinizdir. Sakın, sakın sizden bir çekişme ve aranızda bir düşmanlık ortaya çıkmasın. Biliyorsun ki, ittifakın olmaması, memleketin harabına, halkın dağılmasına ve emellerin parçalanmasına sebebtir.

İttifak, güzellikle birleşmedir. Ülfet ise, bunların tamiri için sebepdir. Çünkü Allah ve Rasûlünün adeti böyle cereyan etmiş, böyle gerçekleşmiştir. Gördüğüm ve yakinen anladığım kadarıyla fayda, Molla Mahmud’un sözüne itimad etmenizdedir. Çünkü onun sözü, bizim sözümüzdür. Bu konuda ne emrederse, bizim emrimizdir.

Emredilen şeyleri yapın “Çünkü O (Allah) yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.”(Al-i İmran,153) 23-Şaban-1298

  1. Mektup

Bu mektubu bazı işlerle ilgile olarak hâlifesi Molla Ahmed’e göndermiştir.

Mektubuma Allah’ın ismi ile başlarım. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Salat ve selam O’nun Nebisi (s.a.v) ve Nebisinin ailesi üzerine olsun.

Gavs’ul Azam’ın (k.s) bana olan mektubunu okudum ve Allah’a hamd ettim. Acz ve taksiratımı itiraf ederek şükredenlerden oldum. Sabırdaki maslahatın Allah indindeki bilenen vakte kadar olduğunu gördüm. Eğer bu köylere ve bu tarafa gelme isteği kalbinizde varsa, bu isteğinize uymanız çok güzel bir şeydir. Çünkü sohbet (farzlar ve vacipler dışında) olan ve olacak olan hiçbir şeye denk değildir.

Şunu burada belirtmek gerekir: Öncelikli olarak Rum liderlerinden çekinerek insanları Acemlerle muharebeye teşvik etmek için birkaç gün beldenizde istirahat ediniz. Çünkü Seyyid Ubeydullah (konuyla ilgili olarak) iki mektub gönderdi. Birinci mektub Gavs’ul Azam’a (k.s) muhabbet vesilesi ile kavuşmaya özlem mektubu, ikincisi cihada teşvik mektubu. Bu hizmetkar İnşaallah bu iki hususa da uyacaktır. Eğer sabredemezseniz gelme hususunda sizin için ruhsat vardır. Sabahleyin yemekten önce bal yemek, baş üzerine rabıta yapmak sizin için şifadır. Ezeli olan Allah’ın inayeti ve üstadın iltifatı size tesir etmiştir ve hatta çoğu vakitlerde sizinle beraberdir.

Selam size, yanınızdakilere ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) şeriatına uyanlar üzerine olsun.

  1. Mektup

Bu mektubu Kışlık kazasına bağlı Vlrköy’ün tasfiyesi hususunda hâlifesi Molla İbrahim’e göndermiştir.

Allah için kardeş Molla İbrahim’e.

Size ve ailenize selam ve dua ederim. Kışlık kazasına bağlı Virköy’le ilgili mektubu getiren Mahmud ile birlikte arkadaşı Hüseyin bize geldi.

Durumu tam bilmiyoruz. Benim oraya gelmem mühlet verilmesi için onlara faydalı ise veya bizim tarafımızdan Süleyman Bey’e Mektup göndermeniz size göre uygunsa bunu yapınız. Eğer böyle değilse meseleyi Fakih Ahmed’le konuşunuz, duruma göre işi hallediniz hızlı ve acil bir şekilde Âli Efendi’nin fetva kitabını bana gönderiniz.

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla İbrahim’in babası Molla Abdurrahman el-Melekendi’ye, Gavs’ul Azam’ın (k.s) dergâhında üzerinde müşavere edilen bazı hususları bildirmek ve bunun dışındaki meselelerle ilgili göndermiştir.

Nemran’da bu yıla kadar düşman istilasına uğramamanız için çalışan, şeyhimize hizmet eden ve size merhametli olan faziletli üstadımız Molla Abdurrahman el-Melekendi’ye. Kalacağınız mezkûr müddet tamam olduktan sonra size uygun olan yerlerde kalmanız için bizden izin istediler. Hz. Şeyh ise size olan muhabbetinden dolayı sizden ayrılmak istemiyor. Başka bir maksattan dolayı değil. Hz. Şeyh bizimle sizin aranızda, bizimle sizin ihlâsınız arasında fark olmaması gerektiğini söylüyor. İmamımız Hz. Hâlid-i es-Sânî, tâlihlerin istifadesinin mümkün olması için, sizi bu tarafa cezbetmeyi ve kalblerinizin Hz. Şeyh’in kalbi ile ülfet etmesini istiyor. Çünkü Şeyh ülfet edicidir. Siz şeyhle karşılıklı ülfet içerisindesiniz. Sonra sizi zulmetten nura kim çıkaracak? İnatçıların kelamına bakmaksızın ve Gavs’ın bu konudaki emrine uyarak bu dergâha teşrif etmeniz mümkün olursa teşrif ediniz. Rabbi tarafından en güzel şekilde terbiye edilen Rasûlüllah (s.a.v) rüyada bana Gavs’ın Hz. Şeyh Hâlid’den (k.s) daha güzel olduğunu söyledi.

Kemalatını artırmak için çabala. Bu yolu size gösteren Allah’a hamd et. Ancak ona gelmeme engel olan husus mektupta açıklandı.

İhlas, isteyen kimseler içindir. Sabır ve acele etmek şanımıza yakışır edeb ile olmalıdır.

Onun şanı, inad töhmetinden beridir. Çünkü töhmet -en edna müride zarar vereceği gibi, bilhassa havas olan kimseler dahi olsa- nisbeti yok eder. Bu durum bizi büyükler hakkında, ihlâs noksanlığına ve onlara hakkı ile ittiba etmeme yanlışına sevk eder. İnsanlara Gavs’ın (k.s), evlatlarının ve hâlifelerinin sabrını methederek yaymak nisbetinizi artırır. Böylece size iyiliği olan Kutbu’l Aktab ve Gavs’ul Encab’ın (r.a) işaretinin tecellisi sizin için ortaya çıkar.

Çocuğunuzun Molla İbrahim hakkında dediği şey ancak çıkan ve çıkacak olan şeylerle ilgilidir. Eşya (takdir edilen) vakitleri kadar dünyada kalacaklardır. Sabır acıdır. “Sabredenin mükafatı Allah’a aittir.” (Zümer, 10) Allah’ın yüce kitabında Hz. Yakup (s.a.v) için “Bana düşen güzelce sabretmektir” (Yusuf, 18) demesi, sabrı nefsine nisbet etmesi ve düşmanına karşı acele etmesi size yetmiyor mu? Allah’a yemin olsun ki sabırda hayır görmeseydim, acele ederdim. Ben şeyhin emrine uymaya istekliyim. Vukuf-i kalbî hâli üzerine, muhabbet ve cezbe ile cemal suretinde rabıtaya devam ediniz. Ancak bunlardan sonra şuhud ve murakabe makamını elde edebilirsiniz. 300 kadar la fa’ile illallah manasındaki nefy-u isbat virdine devam ediniz ve Gavs’ul Azam’dan (k.s) af zannı üzerine olunuz. Zira Gavs (k.s) günahımıza ve kusurlarımıza gözlerini kapayarak bize muhabbet nazarı ile bakar.

Bize dua ediniz. Molla İbrahim, Şeyh İbrahim, Şeyh Muhammed, onların oğulları, Molla Muhyiddin, kardeşleriniz, annemiz ve evlatlarınız bize dua etsinler

Selam sizin, bizden isteyen ve bunu hususiyetle belirten kimseler üzerine olsun. Kardeşimiz Molla Abdulbari’ye selam. Hamd Allah’adır.

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla İbrahim’e, Tillo’ya bir miktar haşhaş verilmesi ve benzeri hususlar için yazmıştır.

Allah için kardeş Molla İbrahim’e. Size ve ev halkınıza selam ve duadan sonra, Tillo kendisine yetecek kadar haşhaş vereceğimizi ümid ederek bize geldi. Kışlık köyünün haşhaşından vermeyin. Demirci köyünün haşhaşından veriniz. Çünkü Mirza Bey ilk şart olarak kendisinin izni olmadan bu köyden (Kışlık köyü) bir şey vermememizi tembih etti. Bize düşen bir çöp dahi olsa onun izni olmadan bir şey vermemektir. Eğer isteyen ehli zimmetten ise böyle yapınız. Hatta bütün gayretinizle mümkün olduğu kadar kendi haşhaşlarınızı ayırınız. Artanları veriniz. Kurumasının faydası yoktur. Sana gelince biz sana İsa sufi ile selam gönderdik. Sen de aynı şekilde mukabele ettin. Nefsinin istediği şeyleri kes. Artanları isteyen kimselere ver. Sütlü koyun ve sığırlar Neynek köyü içindir. Evine gelince onu isteyene teslim et. Ziraat ve hasad işlerini onun oğullarından biri veya başkası yapmak isterse gelirin yarısını al. Sahipsiz kalır, kurur ve telef olursa zararı yok. Çünkü böyle istenilmiştir.

  1. Mektup

Bu mektubu cihad senesinde Gavs’ın emri ile herkesin Nurşin’e gitmesi hususunda hâlifesi Molla İbrahim’e göndermiştir.

Şefkatli, kerem sahibi ve korunan kardeş Molla İbrahim’e.

Gavs’ul Azam’ın Rasûlüllah’dan (s.a.v) istimdadı vasıtası ile niyaz ve istiğfarı gerektiren haberler bize ulaştı.

Ey kardeşim! Allah bir şey murad ettiği zaman O’nun hükmünü geri çevirecek kimse yoktur. Eğer durum O’ndan bir şey taleb etme ise, bize ve size niyaz etmek, rıza göstermek, hamd etmek ve şeriata uymak gerekir. Aynı şekilde iki beldenin alınmasının gerçekleşmesi anında da böyle yapmak gerekir. Fakih İbrahim dönünce, onu Zeyn’in arkasından gönderebilmem için herkesin Nurşin’e gitmesi gerekir. İstenilen birinci durumda şüphe veya Erzurum’da kuvvetli durum varsa sakin olmak gerekir. Şayet şiddetli deprem, korku olur ve bir şey ortaya çıkmazsa size Nurşin’i taleb etmek ve arkasından elçi gönderileceğine dair bir elçi göndermek gerekir. Senin ve diğerlerinin kalbinde tefrika olmasın.

Ben gerçekten onun kahrına ve lütfuna aşığım Hayret edilecek şey ki ben her iki zıd şeye aşığım. Çünkü aziz ve zelil etmeye kadir olan Allah’tır. Fakat şu ayetten korkmak gerekir: “…Müminlere yardım etmek, üzerimize borç idi” (Rum,47)

Zeyn’in peşinden onun gönderilmesinin tehir edilmesinden maksad, onların bu fakiri oraya iskân etme düşüncelerinden dolayıdır. Hatta Şeyh Hamza ve Molla Muhammed, senin iradende gitmek vardır, dediler. Biz seni şeyhin merkadına şikâyet ediyoruz. Verebilirsen sana cevap vermek düşer. Bu taraftan soruyorsunuz. Bana ulaşan şeylerden üzülmeseydim, sizin yerleşmeniz veya üst üste gelen engellerden ve dost arkadaşlarla beraber oradan çıkmanızı yazardım. Çünkü buradaki bir gün orada bir sene gibidir. Hatta bu zamanda bir gün Gavs’ul Azam (k.s) zamanında bir ay gibidir.

Allah’ım! Müslüman ordulara yardım et. Kafirleri memleketimizden yardımsız olarak çıkar. Kelimeni aramızda yücelt Ya Muin! “Bizi nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet. Kendilerine gazab edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.” (Fatiha,6,7)

Size gelen kimselere ve Gavs’ın (k.s) yanındakilere mektubunuzu gönderme işi, sıkıntıya karşı ferahlığın galip olmasına sebep olacak olsaydı ve bu da Şeyh Hamza’nın ihtiyarı ile olsaydı, hemen onu yapardı.

Selam, kardeşlere bilhassa hususi dostlara ve umumi olarak avam üzerine olsun. Onlardan ve Molla Abdullah el-Cuhurî’den dua talep ediyorum. Dediği şeyden dolayı ona vurmak, Aziz Efendi ve Fakih İbrahim’in yaptığı gibi ta’n etmek doğru değildir. Bineklerinizden olan bir at üzerinde sufi Mustafa ile ona git.

  1. Mektup

Bu mektubu Gavs’ul Azam’ın (k.s) kabirlerini ziyaretini müjdelemek ve diğer hususlar için Hâlifesi Molla İbrahim’e göndermiştir.

Kadîm kardeş Molla İbrahim’e. Allah onu arifler zümresine ilhak etsin.

Selam sizin ve yanınızdaki kardeşlerimizin üzerine olsun.

Hamd Allah’a mahsustur. Salat ve selam seçtiği kulu Hz. Muhammed (s.a.v) üzerine olsun.

Ey kardeşler! Müjdeler olsun size. Müjdeler size. Müjdeler size. Müjdeler size. Biz kuşların bahçesi, bülbüllerin gülistanı, deniz incilerinin tatlı suyu ve cevherlerin madeni haremler haremine vasıl olmakla bereketlendik. Sonra O’nun büyüklüğü ile şereflendik. O’nun ismini beyan etmeye hacet yoktur. O (r.a) keremli, nimetlenmiş ve feyz sahibi kimsedir. İhvanları hala feyizlendirmeye devam ediyor.

Sadat-ı Kiram’ın davarlarının çobanını ziyaret ettikten sonra, dergâhın hizmetçisi ile beraber yemek yedik. Şeyhimizin oğlu saf ve sevgi dolu bakışları ile bize nazar etti. Bilhassa onlara Allah, alemlerin Gavs’ının yerine kaim olmayı nasip etti. Himmet, himmeti olan kimsedendir.

Zilhiccenin ilk gecesi Norşin’e vardık. O tarafa sefer yapmaya alışkın olmadığımızdan dolayı (yolculukta) bana rehavet isabet etti. Bu rehavet ya soğuktan ya da önceki gece bazı ehli zimmetle gecelemekten olmuştur.

Allah bize şifa verir ve buradakiler bize engel olmazsa Tercunek’te bayram yapmak istiyoruz. Bizim için mühim selametinizi beyan etmenize rağmen, durumu açıklayıcı bir Mektup göndermeniz size layıktır. Oradan tamamen iyi olduktan sonra ayrılınız. Hastalık ortaya çıkarsa oraya gelirim. Umulur ki Allah en yakın zamanda şifa verir. Biz bazı rüyaları tabir etmekte aciz kaldık. Durumları ortaya çıkmıyor. Bu hu-susta yanınızda bir şey varsa sizin açıklama yapmanız ve bunları bu mektubun kenarına yazmanız iyi olur.

Selam bütün aileniz üzerine olsun. Duaya layık olmayan bu hakir bilhassa annemizin duasını istemektedir. Selam ve dua talebimi Şeyh Fethullah’a, -Abdulmecid’i teskin etmek mümkünse- O’nun yanındaki fakihlere, köy ahalisine ve bilhassa Şeyh İbrahim’e ve evlatlarına, köyün imamı ve fakihlerine ilet.

  1. Mektup

Bu mektubu kardeşi Seyyid Taha’nın (k.s) mektubuna cevap olmak üzere Şeyh Sâlih’in hâlifesi Hacı Tayyib el-Muşi’ye göndermiştir.

Ey ne uzak ve ne de yakın olan, hastalıklara tabib olan, insanların isteklerine karşılık veren, vuslata eren, fazilet sahibi, ben ve biz demekten uzak olan! Benim yanımda Mevlâna Tayyib Efendi var. O beka hâlinde fani oldu ve fena hâlinden bekabillah’a ulaştı.

Nebevi muhabbetten haber veren kıymetli mektubunuz bize arz edildi ve okundu. Bu mektubla ruhlar neredeyse, seher vaktinde bahçede öten coşkulu bülbüller gibi uçuyordu.

Bize Allah için şükür etmek düşer. Çünkü marifet denizinde vuslat muhabbetinin şarabını içen, tasarrufunda sâlih olan ve olmayanlara eşit davranan ve emellerin kabesine dalan kimselerin sevgisi bizim için ne güzeldir.

Gavs’ın yanında olan Seyyid Sâlih âşık oldu. Mürşidi Mevlâna Hz. Taha (k.s) onunla övündü. Allah bizi ve sizi o ikisinin bereketi ile bereketlendirsin. Çünkü bunda sizin sıkıntı ve hastalıklardan selamette olma müjdesi vardır. Böylece sizin kederlerden sıyrılmanız mümkün olur. Asi, kalbleri katı ve bu yoldan uzak kimselerin hallerinden sual ediyorsunuz.

Allah’a hamd olsun ki himmet sahihlerinin sayesinde, bela ve gam dalgalarından kurtulduk, yoksa karanlık gecede, dalgalardan korkmakta; bela ve fitnelerle helak olmaktaydık, Dostlarımızın bizim için evliyanın büyüklerinden yardım dilemeleri gerekir.

Ucub kötü olduğu haber verilen hasletlerdendir. Eğer bu kötüleme bu dergâhın hizmetçisi için olursa Allah’a yemin olsun ki, benim için ne himmet ne keşf ne de keramet vardır. Ancak sadatın üzerimdeki lütfu müstesna.

Eğer kötü hal varsa himmet sahibinin gaflet çölünde otlayan kimse için dua etmesi uygun düşer. Eğer bu kötülemeyi Gavs’ul Azam’ın (k.s) dergahına yapıyorlarsa Allah şahid olarak yeter. Dünyevi himmeti, kendi şeyhine nisbet edenleri, dünya için şeyhini medh edenleri, dünya için şeyhin himmetini sarf ettiğini zannedenleri ve başkalarına değil, sadece sevenlerine dünyevi mansıbları celbettiğini düşünenleri Allah affetsin. Şeyhler bu söylenenlerin dışındadır. O kimseler şeyhlerin hizmetlerini Allah dışındaki bir gaye ye yönlendiriyorlar.

Bu iş ile ilgili işi tehir etme konusundaki acaib sorunuza Nehri’yi görmekle müşerref olmanız size cevap olarak yeter. Çünkü oranın sakinleri kendi nefisleri için istedikleri şeyleri dostları için de istiyorlar. O da ilâhi cezbe ve manevi yakınlıktır. Allah’a yemin olsun ki, bu şeref en yüce şereftir. O şerefin ne olduğunu ve sahibine gâlip geldiğini biliyor musunuz? Onlar için- dünya ve ahirete aldırış etmeseler dahi- hem dünya hem de ahiret saadeti vardır. Yine onlar için makam ve riyasetten kaçsalar dahi dünyada makam ve riyaset vardır. İnsanlar bu durumu ile O’nu hakir ve zelil görürler. Halbuki o Allah katında büyüktür.

Dünya ve ahireti istersen,

Ya Allah dostlarının yahut Allah’ın sırrı ol.

Himmet olabilmesi için keşke dostlar bildikleri ile amel etselerdi. Durum nasıl olacak ile ilgili şeklindeki en acaib hususlardan ve sizin hüsnü zannınızdandır. Allah’a yemin olsun ki yarın gece olacak şeyleri bilmiyorum. Nasıl oluyor da gelecek sene ile ilgili şeyleri bilebilirim. Hasılı bu durum bu aciz ve fakirin yanında hazırlanmış bir şey değildir. Bu hususta maslahatı ve sadatın rızasını düşünüyorsunuz da Allah’a olan tevessülden bir şey kaybetmemeyi düşünmüyorsunuz.

  1. Mektup

Bu mektubu sohbete teşvik ve Gavs’ul Azam’ın (k.s) menakıbını beyan ve benzeri hususlarda Molla Abdurrahman el-Molla Kindi’ye göndermiştir.

Üsdatlar üstadı ilimlerle dolu içtihat sahibi Molla Abdurrahman’a. Allah onu bütün afetlerden korusun.

Ellerinizden hürmetle öptükten ve dua talebinden sonra Allah cesedinizi hastalıklardan, kederlerden, günah ve hatalardan korusun. Şimdiki hâlinizin öncekinden daha hayırlı olması sebebi ile Allah’ın sana lütufta bulunduğu ile ilgili haber bana müjde olarak verildi. Hiç şüphesiz sizler her gün başka başka ilimlere nail oluyorsunuz.

“Kim bildiği ile amel ederse Allah ona bilmediğini öğretir” diyen Hz. Peygamber (s.a.v) hak söylemiştir. Yine çocuklarınızın kederlerini hemen yok eden ilimle ve amel bakımından da övülen sıfatlar ile muttasıf olmanızla da Allah bana lütufta bulundu. Ancak siz Gavs olduğu tesbit edilen kimsenin sohbetini terk ettiniz. Çünkü Allah ona Gavs’lık makamı nasip etmiştir. Gavs isteğin kendisine arz edildiği kimsedir. O mürid ve ihvanlarından kudsî nefis sahibi olanlara, O’nu böyle görenlere, apaçık mesuliyet ehline göre ve cemada ta ve nebata ta karşı O Gavstır. Ayrıca o şuhûdi tecellilerle kalbleri nurlandırmak, mukallidlerin şüphelerini yok etmek ve onları ilimden müşahedeye ve -hatta gözle olmasa da- basiretle Allah’ı görmeye ulaştırmak için, zevk, şevk, gayret, vecd, cezbe muhabbet ve tasarrufu ondan isteyenlerin kutbudur. İşte “Hak olan cezbelerden bir cezbe, ins ve cinnin ameline denktir” söylenen cezbenin hasıl olması budur.

Ubeydullah Ahrâr (k.s) şöyle demiştir: “Allah bana bin sene ömür verse ve devamlı bu (şekildeki) cezbeyi elde etmek için gayret göstersem, ölüm anında bu hal bende hasıl olsa Allah benim gayretime karşılık verir.”

Allah’a yakın olanların amelinin elde edilmesi için Allah şöyle buyuruyor: “Ve o sâbıklar (inançta ve amelde duraklamadan) ileri geçenler! İşte onlardır (Allah’a) yaklaştırılanlar” (Vakıa,10-11)

Bilesiniz ki Şeyhin sohbetine gitmekle masiva yok olur.

“La” kılıcı Hak’tan gayrisini katleder,

O halde “la” dan gayrı orada ne kaldı, “illallah kaldı

Hepsi yandı gitti, şad olsun.

Yani aşktaki ortaklık yandı, gitti.

Sohbet şu ayetle emredilmiştir: “Sadıklarla beraber olunuz.” (Tevbe,119) Çünkü sohbetle muhabbet hasıl olur. Muhabbetin övülmesi ile ilgili olarak “Allah onları sever” (Maide,54) ayeti kafidir.

Sizin onları sevmedeki durumunuz nedir?

Sizin hizmetinizle müşerref olduğum vakit, size uymak istiyorum dediniz. Fakat kendisine uyulacak kimseyi göremiyorum yani sâlih olan kimseyi bulamıyorum dediniz. Çünkü nakıs olanlarda ucub ve riya hastalığı devam eder. Onlar için bu yolun hilelerinden çıkış yoktur. Allah değil, ben arkadaşın olarak sendeki teslimiyet, muhabbet ve ihlâsı bilsem senden hastalıkların zail olacağına kefilim. Bununla beraber bu hileler senden çıkarılmış değildir. Hakikate nail olan çok az kimse dışında, hakikat olan şeylere nail olamazsın. Nitekim Molla Abdulgaffar şöyle demiştir: “Müşahade sahibi saftır, temizdir.”

Molla Muhammed Emin el-Hashirî ise sevgi ve muhabbet sahibi ise şifaya vesile olur. Bunların ancak Gavs’ın himmeti ile olacağına ben kefilim. Şimdi ise o kemalatı elde etmek gerekiyor.

Pir-i mugan, sana “seccadeyi şaraba boya” derse çekinme dediğini yap.

Çünkü yol ehli, konakların yolundan, yordamından bîhaber değildir.

Elin daraldığı vakit, yoksulluğa düştüğün zaman içmeye, sarhoş olmaya çalış,

Çünkü bu varlık kimyası yoksulu Karun yapar,

Cihan fani, aşk şarabı bakidir,

Can sevgiliye ve sakiye feda olsun,

Dünyanın sultanlarını aşkın tufeylisi görüyorum.

Durum birisinin Hz. Âli’ye (r.a), Şeybanî Rai’nin İmam Şafi’ye, köpeğin Ebû Yezid el-Bistamî’ye yaptığı nasihat ve İbrahim el Ethem’e nasıl durumda olduğunu soranın durumu gibidir.

Cildim necis bir hayvan cildi gibi ise tabaklanmayı kabul etmez. Düzelmen gerekir. Fakat vadilerde O’nun kapısına bağlı davar köpeği gibi burun kokusuyla O’nun ehlinden olmasam da o kokuyu almam bir şereftir. Bu Allah’ın fazlıdır.

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla İbrahim’e Diyarbekir yolculuğu ve bunun dışındaki bazı meseleler hakkında göndermiştir.

Kıymetli kardeş, bu yola sağlam bir şekilde bağlı olan Allah dostu Molla İbrahim’e.

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Garib, asi ve katı kalbli olan bu dergâhın hizmetçisinin aklına, Gavs’ul Azam ve Kutbul Afham’dan (k.s) uzak düşenlerin gönüllerini tedavi etmek için Diyarbekir taraflarına ve Muş’un bazı yörelerine gitme düşüncesi geldi. Manen yakınlaşmak için Allah bizi ve bütün taleb edenleri Gavs’dan faydalandırsın. Çünkü durum murad edilenin tersine gelişmiştir. Buradan ayrı kalmakla bunu telafi etmek istiyorum. Sizin ve bazı ehil olan müridlerin ve bilhassa Molla Muhyiddin, Molla Abdullah el-Cuhvurî ve Şeyh Fethullah’ın (k.s) beyan ettiği mekâna yaklaşmaya gayret etmesi gerekir. Bu hususta mübalağa yapmamak lazımdır. Hatta haberleri tevsik ettikten sonra aktarmanız gerekir. İnşaallah o zaman meram hasıl olur. Bir haberi doğrulamadan aktarmama selefin takip ettiği yollardandır.

Seyyid İbrahim muhayyerdir. Molla Abdulkadir ve Molla Abdurrahman kaç gün sonra gelecekler. Molla Hüseyin Karabulkat’da veya başka yerlerde bir şey yoksa buraya gelecek veya nereyi uygun görürseniz oraya gidecek. Onların hepsi bize dua etsinler. Ben’den selam isteyen herkese selam ulaştır.

  1. Mektup

Bu mektubu Molla Abdurrahman el-Molla Kindi’nin gönderdiği mektuba cevap olarak göndermiştir.

Mektubuma Allah’ın ismi ile başlarım.

“Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Salat ve selam Nebi’nin (s.a.v) ve ailesinin üzerine olsun.

Büyük şeyhinden ayrı olmasından dolayı kusurlu talebe olan kuldan, üstadlar üstadı, ilim, hilm ve sevgi sahibi ve iyilikte bulunan Allah’ın gölgesinde gölgelenen Mevlâna Abdurrahman’a. Allah onu gevşeklik ve hezeyandan korusun. İçinde bulunduğunuz deryadan bir damla olan kıymetli mektubunuz bize ulaştı. Daha mektubun ilk satırlarında ihlâs, muhabbet ve teslimiyetinizi müjdeleyen işaretler sezilmektedir. Mektup, kalblerimizdeki acıyı çekip çıkardı. Çünkü gerçek kazanç, kulun kendisini tehdit eden kederlerden kurtulması için üzerini düşen vazifeleri yapması ile elde edilir.

Bu mektubu haddimizi aşarak ariflerin kutbu, korkanların Gavsı, sâlihlerin mürşidi, tâlihlerin dostu ve alemlerin Seyyidi’nin yanında okuduk. Nuruyla bezenen ruhumuz O’na feda olsun. Gönlümüz O’na benzesin. O kendisindeki cemal hâlinin galebesinden dolayı bizlere tebessüm etti. Şefkat kelamı konuşup, muhabbet incileri ile gönül bağlayıp, kudsî lütuflarla bize iltifat ve ünsiyet etti. Celal hâlinin nurları onda yok oldu. Hatta O’nun nurunun güzelliği ve alnının berraklığı güneş ve ay üzerine galebe çalmıştır. Umulur ki bu fazilet imkân nisbetinde sizin üzerinizde de olur. Aczimizi bilerek bu lütuftan dolayı Allah’a hamd ettik.

Sizdeki ihsan, şefkat, hilm, muhabbet, teslimiyet ve kabiliyet sebebiyle, hidayet üzere bulunduğunuzu ve akşam sabah hakkında hayır va’d edilenler kimseler içinde olduğunuzu ümid ediyorum.

Zaman gaflet zamanıdır. İmanın nuru zulmette zerre gibidir. (Hak olan cezbelerden bir) cezbe ins ve cinnin ameline denktir. Marifet, dünya ve ahirette en nihai hedeftir. Vücuddaki zulmet bulutlarının her- hâlükârda kaldırılması istenilmiştir. Allah’ın rızasını kazanmak için varlık duygusunu izale etmek gerekir. Allah’a ulaşma yolu elli bin senelik yoldur. Bu ancak uyanıklık, ülfet ve Hz. Hızır’la (a.s) arkadaşlık yapmakla, -ilim, amel, oruç, kusursuz namaz, hac, riyazet, zühd ve ibadeti olsa da- nefsini yok ederek Allah’ta baki olmakla elde edilir. Hazret (k.s) şevk, muhabbet ve vecd hâli ile birlikte Hindistan’a gidince, bütün zorluklara rağmen sünnet yoluna sarıldı.

Bununla beraber ben elli bin senelik yolda elde edilecek şeylerin şeyhimin sohbeti ile elde edileceğine inanıyorum. Çünkü O’nun rabıtadaki yüzü ay, sohbetteki nisbeti deniz gibidir. Gecelerin karanlığı O’nun sevdiği keskin kılıç gibidir. Soğuktan titremesi ateştir. Onun nuru insanı barındıran bir ev gibidir.

Gönül kokusu daima diri olsun,

Ayağı yüzlerce menzili tayetsin,

Keyif, kadehle içki de olsun,

Çünkü o seyirde revaç gördü.

Bu satırları, acz ve kusurlarımı itiraf ederek yazdım. Gevşekliğe sebep olacak şeyleri ortadan kaldırmaya gayret gösterdim. İşleri ikinci güne (yarına) bıraktım, demeyin. Niyette ihlâslı olun. Sevgiye gelin. Şevk, muhabbet ve gönül huzuru ile bu dergâha yönelin. Kalbi masivadan boşaltarak atı meydanda koşturun.

Allah’ım! Atalarımın torunlarından, annem ve çocuklarından, bilhassa Molla Ahmed ve Molla Muhyiddin gibi fakihlerden dua taleb ediyorum.

Selam yanınızdakiler ve hidayete tabi olanlar üzerine olsun. Bu makamda edebi terk edip kelamı uzatarak sizi incitmek istemiyorum. Çünkü aşıklardan edep istenilmez. Eğer kişi hizmetçilerden ise gerekli olan, köpeğe havlamak ve kaybolduğu zulmet rüzgarlarının tozunu üzerinden üfürmek düşer.

Allah sizi gadap edilen ve sapıtan kimselerden değil, nimet verilen kimselerden kılsın.

19-Zilhicce-1287

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla İbrahim’e kafirlerle cihad için asker toplamaya teşvik ve diğer meseleler ile ilgili olarak göndermiştir.

Allah’ın ismi ile mektubuma başlarım. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Salat ve selam O’nun Nebisi (s.a.v) ve ailesi üzerine olsun.

Bu dergâhın hizmetçisi Abdurrahman’dan selim Kardeş Molla İbrahim’e.

Bu cumartesi buradan çıkmayı istedim. Fakat Mirza Bey telgrafla, vâlinin Van vilayetinde hazırlıklar yaptığını belirtmesinden dolayı, çıkışımı benden birkaç gün tehir etmemi istedi ve gelmeme engel oldu. Bununla ilgili olarak bana şöyle dedi: Yol için hazırlıklar yapıyoruz. Hareket için yakın zamanda çıkış olacaktır. Mutasarrıf Paşa muhafızlarını ve takviye kuvvetini alarak geri döndü. Buna rağmen Kurt Paşa, Şeyh Hâlid’in (k.s) yanında Mutki’ye gitmeyi emretti. Şeyh Hâlid’le (k.s) beraber Şeyh Habib de vardı. Kurt Paşa bu ikisi için bin kişi topladı. Şeyh Abdurrahim’e ve Şeyh Tahir’e takviye kuvvet ve muhafızlarla birlikte size gelmem için süratle askeri toplamanız gerekir. Şayet mutasarrıf engel olursa, Şeyh Hâlid ve Şeyh Habib’e delil olması için benim tarafıma bir kısım askerle gelinsin. Böylece o ikisine icabet edilmiş olur. Çünkü ikisi Abdurrahman’ın askerler ile gitmiş idiler.

Mutasarrıf bize’ karşı çıkarsa, telgrafla değil, normal şekilde, yumuşak ve açık bir nasihat şeklinde ona cevap gönder. Tek başına veya sebepsiz meydan okuyan kimselere merhamet etmeyin. Çünkü bunlarla savaşmak farzı ayndır ve karşı taraftakilere şöyle de: Kim Allah’a ve Rasûlü’ne inanıyorsa acele olarak savaştan askerlerini çeksin. Mümin Allah’a, Resulüne iman eden ve bugünlerde O’nun yolunda cihad eden kimsedir. Bugünlerde savaş için, anne babanın razı olması, çoluk çocuğun nafakasını hazırlamak ve borçların eda edilmesi şart değildir. Molla Abdulkadir’in yaptığı şeylere cevap olmakla beraber, şiddetli ihtiyaç hasıl olduğundan dolayı yüzüğü bana gönder.

7-Cemazî’levvel-1294

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi ve eski dostu olan Molla İbrahim’e göndermiştir.

Selim kardeş, ihlâslı âlim Molla İbrahim’e. Allah onu teslimiyetin en yüksek derecesine çıkarsın. Sizden dua taleb ettikten ve güzel hatırınızı sorduktan sonra Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizlerin üzerine olsun.

Şu ana kadar ailem, oğlum ve Hz. Şeyh buradan çıkmadı. Hatta ben onlara bu durumu gizlediğim halde, bütün aile birlikte (bir takım işaretle) buraya yerleşmek için gayret sarf ediyorlar. Meczub Molla Abdurrahman geldi. Hz. Şeyh’in arkasından onu gönderdik. Allah bize izinle çıkma imkânı bahşetseydi, o- raya çıkılırdı veya aile oradan çıkarılırdı. Ne güzel meram. Allah’ın yardımı ve tevfiki ile İnşaallah Şam ta-rafına yolcuyuz. Ancak bununla birlikte hac yolculuğuna da çıkacağız. Bu durumda size oradan çıkmak düşer. Cevap bekleyen Molla Hüseyin uygun görüp seçtiğiniz iki köye gitsin. Uygun cevap ona ulaşırsa emredildiği şekilde yapsın. Olmazsa dönsün.

O ve siz Ravday-ı Mutahharayı ziyaret etmek istiyorsanız, -onunla bizi ve sizi faydalandırsın- gelecek ayın yarısı kameri aydır.

Sizden bizden bahseden, sonra bilhassa köyümüzde ve gizlice teftişten sonra Hacı, Abdal, Bazid ve Kuruca köylerinde ulemanın ihlâsı ve onların her birinin tafsilatlı teslimiyetleri ile ilgili şeylerle dolu bir mektubu göndermenizi ümid ediyoruz. Allah’ın size verdiğine ve ihsanına sevininiz ve buna tevekkül ediniz.

Radiye (Allah’ı memnun etmiş) makamında olan, nefsi merdiyye (Allah tarafından memnun edilmiş) makamında olandan daha hayırlıdır. Acele etmeyin. Bilakis sabırlı olunuz. Yıkayıcının elinde olan ölü gibi olunuz. Rüyamda Gavs’ul Azam ve Kutbul Afham (r.a) himmeti ile gâlibiyetin bize ait olduğunu gördüm. Her şeyi müyesser kılan Allah’tır. İnşaallah bütün hallerde ve engeli defetmek için gayret göstererek tevekkül O’nadır. Mektubta belirttiğimiz şekilde açıklayarak size olan meramı özet şekilde anlattık. İstediğiniz sualler açıklanmış, hayırlı gördüğünüz hususlar beyan edilmiştir.

Yanınızda olan herkese selam eder, onlardan dua talep eder, onlara ve bir hardal tanesi kadar da olsa az veya çok ayrılığımız sebebiyle elem çeken herkese dua ederiz. Kurtulmayı isteyen kimsenin ihlâs, muhabbet ve teslimiyet elde etmesi için çaba sarf etmesi gerekir.

12-Cemazî’lûla-1298

  1. Mektup

Bu mektubu Molla Abdurrahman el-Kindi’ye göndermiştir.

Ahireti isteyene vermesi sebebiyle va’dinden dönmeyen ve hamd kendisine mahsus olan Allah’ın ismi ile mektubuma başlarım. Ulu’l Azm Peygamberlerin bu husustaki ayet ve deliller ile sabrettiği gibi Nebi’- sine (s.a.v) sabrı emreden Allah’ı tesbih ederim.

İnsanların en zayıf kul olan bu dergâhın hizmetçisinden büyük üstad Molla Abdurrahman’a.

Zamanın Gavs’ının (k.s) emrettiği şeyler bakî olmakla beraber, sevgi ve müjde dolu mektubunuz bu hakire ulaştı.

Bizi sultanın emri hususunda gevşeklik ve tembellikle korkutuyorsunuz. Fakat eşya, bütün farklılıklarını bir araya toplamak için vakitlerle rehinlenmiştir. Bu durumda sabrınız, sabrın bile aciz kaldığı noktaya ulaşır. Böylece helakiniz ortaya çıkmış olur.

İhlası elde etme hususunda, ondan aciz kalıncaya kadar çok gayret sarf ettim. Bundan dolayı kınanmaya hedef oldum. Nerdeyse fitne meydana gelecekti. Düşmanlıkla ülfet anlayışı değişti. Gavs’ın (k.s) kahır etmesinden korktuk. Nitekim Zunnûn denizde çevrilmişti. Durum açıklığa kavuştu. Gelecek sene Nemran’da oturmakla emr olundum. Sonra onlarla iyi geçinmeyi deneyeceğiz.

Sizin hakkınızda, kabri şerife gitsinler, şeyhe itaat etsinler, zahiren ona intisab etsinler ve buraya tâlim için gelsin ve dönsün, dediler. Bundan sonra Nemran’da sana gelmeleri için onlara ruhsat vardır. Bu seneden sonra ahdi bozmak ve va’dden dönmek yoktur. Hangi mekâna gitmek istiyorsan git. Hangi vakitte onlar veya başkaları gitmek istiyorlarsa emin şekilde ve selametle gitsinler. Bu durum ve açıklama baharda buraya gelme vaktiniz veya sizden önce Molla İbrahim’in buraya gelmesine bağlıdır. Bu iki durum da güzeldir. Bir şey konuştuktan sonra istişare ediniz ve sadatın (r.a) istediği şekilde yapınız.

Ben isyan sahibi olsam da sizin üzerinize şeyhin evlatları, hâlifeleri ve müritlerine hüsnü zan etmek, muhabbet ve ihlâsı artırmak gerekir. Fakat ihlâslı olan kimse ihlâsıyla insanları faydalandırır.

Molla İbrahim, annesi, kardeşleri, kız kardeşleri, hanımları, size intisab eden kadın erkek bütün kardeşlerden, dostlardan ve komşulardan dua taleb ederiz. Bizler dahi onlara dua ederiz.

Selam eder, hâlinizden ve hallerinizden sual ederiz. Elinizden öper, sizden Şeyh Muhammed ve çocuklarından, Şeyh İbrahim ve çocuklarından, Molla Hasan’dan, Şeyh Feyzullah, müezzini ve çocuklarından, Muhammed, Şeyh Kasım ve çocuklarından ve bilhassa talebelerden Molla Abdul Hadi’den dua taleb ederiz. Bizi soran herkese selam ederiz. Selam sizin ve mümin olan köy ahâlisi üzerine olsun. Molla Muhyiddin’in de dua etmesini ümid ederiz.

  1. Mektup

Hizan’dan gelişinin gecikmesinin sebebini açıklamak ve diğer hususlarla ilgili olarak hâlifesi Molla İbrahim’e gönderdiği Mektuptur.

Muhabbetli ihlâsıyla sıddık ve sadık olan, akranından üstün, faziletli, âlim ve bilgin kardeşim Molla İbrahim! Gavs’ul Azam Kutbu’l Efham’a (r.a) yakınlaşmak için çalışıp çabalayıp hazırladığınız şeyin ve gayretlerinizin haberi bana geldi. Allah (c.c) sizleri mükafatlandırsın. Mukarrebun olan, O’nu sevmiş ve O’nun tarafından sevilmiş dostlar zümresine sizleri dahil etsin. Ben de Zübeyir’i bekliyordum, gelmek üzereydim. Fakat burada Hamza ile Hazreti Şeyh arasında tartışma oldu. Münkirler Hamza’ya destek çıktılar. Bunun üzerine Hazreti Şeyh Hâlid de bizleri etrafına topladı. Neticede karşı taraf perişan oldu, Allah ta onları perişan eylesin. Ancak bizlere olan nimet tamamlanmadı, tam cezalarını bulmadılar. Şimdi istişare edilen husus kaç gün burada kalıp ayrılacağımdır. Bu üç, beş, yedi veya on gün olabilir. Bu da Gavs-ı Azam’ın meramına bağlı. Zaten onun muradı Allah Teala’nın ve Rasûlünün murad ettiğidir. İki gün sonra sizlere bir Mektup daha göndereceğim. Bunda daha geniş bilgi vereceğim.

Diyâeddin’in (k.s) hastalık haberi bizlere ulaştı. Dostlar ve dadılar onunla ilgilenmişler. Fazla üzülmesinler çünkü kendi yurdunda hastadır. Hatta üzüntüyü tamamen bıraksınlar. Üzüntüyü terk edip muhabbeti Zatiyye’yi elde etmek için gayret göstersinler. Çünkü Allah Teala’ya tazarru etmek, ona boyun eğmek tüm endişeleri siler süpürür. Bu sebeple hangi Şekilde ve hangi halde olursa olsun Allah’a (c.c) tazarru edip, ona yalvarın.

Mektup size ulaşınca, göndereceğiniz cevapta Diyâeddin’in hastalığının durumunu ve kardeşlerimizden hasta olanları, ne tür hastalığa yakalandıklarını bana yazın ve Cafer’e teslim edip gönderin. Sizlere göndermiş olduğum sudan da tüm hastalara, ölüm döşeğinde olanlara, sıkıntısı olanlara ve korku çekenlere verip içiriniz.

Malum olduğu üzere, benim için, Ubeydullah’a göz kulak olmak Diyâeddin’i (k.s) kollamaktan daha önemlidir. Molla Hasan’a ve tüm fakih kardeşlerime selamımı iletiniz. Dualarını istirham edip ellerinden öperim. Aynı şekilde ev halkıma ve sizin ailenize, özellikle de annemize selamlarımı ulaştırınız. Bu günlerde Gavs-ı Azam’ın razı olacağı hayırlı bir neticenin ortaya çıkması için çokça rabıta yapın. Onun kahrının bize değmesinden Allah’a sığınırım. Köy halkından hidayete tabi olanlara benden selam söyleyiniz. Üstadımızın buradaki dergahının eşiğinden sizlere teberrük kabilinden Molla İsa’yla beraber biraz meyve gönderdim. Hiç şüpheniz olmasın, devamlı aklımdasınız.

1-Recep-1289

  1. Mektup

Sofilerinden birine gönderdiği Mektuptur. Seyyid Sıbğatullah hazretlerini anlatmaktadır.

O’nun adıyla! “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44)

İmdi; muhterem büyük üstad, kendisine tam güvendiğim mübarek zat. Korku çekenlerin Gavs’ı, ariflerin kutbu, sâliklerin mürşidi, helaka yuvarlananların kurtarıcısı, sülük ve cezbe ile Allah yolunda yine Alla- ha yürüyen efendimiz Şeyh Seyyid Sıbğatullah’ın sohbetinde bulunmakla şereflenen zatı görerek bizler de şereflendik. Allah (c.c) efendimizin esrarını yüceltsin. Uzun ömür sürmesi vesilesiyle, ellerini öpmemiz, onunla beraber oturarak lezzet almak ve onun manevi ihsanlarından faydalanmak suretiyle Allah hem sizleri hem de bizleri müstefîd kılsın.

Buraya gelen zat selam ve dua talebinizi bana iletti. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Eşiğinde duranların hidayetine vesile olan zatın eliyle, cezbeyle süslü Nakşibendi tarikatına sülük etmek suretiyle Allah (c.c) sizleri evliyalar zümresine dahil eylesin. Bizler ve tâlibler sizin duanızın bereketli yağmurlarından hâlâ mahrumuz. Oysa sizlerin zahiri ilimlerinizden istifade edildiği gibi batını ilimlerinizden de istifade edilmesini arzuluyoruz.

Buraya gelen zat bu büyük kapıyı ziyaret etmenize mâni olan sebebi bana anlattı. Dergâhın hizmetkârı olan bu aciz de durumu efendimize arz etti, o da meseleye vakıf olmuş oldu. Ayrıca buraya getirilmenizle ilgili gerekli emri de bu hizmetkâra verdi. İnşaallah Tarikat-ı Nakşibendiyenin büyüklerinin himmetiyle bu maniniz kalkacaktır. Bizler ise senin gelecek olman sebebiyle buraya gelen zatın, üstadımızın sancağı altına girip, onun dostları ve sofileri arasına dahil olmasından dolayı son derece sevinçliyiz. İnşaallah o da hidayete erip hakikati bulanlardan ve böylece felaha erenlerden olacaktır. O’nun dönmesine üstadımız izin verdi. Çünkü bunu hem kalbiniz ferahlasın hem de bu zamanda onun gibi kimseler az bulunduğundan, geri kalan marifet ilimleriyle iştigâli sürdürmesi için yaptı. Her iki cihanda aziz olması, iki cihanı da kazanması için ona yüksek himmetlerde bulundular. Esasında sizin de en yakın zamanda bu mübarek ve yüzü nur saçan üstadımızı ziyarete gelmeniz gerekir. Çünkü o en uzak bölgelerden ve her yerden yaya, yalın ayak, aç ve çıplak olarak ziyaret edilmeye layıktır. Çünkü onu murad edenlerin gönülleri açtır. Fersah fersah, mil mil ona yaklaştıkça iştiyakları artar. Çünkü irşad vazifesinin kutbu olan Seyyid Taha hazretleri tarikata girmeden önce onun hakkında şöyle demişti:” Bu emaneti o yüklenecek.” Bu sebeple kendisine en kısa süre içinde tarikata girmesini emretmişlerdi. Tarikata girdikten sonra Seyyid Taha onu hâlifesi Derviş Muhammed Nakşibend ile Molla Muhyiddin es-Suhrî’ye havale etti. O da kalbî vukufla üstadının kendisi hakkındaki meramını, konuşmadan, işaretleşmeden anladı. Kendisinde ilmi, kalbi ve kabir ehlinin hâline dair keşifler meydana geldi. Seyyid Taha bu sebeple ona şöyle dedi: “Sen duasıyla belaların uzaklaştırıldığı affedilmiş kullardansın.” Daha sonra istifade etmesi için büyüklerin kabirlerini ziyarette bulunmasını istedi. Çünkü hayatlarındayken onlardan hakkıyla istifade edemediğini düşünüyordu.

Bunlardan sonra ona şöyle dedi: “Sende artık sâliklerin ünsiyeti oluştu.” Ardından Şeyh Sâlih Sibkî’nin hakkında kutubtur dediği Şeyh Hâlid Cezerî’nin yanında bulundu. Onun yanında zühd, riyazet yoluna girdi. Hâlid Cezerî hazretleri ona irşadda bulunmasını emretti. O ise kendi nefsini emaneti yüklenmeye hazır görmediği için bu emre imtisal etmedi. Bu ara kendisinde ins-u cinnin ameline denk cezbe-i hak meydana geldi. Zatî tecelliye gark oldu. Kendi nefsinden geçti, fenâ fillâh ve bekâ billâh makamlarına ulaştı. Bu süre içinde onunla arkadaşlık eden herkes cezbe ve aşka duçar oldu.

Cezerî’nin (k.s) vefatından sonra irşad vazifesinin kutbu olan efendimiz, mürşidimiz Şeyh Seyyid Taha (k.s) peşinden haber gönderip onu istetti. O da bu emre uyup “çocuğun terbiyesi babaya aittir” deyip aşk ve şevkle hemen koşup geldi. Şeyhimiz onu 40 gün sülûka soktu. Ardından bir ay boyunca sohbetinde bulunmasına izin verdi. Ardından mutlaka hâlife olması gerektiğini söyledi ve şöyle dedi: “Bunu emir olarak sana emretmem ve kabul ettirmem boynumun borcu. Çünkü risaletin efendisi Hz. Muhammed’in (s.a.v) ve meşayihin büyüklerinin (k.s) emri budur.” Böyle deyince artık kabul etmekten, boyun eğmekten başka çaresi kalmamıştı. Bir yıl dolunca kendisinin müntesibleri üstadınınkilerden fazla oldu. Üstadı istiğfar ehli olarak gördüğü için müridlerinden 50 kadarını hizmetlerinde yardımcı olmaları için istetti. Birkaç yıl sonra ona, Allah yolunda aynı hizmeti yürüttüklerini ifade etmek için “senle ben aynı boyunduruğa çekilmiş iki öküz gibiyiz” dedi. Bundan bir yıl sonra da “senin artık tamamen geri dönme vaktin geldi” buyurdu. Bunun ne manaya geldiği aşikardı. Bu sebeple kendisinden çok istifade eden müridleri buna üzüldüler. Seyyid Taha hazretleri müridlerine ve ailesine artık onun sohbetinde bulunmalarını emrederdi. Ona “Seyyid Taha’nın dostu” diye seslenir oldu. Bu hitap onun en meşhur lakabı oldu. Seyyid Taha hazretleri vefatından bir yıl önce sohbetinde sevenlerine şöyle dedi:

O benim yancağızımda,

Çok güzel bir konumda

Korkarım olmaz yanında

Benzeyen bir kimse ona

Vefatından bir ay önce arkasından haber gönderip irşadda bulunmasını emretti. O ise şeyhine olan aşırı muhabbeti, ayrı kalıp, görememe üzüntüsü ve sohbetinde bulunamama kederi yüzünden o vakitte irşadda bulunamadı.

Seyyid Taha hazretleri sekerat elemini çekerken Sıbğatullah hazretlerine “ya şeyh “ diye seslendi. “Kimi kasdediyorsunuz efendim” denilince, şöyle dedi: “Sadece onu kastediyorum. Yani Şeyh Sıbğatullah’ı.” Beni o yıkasın, cenaze namazımı kıldırsın ve defnimi o yapsın” buyurdu. Tüm elbiselerinin, yaygısının hatta takkesinin, çorabının, hırkasının ve nihayet yastığının bile ona verilmesini vasiyet etti.

Sıbğatullah hazretleri Seyyid Taha’nın vefatından sonra birkaç yıl irşad yolunda bulunmaktan geri kaldı. Daha sonra buna devam etmesinin kendisine elzem olduğunu gördü. Allah’tan (c.c) korkup ve yine O’ndan ümidvar olarak hizmete başladı. Şeyh Osman et-Tavîlî hazretlerinden (k.s) sonra en büyük kutub oldu. Bu yıl hem kendisi hem de tüm âlimler nezdinde, manevi ilimlerde üstün olanlar yanında, onların inkişaflarında, zahiri ve batini dünyalarında Sıbğatullah hazretlerinin Gavs olduğu herkese ayan oldu.

Mektupta bunları anlatmak zor olacağından tafsilata giremiyorum. Bazı menkıbelerini sizlere anlatmak istiyordum. Bu menkıbeleri kendisine sordum. Yaşadığı bazı halleri yazmama müsaade buyurdu ve insanların en günahkarı ve gafili olanı olduğunu yazmamı istedi. Kendisinde bu iki hâlin bulunduğunu söyledi. Mektubuma son verirken, selam sizlere ve hakikat üzere bulunan sizlere tabi olanlara olsun, derim.

  1. Mektup

Seyyid Şeyh Tahir’e gönderdiği Mektuptur.

Allah yolunda dost ve kardeş olan Şeyh Tahir’e. Mevla’mız onu muhafaza eylesin.

Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtuh. Allah Teala sizleri ve bizleri sultanın yardımı ile iman ve emniyet içerisinde, dünyanın kötü etkilerinden koruyup kurtarsın. Mümine, sâliha, dini kuvvetli, batıla karşı şecaatli hanımın gittiği yere vardığına dair bize ulaştırdığınız müjde gibi Allah ta (c.c) sizleri rahmetiyle müjdelesin. Eğer oradaki önde gelen zevat bu meselede daha güçlü iseler hanımın buraya getirilmesi münasib olur. Buraya gelsin daha sonra da öldürülen kişinin yakınlarıyla beraber hükümete gönderilir. Bu da olmazsa bu zamandakilerin adeti üzere davranılır. İsterseniz onu oradan Muş hükümetine gönderirsiniz veya buradan gönderilmek üzere bize yollarsınız.

17-Recep-1296

  1. Mektup

Bu mektubu da Şeyh Tahir’e göndermiştir.

Kıymetli dost Şeyh Tahir’e. Allah onun fazlını artırsın. Âmin.

Aziz ve celil olan Allah’ın adıyla.

Allah yolundaki kardeşim için Mennân olan rabbimizden selamet ve ihlâs dilerim. Muhabbet ve teslimiyetinin artması için rabbime dua ederim. İmdi; sizden arzumuz şudur: İbrahim Bey ailesiyle sizin oraya geldiğinde onları Semerşih köyüne götürün ve mümkün olduğu müddetçe onları orada ailesiyle beraber misafir edin. Hizmette eksiklik göstermeyin. Köyde hizmetleri iyi yapılmasa bile ben sizin yanınıza gelene kadar orada ikamet ettirilsinler.

  1. Mektup

Hâlifesi Molla Abdulkadir’e göndermiştir.

O’nun adıyla! “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Salat-u selam mahlukatın en hayırlısı Hz. Muhammed’e (s.a.v) ve âline olsun.

Selam Allah yolunda yürüyen kardeşimiz Molla Abdulkadir’e olsun. Allah Teala’dan dileğimiz onun şerefinin artmasıdır.

İmdi; mektubu getiren Fakih Muhammed’i size gönderiyoruz. Kendisi Zirkan nahiyesindendir. Bu zat ailesiyle beraber sizin o tarafa gelecek. Size geldiğinde oradaki köylerden birine yerleşmesine yardımcı olun. Kendisine imamlık veya başka bir iş veriniz. Köylülere de tembihleyin ona göz kulak olsunlar, yardımda bulunsunlar. Sizlerle beraber hizmette bulunup dolaşmasını sağlamak için mümkün olduğu sürece onu köye imam tayin etsinler. Bu hizmeti karşılığında muhtemelen az nisbette bir dünyalıkta alacaktır. Durum size iletildi, böylece meramımız hasıl oldu.

  1. Mektup

Hâlifesi Molla Abdulkadir’e göndermiştir.

Besmele, hamdele ve salveleden sonra;

Şeyh Fethullah bu hizmetkara kız çocuğunuzun vefat ettiğini haber veren mektubunuzu okudu: “Şüphesiz bizler Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.” (Bakara,56)

Allah onu ahiret yurdu için sizlere vesile kılsın. Zaten dünya Allah’ın arşı yanında siyah bir zerre gibidir. Hatta vara karşı yokun nisbeti gibidir. Ehl-i irfan nezdinde ise Cennet’e nisbetle cehennem gibidir. Bu “Dünya müminin zindanıdır” hadisinden de anlaşılmaktadır.

Mektubunuzda bulunduğunuz yerde oturup otur- mamayı soruyorsunuz. Sen köylere çık. Fakih Hüseyin de yanındaki adamlardan birini Molla Rasûl’ün iki çocuğuna göndersin ki onların arkasından gitsin. Eğer muhtar tövbe eder yaptığına pişman olur ve bu işlerin yapılmasını engelleyeceğini iyice teyid ederse müsaade verilsin. Yok bu yönde teminat vermezse her iki çocuk ta köyden çıkıp gitsinler.

İnsanları teşvik etmeye gelince, bunu sohbetin sonunda yap. Bu hizmetkarla beraber veya onsuz cihada karşı iştiyaklarını gördüğünde hemen mektubun cevabını gönderiniz. Şehadet kelimesini, Fatiha’yı, teşehhüdü, akideyi öğrenmek hususunda insanları çok teşvik ediniz. Bu hususlarda cihada teşvikten daha çok durun.

Allah’ın selamı sizlere, çocuğunun vefat etmesi sebebiyle meydana gelen üzüntüsünden Gavs-ı Azama (k.s) olan muhabbetini kaybetmeyen ve evladını kaybetmenin acısına dayanan hanımınıza, yanınızdakilere ve Muhammed Mustafa’nın Şeriatine yapışanlara olsun.

  1. Mektup

Hâlifesi Molla Abdulkadir’e göndermiştir.

Selam Allah’ın seçtiği kullar üzerine olsun. Gelen iki zat mektubu bu hizmetkara teslim ettiler. Allah yolundaki kardeşim! Bizden bahsetmekten yüz çevirenlerden sen de uzaklaş. Çünkü nefretleşme, kırgınlık ve düşmanlık tarikatı yıkar, muhabbeti kaldırır. Hidayet yoluna tabi olana gerekli olan, batıl yolunu tutanı bundan nehyetmektir. Fakat bu zamanda o şekildeki insanların şeniatlarına karşı Allah Teala bir yol açana kadar kalple nehy ile yetinilmek zorunda kalınıyor. Şöyle ki, bu zamanın insanları doğru yolu gördüklerinde ona varacak bir yol tutmuyorlar. Delalet yolunu gördüklerinde ise ona varan bir yolu hemencecik buluyorlar.

Okumuş kesim ise, kitaplar yazıyorlar. Sonra da insanlar az bir ücret karşılığında satın alsınlar diye bu Allah katından gelen bilgilerle yazılmıştır diyorlar. Okumuşlar dünyaya yönelince, avamın meramı da dalalet olunca siz ve bu hizmetkar gibilere düşen vazife, Allah’a tazarru ile dua edip, kendisi dalalette olup insanları da dalalete sürükleyenlerden olmamamız için niyaz etmektir. Hep şöyle niyaz etmeniz gerekir: “Ey rabbimiz! Hidayete eriştirdikten sonra kalbimizi kaydırma.” (Al-i imran,3) Sadata rabıtayla yapışıp, nefsimize de şöyle dememiz gerekir: “De ki: Dünyanın geçimi azdır.” (Nisa,77) “Oysa ahiret daha iyi ve daha süreklidir.” (A’lâ Suresi 17) Kendimizi beğenmişlikten, riyadan, gösterişten, kıymetsiz dünyaya bir saçın kalınlığının onda biri kadarlık, birkaç saniyelik meylden dahi sakınmamız gerekir. Vallahi dünyaya meyleden insan hak sevgisinden uzaklaşır.

Allah yolundaki sevgili kardeşim! Hoca Masum talebelerinden birisine şöyle yazmıştı: “Kalbini her iki alemin isteklerinden temizleyip, sırf alemlerin rabbi olan Allah’a yönel. Her iki alemin gölgesinden kendini koru. Böyle yap ki kalbin parlasın ve tabi olduğu zata hakkıyla bağlansın.”

Kurtuluşu, selef ve halefin büyüklerine uymayı istiyorsan, Allah Teala’nın muhabbetiyle, münkirlerin iftira edip durduğu kendisine uyduğun zatın aşkıyla meşgul ol. Münkirlerden bahsedip dilini kirletme. Onların sözlerini dinleme, yaptıklarına bakma. Halvette kalıp zikirle meşgul ol, korku ipine yapışıp muhabbet ve şevk ile rabıtada bulun. Her ne kadar sen O’nu göremiyorsan da O’nun seni gördüğünü bil.

Ey gönül hazır bulun

Geldi senin dostların

Celvette (halvetten çıktığında) kardeşlerle beraber büyüklerin sohbetini yap, firak ve visalden (vahdet makamında olmaktan ve olmamaktan) hüzünle bahset ki, kardeşler de hallerine üzülsünler.

Dinle neyi, bak hele neden hikayet eylemekte

Ayrılıklardan dem vurup şikâyet eylemekte

Hiçlik yurdundan koparıp ayırdılar beni

Kadın erkek herkes feryadımdan inlemekte

Şunu bil ki: Senin kalbinde ilâhi aşk alevlendiğinde vallahi kardeşlerin kalplerinde de ateşlenir. Çünkü senden etkilenirler.

Ben sevgilide fenayım, aşığıyım Övgü ve yergiye aldırmıyorum Yârin aşkıyla yanıp ta ölmüşüm Münkirlerden gam çekmiyorum Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) Şeriatıyla nasihatte bulun. Münkirler için cehennem ve hakka tabi olanlar için cennetler var oldukça salatu selamın en efdâli, Şeriatın sahibi Hz. Muhammed’e, âline ve ashabına olsun.

Unutulmasın ki “hidayet yolu Şeriattedir.” Bu sebeple onlara iman ve İslâmı izah et, dinin rükünlerini anlat. Fatiha’yı öğret. Rabbimiz Şeriat ile insanları Allah’a çağırana rahmet etsin. Şeriatsız bir tarikata çağıranlara da lanet etsin.

Nasıl ve nerede imkân bulursan hemen üzerine düşen tebliğ vazifesini yerine getirmeye çalış. İnsanların senin tebliğine tabi olup olmadığına aldırma. Ayette belirtildiği gibi “Sen sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Kasas,56) Kınayanın kınamasına, övenin övgüsüne iltifat etme. Allah Teala herşeyi bilir. O’nun bilmesi yeterlidir. “Hem ahiret daha iyi ve daha süreklidir.” (A’lâ Suresi 17)

Ben Mecnûn’um, kendi Leylâ’mı arıyorum Ağyarı sorarsan hiç kimseden korkum yok Azrâ’dan haber veren Vâmık’ın kendisiyim Şöhretli şanlı münkirlerden de korkum yok Önce kendi nefsini sonra da kardeşlerinin nefislerini uyandır. “De ki: Dünya’nın geçimi azdır.”(Nisa,77) “Oysa ahiret daha iyi ve daha süreklidir.”(A’lâ,17) “Artık kim azarsa ve dünya hayatını tercih ederse (onun için) gidilecek yer cehennemdir.” (Naziat,37,39)

Cehennemin ateşinin sıcaklığına, ayazının soğukluğuna ah, binlerce ah. “İnanıp iyi ameller yapanlara gelince, Firdevs cennetleri onlara konak olmuştur.” (Kehf,107) Vahlar olsun bize. Ah, vahlar olsun bize. Allah Teala’nın şöyle buyurduğu nimetlerin elden kaçmasına vahlar olsun: “Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü (bugün) afiyetle yeyin, için!” (Hakka,24)

Bu nimet özellikle cezbe-i ilâhi ile her iki alemlerin nimetlerinden elini çeken, sırf Allah’a yönelen mukarrebun muhibler içindir. Allah Teala tebessüm ederek cennette onlara tecelli eder. Rabbimizi tebessüm eder göremeyene yazıklar olsun, binlerce yazıklar olsun. Cennete giremeyip, cehenneme girene, gören kimsenin gördüğünü göremeyecek olana, göremeyip ateşte kalacak, firak içinde uzakta kalacak dalaletteki kimseye yazıklar olsun.

Haşirde sevgilim yanıma getirilsin

Onunla olmak istiyorum diyeceğim

Siz cehennemi tercih ettiniz neden

Ben sizsiz orada nasıl edeceğim

Bu hizmetkar ile bu zamandaki insanlara hayret doğrusu. Şöyle diyen kafirin kızı kadar da olamadılar.

Zaman başımıza örüp dururken

Çeşit çeşit musibetleri yüklerken

Ben malı mülkü artık ne edeyim

Gör artık bunlar kıymetsiz, kardeşim!

Bu hizmetkarın sana emrettiği çizgiden ve nasihatlerinden sakın çıkma: “Allah’tan korkacak olan hatırlar, (öğüt alır). Bahtsız olan da ondan kaçınır, o kimse en büyük ateşe girer.” (Ala 10-12) Allah Teala’dan kendinin, bu hizmetkarın ve ihvanın affını ve mağfiretini dile. Umulur ki Allah bizleri mağfiret eder. Çünkü O Gafûrdur, Rahimdir. “Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar rabbine kulluk et.” (Hicr,99)

Bu hizmetkarın selamını kardeşim Molla Abdülaziz’e ilet. Dini ilimlerde tetkikini ve bilgisini artırsın, kendisine uyduğu zata rabıta yapsın. Muannidlerin işini vakit dolana dek Allah’a havale etsin. Umulur ki Allah ona bir çıkış yolu nasib edecektir. “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf,8) Ona söyle, diline muannidleri dolamasın, onlarla ilgili konuşmalara kulak tıkasın. Gayretli olana üstadı konuşmak, onun muhabbeti, Rabbi- nin muhabbeti, dünyayı yermek, ahireti övmek yeter. Allah bize yeter, O ne güzel vekildir. Selam sizlere ve Şeriatı Mustafa’ya (s.a.v) tabi olanlara, Hz. Peygamberine âline, ashabına, tüm peygamberlere ve mukarrebun melaikesine olsun.

  1. Mektup

Hâlifesi Molla Abdulkadir’e hilafet izni verdiğini beyan etmek için Hasan Ağa ve diğer büyük zevata yazdığı Mektuptur.

“Bu rabbimin lütfundandır.”(Neml,40) Şanı yüce olan Allah’ı tesbih ederim. O ne yücedir ki kahrıyla lütfunu yüce zatında topladı. Şüphesiz O kullarının tüm yaptıklarını Hakîm ve Habîr sıfatlarıyla görür ve bilir.

Muhterem Hasan Ağa’ya!

Onun ve diğer ağaların, ulema ve fukaranın kadru kıymeti arta, adetleri çoğala. Sizlere es-selamü aleyküm deyip dua ettikten sonra, şerefli zatınız yanında şu hususların malum olmasını dilerim: Bu zamanda fitneler çoğalıp, Rasûl-i Kureyşî Haşimî’nin (s.a.v) ümmeti her türlü bela ve sıkıntılara duçar olup şaşkınlaşınca, türlü türlü dalalet yollarına daldılar ve hidayetin tüm tarîklerinden saptılar. Bu insanların çoğu İslam’ın temel esaslarını bile bilmez oldu. Hatta bir kısmı la ilahe illallah Muhammedu’r Rasûlüllah sözünü bile hakkıyla söyleyemez. Müçtehitlerin çoğu, bu sözü güzelce söyleyemeyen insanın tüm sâlih amellerinin yok olup dinden çıkmayacağında ittifak etmişlerdir, ancak bu söz kıyamet gününde mizanda göklerden ve yerlerden daha ağır gelecektir.

Bu insanların bir kısmı da peygamberimizin babasının, annesinin isimlerini, nerede doğup vefat ettiğini doğru dürüst bilmez. Allah bizleri ve sizleri bu halden korusun. Onları ve bizleri gaflet uykusundan uyandırsın. Âmin ya Muîn.

Bunların bir kısmı ise Nebevî Şeriatın ahkamının çoğunu bilmez. Allah Teala bu halden bizleri korusun. Bu sebeple pek çok günahlara düşerler. Nehye- dilen şeyi bilmezler ki, işledikten sonra tevbe, niyaz, tazarru ve istiğfar ile rablerine dönsünler de günahları affedilsin. Oysa bunlar tevbe etmeden ölüyorlar. Bu halden Allah’a sığınırız. Bunlar Cebbar olan Allah’ın azabına uğrayacaklardır. Allah (c.c) bizleri ve sizleri bundan korusun. Âmin.

Hz. Peygamberden rivayet edilen hadislerde içinde geçenlerden anlaşıldığına göre: fasıklar üç kısımdır:

1 -Bir kısmı ya âlimlerden uzak olduklarından ya da onlara kulak vermediklerinden helalle haramı ayırt etmezler. Allah Teala onları ve öyle yapıp batıla mübtela olan insanları gafletten uyandırsın.

Bunlar ipek elbise giyerler, başlarına ipek mendil sararlar. Pek çoğu ipeğin haram olduğunu bilmez. Bunu bırakın, bazıları ipeğin erkeklere helal olduğuna inanır. Oysa Rasûlüllah’dan (s.a.v) şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir: “Bir haramı helal kılan küfre girmiştir.” İpek erkeklere haramdır. Giymeye İsrar etmek büyük günahlardandır. Hatta âlimlerden birisi bir kitaptan naklederek, bir hafta ipek giymenin bir mümini katletmek gibi olduğunu söylemiştir. Bundan. Allah’a sığınırız.

Fazilet ve takva ağacı olan ilim sahiplerini kınayanlar, onlarla alay edenlere gelince; bu insanları zelil duruma düşürmek ve hakir görmek -Allah muhafaza -müçtehid imamların ittifakla verdikleri fetvaya göre açık küfürdür.

Eğer bunlar uyanıp da bu günahlarına tövbe etmezlerse, şüphesiz bu dünyadan tevbesiz olarak ayrılırlar, kıyamet gününde ise cehennemde kızdırılırlar ve hallerine pişmanlıkla feryat edip ölümü arzulayacakları şekilde azaba uğratılırlar. Bilindiği üzere üzeri paslanmış ve iyice kirlenmiş kaplar ancak güçlü ateşle temizlenip beyazlatılırlar. Bunların hâli de böyledir. İmam Rabbani hazretleri bunu bu şekilde beyan etmiştir.

2-Bir kısmı ise helalle haramı bilirler fakat aralarını ayırmaya aldırmazlar. Her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar, azgınlar da onlara uyar. Bunlar def ve zurna çalıp oynarlar. Kadın erkek bir arada dururlar. Kalp ehli insanlar, def ile zurnanın, sevap ve günaha aldırmayan, Allah Azimuşşan’a yönelmeyen kimseleri kendilerinin çalındıkları meclise davet ettiğine inanırlar. Bu meclislere de Kahhâr olan rabbine ihtiyaç hissetmeyen kimseler gider. Bunların durumu Allah’ın dilemesine kalmıştır. Dilerse onları uyandırır ve tevbe ederler, O da tevbelerini kabul eder. Dilerse tevbe kapılarını yüzlerine kapatır, uyanamazlar ve bu hal üzere ölürler. Böyle olursa hiç şüphesiz onları acıklı bir azabın içine sokar, kendilerini zakkumla besler, hamîmle sular.

3- Bir kısmı da şunlardır: Bunlar ümmetin âlimleri ve Rasûlüllah’ın varisleri ile beraberdirler. (Allah Teala bu kutlu insanların fazilet ve şereflerini artırsın. Boyunlarımızı onların ayakları altında kılsın. Onların kudsî nefisleriyle hayatımız boyunca bizleri faydalandırsın. Âmin). Bu sebeple kendilerinde helalle haramı ayıracak bilgi vardır ancak tam olarak gayret gösterip çabalamazlar. Bundan dolayı nefisleri itaatkâr olamaz, şeytandan uzaklaşamazlar. Şeytan nefsin gölgesinde bunlara yanaşıp galebe çalar, yoldan çıkarır. Bunlar böyle günaha düştüklerinde rablerinden korkmalarına, kalplerinin titremesine rağmen, yine de haramlara düşerler. Düşerler ama nefse ve şeytana karşı koyacak takatleri yoktur. Allah Teala bunlara tevbe kapısını daima açık tutar. Onlar da günahı irtikâp ettikten sonra hemen Allah’a tevbe ederler, Allah da tevbelerini kabul eder.

Daima âlimlerle beraber olmaya, sohbetlerinde oturmaya, konuşmalarını dinlemeye, fıkhî hükümleri onlardan öğrenmeye, emrettiklerine yapışıp nehyettiklerinden sakınmaya gayret göstermeliyiz. Böyle yapalım ki, belki sâlihlerden oluruz. Böyle yapmazsak üçüncü kısımdakilerden olabiliriz. Bundan Allah’a (c.c) sığınırız.

Bazıları Fatiha’yı bile doğru okuyamaz. Şafii müçtehidler, bu insanların namazlarının batıl olduğu fakat Şeriat dairesinin dışına çıkmadıkları konusunda icma etmişlerdir. Onların nikahları da çoğunlukta yoktur, zina içindedirler. Çünkü konuşmalarına dikkat etmezler. Bundan Allah’a sığınırız. Çocukları veledi zinadır. Kıyamet günü farz namazlar onlardan sorulup istenir. Bir tek namazı terk etmeye seksen bin yıllık azap vardır. Allah korusun.

İşte bu şekilde her tarafta fitneler yayılınca, her bölgeye oradakileri aydınlatmak için âlimler gönderdim. Sizin oraya da âlim, fazıl, emin ve Rasûlüllah’ın Şeriatı üzerine olan bir zatı gönderdim. Gönderdim ki, yarın Allah’a sığınacağınız hususları Sâdât-ı Nakşibendiyenin himmetiyle sizlere öğretsin. Çünkü kıyamet günü Allah’ın azabı vardır ve öyle sıkıntılıdır ki “O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, hanımından ve oğullarından kaçar.” (Abese,34-6) Hazırlıklı olmak gerekir. Çünkü o gün sizlere çok korkunç gelecektir. Zira “O gün ne mal ne de oğullar fayda vermez. Ancak Allah’a sağlam ve temiz kalp getiren müstesna.” (Şuara,88-9) İşte bu korkunç günü rahat karşılamanız için size İslam’ı öğretecek kişiyi gönderdim.

Gönderdiğim zatla beraber Akidetu’l İman’ı gönderdim. Erkekler, kadınlar ve çocuklar ondan lazım olan bilgileri öğrensinler ve sadat-ı kiramın himmetiyle kâlu belâ dedikleri günün ve Allah Rasûlünün üzerlerindeki hakların sorumluluğunu yerine getirmiş olsunlar.

Tarikati Âliyye-i Nakşibendiye’ye girmeyi talep edene gelince; bu yol sahabenin yoludur. Kulu rab- bine yaklaştıran ve O’nun gadabından uzaklaştıran yoldur. Şevk, cezbe muhabbet, zevk ve safa yoludur. Bu yola girmekle sekeratul mevt sıkıntıları, kabir yalnızlığı, münker nekirin suâli kolaylaşır. Bu yol dünya sevgisini kalpten söküp atar, yerine Allah ve Rasûlünün sevgisini koyar. Böylece mal ve evlad ile ilgilenmek de taat olur.

Silsile-i âliyyenin büyüklerinin sohbetiyle imanın kaybolmasına karşı güven oluşur. Çünkü bu yolun büyükleri Allah dostlarıdır. Onların dostları olan da Allah dostudur. Onlar öyle kimselerdir ki, sıdk ile onlarla beraber olanların durumu şu hadisteki gibidir: “Bir âlimle iki saat beraber oturan ve ondan iki kelime öğrenen veya onunla beraber iki lokma yiyen veyahut ta onunla beraber iki adım atana Allah kıyamet günü iki cennet inşa eder. Her cennet iki dünya büyüklüğündedir.”

Tarikat-ı âliyyenin en küçük faydası şudur: Bu yola tutunan kabrinde kıyamete kadar üstadın suretiyle dostluk edecektir. Çünkü, kitaplarda yazıldığına göre, insan dünyada hangi amele ünsiyet ettiyse vefatından sonra da kıyamete dek onunla ünsiyet edecektir. Üstadla ünsiyet nere, inek, at, koyun, köpek ve merkeple ünsiyet nere? Çünkü bu dünyada dünyalıkları sevenin dostu kabirde de onlar olur. Böyle olunca da inek başına bevleder. At göğsünü çifteler, koyun kabri pisler, köpek kabirde ulur durur ve kendisini seveni ısırır. Merkepte kendisini sevenin burnuna yellenir.

Mukarrabûnun yoluna gelince, onların bir tek namazı zahidlerin 70 namazına denk gelir. Onların yolu olan tarikat ile cezbe meydana gelir. Bu cezbe medhedilirken hak cezbelerinden bir cezbenin insu cinnin ameline denk geldiği söylenmiştir. O derece kıymetlidir. Bu yolun meşayihlerine gelince, onların himmetleri çok yücedir. Dünyadaki her şey onların yanındaki ummana göre bir damla su gibidir. Kim ki onların emir ve nehiylerine uyarsa, dünya ve ahireti mamur olur. Malları artar, İnşaallah imtihanı verip başarılı olanlarla beraber cennete girer.

Koca okyanusdan bir katre olmasına rağmen bu kadar medh yeterlidir. Molla Abdulkadir anlattığım hususlar için vekilim ve hâlifemdir. Bunları onlara öğretsin. Bu tarikat-i âliyye yoluna girmek istemeyen kimseyi Allah Teala Şeriat-ı ğarranın ipine tutunmaya muvaffak kılmış ise ona zorlama olmaz. Allah bizleri ve sizleri Şeriat üzere amel etmeye, emirlerine yapışıp, nehiylerinden kaçmaya muvaffak kılsın. Kıyamet günü Rasûlüllah’ın (s.a.v) huzuruna yüzümüz ak olarak çıkmayı bizlere nasib etsin.

  1. Mektup

Hâlifesi Molla Hâlil’e göndermiştir.

O’nun adıyla. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Sen de Nebiye ve âline salât eyle. Imdi; Gavs-ı Azam’ın kapısının hizmetçisinden kıymetli kardeş, dostumuz Molla Hâlil’e.

İmamların sığınağı Şeyh Seyyid Ubeydullah’la ilgili bir mektup göndermeye dair ki mektubunuz elimize ulaşınca, ilgili mektubu size gönderdim. Fakat sizce de malum olsun ki, bu hizmetkar mektubun gönderilmesinde bir maslahat görmemektedir. Çünkü bir kimse Gavs-ı Azam ve onunla ilgili malumat ve bilgilerle etkilenmez ve onun gölgesinde gölgelenmeyi arzulamazsa Mektupları alıp okumak ona fayda mı verir ki? Hem Gavs-ı Azam hakkında şüphe mi var? Halbuki irşad hizmetinin kutbu olan Hazreti Seyyid Taha ona şöyle demişti: “Herkesin yükü sırtımda, ancak seninkisi boynumda.” Bir defasında da ikisinin hizmetlerini kastederek ona şöyle demişti: “Senle ben aynı boyunduruğa çekilmiş iki öküz gibiyiz.” Bir keresinde de şehadet parmağıyla orta parmağına işaret ederek “biz bu ikisi gibiyiz” demişti. Dedesi Molla Abdurrahman’ın kutub olduğunu söylemesine rağmen onun hakkında bir defasında şunu da demişti: “Meşayih kabilesi Arkaş’tan evliya eksik olmaz ama onun gibisi hiç olmadı, olmayacak da.” Hâlifesi Kevsec hangi sebeple ona hilafet verdiğini sual edince şöyle demişti: “Benim iznimle mi hâlife oldu? Vallahi bana gelmeden önce o kendi yurdunda şeyh idi.” Onunla ilgili daha neler neler söyledi. Onun münkiri olan Seyyid Taha’nın da münkiridir, yalanlayıcısıdır. Ceza gününe kadar sabretsinler bakalım onlar orada nasıl cevap verecekler? Biz aslında nefislerine geldiği şekilde büyükler hakkında ileri geri konuşanları cevaplamaktan aciz değiliz. Çünkü enbiyanın ve evliyanın inkârı tarih boyunca olmuştur. Onlar hakkında çok şey söylenmiştir. Bunun delilleri Kur’an’da vardır: “O sihirbazdır, yalancıdır.” (Sad,4) “O mecnundur diyorlar.” (Kalem,51) “Eğer seni yalanladılarsa senden önce peygamberler de yalanlanmıştı.” (Âli imran,184)

Onların kınaması ve övmeleriyle hizmetinden sakın geri kalma. Onlara beddua da etme. Sadece mağfiret dile. Çükü Allah’ın azabı şiddetlidir. Onların durumunu Allah’a havale et. Dilerse onlardan intikam alır, dilerse affeder. Sana düşen Şeriatın hükümlerini tebliğ etmendir. Dileyen yapışır, dileyen yüz çevirir. “Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet,46) Hidayete ulaştıran Allah Teâlâ’dır. Bunu unutma. Nitekim Habib-i Muhtarına şöyle buyurmuştur: “Sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Kasas,56)

Allah’ın hidayet verip sonradan kalplerini çevirdiği kimseleri de kınama. Çünkü bu da tarih boyunca olan bir durumdur. Zaten Allah Teala şöyle buyuruyor: “Semud kavmine gelince onlara doğru yolu gösterdik, fakat onlar körlüğü doğru yola yeğlediler.” (Fussilet,17) Tevbe edenlere, sohbetlerinde, nasihatlerinde, Şeriatın ahkamını beyan etmeye çokça eğil, özellikle de Fatiha’yı, akideyi onlara öğret; ipek giymekten men et, çünkü ipek fasıkların alametlerindendir. Zevâcir’de şöyle geçer: “İpek giymeyin. Dünyada ipek giyen ahirette giyemez.” “Dünyada ipek giyen cennete giremez.” “İpeği hayırdan nasibi olmayan giyer.” “Bu ikisi (ipek ve altın) ümmetimden erkek olanlara haramdır.” “Cennetin ziyneti ve ipeğini istiyorsanız onları burada giymeyin.” “Kim dünyada ipek giyerse ahirette ondan mahrum kalır.” “Allah’ın günlerini (ahireti) umud eden kimse ipek giymesin. Dünyada ipeği ahirette giymeyi ümid etmeyen giyer.”

Peygamberlerinden kendilerine bu hadisler ulaştığı halde elbiselerinde ve evlerinde ipek kullananların durumu nasıl olur acaba? Oysa “ipek elbise giyene Allah kıyamette ateşten bir elbise giydirir.”

Bizlerin başlarındaki ipekten değildir derlerse, onlara de ki: “Doğrusu o ipektir. İpek olmadığı kabul edilse bile, fasıkların giysisidir.”

Onlara nazik bir hatırlatma yapıldığında muhtemelen hatırlayacaklar veya korkacaklardır. Kim tevbe ederse kendi yararına etmiş olur. Kim de tevbe etmezse belki Allah ona ileride gerçeği gösterirde bağışlar, hakikati anlar.

Kadınlarla erkeklerin bir arada bulunmalarından, şeytanın müzik aletlerini dinlemekten insanları men ediniz. Hanımını erkeklerle beraber oynamaktan alıkoymayan kocaya yazıklar olsun. Bu oyun işi büyük bir fitnedir. Müslümanlar bunu kafirlerden almışlardır. Oynamak bir tarafa erkeklerin hanımlarını yabancılara gözükmekten, onların önünde bulunmaktan dahi men etmeleri gerekir. Çünkü, bunlar azab-ı elîmi gerektirir.

İnsanlara cumaya gitmelerini, cemaate katılmalarını emrediniz. Çünkü Cuma namazı ehli sünnet vel cemaatin şiarlarındandır, bilakis İslam’ın şiarlarındandır. Cuma’yı terk etmek büyük günahlardandır.

İnsanlara dünyanın fani olduğunu, nimetlerinin zail olduğunu, burasının sıkıntı ve meşakkat yurdu olduğunu haber veriniz. Dünyayı ahiretin tarlası kılan kimse için ise durum böyle değildir. Nitekim bir hadiste şöyle beyan edilmiştir: “Dünya ve ondaki her şey melundur. Zikrullah ve onun peşinden gelen nimetler hariç.”

Ahiret ebedidir, azabı şiddetlidir, nimetleri lezzetlidir. Cehennem azap yurdu, cennetse rahmet yurdudur. Orada Allah Teala ile karşılaşılacak ve görülecektir. Bu iki büyük nimete denk olan hiçbir nimet yoktur.

İnsanlara beyan ediniz. Bizim yolumuz cezbe ve muhabbet yoludur. Bu iki haslete sahip olan için daha büyük fazilet yoktur.

Ben sevgilinin aşığıyım

Derdim gayretim O’na

Küfür ve imana gelince

Onlar kala ikinci sırada

Allah’ın selamı sizlere, dostlara, ihvana ve Şeriatı Mustafa’yı (s.a.v) iltizam edenlere olsun. Salatu selamın en efdâli, yağmur katreleri, ağaç yaprakları ve olacak olanlar miktarınca nebilere, rasüllere, mukarrabûn meleklere olsun. Âmin. Hamd olsun Alemlerin rabbi olan Allah’a, (c.c)

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla Abdullah’a, Molla Reşîd’e, Molla Hasan ile ehli beytine, Nurşin ağalarına göndermiştir. Ramazan ayının faziletlerine ve diğer hususlara dikkatli olunması hususunda emirlerde bulunmaktadır.

Selamın kamili Molla Abdullah’a, Molla Reşîd’e, Molla Hasan’a, ehli beytimize, Norşin ağalarına ve diğer köylülere olsun. Allah cümlenizi selamette kılsın.

İmdi; malum olsun ki, matlub olan bu mübarek ayın faziletlerine karşı teyakkuzda bulunmak, bu ayda sâlih amelleri işlemeye son derece önem vermek, nefis ile son derece cesaretli ve cüretli cihada yönelmektir. Ramazan’ın bereketini kaçırmamak için çok gayret göstermeniz icap eder. İmam-ı Rabbani Gavs- ı Semedani (r.a) Mektubat’da şu mealde beyanda bulunur: Bu ayda yapılan nafile namaz, zikir sadaka ve benzeri şekildeki nafile ibadetler diğer günlerde eda edilen farzlara neredeyse denktirler. “Bu aylarda eda edilen farzlar bu ay dışında başka aylarda eda edilen 70 farza neredeyse denktir. Bu ayda bir oruçluya iftar ettirenin vücudu cehennemden azad olur ve affedilir. İftar ettirdiği oruçlunun sevabından ise bir eksilme olmaz. Bu ayda Rasûlüllah esirleri azad etmiş, kendisinden istekte bulunanların ihtiyaçlarını karşılamıştır.”

Bu sebeple, bu ayda hayırlara ve sâlih amellere yönelen kimse senenin diğer zamanlarında da hayra muvaffak kılınır. Tevfik onun yoldaşı olur. Bu ayı değerlendirmeyip tefrika içinde geçiren kimse ise senenin diğer zamanlarını da aynı hal üzere geçirir. Bu sebeple mümkün olduğu kadar cemaatle beraber bulunmaya gayret etmek gerekir. Bu ayı bir ganimet bilmelidir. Bu mübarek ayın her gecesinde binlerce insan cehennemden azad edilir. Cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır. Şeytanların (azgın olanları) zincire vurulur, rahmet kapıları açılır. İftarı hemen yapmak, sahuru geciktirmek sünnetlerdendir. Bu iki vakitte de Allah’a karşı olan acziyet ve muhtaçlığı hal ile kulluğa yakışır şekilde ortaya koymalıdır. Hurmayla iftar sünnettir. İftar edilince “susuzluğumuz gitti, damaklarımız ıslandı” denir. Böyle yapana ecir vardır inşaallah. Ramazan’da teravih namazını kılmak, Kuran’ı hatmetmek sünneti müekkedelerdendir. Bunlar çok bereketli neticeler getirirler. Kendisini tesbih ettiğim Allah bizleri ve sizleri habibinin hürmetine bunlara muvaffak kılsın. Onun yüce zatına ve âline selam ve hürmetler ederim.

İşte emirler böyle olunca haramlardan kaçınmanın durumunu da sen hesap et. Orucun sevabı şunları yapmakla tamam olur: Gıybetten, sövmekten, yalandan hatta mübah boş kelamdan, bakmak-dinlemek- koklamak suretiyle lezzet almaktan, akan suya olsun bakmak gibi şeylerden tat almaktan, güzel şiirleri dinlemekten ve söylemekten, güzel elbise giyinmekten sakınmak gerekir. Kızmamaya, kötü kelam etmemeye gayret etmelidir. Devamlı sükûn, tebessüm, dua, istiğfar hâlinde bulunmalı, haklı olarak bir söz söyleme durumu olduğunda dahi karşılık vermeyip affedici olmalıdır.

Üstadımız olmadan ramazanı geçirmeyi hayretle yad edip üzülün. Bu aydan önce onunla beraber olduğunuz günleri anın, sohbeti çok yapın. Virdlere yapışın, özellikle de rabıtayı çokça yapın. Gecelerde muhabbet ve şevki artıracak amellerde bulunmakta beis yoktur. Sohbet edip geçen ayı hakkıyla değerlendiremediğine üzülene ne mutlu.

Molla Abdullah nefy-u isbata devam etsin. Rabbin dışında her şeyin yok olduğunu düşünerek yapsın. Şunu da bilsin: Gördüğünü zannettiği şeyler esasında perdedir. Bu perdeler ve örtüler üzere takılıp kalmasın, Zat’a yönetsin. Çünkü Allah Teala perdenin arkasının da arkasındadır. Ruh ise bu perdelerin aşılmasında son derece mesrur olur.

Molla Reşîd’e gelince; letaiflere devam etsin. Her yüz virdin başında üç kez “ilâhi ente maksudî ve rıdâke matlûbî” desin. Başına gelen ölüm musibetiyle kalbi depreşince -ki cezbe ehlinin yanlış düşüncelerden uzak durması gerekir- “Allahtan geldik ve yine ona döneceğiz” (Bakara,156) dedikten sonra şöyle desin: “Allah’ım! Esas hayat ahiret hayatıdır,”

Allah onun kerimesini mağfiret etsin ve Gavs-ı Azam’ın zümresi içinde haşretsin. Vefatın, onun için dünya hapsinden kurtuluş olmasını, kazandığı ecirden eşini ve bizleri mahrum kılmamasını yüce Allah’tan dilerim. Allah’ın (c.c) onu ve bizleri affetmesini, bizleri, akrabasını, kocasını ve ebeveynini ondan ayrılma elemi sebebiyle sevaba gark etmesini, hanımın geriye bıraktığı yetimlerini Nebi’nin hürmetine güzel yetiştirmesini Rabbim Allah’tan niyaz ediyorum. Salatın ve selamın en üstünü efendimize, âline ve ashabının tamamına olsun.

Gavs-ı Azam’ın kapısının hizmetçisi olan ailemiz de virdlerini yirmi beş binden aşağı düşürmesinler, her gün bir cüz Kur’an okusunlar ve bir o kadar da rabıta yapsınlar. Ailemiz efradından ve başkalarından böyle yapanlar sâliklerden sayılırlar. Onlar sülük yoluna girmeye niyetlensinler. Bu kapıda hizmet edenler kendi ailesine hizmet ediyor da olsa hizmetlerini üstadın emriyle yapsınlar ki yaptıkları taatın yanında bu da hizmet olmuş olsun. Nitekim Hoca Ahrar hazretleri (k.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin Cuma’ya ve cemaata gittiği müddetçe, on cüzün (sevabın) dokuzu hizmete, biri de taattadır.”

Ahmet Ağa’nın mektubu bize ulaştı. Bizlere muhabbet ve sürûrlarını yazdırmış. Böylece kendilerini bizlere hatırlatmış oldu. Üstadımızı da istimdat edip tahayyül etsin, inşaallah kendilerine meded edecektir.

Zaman Han’ın arkasından bir kişi gönderdim, fakat gönderdiğim kişi ona yetişemedi ve geri döndü. Ahmed Ağa’ya, Zaman Han’a, Nuri Ağa’ya, Bedir Ağa’ya, Osman Ağa’ya, İbrahim’e, Haydar’a ve kardeşlerine, çocuklarına, etbalarına selam ederim. Beni ve sizleri mağfiret etmesi için Allah’a dua talep etmenizi istirham ediyorum. Âmin. Allah’ım! Boyunlarımızı cehennem ateşinden koru, veli kulun Gavs-ı Azam’la buluşturarak bizleri rızıklandır. Rasûlün ve bu mübarek ayın hürmetine dünyayı gözümüzde tamamen değersiz kıl.

  1. Mektup

Hâlifesi Molla Abdullah Nurşînî ile Molla Reşîd’e göndermiştir.

Allah’ın adıyla. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) O’nun nebisine ve âline salat olsun.

İmdi; Gavs-ı Azam’ın kapısının hizmetkarından ihvanın en hasları ve iyileri Molla Abdullah ve Molla Reşid’e. Sizleri rahmet ve bereketle selamlar, dua eder, dualarınızı talep ederim. Sizlere selam ederim. Çünkü aşk sizleri kendine çekmiş, ayrılık ateşi yakmıştır. Sizler geçmiş günleri yad ederek kalplerinizin yaşlarıyla aydınlanırsınız. Geri dönmeyi temenni edersiniz, ayrılmış olmamayı, yanımızda bulunmayı arzulayıp durursunuz. Bu halde değilseniz olmaya, bu halde iseniz daha da yoğunlaşmaya gayret edersiniz. Çünkü size yarın kıyamette Rabbinizden sizi ne alıkoydu denilmesini istemezsiniz. Selamımı ihvana, özellikle de onların haslarına ve genelde hepsine iletiniz. Onlara şunu tebliğ ediniz: Allah başkalarına nasip etmediği bir şeyi, bir araya geldiklerinde sohbette bulunmayı onlara ikram eylemiştir. Bu ikramdan dolayı Allah’a şükretsinler. Daha önceki bu sohbet beraberliklerini hasretle ansınlar. Allah’ın izniyle rabıta, sohbet, hatme ve cemaata dönmeye baksınlar. Böyle yapsınlar ki dünya kendilerini muhabbetten, ihlâstan alıkoymasın.

Selamımı Gavs-ı Azam’ın hizmetkar hanımına, çocuklarına iletiniz. Hallerini cemaata belirtiniz. Gavs-ı Azam’ın arzuladığı şekilde onun razı olduğu amellere yapışsınlar. Emirlerine uysunlar, nehiylerinden kaçınsınlar, sohbet ve muhabbet ile meşgul olsunlar, efendilerini sevip onlara bağlanmakla dünyaya meyletmekten uzaklaşsınlar.

Sizlere, onlara, Ahmed Ağa’ya, diğerlerine, Osman Ağa’ya, Bedir Ağa’ya, Nuri Ağa’ya, İbrahim Ağa’ya kendilerine bağlı olanlara ve herkese tekrardan selamlarımı gönderirim. Hep beraber Allah’a dönüp tövbe edin ki belki sâlihlerden olursunuz. Allah beni ve sizleri velhasıl hepimizi mağfiret etsin. Âmin.

  1. Mektup

Hizmetkarı Saîd el-Milâkendî’ye göndermiştir.

O’nun adıyla. Selam seçtiği kullar üzerine olsun.

İmdi; hizmetkardan istikamet ehli kardeşim dostum Saîd’e. Neynik’te geçen meseleyi haber veren mektubun bize ulaştı ve meseleyi öğrendik. Onlara şunu söyle: Bu hizmetkar şimdiye kadar onların din ve dünyalarının kendisine teslim edildiğini biliyor, bu sebeple onlar için hayırlı gördüğünü yapıyordu. Şimdi ise buralara bu acizi vekaletten azlettikleri haber- ‘eri geliyor. Ben de işlerini onlara geri tevdi ittim, fakat onlar yine de bizim kardeşimizdir. Zaten bize gerekli olan onlara dua etmektir. Fakat sen yine de onlara de ki: Sizlere hayret ediyorum. Siz daha önce bizler mal, çocuk, hanım ve nefislerimizin peşinde koşar değiliz, diyordunuz. Şimdi ise size ne oldu peki?

Evvelden aşinalık senden oldu

Nihâdan resem cudâlık senden oldu.

Hâderûn ki yârem bî vefadır

Şükür ki bî vefâlık senden oldu.

Bu vekalet hususunda yaptıklarına pişman olduklarında kendileriyle rableri arasındaki münasebete zarar vermesinler. Allah’tan korksunlar ve sâlihlerden olsunlar. Fitneye götüren ve uyandıran şeyleri söndürsünler. Böyle yapsınlar ki şu haberde kastedilen melunlardan olmasınlar: “Fitne uyumaktadır. Allah’ın laneti onu uyandırana olsun.”

Ado’nun karısına gelince, kadının sözüne göre iki veya bir buçuk yıla kadar onunla evlenemez. İbo’nun hanımına gelince, başka bir erkekle evlenip kocası onu boşayıncaya bundan sonra da iddet bekleyene dek tekrardan onunla evlenemez. Hâlini düzeltenlerin ecri rablerine aittir.

  1. Mektup

Fakih Ahmed el-İlâluvî sebebiyle gönderdiği Mektuptur. Onun hizmetine girdikten sonra bir göçüğünün payına düşen miktarı kendisine vermeyi nezretmesinden ve diğer hususlardan bahsetmektedir.

Onun adıyla. Salat-u selam seçtiği kullar üzerine olsun. İmdi; bu şer’i hüküm ihtiva eden sahifeye bakanlarca malumdur ki, Allah Teala’nın tevfiki ve kapının bu hizmetkarı vesilesiyle Fakih Ahmed bin Keleş el-İlâluvî Gavs-ı Azam’ın gölgesi altına katıldıktan sonra, Gavs-ı Azam cezbesiyle onu kendisine bağladı. O da nefsini dünyevi bazı alakalardan çekti. Kardeşlerini, mallarını, evlerini terk etti. Ya cezbenin sarhoşluğundan ya da Allah’a olan tevekkülünden dolayı bu âlî cemaatin hizmetinde bulunmaya başladı. Oysa kendisinin ehl-u iyâli vardı. Bu hizmetkar maslahata uygun olarak, ailesinin ihtiyacını karşılayan vesileleri yerine getirmesi gerektiğine karar verdi. Her ne kadar rızkı veren Allah Teala olsa da şeytanın lanetlileri ona vesvese vermesinler diye bunu münasib gördü. O ise -vefat ettiği hastalığında-, vefatından bir saat kadar önce malının çocuklarından birinin payı kadarını Allah’a yaklaşmak için bu fakir adına nezretti. Böyle yapmasına da Gavs-ı Azam’ın Ahrar’dan (k.s) naklederek söylediği şu söz sebep oldu: “Sadakanın en faziletlilerinden biri de nefsini terbiye etmek isteyene yapılan sadakadır.”

Bu nezir, eğer Fakih Ahmed yaşasaydı, kendisinin, vefat etmiş olduğuna göre de geriye kalan çocuklarının yerine getirmeleri gereken sahih bir nezirdir ve Şafii mezhebine göre de Şeriata muvafıktır. Bu nezri iptal etmek isteyenin isteği geçerli değildir. Çünkü bu hizmetkar ve sadat-ı kiram buna razı değildir. Allah bile razı değildir. Allah’ım! Bu nezri senin katında makbul bir amel olarak kabul buyur. Âmin.

Bu aciz Üstad-ı Azam, Kutb-i Efham ile Fakih Ahmed’i hakem tayin etti. Onlar bu nezrin sahih olduğuna karar verdiler. Şunlar da şahitlik etmiştir: Şeyh Fethullah bin eş-Şeyh Abdurrahim, Şeyh Abdurrahim bin eş-Şeyh İbrahim el-Melekendi, Seyyid İbrahim bin es-Seyyid Mahmud el-İs’irdî, Şeyh Mahmud bin eş-Şeyh Tahir el-Hûrî, Şeyh Tahir bin eş-Şeyh Abdil- Hamid el-Abirî, Molla Ahmed ed-Dimlî, Molla Muhammed ez-Zivingî, Molla Muhammed Mîrzokijî, Molla Abdullah en-Nurşînî, Molla Abdulhakim el- Firsâfî, Molla Muhammed el-Behtî, başka bir Zivingî, Molla Âli Güzel, Molla Hasan el-Haten, Molla Hüseyin es-Semerşîhî, Fakih Âli el-Hiveydî, Fakih Muhammed el-Usbâhirtî’de şahidimizdir.

  1. Mektup

Seyyid Ubeydullah’a yardım etmeye gitmelerini teşvik için tüm etbaına göndermiştir.

Onun adıyla. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Yine her şey Nebi’ye ve onun âline salat eder. İmdi; Gavs-ı Azam’ın kapısının hizmetkarından tüm büyüklere, küçüklere ve tüm Müslümanlara. Allah’ın selamı, rahmeti, mağfireti, sadat-ı kiramın füyûzâtı, bereket ve himmetleri saydıklarımın üzerlerine olsun.

İhvan kardeşlerim! Allah Teala sizlere rahmet etsin. Malumdur ki imamların sığınağı Hazreti Penah Seyyid Ubeydullah Şah ve tüm ashabı ile etbaı ve dahi tüm Müslümanlar sizin taraflarda Râfizîlerin üç hâlifeye dil uzattıklarını, ehli sünneti tekfir ettiklerini, şenîatlarını ortaya döküp insanları kendilerine çekip, ehli sünnet olanları kendi akidelerine soktuklarını, Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye için duadan men ettiklerini gördüklerinden onların üzerine yürüdüler. Onları yenip Tebriz’e kadar olan mahalli onlardan zabtettiler. Daha sonra askerler vakit geçtiğinden geri dönünce Râfizî askerleri arkalarından geldiler ve Müslümanların hanımlarını, çocuklarını katledip, bazılarını da kendi akidelerine sokup zulmettiler. Onların bu zulümlerinden dolayı yüz bin ev civar Müslümanlara sığınmış, göç etmiştir. İmamların sığınağı olan Hazreti Penah es-Seyyid Ubeydullah Şah da bu baharda onlarla savaşmayı, onları yenmeyi murad etmiştir. Bu savaşla Acem topraklarını ele geçirecektir. Hem Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye ve hem de Avrupa devletlerince onun bu işi yapması, muvafık görülmüştür. Durum böyle olunca, her Müslümanın özellikle de bu hanedana vasıtasız veya hâlifeleri vasıtasıyla veya da Gavs-ı Azam vasıtasıyla veya da imamların sığınağı olan oğlu vasıtasıyla bağlı olanların hazırlıklarını yapmaları ve bu savaşta yanında yer alması gerekir. Bu hizmetkarın düşüncesi şudur: Ümmetin sığınağı (Gavs) silah altında iken dünya lezzetlerinden tat almak, hanımlarla muhabbet etmek, çocuklarla oyalanmak ve bu cihaddan geri kalmak haramdır. Çünkü, bu savaş ashabı kirama bilakis Nebiyyi Ekrem’e (s.a.v) sahip çıkmak ve hatta İslam’a sahip çıkmaktır. Çünkü, Allah muhafaza buyursun, dinin hakikatinden yoksun bu kimseler gâlip gelecek olsalar ehl-i sünnetten yüz bin evi kendi inançlarına sokacaklar ve ehl-i ilim de zelil olup İslamın şiarlarını ortaya koyup beyan etmeye muktedir olamayacaktır. İmamların sığınağı tek başına da onlarla savaşmaya gitse irşad dairesinin kutbu olan babası Hazreti Seyyid Taha’nın hürmetine, imamların nuru dedesi Hazreti Gavs el-Cîlî’nin hürmetine, sâlih ve sâlih olmayanlara tasarrufta bulunan amcası Seyyid Muhammed Sâlih’in hürmetine, hilmin menbalarının menbaı olan Seyyid Abdullah’ın hürmetine, Gavs-ı Azam’a olan sevgisinden mecnun olanın hürmetine, Fahri kâinat ta dahil ona kadar olan sadat-ı kiramın hürmetine inşaallah karşı taraf gâlip olamayacaktır.

Bu cihaddan geri kalana yazıklar olsun, eyvahlar olsun ki bu büyük zevatın füyûzâtından mahrum kalacaklar.

Kardeşlerim! Şimdiye kadar sefihler “o düşman tarafındandır” dediği gibi, sizlerde bu hizmetkarın bu işe muvafakat etmediğini iftira edip duruyordunuz. Allah’a yemin olsun ki! Rabbül alemin nasip ederse, bu hizmetkar da nefsi, malı, çocuğu, dostları, ashabı, etbaı ile bu savaştan geri kalmayacak. Bu savaştan sadece bu davadan ayrılanlar geri kalır ve kendi kendilerine düşmanlık yapanlar evlerinde oturakalır. Eğer sizler bu hizmetkara, Gavs-ı Azam’a, irşad dairesinin kutbuna ve imamların sığınağına gerçekten sadıksanız, onun vermiş olduğu cezbeden ötürü evlerinizde oturamazsınız. Halbuki kendi döneminde bir küheylana binmiş gibi giden Gavs’ul Azam’ın atının ayak tozu, gerçek manada görmeyen gözlerimizin sürmesidir. O tarafın hayvanatının gezip üzerinde dolaştığı toprağı öpmek bizlerin cezbesidir.

Allah’ım! Bu hizmetkar ve dostlarını bu büyük nimetten, yüce rütbeden ve azim dereceden mahrum etme. Hakkı tutup kaldırmada, onu bilip tanımada eşsiz olan Gavs-ı Arvâsî’nin yolunun toprağında fena olmaktan, ebedîlik cezbesinin pirlerinin aşk yolu olan sülûkün sevgi nurlarından bizleri nasiplendir.

Kahramanlığın en güzelini ortaya koyana, âline, ashabına sonsuz salatu selamlar olsun. … Hicri 1297

  1. Mektup

Tüm müridlerine göndermiştir. Mektubunda merkadını ziyaret ettikleri Üstad Gavs-ı Azam Seyyid Sıbğatullah Hazretlerinin, evladının, etbaının ve hizmetçilerinin kendilerine olan ikramlarını ve diğer hususları müjdelemektedir. Allah onun makamını âli etsin.

O’nun adıyla. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Ve her şey Nebiye ve âline salatu selam eder. İmdi; Dostlar! Sizlere müjde olsun. Bu hizmetkar ve beraberindeki dostları attıkları her adımdan sonra bu dergâhın cezbesinden ötürü muhabbetleri ve iştiyakları arttı. Bitlis’e vardıklarında Gavs-ı Azam’ın dostlarıyla, onların imamı Molla Hüseyin el-Kelîbî ile muhabbet ettiler. Bu dostluk neticesinde bu dergâhın hayvanatının bastığı toprağı öpmeye olan iştiyakları arttı. Cezbeden kaynaklanan aşırı muhabbetle Kodedan köyünü ziyaret ettiler. Karşılaşmaya olan iştiyakları iyice arttı. Uzun zamandan beridir görüşemediklerinden dolayı yanan yürekleri göz yaşlarının akmasına neden oldu. Oradaki boş evler bu hasreti ifade ediyordu. Gayda köyüne geldiklerinde Gavs-ı Azam’ın temiz merkadının kubbesi gözlerine göründü. Rabbim kuşaklar boyu, onun evladı iyâliyle buradaki nisbeti kıyamete kadar artırsın. Âmin.

El-Puhti eş-Şeyh Abdurrahman el-Buhtî ve sevgili kardeş el-Buzurkî Seyyid Abdurrahim el-Birûkî’ye vardıktan sonra medfun olanlarla tevessül ederek merkad-ı şerifin ziyaretine yöneldiler. Gözlerini açtıklarında kendilerini kadehler dolusu ilâhi şarap içenler 9’bi hissettiler. Onun manevi nazarları altında mağfiret isteme yeri olan dergâha vardılar. Oraya geldiklerinde hizmetkarlar onların kusurlarını hiç görmeden, kerem ve af ile onları karşıladılar. Hoş geldiniz deyip buyur ettiler. Uzun zamandır sizleri bekliyorduk dediler. Hizmetkarların ikramı bu olursa, sadatın ikramını sen hesap et. Ancak burada gördüğümüz bir hal var ki, o da insanların hilm ve tabiat olarak en üstünlerinden birinin de Seyyid Hasan olduğudur.

Bu hizmetkarın fakihlerinden birisi de Molla İsa köyünde okumak için gitti. Kehniyâmîran’dan Hûrûs’a kadar beraberinde dinin kapısı olan mezkûr Seyyid de gitti ve bu fakihin köyde yemeğini temin etmelerini istirham etti. Seyyid Nur Muhammed’in arkasından birini göndermek için de çok acele etti. Bu hizmetkârın sofilerinin sözüne göre bu zat mecnun gibi kendini hakka adamış bir insanmış. Sofiler bu dergâha her yönden teşekkürlerini sunduktan sonra, bu hizmetkâr buradakilerin Gavs-ı Azam’ın kapısının kölelerinin bu kalabalık bakışlarına razı olmayıp et- raftakilerin problem çıkarmasından korktular.

Nimetlerine denk ve nimetin artışına münasip şekilde hamdımız Allah’adır. Allah’ım! Senin yüce zatına uygun şekilde hamdim sanadır. Sana senayı hakkıyla ifa edemem. Sen kendini övdüğün gibisin. Allah’ın selamı sizlere ve Şeriat-ı Mustafa’ya tabi olanlara olsun. Salat-u selamın en kamili ona, âline, ashabına, tüm nebiler ve rasüllere ve de onların ashablarına olsun.

6-Zilhicce-1297

  1. Mektup

Bu hakir-i fakire göndermiştir. Gavs-ı Azam’ın çocuğu Şeyh Hamza’nın hapsedilmesi meselesiyle ilgilidir.

Selam sıdk ve hamiyet sahibi aziz kardeşim Molla Abdulkahhar’a olsun. Allah onun fazlını artırsın.

Malumunuz olduğu üzere ben Seyyid Hamza ile ilgili olarak Gayda’ya bir Mektup gönderdim. Bana gelme diye işaret edildi. Sonra bu mektubu gönderdiğim tarihte tedbir olarak güzel yer Gayda’ya gitmem için tekrar Mektup aldım. İstişarede hayır vardır diye düşündüm. Bu Mektup sizlere ulaşınca, arzum Hazreti müftüye gidip selamlarımı iletip dualarımı aktarmanız, sonra da durumu kendilerine ve Seyyid Hamza’ya açmanızdır. Durumu onlardan öğrenin. Gelmeye ihtiyaç var mıdır? İhtiyaç varsa hep beraber mi yoksa tek tek mi gelinsin. Hizan yolundan mı yoksa mutad yoldan mı gelelim. Eğer gelmemize işaret edilirse nasıl gelineceği, ne tür tedbirler almak gerektiği ve nasıl hareket edileceği, ihtiyar zatın oğlunun nasıl kurtulacağı üzerinde bilgi verilsin.

Allah’ın selamı sizlere ve bu Mektup okunduğunda hazır bulunanlara olsun.

28-Şevval-1296

  1. Mektup

Bu fakir-i hakire göndermiştir. Meşhur meseleden bahsetmekte ve bazı emirler vermektedir.

O’nun adıyla! “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Ve her şey Nebiye ve âline salat-u selam eder. Beşer olan hizmetkardan Cemil-u Cebbâr olan yüce Allah’ın ikramıyla lâhûtî olan kardeş molla Abdulkahhâr’a.

Hizmete gelmek yerine sabretmenin daha hayırlı olduğu haberi ulaşıp da emir sebebiyle burada kalınca, bu hizmetkarı bir sıkıntıdır aldı. Burada kaldığı ve etmediği için içini sıkıntılar bastı. Oysa o ruhunu onun hayvanatı uğruna feda etmeğe hazır. Mektubun gelmesinden dört gün önceki gece, rüyada, sonunda gelmemizin hayırlı olduğu belirtilen bir Mektup göndermişsiniz diye gördüm. Bu hizmetkar ise hayrın Norşin’e gitmek olduğu kendisine ayan olana dek rüyasındaki Mektuptaki işareti anlayamadı. Böyle olunca da fırsat geçti, olanlar oldu. Bu sebeple bu mektubu bir an önce sizlere yazmak için acele etti. Çünkü bu olanlardan sonra ne şekilde gözümüzün nuru şeyh Hamza’yı ve kıymetli dost müftü efendiyi nasıl ziyaret edeceğimizi bilemiyoruz. Bu hal ise bu hizmetkarı ihtiyarlattı. Bu hizmetkarın üzüntüsü daha da artarak devam ediyor. Çünkü Molla Abdullah es- Suhrî şöyle demiştir: Rasûlüllah derin bir âlim olan babama Molla Hüseyin’i yerine oturtmasını ve hem benimle hem onunla istişarede bulunmasını emretmişti. Sonra yaşanan olaylar ise onu ferahlandırdı. Kendisini mecazi muhabbetten ilâhi cezbeye götüren hizmet yolunda bulundu. Nitekim Ahrar hazretleri dört yıl süreyle hamam hizmetinde bulunmuştu.

Allah yolundaki kardeşim! Rabıtayı bırakma. Rabıtaya devam et ki huzur nisbeti sende meydana gelsin. Şu üç vakitte, yani konuşurken, yerken ve uyurken dikkatli ol. Lezzet almayı bırak, tefekkür içinde olmaya gayret et. Çünkü bunlar fani şeyler olup kafirlerin peşinde koşup arzuladıkları işlerdir. Asıl olan ise Mahbub-u Hakiki olup, maksud ve matlub olan O’dur.

Dua talep ederek üstadın ehline karşı kerim, dostlarına karşı da alçak gönüllü ol. Bu hizmetkar adına Molla Ömer’in ve dedenizin diğer çocuklarının ellerini öpünüz. Keza onun yerine dedenizin kabrini ziyaret ediniz. İmkân nisbetince her ne olursa olsun sohbeti hiçbir şeye denk tutma. Çok kez üstadın ashabı, hatta civardakiler ve hatta bazı gayr-i müslimler bile bu hizmetkarın Gavs-ı Azam’ın merkadına gitmesini istiyorlar. Ben ise mektubunuz sebebiyle gidemiyorum. Yoksa orası bizim vatanımız, hüznümüzün dindiği yerdir.

12-Zilhicce-1296

  1. Mektup

Mektubu bu hakir-i fakire göndermiştir. Bu Mektup Şeyh Muhammed el-Fursâfî’ye (k.s) gitmesine muvafakat ettiğini beyan etmekte olup kendisinin yüce katına gönderilen mektuba cevaptır.

Hamd olsun şerefin, izzetin ve yüceliğin sahibi olana. Salat olsun, yerler ve gökler kaim oldukça mahlukatın en hayırlısına, âline, ashabına. İmdi; beşer olan hizmetkardan lâhûtî kardeş Molla Abdulkahhar’a. Allah kendisini hileden ve hilekardan muhafaza buyursun. Sevgi dolu, ihlâsınıza ve muhabbetinize delalet eden mektubunuzu Fakih Davud bizlere ulaştırdı. Allah Teala’ya şükr olsun, hamdolsun. Çünkü tarikat-i âliyyenin özü hatta aslı muhabbet ve ihlâstır.

Mektubunuz bu hizmetkarı hemen cevap yazmaya şevketti. O da bu mektubu hemencecik yazdı. Bu Mektupta Gavs-ı Azam’ın ve sadatın büyüklerinin himmeti ile Allah rızasına muvafık olan şeyleri yazmayı ümid ediyorum. Eğer bu hizmetkarın nefsi Allah rızasının ötesine geçerse onun için istiğfar dileyiniz.

Allah bereketini hem sizlere hem de bu hizmetkara bolca ihsan etsin. İlk önce bu hizmetkar merhum dedenizin buyurduğu şekilde sizlere nasihat etmek ister. “Rabbini sev, onun adına buğzet.” “Yanındakilere yumuşak kelam kullan.” “Ufkun uçsuz bucaksız olsun. İnsanların zahirlerine takılıp aldanma, ümidini kesme. Eğer bir kötülük görürsen, elinden geliyorsa ya onu giderirsin ya da o uğurda canını verirsin.”

Bunun manası sizce malumdur. Lakin iştiyakı da yazıp anlatmak gerekir. Allah’ı sevmek ve onun adına buğzetmeye gelince; bu, düşmanlarına buğzettikten sonra husûle gelir. Bunun dönüp dolaştığı yer ise nefistir. Bu sebeple, Allah sevgisi ile diğer sevgileri bir kalpte aynı anda bir arada bulundurmak mümkün değildir. Bu yüzden İmam-ı Rabbânî şöyle demiştir. “Sende şu ikisinden biri mutlaka bulunur. Ya nefsini seviyorsundur ya da rabbini.” Çünkü iki şeyin sevgisi aynı kalpte toplanmaz. Nefis sevgisi insanı nedamete, yalnızlığa ve hüsrana götürür. Bu hizmetkarın nefsine olan sevgisine yazıklar olsun, yazıklar. O bu nakısiyetinden dolayı Allah’tan mağfiretini diler. Ey Allah’ım! Rasûl-i Ekrem ve Gavs-ı Azam hürmetine bu hizmetkarı bağışla.

İsmi yüce olan Allah’a muhabbete gelince; bu en yüce gaye ve nihai amaçtır. Ne olursa olsun hiçbir şey buna denk olmaz.

Vaiz aşktan gayri ne söylerse

Sen onu bilesin tam bir efsane

Keza Allah Teala’ya muhabbet O’na olan cezbe ile meydana gelir. Bu ise cüzi ihtiyar ile elde edilir. Bu sebeple vakti bunu elde etmeye sarf etmek gerekir. Böyle yapılırsa Zatı Mukaddes, Celil ve Cemil olan Allah da kalpleri kendisine çeker. Çünkü uygun olan sevmektir. Sevince de Cemil ve Celil olan Allah bu sıfatlarıyla kulu kendisine cezbeder.

Yârin zülfünün ve beninin derin sevdasından

Bazen kendimden geçmişim, bazen da perişan

Allah’a muhabbet şu şekilde oluşur. İnsan cüzi ihtiyar ile Allah Teala’nın cemal sıfatını, kudsiyetini tefekkür eder. Nefsine de -hakir görüp buğz ederek- bakar. Çünkü nefse düşmanlık Allah’a muhabbete götürür. Nefse ne hasım ne de hakem olarak itaat etme. Hasım ile hakem kılınanın ne tür hileler düzenlediklerini bilirsin. Esasında nefse düşmanlık arzulanan şeyleri bırakmakla olur. Arzulanan şeyleri bırakmak ise dünyayı hatta ukbayı terk etmekle olur.

Mevlâna Câmî’nin dediği gibi “her iki cihanda da aziz olasın.” Şunu bilesin ki, çünkü bir olan Allah’ı hakkıyla sadece kendisini birlemiş olan ister. Nefsi hakir gören ve onu yücelteni de hakir gören Allah’ı tesbih ederim. Siz ve bu garip hizmetkar Firavun’un ve Ebu Yezid el-Bistamî’nin ne dediğini görmez mi? Firavun “Ben sizin en yüce rabbinizim” diyerek nefsini yüceltti ve helak oldu. El-Bistami ise nefsini tahkir ederek ilâhî cezbeyle dolarak “ben rabbinizim. Bana ibadet edin” dedi ve felaha erdi. Hak Teala da kendisine “sen ariflerin kutbusun” buyurdu. Demek ki Allah Teala bir kimseye muhabbetini verirse o insanın başka bir şeyi sevmesi mümkün değildir. Bu insan kızınca da sırf Allah için kızar.

Şunu da insanlara beyan et: Aziz olan Allah’ı sevmek ve habis olan nefse buğzetmek her türlü imkân dahilinde Rasûlün (s.a.v) getirdiği dini tebliğ etmeyi gerektirir. Hatta bu yolda ezalara tahammül Gerekir. Kendine biri vursa bile onun için istiğfar dilemeyi vacip görür.

Mektubunuzda zikrettiğiniz ismimizi önde veya arakada görme meselesine gelince, bu cevap gerektirecek bir soru değildir. Çünkü bu hizmetkar Gavs-ı Azam tarafından onunla emrolunmuştur. Tüm müminleri kutub görmeli, kendi nefsini ise herkesten hatta kafirden bile hakir görmeli. Çünkü bu insan kafir olsa bile kendisinde ilâhi tecellinin bir yönü vardır. Ona bakıp hayrette kalmak insana yeter.

Bu hizmetkar ise tüm kemalat çeşitlerinden noksan bir insandır. Kendisinden zuhur eden şeyler ise pişmanlık ve hüsranı gerektiren şeylerdir: Durumu denize düşmüş, bulduğu şeye tutunan kimse gibidir. Onun sükûneti Gavs-ı Azam’ın dergahının hayvanatıyla beraber olması veya kendisini onlardan saymasıyladır.

Şüphesiz var olan nimet Allah’ın lütfuyladır. Bununla beraber şu ayet de kendisini korkutur.

“Şükrederseniz and olsun ki, size karşılığını artıracağım; nankörlük ederseniz bilin ki azabım pek çetindir.” (İbrahim,7)

Bu tarikat sizlere vaciptir. Günahlarınız vucûdî veya şuhûdi olsun fark etmez, durum aynıdır.

Başkasının ismini önde veya arkada zikretme meselesine gelince; malum olduğu üzere, sizler ve bu hizmetkar her sâlih, âlim, özellikle de sıddık, veli kimsenin elini öpmenin, onların sohbetinde bulunmanın, onlardan dua talep etmenin, özellikle de tüm ömrünü Allah Teala’nın rızasını talep etmeye sarf edenlerden dua talep etmenin gerekliliğine inanır. Gavs-ı Azam’ı, inkâr edenlere gelince bunlardan Allah’a sığınırız. Yine bu hizmetkar bu tür insanların sohbetlerinden uzak durmamız gerektiğine inanır. Çünkü bu büyük bir günahtır. Ancak daha önceden onun eliyle amelde bulunmuşsanız kendisinden inkâr sözü duymadığımız bilakis onun gözünde Gavs-ı Azam’ın Allah Teala’nın büyük evliyalarından biri olduğu inancı varsa hem bu hizmetkara ve hem de sizlere gerekli olan onun sohbet ve nasihatlarından istifade etmek; onu büyük ve önder olarak kabul etmektir.

Rabbini sevenin durumu böyledir. Bu zat Allah Teala’nın hiçbir cüzünü görmediği halde gördüğünü söyleyebilir. Çünkü “Herkesin yöneldiği bir yön vardır.” (Bakara,147) Adet gerektiriyor olmasaydı, bu hizmetkar da kıymetsiz isminin silsile nisbetinde zikredilmesinden sizleri men ederdi. Vallahi kendileri adlarının Sadat-ı Kiramın isimleriyle beraber zikre-dilmesinden hem utanır hem de korkar. Fakat adet olduğu için adını zikretmeniz gerektiğini düşünür. İsmi silsilede şeyhin adının ardından söylenir. Belki Allah onun ismi hürmetine onu mağfiret eder.

Ben ben değilim

Üzüm bağı değilim

O bağla besleniyorum

Aciz bir mahlukum

Çünkü bu hizmetkar Gavs-ı Azam Kutb-i Efham’ın dergahından onun koyun sürülerinin köpeklerinden bile utana utana geldi. Bu durum Mevlâna Câmî’nin Şu şiirinden daha iyi anlatılamaz: Böylesine perişan, rüsvay bir şekilde

Yarin huzuruna sakın ola gitmeyesin

Orada bulunan sakinler seni görüp te

Bu hâlinden utanıp iyice sıkılmasın

Muhabbet nurunu yakın, ihlâs nuruyla aydınlanın. Şeriat-ı Mustafa ile amel edin. (Salât-u Selam peygamberimize, âline olsun). Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır.

“Ey Muhammed De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmran,31)

İsmi aziz olan Allah dışındakilerde hatta nefsinde fena olmaktan sakın.

Bu hizmetkar adına şeyhin elini öp, dualarını talep et. Keza daha önceden bu hizmetkar üzerinde hakkı olan akrabanızdan müftünün de ellerini öp. Molla Fethullah’ın ve onların dışındaki büyüklerin de ellerini öp. Bu hizmetkarın selamını dostlara ilet ve bu aciz için onlardan dua iste.

Allah’ın selamı sizlere ve Şeriatı-ı Mustafa’ya tabi olanlara olsun. Allah’ım! Peygamberimize, âline, ashabına, zürriyetine ve ehli beytine kıyamete dek salat-u selam eyle. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Burada şunu da beyan edeyim: Bu hizmetkarın “dostumuz kendi ismini terk etti” sözünden, şeyhin kendisinin isminin önde söylenmesine veya geri bırakılmasına bakıp vücûd şaibesini kokladığı sanılmasın. Bilakis bu hizmetkar onun bu sözüyle muradının büyükler içinde sayılmaktan korktuğunu ifade etmek için söylediğini düşünmektedir. Ayrıca isminin neden öne alınması gerektiğinin açıklanmaya ihtiyacı olduğunu da ona belirtmeniz gerekir. Bu hizmetkar şeyhin zahiri ilimlerin tahsilini yaparken sâlih bir zat olduğuna inanmaktadır. Şimdi ¿¡e onu evliyanın büyüklerinden kabul etmektedir. Çünkü bir insanın muhabbeti tam olursa yani adı takdim de edilse tehir de edilse, her iki yönden bakıldığında maksad Allah Teala’nın rızasını, cezbesini, muhabbetini ve kurtuluşu elde etmektir. Bu da taassub, su-i zan, gıybet ve benlik gibi afetlerden insanı alıkor. Ayrıca ihvana hakaret ve adavetle bakıştan da muhafaza eder. Bu hizmetkar böyle olmayı ismi aziz olan Allah Teala katında ebedi hayat için, cezbe-i sermediye ve Şeriat-ı Ahmediyeye sülük için bir sebep olarak kabul eder. Şeriatın sahibine, âline, ashabına daima, cennet nimetleri ve aşıkların cemâliyle lezzetlendikleri sürece salat-u selam olsun.

  1. Mektup

Zevcesi büyük in9san Fatıma’ya göndermiştir. Oğlu Mahmud’un vefatı sebebiyle ona taziyede bulunmaktadır.

Gavs-ı Azam’ın dergahının hizmetkarı, onun hayvanatının hizmetçisinin eşi büyük Fatıma!

Mahmud’un vefat haberi bizlere ulaştı. Allah onu bir sermaye, sevap ve ibret vesilesi kılsın. Onun sevabıyla mizanda terazinizi ağır bastırsın, kalbinize sabırlar ihsan etsin. Sabrın makbul, günahların mağfiret olunmuş olsun. Başınıza gelen bu musibet sebebiyle ecre gark olasınız. Esasında yanlış belirttim. Bu bir musibet değil bir nimettir. Çünkü Nebi (s.a.v) Şöyle buyurmuştur. “Âlim ve amil yüz çocuğun şehid olarak vefat etmesinden daha çok bir bebeğin vefatındaki (ecirle) övünürüm.” Sana müjdeler olsun ki, Allah bu vefatı Şeyh Celaleddin’in çocuğuna sadaka olarak ikram etmiştir. Bu üzüntü artık sevince, hamd ve şükre tebdil olsun. Artık Celaleddin’in oğlunun hastalığıyla ilgilenin.

Çok defalar bana sizin ne kadar ihlâslı, muhabbetli ve teslimiyet sahibi olduğunuz haberi ulaştı. Çok sevinip şükrettim. Sizleri unutmadık, unutmayacağız da inşaallah. Çünkü sen Gavs-ı Azam, Kutb-i Efham ile çok sohbette bulunmuş birisin.

Şunu biliniz ki sohbetten kasıt edeblerle terbiye olmaktır. Bu sebeple sen de edeblerle edeblenmeye bak, rabıtaya yapış, emirlerini yerine getir, yasaklarından kaçın. Şeyh Osman, Şeyh Nureddin ve vâlideden yardım iste. Şeyh Osman ile Şeyh Nureddin’in ehl-i beytlerine selam, çocuk için de dua ederim. Ayrıca köydeki erkek, kadın herkese selam ederim. Rabıta ve hatmeye devam etsinler, farzları cemaatle eda etsinler, lezzet ve sürûra ermek için inşaallah en yakın zamanda buralara gelsinler.

  1. Mektup

Mektubu bu fakir-i hakire göndermiştir. Mektupta ihvana sohbetlerde anlatılması elzem olan bazı hususları ve diğer meseleleri emretmektedir.

İzzet ve şeref kendisine ait olan Allah’a hamd olsun. Salat-u selam Rasülü Mustafa’ya, âline ve seçkin ashabına olsun, imdi; beşer olan hizmetkârdan lâhûtî kardeş Molla Abdulkahhar’a. Yegâne mağfiret edici olan Allah her ikimizi de bağışlasın. Fakih Davud, Şeyh Fethullah adıyla gönderdiğiniz mektubu bana iletti. Bu mektubta iki şeyin üzerinde duruyordunuz. Birincisi ittihad ikincisi Rasûlüllah’ın Şeriatını tebliğ. İttihada gelince, bu Allah’ın bu hizmetkara ikram ettiği büyük nimetlerinden birisidir. Çünkü ittihad nimetinin sağladığı güzelliklerden birisi de inad, taassub ve gıybeti terk ettirip muhabbet ve nisbeti artırmasıdır. Çünkü şeyh efendi, bu hizmetkarın zannına göre kudsî nefis sahibi zevattandır ve kendisinden istifade edilir.

Ayrıca üstadı (Şeyh Osman et-Tuveyli) Hazretin (Mevlâna Hâlid Zülcenaheyn’in) en has zevatından biridir. Bu sebeple uygun olan, çocuklarına, ashabına ve hizmetkarlarına tazim etmektir.

İhvanla beraber olduğunda Gavs-ı Azam’ın adını zikredip sohbete başla. Onun nurlu kemalatından, emredilen edeblerinin güneş gibi olduğundan bahset, sohbetini yap. Yine onun ismini anarak, ona muvafık düşen edebleri zikret. Bunları aktarmayı ve bu hizmette yürümeyi Allah için yap, ihlâs canibine tutunmak suretiyle hizmet et. Böyle yap ki durumunuz irşad dairesinin kutbu olan Seyyid Taha’nın sözlerine ters düşmesin. Nitekim o şöyle demişti: “Bu tarikat-i âliyyede kendini beğenmeye ve riyaya yer yoktur.”

Tebliğ meselesine gelince; bunun yolu nefsini ortaya koyup arifmiş gibi riya yapmadan kaçınıp vakarlı olmaktır. Sen ve bu hizmetkar ise ariflikten uzağız. Çünkü bu tarikat-i âliyyenin önünde pek çok fitne vardır. Sana ve bana istiğfar edip, nefsi zelil kılıp Gaffar ve tek olan Allah’a tazarru etmek düşer. Çünkü O’nun rahmeti gadabını geçmiştir. Unutmayalım ki bu yol Allah’a giden aşıkların yoludur.

Cehennemin muradı beni yakmaksa yakabilir

Cennet gül bahçesi olmayacaksa olmayabilir

Benim derdim inan başkadır, bunlar değildir

Benim sevdam yiğitler kapısında beklemektir

Ashab-ı kehfin köpeği gibi olsun, olabilmektir

Kardeşlerine merhamet ve şefkat kanatlarını ger; eziyetlerine, gördüğün küçük hatalarına sabret. Çünkü senin onları kınaman ağır gelebilir. Nitekim Şeyh Hâlid’in Gavs-ı Azam’dan naklettiği sözünde de bu hususa işaret edilmiştir.

Allah Teala da Rasûlüne şöyle emretmiştir: “Ve sana uyan müminlere kanadını indir (onlara karşı mütevazi ve şefkatli davran).” (Şuara,215)

Dinleyenlerin takati miktarınca sohbet et ki; muhabbetleri artsın. Nitekim Gavs-ı Azam müridlerinden birisine şöyle demiştir: “Bir gün sohbete gel, bir gün gelme.” Bu sözüne delil olarak şu hadisi alırdı: “Seyrek ziyaret et ki sevgin artsın.”

Seyyid Kasım et-Tebrizî’nin adeti de şöyleydi: Talebeler sohbetine geldiklerinde bazılarını gelmekten men eder, bazılarını da yarım saat sonra sohbetinden gönderirdi.

Ahrar da şöyle diyordu: “Ne vakit istersen o zaman gel, sohbette de dilediğin kadar kal.” Sohbette ihvanın muhabbetini Allah Teala’ya kavuşmaya, onu görmeye ve bu ikisinden kaynaklanan tarifi imkânsız lezzetleri tatmaya teşvik edip, bunu çokça işle.

Vaiz aşktan gayri ne söylerse

Sen onu bilesin tam bir efsane

Keza sohbette vesile yoluyla üstadın muhabbetini çokça işle. Çünkü bu en faydalı yoldur. Nitekim büyükler şöyle buyurmuşlardır. “Küfrü bilmeden hakiki mümin olamazsın.” Bu sebeple üstadın muhabbetini işlemeden muhabbet hasıl olmaz.

Hafız da şöyle demiştir:

Gece vakti ateşe tapanların halkasındaydım dedin

Puta tapmayacak idiysen küffarla ne işin var senin

Bu şiirde insanın sevdiğiyle beraber olmasına ve onun istediklerini yerine getirmesine işaret vardır.

Allah Teala da habibi Muhammed Mustafa’ya şöyle buyurmuştur: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i imran,31) Bir diğer ayet-i celilede de şöyle buyurmaktadır: “Allah, öyle bir toplum getirecek ki O onları sever, onlar da O’nu severler.” (Maide,54)

İşte bu tarikat-ı âliyye vasıtasıyla gurur, sıkıntı, bela yeri olan bu deni dünyada elde edilen nice lezzetler vardır. Nitekim deni olan dünyada lezzeti talep eden için Gavs-ı Azam şöyle buyurmuştur: “Bilmiş olsalardı bu tarikat yoluyla talep ederlerdi.”

İrşad dairesinin önderi sohbetinde cennet ve cehennem bahsini açan kimseye şöyle demişti: “Bu konu buranın konusu değildir zira gönlüyle buna hazır olan şimdi cennette, gafil olan da cehennemdedir.”

Sohbetlerinde seleften, evliyanın menakıbından anlat. Özellikle de bu tarikatı âliyyeden olanlardan bahset. Üstadın menakıblarını anlatmaya özel önem ver. Böyle yaparsan başka şeylerle gönlü meşgul etme kesilir. Zira Gavs-u Azam Abdurrahim es-Sıblaği’ye “bu mübarek dergâhın geçmiş tarihinden bana bir şeyler anlat” demişti de o da “anlatacak gücüm yok, bir şey bilmiyorum” deyince, ona şöyle demişti: “Bu eşiğin hayvanlarının gübrelerinin nereye döküldüğünü de mi bilmiyorsun?” Keza Hazreti Şeyh Hâlid’in şöyle dediğini nakledilmiştir:

Masivayla ilgilenmeye devam etmek demek

Bu yolun yolcusu için büyük bir ayıp demek

Allah’ın selamı size, arkadaşlarınıza, hidayete ve Şeriat-ı Mustafa’ya tabi olanlara olsun.

25-Muharrem-1299

  1. Mektup

Mektubu bu fakir-i hakire göndermiştir. Bu hakirin gaflette olduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü Halenze ve diğer yerlerden belli bir miktarda insanın tarikata girmiş olmasının gafletine sebep olmamasını istemektedir. Mektupta başka hususlara da değinmiştir.

Salat-u selam yaratılmışların en hayırlısı Muhammed’e, âline ve ashabının tamamına olsun. İmdi; Gavs-ı Azam’ın dergahının hizmetkarından Allah Teala’nın seçtiği Resulünün ümmeti içinde bulunma şerefini bahşettiği Allah yolundaki kardeşimiz Molla Abdulkahhar’a! Şeyh Fethullah adıyla göndermiş olduğunuz Mektup bu hizmetkarın kendilerine arz edildi. Mektubunuzda selamette olduğunuzu, sıhhatinizin yerinde olduğunu, sizleri Allah’a yaklaştıracak amellerle meşgul olduğunuzu ve bu sebeple ihvanın sayısının arttığını müjdeliyorsunuz. Allah’a sonsuz şükürler, hamdler olsun. Bu durumda şükrü eda etmekten acizim Allah’ım! Biz seni hakkıyla sena edemeyiz. Sen kendini sena ettiğin gibisin. O her şeyi yaratan, yapan ve muvaffak kılandır. Allah Teala hem bu acize hem de sizlere velisi Gavs-ı Azam Kutb-i Efham hatırına ikram etmiştir. Çünkü denildiği gibi hem benim hem de sizlerin onun gölgesi altında ihvanın hidayetine vesile olmanız, onun sancağı altında bulunup hizmete girişmeniz, onları tarikat-ı âliyye-i Nakşibendiyeye dahil etmeniz sebebiyle belki Allah Teala beni, sizleri ve diğer ihvanı mağfiret eder. Ve onun hatırına beni ve sizleri kurtuluş yolunda tutar. Fakat bana ve sizlere gerekli olan istiğfar ipine her zaman sıkıca yapışmak ve pirimiz vasıtasıyla vücudumuzdan manevi kirleri temizlemektir. Nitekim Şah-ı Nakşibend hazretleri: “Ey İman edenler! Allah’a iman ediniz” ayetinin şuna işaret ettiğini beyan etmiştir: “Bu ayet taşıdığımız vücûdu her an nefyedip hakiki ma’bûdu isbat etmeyi iltizam ediyor.”

Cüneyd şöyle demiştir: “Bize göre vücûdu nefyetmek yolların en kestirmesidir. Fakat ihtiyarı terk edip amellerdeki kusurları görmedikçe de maksad hasıl olmaz.” “Elli yıl geçse de nefsini terk etmeyen iman-ı kâmile ulaşamaz.”

Kusurumuz olmakla beraber bu ruyet hem benim hem de sizler için kolaydır, imam-ı Rabbani de şöyle buyurmuştur: “Lanetli düşman ve kötü nefis her an pusudadır.”

İnsanların Gavs-ı Azam’a iktida etmek için iştiyak içinde bulunmalarının hikmetine dair suâlin cevabına gelince: Dilediğini yapan ve dilediği gibi hükmeden Allah’ı tesbih ederim. Çeşitli şekillerde düşünenler olmuştur ama bu Subhanehu ve Teala Allah’ın kudretiyle, Gavs-ı Azam’ın himmetiyle olmuştur. Bu sebeble ashab ve talebeler artmıştır. Onun adını işiten, Allah’ın velisini sevmek sebebiyle Allah Teala’ya muhabbet ve iştiyakı artmaktadır. Bu aşk ve muhabbet sebebiyle onlara mecnun da denir. İşte bu sebeple sizlere O’nun rızasını kazandıracak bir tarafa hizmet için çalışmaya gitmenizi beyan ettim.

Ey Kardeşim! Allah için sohbete çok önem ver. Sohbeti ihmal edip kaçırma. Çünkü Cezerî şöyle demiştir:

Günü boş yere geçirmek senin için abestir Nazik ve kıymetlileri kaçırmak bir gaflettir Şah-ı Nakşibend’de şöyle demiştir: “Yolumuz sohbettir. Bir araya gelip cemaat olmamız sohbettedir.”

Keza İmam-ı Rabbânî de şunu söylemiştir: “Ne olursa olsun sohbete denk olan bir şey yoktur.” Fakat buna olan iştiyakınız yanında özellikle de bu zamanda, Allah Teala’nın nebimize indirmiş olduğu dini tebliğ etmek gerekir. Çünkü bu zamanda yardım edenler yüz çevirip, insanlar nefislerinin arzuladıklarına yönelip Şeriat ta arkalarına atılınca dünya ahirete tercih edilir oldu. Böylece fasıkların yaptıkları insanlar nezdinde makbul işler oldu. Şeriat terk edildi. Oysa Allah Teala Gavs-ı Azam’a ikramda bulunmuştur. Bu sebepledir ki ona intisab edenler, insanları Allah Teala’ya davet ettiklerinde bazıları onların davetine icabet ederler. İşte bu tarikat fitnelerin çevrelediği bir ortamda kendinden geçme yoludur.

Bu sebeple tebliğde Şeriat-ı Mustafa’yı çokça anlatmanız gerekir. İhvanın artışıyla Muhammed Mustafa’ya, âline olan salat-u selam da artsın, ya rabbi!

Şirvan’a gitmeye gelince, atılan iftira belli vakit sürer, sonra söner. Sürt’e gitmek ise sizinle akrabalarınız arasında problem olmamışsa güzel olur. Garzan’a gitmeye gelince doğru düşünceniz sizleri istihareden sonra buna sevk ediyorsa bu taraflara gelmeniz münasip olur. Çünkü bu hizmetkar da Muş nahiyesine ve etrafındaki Huveyt ve Garzan taraflarına gitmek istiyor. Muhtemelen oradakiler bu işe yapışacaklardır. Çünkü buna iştiyak duymaktadırlar. Zira bazı sofileri Sason kazasına göndermekle Gavs-ı Azam’ın da himmetiyle Allah Teala buralara büyük ikramda bulunmuştur.

Eğer giden sofilerin bir kısmına katılmayı münasip görür ve gitmeyi arzularsanız mektubu getirenle cevabınızı gönderiniz. Mektubu getiren kimse belli bir mal karşılığında hanımı boşama hususunda belli bir sebep ortaya koymanızı tesbit etmek için de size geldi. Bu hizmetkar ise ortaya çıkacak fitneler sebebiyle sizin için mümkünse hanımın kalmasından doğacak sıkıntıları tekeffül etmektedir. Bu ne de güzel sevaptır. Bu hizmetkar adına müftünün ve Molla Fethullah’ın ve onların kardeşlerinin ellerini öpüp bu hizmetkârı içine alan dualarını talep etmenizi istirham ederim. Onların bu hizmetkara iltifat ettiklerine delil olan hususlardan bir tanesi de Molla Fethullah’ın Abdurrahim’i tâlime tabi tutmasıdır. Oysa kendisi değil de yanında eğitim gören bir kimse de ona tâlimde bulunabilirdi.

Bu taraftaki hacıların biri hariç tamamının sâlimen geri döndüklerini duyduk. O bir kişinin hüznü ise hala üzerimizden kalkmadı. Şimdi size düşen onların selamette olduklarını muhtevi mektubu ve onların nâlinlerinden kalkan tozla karışık olan rüzgârı bizlere göndermenizdir. Böyle yapın ki bu hizmetkarın iki gözüne şifa olsun. Özellikle de Hacı Molla Ömer’in atının ayaklarının tozunu. Sizlere, fakihlere, ashaba, ihvana ve bu hizmetkarı soran herkes ile Şeriat-ı Mustafa’ya yapışan tüm inananlara selam olsun. Allah’ım! Rasûlün Muhammed, âline, ashabına ve zürriyetine bereketli salat ve selamlar eyle, onları mübarek eyle.

11-Cemâzi’l Uhra -1299

  1. Mektup

Mektubu hâlifesi Molla Abdullah el-Nurşînî ile Molla Mustafa el-Bitlîsî’ye göndermiştir. Mektupta bu ikisi ile Bitlisli diğer müridlerine tesellide bulunmaktadır. Çünkü mezkûr hâlife Bitlis beldesinde teveccühten men edilmişti. Mektupta başka hususlara da değinmektedir.

Allah yolunda kardeşler, iki âlim ve fazıl zatlar Molla Abdullah ile Molla Mustafa’ya. Gavs-ı Azam’ın dergahının bu hizmetkarına muhabbet dolu mektublarınız ulaştı. Bu Mektuplar dolayısıyla Allah Teala’ya hamd ettim ve başınıza gelen hadiselere sabrettiğiniz için yine O’na şükrettim. Sizlerin üzerimizdeki hakkınızı ikrar ettik. Çünkü sizin sıkıntınızı vasfetmek mümkün değil. Bu sebepledir ki, çektiğiniz sıkıntılar Gavs-ı Azam’ın sizlere manevi iltifatta bulunmasına sebep olmuştur. Her ne olursa olsun akıbet muttakilerin lehinedir, bunu biliniz. Bu hizmetkar sizlere çok hayırlı dualarda bulunuyor. Fakat yine de onun yanında makbul olan sonuna kadar sabredip tahammül etmektir. Selef ve halef tüm sadatın düşüncesi budur ve onların amelleri bu şekildedir.

İnsanlarla iyi geçinmeye bakın. Böyle olun ki, karşıdan bakan bir kişi sizin üzerinizdeki acz hâlini müşahede etsin. Hatme, sohbet, cezbe ve manevi lezzet veren amellere önceden olduğu gibi önem verin. Çağırdıklarında Gavs-ı Azam’ın müridlerinin evlerine gidin. Onlarla aranızda muhabbeti izhar edin.

Ona mensup olanlar sizden teveccüh talep ettiklerinde onlara himmetin iki kısımdan oluştuğunu müjdeleyin: Himmetin bir kısmı sadece onlara diğer kısmı da diğer sofileredir.

Batıni tasarruf ise sadece zahiren icra edilen teveccühe münhasır değildir. Bilakis herhangi bir sofi her ne zaman manevi teveccühü murad ederse evinde teveccüh niyetiyle otursun. Böyle yaptığında tasarrufu ve kendisine yapılacak manevi iltifatı görecektir. Böyle bir iltifatı zahiren icra edilen teveccühde dahi göremez.

Bu tarikatın en büyük rükünleri rabıta, ihvanlarla sohbet ve hatme-i şerifedir. Sofiler bunlara devam etsinler. Onlara şunu müjdele: Akıbet onların murad ve arzuları muvacehesince neticelenecektir. Sofiler üzülmesinler, çünkü nihayette teveccühten kısa bir süre ayrı kalacaklardır. Sohbeti ise asla ve asla bırakmayın. Çünkü evdekiler ve aile efradıyla olsun sohbet imkânı vardır. Vakıa büyük himmet cezbeyle olan sohbettedir. Sizi teveccühten men ettiler diye üzülmeyin. Zira bu durum bundan sonra sizin beldenizde nisbetin oluşmasına sebebiyet verebilir. Bu yüzden siz sohbet ve şevklendirmeye devam edin. Böylece sohbet teveccühün yerini alsın. Bu zaten uzun sürmez, böyle az bir müddet devam edersiniz. Sonra tekrardan teveccühe başlarsınız.

Molla Mustafa’ya gelince buraya gelmesine izin verdim. Gelecekse hemen gelsin.

Allah’ın selamı sizlere, hidayete tabi olanlara ve Şeriat-ı Mustafa’ya yapışanlara olsun.

  1. Mektup

Hazreti Şeyh Fethullah’a göndermiştir. Mektupta Mirza Bey’in kendisine gönderdiği mektubu alıp Mektupta yazdığı hususları onunla konuşmasını istemekte ve diğer hususlara temas etmektedir.

Salat-u Selam Allah’ın Rasulü (s.a.v), âline ve ashabının tamamına olsun.

İmdi, Gavs-ı Azam’ın dergahının hizmetkarından Allah yolunda dost manevi kardeşim Şeyh Fethullah’a. Molla Abdulkerim’in gönderdiği Mektup bu hizmetkara ulaştı. Mirza Bey ona Allah’a yemin ederek bu hizmetkarın emriyle hareket ettiğini ne fiil ne de sözle bana aykırı bir şey yapıp söylemediğini yazmasını istemiş. Bu sebeple bu hizmetkar süratli bir şekilde gelmek için Zirnak’tan Memânî’ye döndü. Ardından da iyi niyetli bazı ağalar ve imamlar kalabalık bir toplulukla beraber, vaki olan bazı mefsedetleri def etmek için Haftrenk’e gitmek üzere geldiler. Eğer bu hizmetkar gelmeseydi; bunu yapacaklardı. Onlar bu hizmetkarın düşüncelerine ve hâline olan aşırı muhabbetleri sebebiyle ona gidecekler, zorla ve baskıyla onu ıslah edecekler. Bu bilinsin. O da bu sebepten dolayı, buraya gelene kadar önden bir Mektup göndermekten başka yol bulamadı. Sizlere Mektup gönderdi. Çünkü maslahata uygun olarak Mektupla kendisine gitmenizi uygun gördü. Sizler de maslahat görüyorsanız mektubu alın ve onunla Mektupta yazdıklarını konuşun. Eğer gerekiyorsa şimdi sen Demirci’ye git veya o gelsin. Eğer tevbe etmek isterse bu ne güzel bir gaye. Tevbe etmezse Neynik’e geri dön.

Bu hizmetkar en süratli ve mümkün olan bir şekilde üç yerden hangisini münasip görürse oraya binayı yaptıracaktır. Bina için taşları taşımakta bir zorluk yoktur. Eğer bir kişiyi göndermeyi uygun bulursanız bunda da bir sakınca yoktur. Allah’ın selamı sizlere, hidayete tabi olanlara ve Şeriat-ı Mustafa’ya yapışanlara olsun. Şeyh Abdurrahman’a da selam eder, hal ve hatırını sual ederim. Kendilerine söyle, her ne kadar bu günlerde geleceğimi söylediysem de Haftrenk’te söz konusu olan pek çok maslahat sebebiyle bu şimdilik mümkün değil. Bu hizmetkar insanlarla konuşmak hususunda kendisini tam vekil kıldı. O vekaleten yükünü yüklenmiş biridir artık.

19-Cemazil Uhra-1299

  1. Mektup

Bu mektubu, Molla Abdulkerim el-Bitlisî’nin Efendi hazretlerine yazdığı ve Mirza Bey’in artık emr-i şerifinden çıkmayacağını vaad ettiğini belirttiği Mektup sebebiyle, Mirza Bey el-Huveytî’ye nasihat etmek için yazmıştır.

O’nun adıyla. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Salat-u selam mahlukatın en şereflisi Muhammed’e, âline ve ashabının tamamına olsun. İmdi; Gavs-ı Azam’ın dergahının hizmetkârından İzzet sahibi Mirza Bey’e! Allah onu pişmanlık duyacağı fiilleri işlemekten muhafaza eylesin. Molla Abdulkerim’in, izzet sahibi zatınızın nihai gaye olan Allah Teala’ya yaklaşmayı temin edecek yolu teslim edip kabul ettiğini haber veren mektubu bu hizmetkara ulaştı. Şüphesiz arzu edilen Allah Teâlâ’dır, yoksa deni-kabih-habis dünya değil. Çünkü dünya hayatı oyun, eğlence, süs, övünme, çok malla böbürlenmekten ibarettir. Bunların nihayeti ise heba olmaktır. Bu hizmetkar bu habere hamd etmektedir.

Bu benim rabbimin ikramıdır, şükredecek miyim yoksa inkâr mı edeceğim diye beni imtihan etmektedir. Allah’ım! Sen bu hizmetkarı şükredenlerden kıl.

Ruh daraldı ve kalp bir an önce varmaya niyetlendi. Bu sebeple bu hizmetkar hızlıca varmak için Zirnak’tan Memânî’ye döndü. Daha sonra gelip esen kader rüzgârı onu kendi ihtiyarı ile iş yapmaktan alıkoydu ve dört veya beş gün geç kalmasını icap ettirecek şekilde Haftrenk’e götürdü. Böyle olunca meydana gelen hadiseler kendisinde şaşkınlığa sebep oldu ve şu duaya sığınmaktan başka melcei kalmadı: “Allah’ım! Bana hakkı tam olarak göster. Ona tabi olmayı nasip eyle.” Sonra bu hizmetkarda bu mektubu yazma düşüncesi sadır oldu ve yazmaya başladı:

Norşin’de karşılaştığımız ve savaşa gitmek üzere ahidleştiğimiz ey aziz kardeşim! Bu hizmetkarın sevgisi hala devam etmekte ve Allah Teala’dan onun rızasını kazandıracak fiilleri işlemeniz için dua etmektedir. Sizlere ve bu hizmetkara yapması gerekli olan iş öncelikli olarak bu hususta dikkatli ve uyanık olmamızdır: Dünya, yurdu olmayanın yurdudur. Burası pişmanlık, hüsran, zillet, gurur yurdudur. Sonu ise sekerattır, peşinden de azaplar gelir. Bu azapların en çetini kabir suâlidir. Öyle olur ki kabirde azabın en şiddetlisini çeken kafirler bile, daha şiddetlisi karşısında kabirlerinden çıktıkları gün şöyle derler:

“Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı.” (Yasin,52) Yazıklar olsun, vahlar olsun bu insanlara. İşte bugünün korkunçluğunu ifade etmek için Rabbu’l İzze’nin onu büyük korku günü olarak (Enbiya.103) beyan etmesi yeter. Keza ulu’l azim peygamberlerin nefsî nefsî demeleri yeter. Ancak peygamberimiz bundan müstesnadır. Her peygamber nefsî nefsî derken o ümmetî ümmetî diyecektir. Cehennem azabı ise kabir azabına göre daha şiddetli ve daha uzun sürelidir.

Ancak, Allah Teala cennette çeşitli nimetler hazırlamıştır. Gözler ne böyle bir şey görmüş ne de kulaklar işitmiştir. Bu nimetleri insanın aklına getirebilmesi bile mümkün değildir. Bunlar ise dünyada satın alınır. Molla Abdulkerim’in Mektuptaki kastından anlaşılan şudur ki, izzet sahibi zatınız Demirci ve Kışlık’ı bu hizmetkar için imar etmek istemektedir. Öyleyse kendinize bir bakın! Bu dünyada gerçekten Allah Teala’ya yaklaşmak istiyor musunuz? Sizin de düşündüğünüz gibi bu hizmetkarın gayesi Allah Teala’nın muradına uygun amel etmektir. Kendileri sizin muhabbetinizle orada oturmak istiyor. Sizler, sizlerden sonra da çocuklarınız sizin şanınıza yakışır şekilde hangi şekilde olursa olsun bu işe sebep olunuz. Eğer Abdulkerim’in muradı izzet sahibi zatınızın Allah Teala’ya tevbe etmek istediği ise, bu durumda bu hizmetkara düşen şükür secdesi yapmaktır. Size düşen de hemen, süratlice şevk, cezbe ve koşar adım, ileriye bırakmadan Allah’ın ve kulların haklarını gözetmektir. Bu ikisini eda etmeniz ise Allah’ın lütfuyla bu hizmetkarın ellerindedir. O bu işe kefildir. İşitmişsinizdir, tenceresi olan kulpunun neresinde olduğunu bilir. Busîrî de şöyle der:

Ey nefs! Küçük günahı hakir görme büyüktür

Rabbin gufranı yanında büyük günah küçüktür

Belki rabbim rahmetiyle taksimat yaparken

İsyanın durumuna göre af olman mümkündür Efendimiz Câmî de şöyle der: Günahım iki yüz harman kadar olabilir Ahimin şimşeği onları iyice yakabilir Yüz kitap dolusu isyanım bile olsa Gözyaşlarım onları tamamen silebilir Kendisini tesbih ettiğim Allah Teala da şöyle buyurur. “Rahmetim gazabımı geçmiştir.” Allah Teala, Rasulü Mustafa’ya (s.a.v) ne kadar mağfiret sahibi olduğuna dair şu ayetleri indirmiştir:

“Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar.” (Nisa,116) “Allah bütün günahları bağışlar.”(Zümer, 53) (Ey Muhammed), kullarıma haber ver, ben ziyadesiyle esirgeyenim.” (Hicr,49) “Ancak tevbe edip iman eden ve sâlih amel işleyenler. İşte Allah onların günahlarını sevaplara tebdil eder. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Furkan,70) Beni İsrail’den yüz kişiyi öldüren ve tevbe etmek isteyen kimsenin yurduna varmadan önce vefat etmiş olduğu kıssa dahi size yetmez mi? (Enbiya,54) Netice olarak, birkaç gün daha durursanız bu hizmetkar inşaallah sizlere ulaşacaktır. Yok durmayacaksanız hangi yere gitmek istiyorsanız gidebilirsiniz. Çünkü bu hizmetkar sizleri uyarmaya, sizler için dua ve istiğfarda bulunmaya devam edecektir. Zira o kendisi için ne istiyorsa sizin için de onu istemektedir. Hidayet verip, işleri yürüten Allah’tır. Tüm hallerde ona tevekkül etmek gerekir. Allah sizleri devletin işlerini yürümeye ikame ettiği gibi Şeriatın ayakta durmasını temine de kaim kılsın ve sizleri pişmanlık duyacağınız işlerden muhafaza buyursun. Sizlere izzet, şeref ve hidayetin gerektirdiği şeyleri ikram etsin. Zatınıza, dostlara, ihvana ve Şeriat-ı Mustafa’ya tabi olanlara selam olsun. Allah’ım! Muhammed Mustafa’ya, âline, ashabına, zürriyetine, ehli beytine salat-u selam eyle. Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

19-Cemazil Uhra-1299

  1. Mektup

Hâlifesi Molla Hâlil’e göndermiştir. Mektupta ihvanın sayısını artırmaktaki nihaî gayeyle ilgili olarak iki hususun söz konusu olduğunu beyan etmekte ve bazı emirler ile diğer hususlarda açıklamalarda bulunmaktadır.

Salat-u selam seçtiği kuluna ve seçkin âline olsun. İmdi; Gavs-ı Azam’ın dergahının hizmetkarından Allah yolunda kardeş ve dostumuz olan Hâlilullah’a. Şeyh Fethullah adıyla göndermiş olduğunuz mektubun maksadı malum olmuştur.

Şunu bilesiniz ki son gaye ve hatta ihvanın sayısını çoğaltmak için uğraşmaktaki amaç Şeriat-ı Mustafa’yı tebliğ etmektir. Bu sebeple Gavs-ı Azam Şeriatle ilgili olarak bu hizmetkara ve ashaba akideyi, Fatiha’yı, teşehhüdü tâlim etmeyi mecbur tutmuştur. Eğer bir kimse gayret etmesi ve Allah Teala’nın lütfu, Gavs’ın da himmetiyle bir kişiye ikramda bulunur ve birinin sofi olmasına vesile olursa ona iki şey gerekir: Birincisi: Bu işte onu sebep halkettiği için Allah’a şükretmek; gevşek davranarak nefsin gösterişe dalıp gerçek hidayet verenin Allah olduğunu unutmaması için istiğfar etmek. Nitekim Allah Teala Rasûl-ü Muhtar’a şöyle buyurmaktadır: “Sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Kasas Suresi 56. Ayet) Keza aynı şekilde sofiye iki şey gerekir: Kendisinde hidayetten uzak hâlin bulunmadığına şükretmek. Çünkü hidayet hâli üzre bulunmak helaki önler. İkinci olarak da insanların soğumasına sebebiyet veren günahlarından dolayı istiğfar etmek. Her iki halde de öyle bulunmalı ki, şevk ve muhabbeti artsın. Attar hazretleri Allah Teala’nın inayetini görmenin şartı budur, demiştir. Bununla beraber bu hizmetkara ve sizlere gerekli olan, kalbi Allah’ın dışındakilerden temizlemek, Allah Teala’yı sevmek ve ondan yardım talep edip rabıtalı olmaktır. Böyle yapan kimse kendisini Allah Teala’ya bağlar, diğerlerinden alakayı keser.

Antep’e hangi yoldan gitmeyi münasip görürseniz o yoldan gitmenizi uygun görürüm. Fakat araştırıp, istihare yaptıktan sonra tercihte bulunun. Kalbinizi de hâlifem Seyyid Ubeydullah’a karşı gelmekten muhafaza edin. Her ikisi hakkında dilinizi tutun, sadece hayırla bahsedin. Özellikle de muhabbeti kesen, kalbi hastalıkları ortaya çıkaran gıybetten uzak durun. Eğer o ikisini meclisinizde anan olursa Allah bizleri ve onları affetsin deyip dua ediniz.

Eğer sizi çağıran kimseleri hikmetli üslublarla kazanmanız mümkünse buna izin veriyorum.

Parsin yoluna gelince onların ve o civardakilerin şartsız olarak size olan taleplerini işittiyseniz öncelikli olanları gözetmek suretiyle bu civarda hizmet edin.

Bu hizmetkarın selamını, bu tebliğde size yardımcı olan herkese özellikle de âlimlere ulaştırınız. Özellikle de Molla Yusuf ile Molla Resul’e. Onlara duacı olduğumuzu, olabilecek zararları tekeffül ettiğimizi beyan edin. Eğer annenin veya tâlim için münasip bir hanımın gelmesi mümkün değilse, hanımları eğitenler perde arkasından bu işi yapsınlar. Senin hanımlara sohbet etmen gerektiğinde, sen dahi perde arkasından sohbet et. Yanında da sufilerden bir veya iki kişi bulunsun. Kadınlar perde arkasından seni dinlesinler. Yalnız sizin gidip gelmeniz onların içinden geçerek olmasın. Siz bir perde arkasına önceden oturun. Sonra onlar gelsinler. Muvaffak kılacak olan Allah’tır ve tüm işlerinizde O’na tevekkül ederiz. O bize yeter, O ne güzel vekildir. Aşıkların ağlaması Allah’a olan sevgilerinden, korkanların ağlaması da yine O’ndan korkmalarındandır. Halvette olanın enîsi, zatını zikredenin yanında oturanı O’dur. Böyle bir insan üstadın aynasında Allah’ın kendisine olan rahmetini görür, üstadına olan muhabbetinden ilâhi muhabbet kaynaklanır. Üstadın kendisini aşk yoluyla Allah’a götürdüğü kimseye ne mutlu.

Eğer sevgili mecazi aşkla tam sevilse

Bu hal gazinin giydiği elbiseye benzer

Üzerindeki elbise hakiki yün olsa bile

Daha da güzelini, iyisini giymek ister

Sizlere, ihvana, ashaba, Şeriat-ı Mustafa’ya tabi olanlara selam olsun. Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, âline, ashabına, zürriyetine ilelebed ziyadesiyle selam eyle. Onları bereketlendir. Âmin. Hamd olsun alemlerin rabbi olan Allah’a (c.c)

9-Recep-1299

  1. Mektup

Mektupta kıymetli Hâlifesi Molla Hâlil’e letaifleri açıklamaktadır:

Bilesin ki iman on cüzden müteşekkildir. Beşi nurânî, beşi de zulmânîdir. Nûrânî olanlar kalp, ruh, sır, hafa, ehfâ’dır. Zulmâni olanlar nefs ve anâsır-ı erbaadır. İlk beş tanesi için alem-i emirde beş kemalat vardır. Kalbin kemâli huzur ve tecellidir. Ruhun kemâli cezbe ve muhabbettir. Sırrın kemâli vahdetin bir bölümüdür. Hafanın kemâli istiğrakın bir bölümüdür. Ahfanın kemâli izmihlâlin bir bölümüdür. Vahdetle murad, alemde zatını görmediği halde müridin muradının Allah Teala olmasıdır. Sanki Allah bir deniz, alem de ona dalmış varlık gibi. İstiğrakla murad hem kendi nefsini ve hem de tüm alemi idrak etmesidir. Sanki bu ikisi Allah Teala’nın zatında müstağrak olmuşlar gibidir. Şuhûdunun çokluğundan, alemde kendisini çokça yakınlaştırdığı için böyle müşahede edilir. İzmihlal ile murad, tüm alemi ve kendisini Allah Teala’nın zatının denizinde etrafı çevrilmiş ve onda sütteki suyun aktığı gibi akıp gittiğini görüp idrak etmesidir.

Zulmâni beş cüzde bu kemalatın zıttı olan beş noksanlık vardır. Nefsin noksanlığı Allah Teala’ya düşmanlık yapmasıdır. Dünyayı ve onun istek duyulan yönlerini sevmektir. Toprağın eksikliği ise taatta gevşekliktir. Suyun noksanlığı ise nifak, karışıklık olup içinde bulunduğunu günahlarıyla boyanmasıdır. Tıpkı suyun içinde bulunduğu kabın rengini alması gibi. Ateşin noksanlığı ise gadab ile tutuşup yanmasıdır. Havanın noksanlığı ise tekebbürdür.

Nurani letaiflerin asılları alem-i emirdedir. Bu alem ise maddesiz olarak bunlarla mevcut bir alemdir. Bu alemde var olan her şey noksanlıktan ve ayıptan uzaktır. Çünkü bu ikisi yaratılmış olan bu alemin eserle- cindendir. Bu alem ise maddeyle mevcuttur.

Kalbin aslı arşın zeminidir. Ruhun aslı yukarısı dokuz bin yıllık mesafedir. Yeryüzünün sathından arşın sathına kadar mesafe de bu kadardır. Sırrın aslı bunun bir o kadar yukarısındadır. Hafa da aynı mesafede bir o kadar yukarıdadır. Ahfa da aynı mesafede bir o kadar yukarıdadır. Bu asılların tamamı sıfat aleminde kendi asıllarına göre gölge gibidir. Keza bu asıllarda alem-i şuûndaki kendi asıllarına göre gölge gibidir. Bu asıllara ise sadece peygamberimiz ulaşmıştır. (Zatına, ashabına, zevcelerine ve zürriyetine salat-u selam olsun). Nurani latifelerden her biri zulmani cüzlerden her birinin karşıtıdır. Kalp toprağın, ruh nefsin, sır suyun, hafa ateşin, ehfa havanın mukabilidir. Geriye doğru alemi mahlukata doğru geri geri gelindiğinde mukabele işi ortaya çıkar.

Mahlukat aleminden asıllarına, asıllarından asıllarının asıllarına, sonra da asıllarının asıllarının asıllarına doğru yapılan nurani letaifler yolculuğu Allah Teala’nın dilediği kimse için hal yoluyla olur. Makam yoluyla değil. Çünkü makamları geçerek böyle bir yolculuğu sadece Nebi (s.a.v) yapar. Kişinin hal yoluyla olacak bu yolculuğu, kamili mükemmil bir şeyh vasıtasıyla: Allah’ın lütfuyla, rabıta veya Allah Teala’yı zikretmekle veya cezbe-i vehbiyye ile gerçekleşir. Bazılarınca asıllara yolculuk makam yoluyla da olur.

Kalbin kendi makamına erişmesinin alameti, huzur ve buna terettüb eden şuhûddur. Ruhun kendi makamına ulaşmasının alameti de hangi tür vahdet olursa olsun vahdete ulaşmasıdır. Hafanın kendi makamına ulaşmasının alameti istiğraktır. Ahfanın kendi makamına ulaşması ise izmihlal iledir. Bu ulaşılan hallerin dışında insan için keşifler, tenvîrât, aydınlık, dumanla kaplılık, güneş gibi suretler, sis gibi durumlar da olur. Omurga nasıl insanı ayakta tutarsa diğeri de onu arşa uzatır. Tüm bu durumlarda güzel olan, insanın niyaz ve muhabbetle, bedende var olan bu letaifleri keşfedip harekete geçirmesi ve böylece zikir ve rabıta ile arşa doğru yükselmesidir.

Sâlik bu yükselişi gerçekleştirirken bu zikredilen şeylerden bir şey hissetmez, ancak letaifleri kendi makamlarına yükselirler. Ancak bunların meydana geldiğine dair alametler vardır. Günahlardan kaçınmak gibi. Bu huzurun alametidir. Keza Şeriatın emirleri dışına taşmamak gayreti gibi. Bu da cezbenin alametidir. Keza dil ile Allah Teala’yı zikretmek gibi. Çünkü muhabbetin alameti mahbubu çokça zikretmektir. Keza hayret, fuyûzâtta baygınlık ve sekr vahdetin alametidir.

Aynı şekilde gevşeklik, kuvvetin gitmesi gibi durumların tersi olan durumlar da bunların tersine olur. Bu halleri yaşayan kimse ilâhî fuyûzâtı çok taleb eder ve sudan çıkarılmış fakat suyun sesini duyan balığın durumu gibi her taraftan kendisini aynı hisseder. Keza boğazlanmış kurbanlıklar gibi iştiyakının fazlalığından hareketlidir. Aynı şekilde kendi nefsi açısından, nefsinin ye’se düşmesi karşısında Allah’a çok niyaz eder, mağfiret diler. Bu ikisi ise istiğrakın alametindendir. Keza bu insan fitne ve heva rüzgârlarına karşı hareketsiz dağlar gibidir. Rıza makamında sükûn içindedir. Başka bir hâli tercih etmez. Bu ikisi de izmihlâlin alametidir. Bazı letaifleri diğer letaiflerde böyle bir durum meydana gelmezken yükselebilir. Avamdan bazılarında huzur hâli bulunmamasına rağmen cezbe-i sekr hâlinin bulunması gibi. Bunun gibi bazılarında cezbe hâli olmaksızın mahv hâlinin yaşanması gibi. İşte bu yüce yürüyüştür, buna cezbe yürüyüşü, vahdette fena ve velayet makamı denir.

Allah-u Teala dilerse bir kulu marifet yürüyüşüne ve “Nefsini bilen rabbini bilir” makamıyla teşerrüf etmeye muvaffak kılar. Yani nefsinin acziyetini, noksanlığını bilen kimse rabbinin kudret ve kemâlini idrak eder.

Nefsi kemale erdirmede ve insanları buna yöneltip Şeriat-ı Garrayı hem nefse hem de insanlara tebliğ etmek veya ilk önce sadece nefsi kemale erdirmeye çalışmak gerekir. Birincisi başkalarına dönüş diye isimlendirilir. Bu tebliğle emrolunmuş olan nebilerin ve rasüllerin yoludur. İkincisi ise nefse dönüş olarak isimlendirilir. Bu da başkalarına tebliğle emrolunmamış nebilerin yoludur. Bu insana Allah Teala’nın azametini ve kibriyasını tanıtır. Böylece sâlik kendi nefsini bu makama ulaşmaktan ve yakın olmaktan uzak görür. Önceden sahip olduğu şeylerin sadece kuru bir iddia olduğunu görür ve yakınlık iddiasından gerisin geriye döner, ahlakını güzelleştirmeye yönelir. Geri geri dönmenin manası şudur: Kendisinin iki gözü vardır. Bir gözü mahbuba ulaşmasını sağlar. Bir gözü de hizmet, kulluk ve ahlakını güzelleştirmesini temin eder. Bu makam ünsiyet makamı olarak isimlendirilir. Çünkü sâlik kendisinde var olan bu makam sebebiyle visâli taleb eder. Amellerindeki kusuru görür, layık olmadığını düşünerek hizmeti, ahlakı güzelleştirmeyi talep eder. Ve nihayet visale hazır olur, aşk-u muhabbetle insanlara yönelir. Ehfa- ya dönüşle tekebbür hastalığı, Allah dışındaki her- şeyden (masivadan) istiğna etmeyi doğurur. Hafiye dönüşle gadab hastalığı gayrete dönüşür ve nefsi için değil de Allah için kınar. Sırra dönüşle başka şeylerle karışma ve beraber oturduğu kimselerin hallerini alma şeklindeki hastalığı onların güzel ahlakı ile karışma ve hallerini almaya döner. Ruha dönüşle dünyayı ve nefsin arzularını sevme şeklindeki hastalığı onların güzel ahlakı ile karışma ve bu hallerini almaya döner. Kalbe dönüşle gevşeklik ve kaypaklık hâli hilme ve yumuşaklığa döner. Bu beş hastalık -ki bunlar mefsedet, kusurların ve eksikliklerin kaynağıdır- bu beş güzel ahlakla değiştiğinde- ki bunlar da insana layık olan her kemâlâtın kaynağıdır- kalbinden marifet nurları her tarafa doğru fışkırır. Bu halde ilâhî fuyûzât her işitilenden, görülenden, tadılandan, koklanandan, tutulandan ve idrak edilenden elde edilir. İşte bundandır ki Gavs-ı Azam şöyle buyurmuştur: “Arifler için lezzet alınacak şeylerin haddi hesabı yoktur.” Böylece kişi için mutlak fenayla şereflenme makamı gerçekleşir. Kendisinden zuhur edilen her şey Allah’tan, Allah’a ve Allah için olur. Bu seyr-i süflî, seyru’r-ricat, sayru’l-marife, seyru kemalâtin Nübüvve, seyru’l-emrâz, seyru’t-tenbîh diye çeşitli adlarla isimlendirilir. Bu zikredilen hal ile letaifler ve zulmani cüzlerle bir karşılaşma meydana gelir ve her latife karşısındaki hastalığın üzerine gider ve kişi sonunda en güzel ahlakla ahlaklanır.

  1. Mektup

Mübarek hâlifesi, Molla Ahmed’e göndermiştir. Mektubunda bir şahsın öldürülmesiyle ortaya çıkan sorunların düzeltilmesini emretmektedir.

Bir olan Allah yolunda kardeşim Molla Ahmed’e. Allah dünyada ve din üzere olan hayatınızda şerefinizi artırsın. Evvela sizlere çok çok selam eder, dualar eylerim. Sıhhat içinde bulunmanızı dilerim. İkinci olarak, size bildirmek isteriz ki, Molla Davud köyünde çıkan, meselede öldürülen kişinin kardeşi akrabasıyla birlikte bize geldi. Bunlar el-Hıssî’nin hâlifesinin köyünde oturan yakınları ve akrabalarıyla aralarında ittifak etmişler. Ben onları orada iskân ettim ve davalarını halletmeyi üzerime aldım. Kendilerine çokça nasihat ettikten sonra bizim söylediklerimizi kabul eylediler. Ben de hâlifesine Mektup yazarak onları iskân etmesini istedim. Siz de Abdal Ağa ve mezkûr köy halkı ile konuşun ve maktulün yetimleri için ne gerekiyorsa onlara versinler. Yetimlere, maktulün kardeşi ve asabesine mal vererek sulh yapsınlar. Keza Abdal Ağa’nın sulhun nasıl yapılabileceğiyle ilgili olarak ne dediğini bize yazın. Çünkü ben cevap gelene kadar onları iskân ettim. Eğer halledemeyecekseniz biz o tarafa gelelim. Sizlere, yanınızdakilere ve hidayete tabi olanlara selam olsun. Bu büyük fitneyi daha başından itibaren ıslah gerekir. Bu yüzden hem siz hem de Abdal Ağa sulh sağlamak ve bu davayı halletmek için tüm gayretinizi ortaya koyun.

  1. Mektup

Yine hâlifesi Molla Ahmed’e göndermiştir. Mektupta Mirza Han’a ihsanda bulunmayı emretmektedir.

O’nun adıyla. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey onu tesbih eder.” (İsra, 44)

İmdi; Gavs-ı Azam’ın dergâhının hizmetkarından Samed olan Allah yolunda kardeşim Molla Ahmed’e. Mektubu getiren Mirza Han irşad dairesinin kutbunun ashabından, bizi sevenlerden ve bize karşı hâlis olanlardandır. Oğlu da bizim hizmetimizde vefat etmişti. Sizden beklenen ona ihsanda bulunmanızdır. Çünkü ona yapılacak ihsan bize yapılmış gibidir. Ümid ediyorum ki, müridleri farz ve sünnet olanı tasaddukta bulunmak üzere teşvik edersiniz. Size ve hidayete tabi olanlara selam osun.

11-Şaban-1299

  1. Mektup

Hâlifesi Molla Ahmed’e göndermiştir. Mektupta Erzurum’dan kendisine kollu yelek alınmasını emretmektedir.

Onun adıyla. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey onu tesbih eder.”(İsra, 44) Allah efendimiz Muhammed’e (s.a.v), âline ve ashabına salat etsin. İmdi; öncelikle Allah yolunda kardeşim Molla Ahmed’in selamette olmasını dilerim. Marifet ve kemal derecelerinde yükselmeye devam etsin. İkinci olarak, sizce de malumdur ki mektubu getiren Abdullah’a kollu yelek alınması için on beyaz mecidiye verdik. Uzunluğu, üzerine gömleğin çekilebileceği kadar olsun. Genişliği de tam olsun. Yenleri de kaftan yeni gibi olsun. İçi kürk olsun, ancak kürkü en iyi cinsten olsun. Sizden isteğim parayı Mustafa Ağa’ya verip Erzurum’dan alması için teslim etmenizdir.

  1. Mektup

Bu mektubu hâlifesi Molla Ahmed’e göndermiştir. Mektubunda Tunkal arazisinin yarısının satılması hususunda onun vekili olduğunu, hâlifesinin kararının kendi kararı olduğunu ve diğer hususları beyan etmektedir.

Aziz ve celil olan Allah’ın adıyla. Salat-u selam keremi geniş olan zata, şerefleri yüce olan ashabına olsun. Bundan sonra Aziz ve yüce Allah yolunda kardeşim olan Molla Ahmed’e selam olsun. Allah onun murad ettiğini yerine getirsin. Âmin.

Ahmed hanımıyla beraber bize gelip sizin Tunkal’ın yarısının ikisine satılmasına razı olduğunuzu ve kararın benim razı olmama kaldığını haber verdi. Malumdur ki, benim görüşüm sizin görüşünüz, benim rızam sizin razı olmanız demektir. Benim görüşüm bunun güzel hatta en güzel bir karar olduğu yönündedir. Çünkü biz, sizlerin hal ve durumunuzun iyi olmasını isteyen ve üzüntülerinizin nedenini merak edip kederlerinize ortak olan insanlarız. Bu sebeple üçünüz bir araya gelin. Başkaları ile de istişare edin ve özellikle bu hususta maslahata binaen son sözü ona verin. Vesselam.

  1. Mektup

Hâlifesi Molla Ahmed’e göndermiştir. Mektubunda Tercunek’teki evinden tuz alıp Demirci’deki diğer evine götürmesini istemektedir. Mektubta zahiren onu uyarıyor gözükse de hakikatte zevcesi annemiz Zeyneb’i mizahvari bir şekilde uyarmaktadır. Sanki ona “eğer tuzu göndermezsen üzerinize yeni bir hanım alacağım” demek istercesine şaka yapmaktadır.

İmdi; Allah yolunda kardeşim Molla Ahmed’e. Allah’ın selamı üzerinize olsun. İlk olarak ahvâlinizi sual ederim. İkinci olarak, malumunuz olsun ki tuzumuz bitti. Eğer hepimizin evinin bir tek ev olduğu iddianızda sadık iseniz bize tuz gönderiniz. Şayet herhangi bir mazeret gösterir ve göndermezseniz, bu iddianızda sadık olmadığınız ve artık müstakil olduğunuz anlaşılmış olur. Ayrıca bizlere ihtiyacınız olmadığını da gösterir. Bu durumda günahınız boynunuza. Sizin durumunuz size kalmıştır. Fakat böyle bir durum karşısında, bundan sonra bizi sizden müstağni kılacak ve sizin bize ihtiyacınızı kaldıracak bir şey yaptığımızda kimse şikayetçi olmasın.

Baki kelâm. Tafsilat mektubu getirendedir. Allah’ın selamı sizlere, yanınızdakilere ve hidayete tabi olanlara olsun.

  1. Mektup

Bu mektubu Hâlifesi Molla Ahmed el-Taşkesânî’ye göndermiştir. Mektubta kendisine gönderdiği iki mektubunu aldığını ve Allah’a hamd ettiğini beyan etmekte ve diğer bazı hususları açıklamaktadır.

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Salat-u selam mahlukatın en hayırlısı Hz. Muhammed’e (s.a.v), âline, ashabına, ezvacına, zürriyetine, akrabalarına ve ensarına velhasıl bilcümlesine olsun.

İmdi; Allah yolunda kardeşim Molla Ahmed’e. Yüksek katınızda malum olsun ki iki şerefli mektubunuz da bize ulaşmıştır. Sizleri iyileşmeye doğru götüren

Allah’a şükürler, hamdler olsun. Azamet ve nimet O’na aittir. Sizden gelen her şey bizim için müjdedir. Fakat bu haberden daha büyük bir müjde de olamaz. Sizlere inşaallah tam olarak şifayı ihsan edecek Allah’a hamd edip şükrederiz.

Sizlerin Karedî’ye veya Molla Âli köyüne gitmeniz meselesine gelince; bizim arzumuz şayet mümkünse, meşakkat ve sıkıntı da olmayacaksa her ikisine de gitmenizdir. Durumu siz değerlendirin. Eğer bu mümkün değilse sadece Karedî’ye gitmek yalnızca Molla Âli köyüne gitmekten daha evladır. Molla Âli köyü ise etrafındaki köylerle beraber Karedî ve etrafındaki köylerden daha münasiptir.

Bu işe meczub olanları araştırın, kendi nefsinizde de şevk ve canlılık olsun. Çünkü çevrede fütuhatın olmasının en büyük amili bu iki haslettir.

Maktulün çocukları meselesine gelince, çocukları size gönderinceye kadar malları yanınızda tutunuz. Bizler de inşaallah on gün sonra sizin oraya geleceğiz. Bizim kendilerine sorduğumuz herkes şevk ve muhabbetle bizlere bazı yerlerin münasip olduğu haberini veriyor. Tercûnek ise böyle değil. Zannederim Tercûnek, Karacaviran’dan Tunkal’a kadar böyledir.

Şûşar tarafından Karakankî yönünden bize bir köy satın alın ki sizin o tarafa gelelim.

31-Gülan (Mayıs)-1299

  1. Mektup

Yine hâlifesi Molla Ahmed et-Taşkesânîye göndermiştir. Mektubunda Erzurum’a gitmesini emretmekte, elini orada doktorlara göstermesini ve başka hususları emretmektedir.

Onun adıyla “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Gavs-ı Azam’ın dergahının hizmetkarından mevlaya yönelmiş kıymetli kardeş Molla Ahmed’e. Allah Teala bir yıldan beri hastalıklarla elem duymanız sebebiyle fazlı ve keremiyle sizlere ikramda bulunmuştur. Belki de Allah Teala sizleri sabredenlerden bulmuştur. Bu hastalığı Allah Teala’nın sizlerde cezbenin meydana gelmesi için bir sebep kılmasını ümid ediyorum. Ahrar hazretlerinin dediği gibi: “Halk içinde hakla beraber.” Sadatın yaptığı gibi, bir yıldır şifa peşinde koşmak sabretmeye mâni değildir. Sizin için uygun olan, işin ehli sandığınız ve kendisini tesbit ettiğiniz bir doktora tedavi için Erzurum’a gitmeniz ve elinizi ona göstermenizdir. Araştırdıktan sonra böyle bir doktor bulduğunuzda, Allah Teala’nın lütfuyla bunun tedavisi onun elinde kolay olacaktır. Doktora de ki: “Eğer tedavi edebilirsen sana şu kadar veririm.” Ne kadar vereceğini de söyle. Rakam da yüksek olsun. Tedavi edebilirim diye söylerse ve uygun görürse paranın kendisine teslimi için bu tarafa bir adam gönder. Ağızlarda dolaşıp duran “Rum doktorları şifadan ümidi kestiklerinde hastayı öldürürler” asılsız sözünden korkma, çünkü bunun aslı yoktur. Böyle bir şey olsa bile bu vücuttaki hastalıklardandır yoksa azalardaki hastalıklardan dolayı değil. Eğer böyle bir doktor bulamazsan Allah’a tevekkül et. Gavs-ı Azam’dan da istimdat ederek buraya gel. Umulur ki Allah sana şifa verir. Sadatımızın bu durumlarda nasıl bir yol talep ettiklerini de unutma.

O’nun kahrının ve lütfunun hakiki meftunuyum Şaşılacak şey ki ben her iki zıddın da aşığıyım Ayrıca bu hastalık rivayette geldiği gibi bir lütuftur:

“İnsanlardan en çok belaya uğrayanlar peygamberler, sonra veliler, sonra muttakîler sonra da bunları peşi sıra takip edenlerdir.”

Tabii Allah Teala’dan şifayı da niyaz etmek gerekir. Çünkü bu Allah’ın sâlih kullarının yoludur. Ayrıca Allah’a muhtaç olunduğunu arz etmenin yoludur. Böyle olun ki sizin durumunuz Semnun’da söz konusu olan tutuma düşmesin. Çünkü bu zat sonunda medreseleri dolaşma ihtiyacı hissetti ve talebelere dedi ki: “Bu yalancı amcanız için dua edin? Bu sebeple “yalancı” vasfı şimdilere dek onun vasfı oldu. Siz de kendinizi gerçekten Allah’a muhtaç hissedin, bu riyakârane olmasın ki bu zatın durumuna düşmeyesiniz.

Allah’ın selamı sizlere, ihvana, ashaba ve Şeriat-ı Mustafa’ya tabi olanlara olsun. Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, âline, ashabına, ezvacına, zürriyetine, onu ananların her anışında, gafillerin de her gafletinde ziyadesiyle salat-u selam eyle, onları mübarek kıl.

12-Ramazan-ı Mübarek-1299

  1. Mektup

Bunu hâlifesi Molla Ahmed’e göndermiştir. Mektubunda gelen iki kişinin mektubunu kendisine getirdiklerini belirtmekte ve elini keçeden bir bezle sargılamasını ve üstadı Gavs-ı Azam’ın kendisine maneviyatta çok iltifatlarda bulunduğunu ve diğer hususları beyan etmektedir.

Yüce olan Allah’a hamdolsun. Salat-u selam izzet ve cemal sahibi Rasûlüne olsun. İmdi; Gavs-ı Azam’ın dergahının hizmetkarından kıymetli kardeş, dostum

Ahmed’e. Molla Abdullah adına gönderdiğiniz ve şifa bulduğunuzu müjdeleyen mektubunuzu iki zat getirdiler. Şüphesiz bu haber yüce fazıl sahibi Allah’a hamd etmeyi, şükretmeyi gerektirir. Keza mektubunuzda elinizde dolama durumunun kaldığını belirtiyorsunuz. Bu da Allah Teala’nın bir nimetidir şüphesiz. Çünkü musibetler karşısında Allah Teala’ya yakınlaşmaya çalışmak gerekir. Sana şunu tavsiye ederim: Keçeden bir sargı al, parmaklarından dirsekle bileğinin yarısına kadarki mahalli sar.

Keza mektubunuzda ihvanın istikamet üzere bulunduğunu haber veriyorsunuz. Hidayeti verene hamd olsun. Bu haber bu hizmetkarın ferahlamasına sebeb olmuştur. Bununla beraber eğer istikamet ve iştiyak halleri artmasaydı kınanmayı hak edeceklerdi. Çünkü Allah Teala kendilerine hidayet yolunu göstermek suretiyle ikramda bulundu ve onlar da bunu tattılar. Bu sebeple bunun da ötesinde Allah’a şükredip, takdis ve tesbihte bulunmaları gerekir. Onlar bilmezler mi ki, bu hidayet yolu ancak bunlarla olur. Bu tarikat yoluna girmiş olan Şeriat-ı Mustafa’nın yoluna girmiştir. Şeriat yoluna giren ise felaha erer, kurtulur.

Bu yolda olanlar bu yolu hiçbir şeyin kendisine denk olmadığı ismi yüce olan Allah’ın muhabbetinin yolu olarak bulurlar. Bu da Gavs-ı Azam’a muhabbetle olur. Ki o hem hayatta hem de mematta tasarruf sahibidir. Bu yola girenler dünyanın fani, çirkin, gurur ve şekavet yurdu olduğunu, darul ukba’nın ebediyet, sürür ve saadet yurdu olduğunu anlarlar. İnsu cinnin ameli cezbeye müsavi olmaz. Bu dünyada ve bu zamanda cezbe yoluna sadece üstadımızın dergahının hizmetçilerinin kendileriyle beraber içli dışlı olmasına izin verdikleri muttâli olabilir.

Allah’tan korksunlar, bu hizmetkar ve onun efendisinin muhabbetiyle ciğerlerini dağlasınlar. Bunu da sohbet, rabıta, sabahtan önce niyaz için kıyama durarak, Allah’a olan ihtiyaçlarını hissedip arz ederek yapsınlar. Böyle yapsınlar ki şu ayet onlara uygun düşmesin:

“İslâm olmalarını senin başına kakıyorlar. De ki: Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın. Tersine eğer gerçekten inanmış iseniz, sizi imana ilettiği için Allah, sizin başınıza kaksa yeridir.” (Hucurat,17)

Allah’ın selamı senin, onların ve Allah’ın sâlih kulları üzerine olsun. Başına gelen musibetlere sabret. Sevdiğinle arana giren dağlar ve vadilerin sebep olduğu ayrılık nedeniyle artan aşk ateşin yansın. Sevdiğinin hâlini soruyorsun. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) bile hakkıyla hamdinden aciz kaldığı O yüce zata hamd olsun. Çünkü Hz. Peygamber bile “Sana senayı hakkıyla yapamam” buyurmuştu.

Bu hizmetkar şunu der: Gayda’daki mübarek malum yere (markada) varıp orayla şereflendikte, markad-ı şerife nazar etmişizdir. Bu aciz bunun senasını hakkıyla yapamaz. Bu merkad Hz. Mustafa’ya muhabbetin delilidir. O hiç şüphesiz zamanının üstadı, hatta kutbu idi. Hem oradan ayrılış gününe kadar bu hizmetkara yapılan manevi iltifat, ikram ve hediyelere karşı inatlaşmanın da anlamı yoktur. Hatta bu hizmetkârın bazı sırlarına vakıf olan bazı bilgili zevat dediler ki: “bu hastalık Gavs’tandır, o sebep olmuştur.” Bu sebeple hastalığınızın artması için Gavs-ı Azam’a dua bile ettiler. Fakat aklın güzel meyvesi, beldelerin nuru, sevgilerin özü, maddelerin özü, bir olan Allah’ın füyûzatının kaynağı efendimiz Şeyh Nur Muhammed bu şekilde bir duadan men etti ve hastalıktan selamet bulmanız için dua edilmesini emretti. Bu sözüne delil olarak şunu söyledi: Ben kendisine ikram edilen çok iltifatlar sebebiyle vefat eden insanlar gördüm.

İnsanlara usanç gelmeyecek olsaydı bu aciz güzellik ve cemal sırlarından gördüklerini orada anlatacaktı. Çünkü orada bu hizmetkara pek çok ikramlarda bulunuldu. Şüphesiz bunlar sadece bu hizmetkâra has değil siz de dahil tüm sofilere şamildir: Çeşit çeşit güzelliklere sahip sevgilinin yüzünden Mecnun olursam münkirler dahi beni kınamasın O güzeller şahının kaşlarından çıkan oklardan Ben ne yapayım nazarından güzel şehla gözlerin Ben bu remizlere, gizli işaretlere meftunum Her şeyimi feda ettim, şimdi istemekte canım: Bir nevruz günü atının yoluna uzanacağım Başım eğerek bu uğurda canımı vereceğim O hayvan ile ilgili sorunuza gelince, sizler bilirsiniz. Ancak onun bir farkı var. Bedenini soğuktan ve sıcağın şiddetinden korur. Yakalayabildiği kuşların etlerinden yer. Onu yemeyi insanın içi almaz. Tabii bu sözüm canı çekmeyenler için. Canı çekip ilaç olarak görenler yiyebilir.

Sizin tebliğ için gitmenize gelince, size Allah Teala’nın Habib-i Muhtarı için buyurduğu şu ayet yeter: “Sana indirileni tebliğ et” Keza şu ayet. “(İnsanları) Allah’a çağıran, amel işleyen ve ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” Bilakis bu zamanda Gavs-ı Azam’ın dergâhı için bu gereklidir. Çünkü insanlar bu zamanda apaçık delalet içindedirler. Çünkü Şeriatı Garra’dan yüz çevirmişler, hem ta Türkistan yollarından Beytullah’ı ziyarete gelirler, hem de akrebin kuyruğunda şifa ararlar. Allah kendisinden razı olsun, ben Hafız’ın şöyle dediği gibi demiyorum: “Muhabbet sevdasıyla sırlara vakıf olduğunuzu iddia etmeyin.”

Bilakis ben şöyle diyorum: Onlara “Allah sizi gaflet uykusundan uyandırsın” deyiniz. Hem tadmayan bilemez, kendince yorumlar yapar.

Nitekim Hafız şöyle der:

Hakkımda söylenenler zoraki söylenmiş değildir.

Zahire aldanıp duran insan hâlimi anlamış değildir.

Elbette tüm bunların yanında soğuktan korunmaya gücün, muhâliflerin hastalığı o artırıyor şeklindeki sözlerinden korunmaya karşı da kudretin olması gerekir. Allah’ın selamı size ve Şeriatı Mustafa’ya tabi olanlara olsun. Salatın en kamili, selamın en güzeli ona ve âline olsun. Âmin. Hamd olsun alemlerin rabbi olan Allah’a.

27-Teşrîn-1299

  1. Mektup

Mektubu Halenze köyüne göndermiştir. Mektubu köylülerin yüksek katına göndermiş oldukları iki mektuba cevap olarak göndermiştir. Onlar Mektuplarında bu hakir-i fakirin onlara sohbete gitmesinden sonra tekrardan geri gönderilmesini talep etmişlerdir. Ayrıca 3 aydır kendilerine gitmediğinden bahsetmişlerdir. O da onlara bu hakirin geciktirilmesinin istihareye mebni olduğunu, birkaç gün sonra geniş okyanusta dolmuş bir kadeh olarak inşaallah göndereceklerini ifade etmişlerdir. Ayrıca Allah Teala’nın onları, efendisini ve bu hakiri Şeriat-ı Mustafa’ya tabiler ve uyanlar kılması ve deni dünyaya buğz etmeleri sebebiyle dua etmektedir. Ayrıca Gavs-ı Azam ile istiane ile bu tarikat-ı âliyye üzere sebat etmelerini, bu hakirle karşılaşmayı beklemelerini, cumaya, cemaata, rabıtaya, hatmeye, sohbete, aralarında meydana gelen hususlara tevbe etmeye çağırmış ve diğer hususlara temas etmiştir.

Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a, Salat-u selam peygamberlerin efendisine, temiz tayyib âline ve ashabına olsun. İmdi, Gavs-ı Azam’ın dergahının hizmetkârından muhib ve muhlis olanlara. Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun. Sizlere dua ediyor ve dualarınızı talep ediyoruz. Sevgi dolu, sizlerin ihlâs ve muhabbetinizi gösteren iki mektubunuz bizlere ulaştı. İhlas ve muhabbet bu tarikat-ı âliyye yolunda iki büyük rükündür. Sizin bu güzel durumunuz karşısında bu hizmetkara düşen iki sebepten dolayı şükretmektir. (Allah’a hamd olsun, şükürler olsun. Kuvvet ve güç kendisini tesbih ettiğim Allah’ındır hiç şüphesiz). Birinci olarak: Muhabbetinizin fazlalığı, özellikle de kardeşim Molla Abdulkahhar’dan ayrı kalmanız sebebiyle oluşan ayrılık ateşi. O Vehhab ve A’la olan Allah’ın murad ettiği şekilde sizleri sabah akşam istikamet üzere tutar. Onun Gavs-ı Azam Kutb-i Efham’ın rabıtası altında nihai gayesi budur. Allah Gavs’dan razı olsun, onun kudsi esrarıyla sizleri ve bizleri takdis etsin.

İkinci olarak: Geç gelmesi sebebiyle hâlinizin değişmesi korkusu. Bu her iki madde havf ile reca, red ile kabulü bir araya getirir. Bu iki durum yüce Mevla’yı taleb etmenin kemâlindendir. Çünkü bu onu tanımaya götüren cezbedir. Nitekim Yakut’ el-Çerhî de böyle demiştir.

Allah Teala’ya müştak olanların ruhları sanki red ile kabul arasında gibidir. Allah sizleri masivadan alakanızı keserek en derin muhabbetini tattırsın, zatının dışındakilerden ayrılıp onu talep etme kuvveti versin.

Molla Abdulkahhâr da bu iki mektubunuzu okudu ve neyi murad ettiğinizi anladı. Biz de dostunuza izin verdik. Fakat istihare kendilerinin gelişini geciktirdi. Çünkü hayr Allah Teala’nın tercih ettiğindedir. Gerçek ilim O’nun ilmidir. Çünkü vakitleri ve onda olacakları en iyi bilen O’dur. Eşyalar ise belli müddettik vardırlar. İnşaallah birkaç gün sonra Gavs’ı Azam’ın deryasından dolmuş kadeh olarak ihvanı yönlendirmek üzere sizlere gelecektir. O misk kokusuna bürünmüştür. Gavs-ı Azam’ın güzellikleri ona açılmış, o deryadan bol bol içmesi suretiyle zatı-ı ilâhinin tecellileri üzerinde bolca açmıştır. Hem susayan ve kanmak isteyen bu deryayı ilâhiye varıp o güzel ilâhi sudan çokça içsin. Böyle nasıl olmasın ki, Allah Teala’nın dışındakilerle bu olur mu ki? Çünkü Allah Teala’dır cemil olan, mukaddes olan, zatıyla mevcud olan. Elbette O’nun yolu da lezzetli olmaktır. Başka bir deyişle: Kainattaki her şey bir vehim veya bir hayaldir. Esasında şöyle de denebilir: Allah’ın vücûdiyetinin hissedilmediği her şey vehimdir. Basiret sahipleri Allah dışındaki bir şeye meyledenin helak olduğunu görür. Bunun şahidi İblis ve ona tabi olanlardır.

“Rabbimiz bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi saptırma.” (Al-i imran,8) Kim ki Allah Teala’nın doğru yoluna tabi olursa kurtulur. Bunun şahidi peygamberimiz Hz. Muhammed ve diğer peygamber kardeşleri ile onların Şeriatlarına tabi olanlardır. Allah sizleri, tüm tâlipleri tam hakkını ifa edemeseniz de Şeriat-ı Mustafa’ya tabi hem zahiren hem de batı- nen ona uyan, deni olan dünyaya buğz edenlerden kılsın. Dünyada itminan ve ona meyledip onda kalmak sadece Allah Teala’ya taat ve O’na olan muhabbetin artması ve maksudun ve matlubun O olması gayesiyle olabilir. Onun dışındakilere olan sevgi de buğz da bu gaye çerçevesinde olmalıdır. İşte Allah Teala’ya yürümek bu tarikat-i âliyye içinde tahakkuk eder. Onu sevmek ise evliyasını sevmeyi gerektirir.

Ey kardeşler! Allah Teala’ya yönelmek, Subhanehu ve Teala’yı sevmek, Celle ve A’lâyı marifet etmek her iki cihanda en büyük nimetlerdir. Söyleyenin dediği gibi “ne olursa olsun hiçbir şey buna denk olmaz.” Allah Teala böyle kimsenin önüne Şah-ı Nakşibend’i çıkarır ve onu kendisine döndürür, onun dışındakileri bir heves olarak bıraktırır, terk ettirir. Çünkü “Allah’ın rızasıyla bir kulu istikamet üzerinde tutması yeterlidir, gerisinin önemi yoktur.”

Kardeşler! Nefislerinizi bu tarikat-ı âliyye üzere sebatkâr kılın. Gavs-ı Azam’dan; istianede bulunup kardeşinizin sizlere gelişini Evslilerle Hazreclilerin kâinatın efendisini karşılamayı bekledikleri gibi bekleyin. Salat-u selam zatına, âline, ashabına velhasıl tamamı üzerine olsun.

Cuma’ya, cemaata, rabıtaya, hatmeye ve sohbete devam edin. Sevgi dolu bu mektubun sizlere ulaşmasıyla sevginiz ve şevkiniz belki artar da muhabbet şarabını kana kana tadarak içersiniz ve aranızda söz konusu olan düşmanlıkları bırakır, bunun izlerini silip atarsınız ve yerine dostluğu koyarsınız. İstiğfar çekerek gıybet yaptığınız kimse sebebiyle oluşan günahlarınızın keffaretini de verirsiniz. Bu şeytânî iş gıybetten sakın ola, aman sakınasınız. Aman bu hususta çok dikkatli olun. Allah’ım! Aralarındaki düşmanlığı bitirmek için ilk selamı veren ile selamını iade edeni, düşmanlığın kalkmasına vesile olanı mağfiret et. Bu mektubun sizlere gönderilmesini küçümsemeyin. Bilakis bu yüce Allah’ın nimetlerindendir. Çünkü bunda yazılı olanlar cezbe ve ilham ile yazılmışlardır. Bu sebeple mektubu elden ele dolaştırın.

Ey Kardeşler! Düşmanlık bu deni kabih dünyaya olmalıdır. Ki burası sıkıntı, gurur yurdudur. Onda vefa yoktur. Büyük düşmanlık onadır. Şu haberi hiç okudunuz mu: “Dünya melundur. İçindekiler de melundur. Allah’ın zikri ve ona tabi olanlar hariç. “Fakat yine de dünya, Allah Subhanehu ve Teala’yı isteyenler için ganimet, O’na ulaşmayı ve cennette görmeye susayanlar için vesiledir:

Dünyayı nimetleri için istemem

Azık hazırlamaktır uhraya gayem

Hasıl-ı kelam; Gavs-ı Azam’ın gölgesini seviyorsanız ve ona muhabbet etmekle Mevla’yı sevmeyi arzuluyor ve tarikatına sülük etmek istiyorsanız emrettiklerini yerine getirin. Allah’ın selamı size, köydeki herkese, ashaba, ihvana, dostlara, Şeriat-ı Mustafa’ya tabi olanlara olsun. Salat-u selamın en kamili ona, tüm âline, ashabına, ezvacına, zürriyetine, yakınlarına, tüm nebilere ve rasûllere, şehidlere, sâlihlere ve onlarla beraber bizlerin üzerine olsun. Âmin. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

16-Şevval-1299

  1. Mektup

Bu mektubu elinizdeki Mektupları toplayan hâlifesi Şeyh Abdulkahhar’ın zevcesine göndermiştir. Allah her ikisinin de sırrını âlî eylesin.

Onun adıyla. “Yerdekiler ve göktekiler, her şey O’nu tesbih eder.” (İsra, 44) Ayrıca her şey Nebi’ye ve âline salat-u selam eder. İmdi; Gavs-ı Azam’ın dergâhının kulundan seyyide-i şerife-i sâliha’ya. Ki onun celaleti dedesinin Şeriatına uymakla kat be kat artmıştır. Salatın en efdâli, selamın en kamili dedesi Hz. Muhammed’in üzerine olsun. Sizin riyazet olarak üstadımızın hizmetinde bulunmak için hizmete gittiğiniz ve onu anlatmak için çok çaba sarf edip eziyete duçar olduğunuz ve bu hizmetinizle faydalar elde edildiği bu hizmetkara ulaştı. Elbette bunun ecri misli üstada aittir. Radiyallahu anh. Şüphesiz Rabbimiz tam olarak hak edene amelinin karşılığını ayrıca verecektir. Bu hizmetkarın kalbi bundan çok mesrur oldu. Çünkü hizmetin gerektirdiğini tam hakkıyla yerine getirdiniz. Bu sebeple kudsi kelimeleri ihtiva eden bu mektubu sizlere yazmak için acele etti. Bu Mektup bu hizmetkarın üstadının ve rabbinin muhabbet ateşini sizde yakacaktır. Böylece masiva kaybolacaktır. Nefsin ayıplarını ve dünyanın denâetini görmek ise nefsin başını darmadağınık edecektir. Gerçek hayatın ahiret yaşamı olduğunu görecektir. Nitekim hadiste geçer: “Gerçek hayat ahiret hayatıdır.” Böyle olunca nefis lezzetlerle sevinme, eksiklikleri işleme aczi devam etmez. Rabıtaya devam etmekle, bundan gelen feyzden pek çok istifade edeceksiniz. Nis- betle manevi kirlerden kurtulup şimdi kendinize gelin veya gelmemiş olun ancak Allah Teala’nın inayetini üzerinizde görmeniz mümkündür. Çünkü Allah Teala bu tarikat-ı Âliyyeye girmekle sizlere büyük ikramda bulunmuştur. Ancak eda-i şükrü de tam olarak yerine getirmeli. Bu ise kulun Allah’ın ikram etmiş olduğu tüm nimetleri yaratıldığı gaye uğrunda harcamasıyla olur. Ayrıca acziyeti, eksikliği itiraf etmekle gerçekleşir.

Allah’ın selamı sizin ve gözlerinden öptüğüm Mahmud’a olsun. Okumasını çok istiyorum. Keza tüm akrabalarınıza ve Şeriat-ı Mustafa’ya tabi olan herkese selam ederim. Allah ona, âline, ashabına, zürriyeti- ne, kendisine tabi olanlara, dostlarına salat-u selam etsin. Hamd olsun alemlerin rabbi olan Allah’a.

1-Zilhicce-1301