MİNAH (HEDİYELER)

 

ŞEYH SIBĞATULLAH İL ARVASİ K.S

 

ÖNSÖZ

 

Hadsiz ve hesapsız hamd, medh ve şükür Allah Teâlâ’ya mahsustur. O Allah (C.C) ki zikri ile evliyanın kalblerini diriltti. Onların güneş gibi parlayan kalblerinin ışınları ile dünyayı aydınlattı. Kalblerinden zulmet perdelerini kaldırıp, esrar ve cemalinin müşahedesini onlara müyesser kıldı. Vuslat, muhabbet ve aşk şerbetlerini onlara içirip, zevk ve lezzetten istiğraka düşürdü. Kimisi sahve dönmeyip bulunduğu halde kaldı. Kimisi de sahve dönüp irşad ve tebliğ ile meşgul oldu.

 

Salat ile Selam âlemlere rahmet olarak gönderilen, mahlûkatın  yegâne sebebi hilkatı, risalet ve nübüvvet silsilesinin son halkası, Âdem (A.S)’ın ve diğer peygamberlerin baş tacı, bütün evliya ve enbiya onun naibi mesabesinde bulunan, hilafeti mutlak ve hakiki irşat makamında olan Hz. Muhammed’e (A.S) bütün peygamberlere, hepsinin al ve ashabına olsun.

 

Bilinmelidir ki Peygamber Efendimiz (A.S) yalnız zahiri ilimle değil, batini ilim diye adlandırılan tasavvuf ilmine de haiz idi. Ehl-i tarikat ta zahir ve batin her iki ilimde pay sahibi olduklarından dolayı “Âlimler Peygamberlerin Varisleridir” Hadisi şerifinin mucibince hakiki varislerdir.

 

Bunların sözleri kalbden çıktığı için kalblere gayet tesir eder. Nazarları ile hasta kalbleri tedavi ederler. Halleri ile insanları hidayete celb ederler.

 

Sohbetleri ile müritleri zulmetin çukurlarından çıkarıp, velilik rütbesine erdirirler. Cenab-ı Hak yeryüzünü bunlardan hiç boş bırakmamıştır.

 

Minah (vergiler) adındaki bu kitap; tarikat- ı nakşiyede büyük bir rütbeyi elde eden, Gavs-i Hizani lakabıyla bilinen Seyyit Sibgatullah Arvasi (k.s) Hazretlerinin mübarek kelamlarının, halifesi zamanın büyük âlimlerinden Molla Halid-i Öleki (k.s) tarafından bazı açıklamalarla birlikte derleyip, kaleme almasından ibarettir.

 

Tarikata hizmet ve ihvanlarımıza fayda niyeti ile daha önceden kitabi Arapça aslından Türkçe’ye çevirmeyi düşündüysem de, bundan çok uzak ve gücümün dışında bir yük olduğunu düşündüğümden dolayı çekiniyordum. Ta ki emrine muhalefet edemeyeceğim, ruhumun hayatı, gözümün nuru, kalbimin ışığından işaret aldım. Emrine itaat etmeyi vacip bilip, tercümeye başladım.

 

İtiraf ederim ki o yüce Gavs’ın işaretlerinden ve Molla Halid’in rumuzlarından ancak denizden bir damla miktarınca açıklayabilmişimdir. Doğru ve hakikatler onların, hata ve yanlışlar benimdir.

 

Okuyucularımdan ricam şudur ki, kitapta okuyup anlamadıkları meselelere hemen itiraz etmesinler. Zira bunların çoğu zevk ve halidir.

 

Söz ile izah edilemez. Ancak amel edip o rütbeye ulasan hakikatini anlar. Bu nedenle Muhyiddin-i Arabi (k.s) gibi büyük zatlar” Sözümüz bizden başka kişilere haramdır.” buyurmuştur.

 

Evliyaullah’ın meşrebleri ayrıdır. Herkes gördüğünü haber verir. Başkalarının ona itiraz etmeye hakkı yoktur.

 

Çalışma ve gayret bizden tevfik ve inayet Cenab-ı Bari Teâla’dandır.

 

Yahya el Abbasi (k.s)

 

TASAVVUFUN MAHİYETİ VE FAZİLETİ HAKKINDA

 

Ey hakkı isteyen bil ki en yüksek maksat Yüce Allah’ı (C.C) tanımak, sonrada ona hakkı ile ibadet yapmaktır. Bu ise Allah’ı (C.C) sıfatı ile tanımakla mümkündür.

 

Allah (C.C) zatında, sıfatında, ef’alinde her bir şeyi bilir, işitir, faili muhtardır. Âlemi kendi iradesine göre ve uygun bir şekilde yarattı. Yarattıklarından bir kısmı insan denilen varlıklar oldu.

 

Yüce hikmetinin muktezasına göre insanların bazılarına saadet, bazılarına şekavet takdir eyledi. İnsanda ulvi ve sufli âlemdeki her şeyi bulundurmakla, onu bir nevi kâinata rumuz eyledi.

 

Marifet ve hakikatin aynası, her şeyi idrak eden kalb verdi. Hayr, ile şerri birbirinden ayıran akıl ile mükellef kıldı. Aynı zamanda nefsani arzuları, Allah’ın (C.C) emrine muhalefeti, vesveseyi, melaikeyi onun için görevlendirdi.

 

Katından peygamberler gönderdi. O peygamberler Allah’ın (C.C) şeriatını kullara tebliğ ettiler. Kendisine saadet nasib olan kişi onlara iman edip tasdik etti. Şekavet nasib olan kişi de kâfir ve zındık oldu.

 

Mü’minleri de kendi aralarında derecelendirdi. Zahir ve batını Allah (C.C) emrini yerine getiren bir kısım vardır, fakat çok azdır. Bir kısım hayrın çoğunu yapar, azını terk eder. Bir diğeri de hayrın azını yapar çoğunu terk eder.

 

Kul üzerine gereken odur ki, emir edileni yapmak, nehyolunanı terk etmek. Bu iş emri ve nehyedileni bilmeden mümkün değildir. Bunun için Peygamber (a.s) ”İlmi aramak her Müslümanın üzerine farzdır.” buyurmuştur.

 

Âlimler farz olan bu ilmin hangisi olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Kimisi kelam, kimisi fıkıh, kimisi tefsir, kimisi hadis, kimisi de tasavvuf farz olan ilimdir, demişlerdir.

 

Bunlarda doğru olan eimme-i arifin ve kâmil evliyanın seçtikleri tasavvuf ilmidir. Zira bütün akıllı kişiler ittifak etmişlerdir ki en yüce maksat Allah’a ulaşmaktır. Bu da tasavvuf denilen ilim ve bir dalı olan ilmihal (fıkıh) ile mümkündür.

 

Diğer ilimlerin hepsi ile Allah’a (C.C) yaklaşmak mümkündür. Ancak en hakikisi sofi sâdatlarının seçtikleri ilimdir. Zira onunla Allah’a (C.C) visâl mümkündür. Mertebeler kat edilir. Perdeler ortadan kalkar.

 

Bir tek ilimle uğraşan, gâye olarak kendi meşgul olduğu ilmi bilir. Hz. Peygamber (A.S)’ın sünnetine mütebaatla müşerref olan kâmil evliyalar, nihayete ulaşmış olduklarından bütün mertebelere bakarlar. Farz olan ilmi, hakkıyla bilirler.

 

Bunlar Allah (C.C)’ın nuruyla baktıklarından, Allah’a (C.C) ulaşmanın en yüce yolunu tanıdıklarından, Allah’a (C.C) giden yolun en doğrusu ve yakını üzerindedirler.

 

İlk devirlerden beri salih ulemalar ve müçtehit imamlar erbab-ı faziletleri itiraf ederler. Bu nedenle İmam-ı Şafi (r.a) yüce ilmi ve fazlı ile beraber Şeyban-ı Rai’nin (KS) yanına giderek, çocuğun öğretmenine hürmet ettiği gibi diz üstü oturur, sorular sorar, ona hürmet ederdi.

 

İmam-ı Şafi’nin (r.a) bu haline taaccüp eden bazı kişiler ona, senin gibi yüce zatın böyle bir bedeviden soru sorması nasıl olur dediler. İmam-ı Şafi (r.a) onun ilmi bizim ilmimize uygundur, diye cevap verdi.

 

Keza Ahmed bin Hanbel, Yahya bin Muin (R.A), Seyyidina Maruf-u Kerhi onlar gibi âlim olmadığı halde ondan soru sorarlardı.

 

Bir gün ona şöyle bir soru sordular. Bir mesele Allah’ın kitabında ve sünnette bulunmazsa nasıl hükmederiz?

 

Maruf-u Kerhi cevaben, “Salihlere sorun. Meseleyi aranızda meşveret ile çözün.” buyurdu.

 

Rivayet olunur ki bir gün İmam-ı Şafii ve İmam-ı Ahmed (ra) aralarında sohbet ederken yanlarına Şeyban-ı Rai (ks) geldi.

 

İmam Ahmed ”Ben Şeyban’dan bir şey soracağım” dedi. İmam Şafii sormamasını söylemesine rağmen sordu.

 

İmam Ahmed ”Ya Şeyban keçilerin zekâtı nasıl olur?”

 

Şeyban; ”Size göre mi, bize göre mi?”

 

İmam-ı Ahmed ”İki mezheb mi var?”

 

Şeyban; ”Evet.”

 

İmam-ı Ahmed; ”İkisine göre de söyle.”

 

Şeyban; ”Sizin mezhebe göre kırk tanede bir tane. Bize göre ise, kul efendisine karşı bir şeye malik değildir. Öyle ise her şey Allah’ın (C.C) malıdır.”

 

Diğer bir seferde İmam-ı Ahmed yine Şeyban’dan sordu:

 

”Bir kul namazda eksik veya fazla kılıp sehiv secdesi yaparsa ona ne lazım gelir?”

 

Şeyban; ”Size göre mi bize göre mi?” dedi.

 

İmam-ı Ahmed ”İki mezhebe göre cevap ver.” dedi.

 

Şeyban; ”Mezhebinize göre sehiv secdesi yaparsa kabul olur. Mezhebimize göre, sehiv secdesi eden kişinin kalbi gafil olduğundan terbiye ve tedip edilmesi lazım gelir.”

 

İmam Ahmed bu cevap üzerine bayıldı.

 

İmam-ı Şarani (r.a): “Peygamber Efendimiz (a.s)’in bizden aldığı ahde göre ilim; ezberlemek için değil, amel etmek için. İnsanların çoğu ilmi ezberliyor amel etmiyor.” der.

 

Selef-i Salihin böyle değildi. Peygamber Efendimiz (a.s)’in sözüyle amel etmek isteyen kişinin, sofilerin yolunda, kâmil bir mürşidin yanında seyr-i sülûk etmesi gerekir.

 

Ta ki o kâmil Şeyh onu, ‘Allah’ın (C.C) azabından korkma ve devamlı Allah’ı (C.C) murakabe’ derecesine ulaştırıp ulemâyı âmilin zümresine ilhak etsin.

 

Zekeri (r.a): “Ehli tasavvuf ile birleşmeyen âlim katıksız ekmek gibidir. Tarikat ehli icmaen, herkesin bir şeyh tutması gerektiğini” buyurmuşlardır.

 

Şeyh tutmak, onun vasıtasıyla kötü sıfatlardan temizlenmektir.

 

Ucub, riya, haset gibi kötü ahlakın vasıfları olan hallerden kurtulma, tasavvufta gösterilen amel ile mümkündür.

 

Kalbin temizlenmesi nasıl vacip ise, onun sebebini de aramak vaciptir.

 

Cenab-ı Hak hepimizi tasavvuf ehli eylesin. (âmin)

 

SEYYİD SİBGATULLAH ARVASİ K.S.

 

(GAVS-İ HİZANİ)

 

Bitlis ilinin Hizan ilçesinde yaşadığından dolayı Gavs-i Hizani lakabıyla anılan Seyyid Sibgatullah-il Arvasi (k.s)’nin asılları Bağdat’tan gelmedir. Yüce Şahsiyetlerinin kısaca soyu şöyledir;

 

Babası Lütfullah (k.s), babası Abdurrahman-i Kutup (k.s), babası Abdullah Veli (k.s), babası Muhammed (k.s), babası Muhammed (k.s), babası Muhammed (k.s), babası Şeyh İbrahim (k.s), babası Muhammed-ül Kutup (k.s), babası Seyyid Kasım-ı Bağdadi el Hüseyni (k.s) (ecmain).

 

Şeyh Abdurrahman-i Taği (k.s)’nin oğlu Şeyh Muhammed Diyaddin (k.s) Gavs-ı Hizani (k.s)’nin kâtibinden şöyle rivayet ediyor:

 

Gavs-ı Hizani (k.s)’nin dedelerinin bulunduğu köylerde hiçbir oyun aleti ve çalgı bulunmadığı gibi çalgı aletleri bulunan bir kimse de köylerinden geçemiyordu.

 

Çoğu ata binmiyordu. Sakallarını tıraş etmemek, güzel elbise giymemek, sigara içmemek bunların âdeti idi. Hatta meclislerinde sigara içene izin vermezlerdi. Bunların yerleri ya cami, ya medrese yahut da beyaz türbe adıyla tekkelerdi. Bugün de bunların türbeleri meşhur olup, herkes ziyaret edip himmet ister.

 

Gavs (k.s) bu şerefli ve pak sülalenin içerisinde, hicri 1245 tarihine kadar İslami ilimler ile meşgul oldu. Bu tarihte Van’da bulunan Şeyh Muhyiddin (k.s)’in sohbetiyle şereflenip ondan tarikat aldı. Nefsini ona teslim etti.

 

Hizmetinde kalıp emir ve talimatına göre amel eyledi. Bu zorlu riyazeti sırasında, Şeyh Muhyiddin (k.s) onu çağırıp; sen artık vefat eden evliyaullahtan yararlanma yeteneğine ulaştın buyurdu.

 

Şeyhi vefat edinceye kadar yanında kalan Gavs (k.s) daha sonra Cizre’li Şeyh Halid’in yanına gitti. Şeyh Halid’in (k.s) vefatına kadar hizmet ettikten sonra Şeyh Halid-i Cizrevi’nin halifesi olan Şeyh Salih Sipiki (k.s)’nin yanına gitti. Ondan hilafet almaya hak kazandı. Ayrıca Bitlis’li Şeyh Musa (k.s) ve Bitlis’li Şeyh Abdulkadir (k.s)’in yanına gidip onlardan yararlanmıştır.

 

Gavs (k.s)’ın oğlu Şeyh Bahaüddin (k.s) ve Halifesi Seyda-i Taği (k.s), Gavs (k.s)’ın Hızır (a.s) ile şereflenerek ondan da yarar gördüğünü bildirmişlerdir.

 

Hicri 1256′ da Seyyid Taha (k.s) Horos’lu Molla Murat’la Gavs (k.s)’a ”Kendi evine gel” diye haber gönderdi. Bunun üzerine Seyyid Taha (k.s)’ya gidip beline hizmet kemerini bağladı.

 

Var gücüyle başladığı hizmetin sonunda Allah (c.c)’dan başka kimsenin bilemediği makama ulaştı. Şeyhi Seyyid Taha (k.s) vefat edince (1268) onun kardeşi Seyyid Salih (k.s)’in sohbetine devam etti. Seyyid Salih (k.s)’de 1280 de vefat etti.

 

Gavs (k.s)’da 1287 de vefat etti. Gavs (k.s)’ın kerameti çok idi. Yaratılanları yola getirme ile uğraşırdı.

 

Müritlerinin kalbleri onun muhabbetinden yanardı. Çok kişiler onun aracılığıyla velayet derecesine ulaşmışlardı.

 

Âlimler topluluklar halinde kapısına gelip bağlanırlar, yüce eşiğinde toplanırlardı. Tasarrufunun alameti en küçük müritlerinde dahi görülürdü.

 

Müritleri görüldüğünde, ilahi cezbe ve muhabbetten sarhoş sanılırdı. Bununla beraber istikametleri gayet çok iyi idi.

 

Sözün kısası büyüklüğü tariflere sığmayıp güneş gibi apaçık idi.

 

Cenabı Hak bizi onlardan ayırmasın. Âmin.

GAVSİ HİZANİ (K.S) HAZRETLERİNİN KARDEŞLERİ

 

1- Mevlana Resul,

 

2- Mevlana Abdulgani,

 

3- Mevlana Cemalüddin,

 

4- Mevlana Abdulmelik,

 

5- Mevlana Abdulkahhar,

 

6- Mevlana Abdulgaffar,

 

7- Mevlana Muhammed,

 

8- Mevlana Abid,

 

9- Mevlana Nurullah.

 

Bunların hepsi de âlim ve zahid idiler.

 

GAVSİ HİZANİ (K.S) HAZRETLERİNİN OĞULLARI

 

1- Şeyh Celalüddin (k.s);  Şeriat hükmünü yerine getirmeye çok çalışan ve çok cesur bir zattı. Tekkenin katırlarına çoğu sefer kendisi bakıyordu. Katırların arkasından koşup onlarla uğraşırdı. O yüceliğiyle tekke işleri ile uğraşırdı. Bir seferinde babası Gavs (k.s)’la beraber Seyyid Taha (k.s)’nın odasında büyük bir yılan görüldü. Yılan hem çok büyük hem de tavandaki direkler arasında olduğu için orada bulunanlardan hiç biri yılanı çıkartmaya ve öldürmeye cesaret edemedi. Şeyh Celalüddin (k.s) eli ile çıkardı ve öldürdü. Bunun üzerine Gavs (k.s) ona ağa ağa diye seslendi. Bu büyük yiğitliği gören Seyyid Taha (k.s) ona nazar edip evlatlığa kabul eyledi. 1293 tarihindeki Rusya ile olan savaşta çok yiğitlik göstermiştir. Kendisi gayet cömert idi. Kardeşi Seyh Bahaddin (k.s)’den sonra babasının yerine oturdu. Tasarruf sahibi ve müridi çok idi. Babasından 7 yıl sonra 1294 yılında vefat etti.

 

2- Şeyh Bahaddin (k.s); İlahi cezbede en son dereceye ulaşmıştı. Allahü Taala’nın aşk ve muhabbetinde zirveye vasıl olup, akranlarından üstündü. Garip ve acayib bir tasarrufa sahipti. Kime baksa etse hemen bayılıp yere düşerdi. Hatta bir gün halkı Hıristiyan olan bir köyden geçti. O köyün halkı büyüğü, küçüğü, erkeği, kadını cezbeye tutulup bağırıp ağlaştılar. Seyda-i Taği (k.s) diyor; ”Şeyh Bahaddin rabıta hususunda en yüksek dereceye ulaşmıştır. “Kalbindeki aşk ve muhabbetin ateşinden dolayı oturarak sohbet yapamıyordu. Sohbet esnasında ayağa kalkıp gidip geliyordu. Tarikat-ı Aliyyede hangi adabı öğrense bizzat kendinde uygulardı. Onun sohbeti Sadat-ı Kiram’ın menâkıbı idi. Özellikle Gavs (k.s)’ın menâkıbı idi. Şeyh Celalüddin (k.s)’in küçüğüdür. Babasından sonra onun makamına oturdu. Bu makamda 2 ay veya daha az bir müddet kaldıktan sonra vefat etti. (Rahmetullah-i Aleyh)

 

3- Sultan Veled,

 

4- Seyyid Bahri,

 

5- Burhaneddin,

 

Bu üçü de küçük yaşta vefat etmişlerdir.

 

6- Şeyh Hamza (ks); Gavs-ı Azam (k.s) hakkında ihlası fazlaydı. Hususen Seyda-i Taği (k.s) hakkında daha fazla ihlası vardı. Hatta Gavs (k.s)’dan sonra yanına gelip tevbe ve süluk istedi ise de ecel ona süre vermedi. (Rahmetullah-i Aleyh)

 

7- Şeyh Seyyid Nur Muhammed (ks); Heybet ve vakar sahibi idi. Kimseyi kimseye üstün tutmazdı. Herkes yanında eşit idi. Allah (c.c)’a tevekkülü vardı. Şeyh Celalüddin (k.s)’den sonra tarikatla uğraştı. Müritleri çoktu. Nisbet ve tasarruf sahibi idi. (Rahmetullah-i Aleyh)

 

8- Şeyh Hasan (ks); Göğsü açık, uçkuru yere kadar uzanırdı. Çocuklar, kadınlar onunla alay ederdi. Onu gören bilirdi ki delilerin akıllılarındandı. Allah (c.c) hepsine rahmet etsin. Bizi onların feyiz ve bereketinden yoksun bırakmasın.

 

GAVS-I HİZANİ (K.S) HAZRETLERİNİN HALİFELERİ

 

1- Büyük mürşit, kutbu kâmil, fenâ-i mutlak ile şerefli kılınan salikleri hak doğru bir şekilde terbiye eden bizim silsilemizin beşinci piri olan Seyda Şeyh Abdurrahmani Taği (k.s).

 

2- Hakkal yakin çeşmesinden içen cezbe ve seyru sülukta sevenlerin en yüksek derecesine vasıl olan Gavs (k.s)’ın oğlu Şeyh Bahaddin (k.s)

 

3- Âlim-i Rabbani, meşhur tedkik ve tahkik ehli, bütün ilimlerde maharet sahibi, zamanın Şafiisi (fıkıh ilminde İmam-ı Şafii’ye benzer) Gavs-ı Azamın Minahını derleyen Şirvanlı (Siirt’in ilçesi) Şeyh Halid-i Öleki (k.s)

 

4- İrfan çeşmesi, zamanında örneği pek nadir bulunan ilahi cezbe sahibi, rabbani sırlarla şereflenen Mevlana Şeyh Abdurrahman-i Meczub (k.s).

 

Gavsi Hizani (ks)’nin pek sadık ve seçkin bağlıları da vardı.

 

SOHBETLERİ VE VEFATI

 

Kolatlı Sofi Mustafa diye bilinen şahıs Gavs (k.s)’a 700 çeşit meyve fidanını eli ile dikmiştir. Bu Şahsa bir gün Gavs (k.s) ”konuşma” buyurdu. O da vefat edinceye kadar Gavs (k.s)’ın cevabından başka konuşmadı.

 

Bu sofilerden birisi de ilahi cezbe ile müşerref olan Külpikli Sofı Ali’dir. Seyda-i Taği (k.s) bunun hakkında demiştir ki bu dönenlerdendir. (Fenaya ulaştıktan sonra bekaya geri dönen)

 

Seyda-i Taği (k.s) ”Gavs (ks)’ın işaretinden aldım ve bildim ki adı geçen iki sofinin benzeri erkekli kadınlı 400 kişi vardır.” buyurdu.

 

Gavsi Hizani (k.s) Hazretlerinin yüce ahlakı Allah (c.c)`ın yarattıklarına karşı çok şefkatliydi. Sılayı rahim yapardı.

 

Dostları vefat ettiğinde, onların çocuklarını da ziyaret ederdi. Kötülük yapana iyilik yapardı. Cemaat içerisinde kendisini inkâr edenlere dıştan merhamet ederdi.

 

Teveccühte gözünü açanları şiddetle yasaklardı. Bazı şahıslara teveccühü iki sefer yapardı. Mürid ve Nakşi olmayanı teveccühe sokmazdı. Yılanı vakıada görmeyi nefis olarak yorumlardı.

 

Yemekte ondan evvel yemekten kalkanı yasaklardı. (Bu konu şer’an da böyledir. Hikmeti, yemekte bulunanların utanmasını önlemektir.) Hatme halkasında ayakta bekleyeni yasaklardı. Geceleyin kıyamı ve namazı emrederdi.

 

Şeriata ve sünnete uyma konusunda çok gayretli idi. Hatta bir gün Seyda-i Taği (ks)’nin çorabını sol ayaktan başlayarak giydiğini görünce:

 

”Çorapları sağdan başlayarak giymenin, soldan başlayarak çıkarmanın sünnet olduğunu hiç duymadın mı? Görmedin mi?” buyurdular.

 

Kimse Gavs (ks)’ın sağ tarafına tükürdüğünü görmemiştir. Bir gün küçük çocuğuna bir salkım üzüm hediye etti.

 

Sonra unutarak bir tane yedi. Hatırlayınca onun haline âlimler fetva verinceye kadar hüzünlendi. (Üzüm yemede sünnet olan taneleri çifter yemektir.)

 

Gavs (ks)’ın hizmetçisi Sofı Yusuf’dan rivayet edilir: Gavs (ks)’dan halifelerini sordum. Gavs (ks):

 

Molla Abdurrahman-ı Meczub şuhudu safi (Allah’ın nurunu hakkı ile müşahade eden) sahibidir. Molla Halid ikinci Halid’dir.

 

Abdurrahman-i Taği sohbet piridir, buyurdu.

 

Benim de bulunduğum bir yerde ailem Gavs (ks)’a sordu. Kurban Molla Abdurrahman-i Taği diğerlerinden önce gelmiştir. Fakat siz diğer ikisine hilafet verdiniz de neden ona vermediniz.

 

Gavs (ks) buyurdu:

 

”Molla Abdurrahman-i Taği hilafet makamını geçmiştir. O şeyh ve mürşittir.”

 

Halifesi Abdurrahman-i Taği (Seyda-i Taği) (ks) anlatıyor: “Gavs-i Hizan-i’ye (ks):

 

”Gavsım (ks) beni unutmayın” dedim.

 

Gavs (ks) buyurdu:

 

”Sen beni unutma. Nerede sohbet edersen, orada hazırım.”

 

Gavsi Hizani (k.s): ”Mürid nefsini kâfirden daha alçak görmelidir.” dedi. Abdurrahman-i Taği (k.s): ”Tabiatım buna razı olmuyor.” dedi. Gavsi Hizani (k.s): ”Razı oluncaya kadar nefsini zorlayacaksın.” dedi.

 

Gavsi Hizani (k.s): ”Size demiyorum ki bütün amel ve işlerinizi bırakıp benim muhabbetimle meşgul olunuz. İsteğim odur ki Allah (c.c)’ın ayeti kerimesinde ‘Öyle erkekler var ki ticaret ve alış-veriş onları Allah’ın zikrinden alıkoymuyor.’ belirttiği kişiler gibi olunuz.”

 

Gavsi Hizani (k.s): ”Bazı ehli keşfe Cizre’deki kabirlerin hali gösterildi. Gördüler ki bir kısmı nimet ve safa içerisinde diğer bir kısmı da sıkıntı ve cefa içerisinde. Mezarlıktakilerden bunun sebebi sorulunca dediler ki:

 

Biz Hizanlı Şeyh Nasır’ın müridleriyiz. İçimizde verdiği sözü bozmayan keyf ve safa içinde, ahdini bozup şeyhin emrini yerine getirmeyen de sıkıntı ve cefa içinde.”

 

Gavsi Hizani (k.s): ”Amelinizi ucub ile bozmayın. Sevabınızı iptal etmeyin.” buyurdu.

 

Buyurdu:

 

”Müridliğin şartı ihlâs ve muhabbetle amel yapmak ve gayret sahibi olmaktır.”

 

Çok sefer şu beyti okurdu.

 

”Tarikat yolunda gevşeklik, küfrün alametidir.”

 

Gavsi Hizani (k.s):

 

Şeytan kurt gibidir, erken kaçar. Fakat nefis sırtlan gibidir, letaiflerin başkanıdır, kaçması mümkün değildir. Ancak ıslah edilip kurtulunur. Devamla şöyle buyurdu;

 

“Mürşidin gölgesinden başka bir şeyle nefsin öldürülmesi mümkün değildir. Mürşidin gölgesinden gaye rabıtadır.”

 

Gavsi Hizani (k.s): “İnsanlar mukarrebinlerin namazını da kendi namazları gibi sanırlar. Hâlbuki öyle değildir. Arasında çok fark vardır.”

 

Sofi Halid nakletti. “Gavs (ks) ile beraber gidiyorduk. Bize, akşam namazından sonra konuşmayın. Akşam ve yatsı arasında konuşmak kalbleri katılaştırır.” buyurdu.

 

Abdurrahman-i Taği: “Müridler yolda yürürken zikir ile meşgul olabilir mi? diye sordum. Gavs (ks) buyurdu:

 

”Emir olunan zikrin yerine sayılmaz. Yine de mürit zikirden boş kalmamalıdır. Özellikle kalbini devamlı zikirle çalıştırmalı. Keza rabıtası olmayan da zikre devam etmelidir.”

 

Abdurrahman-i Taği: “Gavs (ks) Ezanın manasını ve ezanı işittiği zaman şöyle düşünmek gerektiğini öğretti:

 

Allahüekber; Allah ibadet ve taata ihtiyacı olmadan yücedir.

 

Eşhedüenlailaheillallah; O’ndan başka ibadete layık olan kimse yoktur.

 

Eşhedüennemuhammedenresulullah; peygamberlerin dediği haktır ki namaz vacibtir. Kula kıldığı namazın sevabı vardır. Bırakınca acıklı bir azap ve büyük mahrumiyet vardır.

 

Hayyalessalah; namaza gel ki o büyük sevaba kavuşasın.

 

Hayyalelfelah; namaza gel ki acıklı azabtan kurtulasın. Ezanın bu kısmında şöyle demek gerekir. (La havle) taata gücüm yok (vela kuvvete) azaptan kurtulmak için takatim yok (illahbillah) ancak Allah (c.c)’ın yardımıyla olur.

 

Burada dinleyici gevşeklik edip bana bir şey kalmadı diyebilir. Müezzinin tekrar Allahüekber demesi yani;

 

Allah (c.c) senin taatine ihtiyacı olmaktan yücedir. Öyle ise fayda hep senindir.

 

Lailahe illallah;

 

İbadete layık olan yalnız Allah (c.c)’tır.

 

O seni azaptan kurtaracaktır. Bu kelime-i tayyibe baştaki ümitsizliği giderir.

 

Bir gün Gavs (ks) buyurdu. Bana denildi ki:

 

”Seni gören kimse cehennem ateşine girmez.”

 

Abdurrahman-i Taği (k.s): “Bu sözü bazı ihvanlara söyledim. Söylediğim ihvan korktu ve dedi ki; ‘Gavsi (ks)’ı kim görebilir.’ (hakikatını ve kemalatını) Ben bu adamın korkmasını ve sözünü Gavs (ks)’a naklettim.

 

Gavsi Hizani (ks); “Görmekten gaye ihlâstır.” Abdurrahman-i Taği (ks): “Size bunu kim dedi.” Gavsi Hizani (ks); “Mevlam buyurdu.”

 

Bir gün Gavs (ks) salih âlimlerin hallerini benden sordu.

 

Bu arada dedi ki; ”Tarikattan gaye şeriatın istikametidir.” Ben; “Öyle ise M.Emin’den daha şeriata bağlı kimse yoktur.” dedim. Gavs (ks) sinirlenerek buyurdu:

 

“O abdest alırken dört defa yüzünü yıkıyor.”

 

Melekend Köyündeki üstad Molla Abdurrahman (A.Taği) (ks) bana bir kadını şikâyet ederek, havuza gittiğinde, bir kadının yüzü, kolu açık abdest aldığını söyledi. Ben durumu Gavs (ks)’a anlattım. Gavs (ks) hiddete gelerek buyurdu; ”Ona söyle ki sen âlim değil misin? Neden gözünü dışarıya salıveriyorsun. Sorumluluk ona değil sanadır. Sorumlu olan sensin.”

 

Bir sefer Gavs (ks) Kolat köyüne irşada gitmişti. Camiye geçip oturdu. Köylüler ziyaretine geldiler. Gavs (ks) gördü ki gelen sol ayağı ile girdi. Gavs (ks) cemaate bakıp gülümseyerek şöyle buyurdu:

 

“Siz nerede, müritlik nerede. Ancak mürid bu sağ ayağıyla camiye giren sofidir.” Sonra sohbete başladı.

 

Bir seferinde Gavs’ın yanına kadınların girdiği, dolayısıyla kadınlarla erkeklerin birbirini gördüğü hususunda bir Molla’nın itiraz ettiğini duydum.

 

Bu duruma itiraz eden Molla’ya, ‘bazı zorunlu durumlarda kadınlarla erkeklerin bir arada olabileceğini fakat bizim kadınların yüzünü görmediğimizi yeminle söylediğimi’ Gavs (ks) Hazretlerine aktardığımda şöyle buyurdu:

 

”Senin cevabın şeriata göre olsun. Bu cevab olmaz.”

 

Molla Abdulğari Kali yüce eşiğe gelince, onun hakkında Gavs (ks)’la konuşup durumunu arz ettim.

 

Gavs (ks): ”Git ona şöyle söyle, Şeriatı gel de burada oku. Zira sen şeriatın zahiri şeklini okumuşsun, gel de batıni şeklini oku. Yine deki, senin okuduğun şeriat gözleri haramdan men ediyor. Benim şeriatım ise kalbi men ediyor. Yine deki, sen şeriatın lafzını okumuşsun. Gel de manayı benden sor.” (Şeriat zahir istikameti getirse de, kalbi ağyardan çevirmeğe vasıta olmaz. Kalbi Allah’a bağlamak ancak tarikatla mümkündür.)

 

Gavsi Hizani (ks): ”Kim şeriatla amel ederse o veli olur, sözü yanlıştır. Çünkü şeriat manasının muhafazası, ancak fenafillah olan şeyhin sohbeti ile mümkün olur.”

 

Gavsi Hizani (ks) şeriatın hududunu muhafaza etmeğe çok istekli idi.

 

Bir seferinde Akife adlı kızı, Aziz adında tekke hizmetçisi ile konuşarak gülümsemiş. Aziz de şefkatle elini başına vurmuş. Ertesi gün Gavsi Hizani (ks) olayı öğrendi. Zahiren çok sinirlendi.

 

Yedi sefer kızını çağırarak tevbe ettirdi. O da yemin edip bir daha yabancı kimse ile konuşmayacağına söz verdi. Yine haber gönderip yanına getirtti, tevbe ettirdi. Bu durum tekrar tekrar devam etti.

 

Ta ki artık ayaklarına basacak takati kalmadı. Yerde sürünerek yanına getirtildi. Kızı özür dileyerek; ”Bilirsiniz ki kalbimde hiç bir şüphe yoktur.” Gavs (ks) yemin ederek;

 

”Vallahi kalbinin sağlam olduğunu bilirim. Ama şeriatın hududunu muhafaza etmek çok mühimdir. Seyda !… “Bu hadiseye şahid olduğum gibi kızın ve hizmetçinin de kötü niyetten beri olduklarına da ben şahidim.”

 

Yine bir gece ben (Seyda-i Taği), Gavs (ks)’ın oğlu Şeyh Bahaddin (ks) ve damadı Molla Abdurrahim ile oturuyorduk. Gavs (ks)’ın kendisi sonradan heybetli bir şekilde içeri girdi. Oturarak buyurdu;

 

”Bana oğlum Hamza’yı çağırın. Onu bu memleketten kovarım.” dedi.

 

Ben ricada bulundum ise de bana da kızarak kabul etmedi. Oğlu ve damadını da bu konuda reddetti. Sonra hizmetçisi Molla Salih geldi.

 

Efendim dedi. Neredeyse korkudan ruhumuz çıkacak. Siz Muhammedi meşrebdesiniz. Şefkat ve merhamet senin özelliğindir.

 

Gavs (ks);

 

“Beni kınamayın. Çünkü Hamza’nın damın üstünde bir kadınla konuştuğu söylenmiştir.” Bu durum üzerine şahitler getirilip Hamza’nın konuştuğu kadının kendi teyzesi olduğuna şehadet edilince, kalbi yatıştı ve feraha kavuştu.

 

Bize tevbe ettirdi. Benden izin almadan hiç bir iş yapmayın dedi.

 

Oğlu Bahaeddin; “Sen olmazsan biz ne yapalım?”

 

Buyurdu; “Şeriata müracaat edin. Şeriata uygun olanını yapın.”

 

Ben (Seyda-i Taği) bir gece ailemle beraber oturuyordum. Kapı da açık idi, saliha bir hanım içeri girdi. Ailem de bir iş için dışarı çıkıp bir lahza kaldı. Sonra yine geldi. Ertesi gün Gavs (ks)’ın yüksek meclisine varınca, meğer evdeki o durumu öğrenmiş. Zahiren sinirlenip, değneğini eline alarak; sana bu değnekle vururum dedi. Korkumdan yere düştüm.

 

Gavs (ks)’ta hem fenâ-i mutlak hem de hakkal yakin makâmı hâsıl olmuştu. Halbuki bu iki makam yalnız bu tarikatı aliyenin dört sadatında hâsıl olmuştur.

 

1- Şeyh Abdulhalıkıl Gücdevani

 

2- Şah-ı Nakşibend

 

3- Alaaddini Attar

 

4- İmam-ı Rabbani (Kaddesallahüesrarehüm)

 

Tarikatta başka hiç kimseye bu iki makam hâsıl olmamıştır. Ben Gavs (ks)’ın rivayetinden ve vakıf olamamadan anladım ki; O’nun şeytanı ona musahhar olup; O, onun zararından kurtulmuştu.

 

Ya da şeytanı iman edip Müslüman olmuştu. Ben Gavs (ks)’ın keşiflerini tecrübe ettim. Hiç bir seferinde, söylediği gibi çıkmadığını görmedim. Ancak bir seferinde bir adamın 15 gün sonra geleceğini haber verdi. O adam 20 gün sonra geldi. Beş gün fark etti.

 

Gavs (ks)’ın halis müridlerinden birisinin koyunları çalınmıştı. O da malını bulması için Gavs (ks)’tan himmet ve meded dilemişti.

 

Ben (Seyda-i Taği) yüksek meclise gelince baktım ki Gavs (ks) ve oğlu Seyyid Nur Muhammed kavun yiyorlardı. Bana kabuklarını verdi ve dedi ki: Kim bu kabukları yerse çalınan koyunları çıkartmak ona aittir.

 

Ben aldım fakat yemekten vazgeçtim. Bana, ye diye emretti. Ben de yedim. Biraz sonra haber geldi ki malı meydana çıkmıştır. Gavs (ks) dedi: “Çalınan koyunların bulunması o sofinin ihlasının kuvvetli olmasındandır.”

 

Gavs (ks), bu sözüyle işaret etti ki, o sıralarda Diyarbakır’da cezaevinde bulunan İspahert adlı Köyün ağası da koyun sahibi gibi ihlâsını kuvvetleştirirse hapisten çıkacaktır.

 

Ben hemen Gavs (ks)’ın çorabını ona gönderdim ve dedim ki: “Artık gafletten uyan, ihlasını tamam eyle.” Bu tavsiyem ona ulaşınca o gece tevbe etmiş dediklerimi yerine getirmiş. Sabahleyin de Gavs (ks)’ın himmetiyle çıkmış.

 

Bir şehirde hapse girdim. Vakıada gördüm ki Gavs (ks) beyaz bir ata binmiş benim imdadıma geliyor. Gavs (ks)’ın himmeti ile hemen kurtuldum.

 

Gavs (ks)’ın bağlılarından biri hastalandı. Hastalığı ölüm derecesine yaklaştı. O anda Gavs (ks)’dan himmet ve istimdat (yardım) diledi. Gavs (ks) onun imdadına beni gönderdi. Ben gidince gördüm ki iyileşmiş ve şifa bulmuştu.

 

Bir kadının oğlu hasta idi. Oğlu da Gavs (ks)’ın hizmetinde bir müddet kalmıştı. çocuğun hastalığı artıp ölecek duruma gelince çocuğun annesi Gavs (ks)’a geldi. Çok yalvarıp, şifası için himmet istedi.

 

Gavs (ks); ”Şifa olmaz, buyurdu.” Kadın tekrar tekrar ısrar etti. Gavs (ks) buyurdu: ”Ölüm meleği gelmiştir. Duanın faydası yoktur. Melek ruh alır, öyle gider.”

 

Kadına bu söz de tesir etmedi. Dileğini tekrar etti. Israrlarını, Gavs (ks)’ın hasta olan çocuğun yanına gelmesine kadar tekrar etti. Gavs (ks) o çocuğun ruhu yerine, ruhunu vermeye karar verdi.

 

Biz baktık ki Gavs (ks)’ın rengi bozuldu. O sırada Gavs (ks)’ın hal sahibi bir müridi odundan geliyordu, nasıl ki Gavs (ks)’ı gördü, meseleyi anladı.

 

Hemen yükünü sırtından indirip ruhunu Gavs (ks)’ın ruhuna feda etti. Sofinin rengi bozulup, o anda Allah (cc)’ın rahmetine kavuştu. Hem Gavs (ks) hem de çocuk iyileştiler.

 

Gavs (ks) hacca gittiği zaman ebdalleri ile her cuma iki sefer toplanıyordu. Onların yük ve hastalıklarını üzerine alıyordu.

 

Hatta çoğu sefer biz (Seyda-i Taği ve ebdal arkadaşları) onun emri ile uzak yerlere gittiğimiz zaman bazan yolda ayaklarımız kayalara çarpıyordu. Gavs (ks)’ın yanına varınca görürdük ki ayağından kan geliyor.

 

Gavs (ks)’ın vefatından sonra ben başka bir Gavs’ın ebdalı oldum. On gün kadar onun hizmetinde bulundum. Baktım ki onunla Gavs (ks)’ımız arasında dağlar kadar fark var. Ben de ebdallığı bıraktım.

 

GAVS’IN (KS) VEFATINA DAİR İŞARETLERİ:

 

Bu işaretler Gavs (ks)’ın sırlarını çokça bilen, halifesi Abdurrahman-i Taği nakletmiştir.

 

(Bazı sözleri kendisi bizzat Gavs (ks)’dan duyarak bazılarını da Gavs (ks)’ın muhiblerine (sevenlerine) dayanarak nakletmiştir.)

 

Gavs (ks) Hazretleri Bitlis’te geçirdiği humma hastalığından üç veya dört gün sonra, sabah namazından ardından işaret ettiler ki: ”Ecelimin vakti son baharın bitimine bir ay kaladır.”

 

Gerçekten vefatları, işaret ettikleri zamanda gerçekleşti. Zira kendileri, Ramazanın üçünde, cumartesi günü öğleden sonra vefat etmişti. Vefatı anında hazır bulunanlardan birine, sonbaharın bitimine ne kadar kaldığı soruldu.

 

O da, hesabı iyi bilenlerden sordum, Ramazan bayramından üç gün sonra sonbahar bitecektir diye söyledi. Vefatları, işaret ettikleri tarihe tesadüf etmişti.

 

Molla Abdurrahman Meczub hazretlerinin rivayetine göre Gavsi Hizani (ks) bir gece gökyüzünde kızıllık meydana gelmeden önce (şafak sökmeden): – “Rüyamda bana bir parça sabun verildiğini gördüm.” dedi. Molla Abdurrahman Meczub’da bu rüyayı vefat belirtisi olarak yorumlamış.

 

Kuzey tarafında gökte bir kızartı meydana geldiği gece evden dışarı çıkıp kırmızılığı gözetlememi emir etti. (Molla Şerif’in (ks) rivayetinden verdiği haberdir.) Sabah namazından sonra:

 

“Bu gece sekarata (ölüm hastalığına) gireceğimi zannettim.” dedi. Abdurrahman-i Taği (ks)’nin gelmesi için defalarca emir buyurdu. Seyda-i Taği o günlerde, kendi köyü olan İspehart’e gitmişti.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu: İspehartlı Molla Abdullah, Karkirli Molla Abdüssamed ve Haclı Molla Abdulhamid ziyaretlerine geldikleri vakit kendilerine dört defa meyve ikram etti ve şöyle buyurdu:

 

“Fazla yiyin, fazla amel edin.”

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

Molla Abdurrahman Melakendi, Bitlis’li Süleyman Efendi, Şeyh Abdurrahman, Molla Muhammed Melakendi ziyaret için geldiler. Gavs (ks) hazretleri sedirin üzerinde sol tarafına yaslanmıştı.

 

Misafirlerinin oturmalarını emretti. Gözlerini kapadı. Sonra onlarla hiç konuşmadı. Hastalığının ağırlığından aklının zail olduğunu sandılar. İslam’ın hasta ziyareti edeblerine göre;

 

Hasta yanında fazla oturmak edebe aykırı olduğundan az bir müddetten sonra meclisinden kalkıp gittiler. Daha sonra akşama doğru mübarek gözlerini açarak bana şöyle dedi:

 

Her halde ziyaretçiler konuşmamamın hastalığın ağırlığından kaynaklandığını sandılar. Hâlbuki ben hastalıkla değil murakabe ile meşgulüm.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

Gavs (ks) hazretlerine şöyle dedim:

 

”Hayatta kalışınızda insanlar için fazla bir hayır vardır. Daha önce hayat ile ölüm arasında muhayyer edildiniz. Sadaka verilmesini emrettiniz. Sadaka verilince ertelendiniz. Sizin kereminizden ricamız, bir daha sadaka verilmesi için emir buyurmanız.

 

Kaza-i muallak olması ihtimaline karşı sadaka verilmekle kazayı geri çevirmek umut edilir. “Bu sözlerim üzerine oğluna, sadaka verilmesi için emir verdiler. Oğlu birçok sadaka verdi.

 

Fakat ertesi gün; insanların hep birlikte ümmetin saliha kullarından olduğunu söyledikleri, hatta Seyit Taha (ks)’nın defalarca kendisinden dua talebinde bulunduğu, kadın hizmetçisi geldi. Bana:

 

– “Eyvah Gavs (ks) yolcudur, bu alçak dünyadan göç etme durumundadır.” dedi.

 

– “Ne ile biliyorsun?” dediğimde,

 

– “Gavs (ks) söyledi ki, vefat ile dinlenme zamanı yaklaştıkça, sadaka tehir edilmesine sebeb oluyor. Hâlbuki bu sefer ki ecelimin gelmesi, Kaza-i mübremdir. Hiç bir şey onu döndüremez.”

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu ki:

 

Gavs (ks) geceleyin beni yanına çağırdı ve;

 

– ”Ben iki sefer sekerata düştüm” dedi. Ben,Gavs (ks)’a:

 

– ”Bu gece istirahat ettiniz” dedim.

 

– ”Evet” dedi.

 

– ”Sekeratı (son nefes) ne ile tanıyorsunuz” diye sordum, cevaben:

 

– ”Ruhun ihtilacından (koşuşundan) bilirim. O, göçmek iştiyakındadır (arzusundadır) dedi.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu ki:

 

Kendilerine kasım ayının dokuzunda ”Daha önce belirttiğiniz ecelinizin vakti geçti” dedim. Bu vakit sonbaharın bitimine bir ay kala idi. ”Hayır” dediler. ”Zira Aralık’ın on günü de sonbahardan sayılır”

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

Gavs (ks) işareten buyurdu ki:

 

”Cuma günü ölüm için güzel bir gündür. Fakat Resulullah (s.a.v) pazartesi günü vefat etmiştir. Şeyhim Şeyh Taha (ks) ise cumartesi günü vefat etti.” Bunu dedi ve ”cumartesi” kelimesini tekrarladı.

 

Bu yüzden kendilerinin de cumartesi günü vefat edeceğini sanıyordum. Nitekim de öyle oldu.

 

Gavs (ks) sohbetlerinde dünyayı yererek:

 

”Eğer Cenabı Hak, cennet nimetlerini de bana dünya nimetleri gibi sevimsiz gösterse, cennet de benim hoşuma gitmez, öyle de olsun (sevimsiz göstersin) zira maksud Allah (c.c)’tır.” derdi.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu ki:

 

Gavs (ks) hazretleri dünya konularını sevmiyordu. Hatta bir gün kendilerine bir sığır getirildi ve kendilerine burada kalmasını mı yoksa İsparit’e gönderilmesini mi istedikleri sorulduğunda:

 

”Böyle şeyleri benden sormayın, zira ben dünyayı ve içindekini istemiyorum. Bir şeyi sevmeyenden o şey sorulmaz.’ dedi.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

Kendilerine hediye olarak bir miktar meyve getirildiğinde: ”Keşke bunları buraya getirmeselerdi, çünkü dünya nimetlerinden bıkmışım.” dedi.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

“Gavs (ks) sohbetinde yüksek tepelerden, serin sulardan, çiçeklerden ve yeşilliklerden bahsediyordu.”

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

“Ölüm hastalığında sohbetine gelen avam tabakasına rahatsızlığını belirten hiç bir söz söylemiyordu. Aksine sıhhatini belirten sözler konuşuyordu.

 

Hatta vefat edeceği gün akrabalarından bazıları izin isteyip köye gitmişlerdi. Çünkü sıhhatinin yerinde olduğunu sanıyorlardı.

 

Gavs (ks) bu hastalığında çorba suyundan başka bir şey yemiyordu. Son yediği şey bir miktar ayran içine doğranmış biraz ekmek ile biraz buz olmuştu.”

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

“Bu hastalığında kendilerinin nadiren uyuduğunu görürdük. Uyku anları da murakabe ile karışık idi. Sağ veya sol yanına dayalı olarak oturduğu halde kıbleye yönelik idi. Sohbetin haricinde devamlı murakabede bulunuyordu.”

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

“Kendilerinden bir kaç defadan başka hiç bir inleme işitmedik. Buna rağmen elinde olmadan inleme zarar verir mi, vermez mi?” diye sordu.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

“Gavs (ks) hazretleri Bitlis’te ölüm tarihini beyan ettikten bir gün sonra yanına giren Aziz oğlu Şeyh Bahaddin (ks)’e:

 

‘Yatağın üstüne otur, şimdi yatak sahibi oldun.’ dedi. Bundan sonra insanlara altı yedi teveccühten başka yapmadı. Adı geçen, oğlu Şeyh Bahaddin (ks)’e teveccüh yapmasını emir buyurdu.”

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

“Gavs (ks) şaban ayının görünmesinden sonra artık sohbete girmedi. Şeyh Bahaddin (ks)’e sohbete gitmeyi emir buyurarak:

 

‘Artık sohbet sırası kendisine geldi.’dedi.”

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

“Gavs (ks) şeriata muhalefet etmeyeceğine, bid’atlar yapmayacağına, tarikatta söz, hareket ve sükûnunda ruhsatlarla amel etmeyeceğine dair tevbe etmesi için beni Şeyh Bahaddin (ks)’e gönderdi.

 

Kendisine gidip emredildiğim hususu tebliğ ettim. Şeriat ve tarikata muhalefet etmeyeceğine dair tevbe etti. Sonra Gavs (ks) hazretlerine dönüp tevbe ettiğini haber verdiğimde tevbesini kabul etti.”

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu ki:

 

“Gavs (ks) bir gece ihtiyaten bizimle istişare (danışma) etti ve ‘Bu Ali tarikatta gayesine kavuşan kim olmuştur?’ dedi. Ben;

 

‘Sizin gibi kimse ulaşmamıştır.’ dedim. Gavs (ks); ‘Kendim gibi olsun demiyorum.’ Ben de dedim ki: ‘Şayet sizi göz önüne almazsak, şu anda sizin kapınızın avlusundaki kâmiller gibi Şah-ı Nakşibend’in kapısının avlusunda yok idi.’ ”

 

Fahri Kâinat (a.s)’ın ruhaniyeti ve silsile meşayihlerin ruhaniyetinden izin dileme ve müşavereden (danışma) sonra, onlardan birine (hazır bulunanlardan) tarikat emrini kime teslim etmek lazım diye sordu. Cümlesi, bu emrin (irşad emrinin) kendisine teslim edilecek kimsede var olması gereken şu üç şarta bağladı:

 

1- Şöhrete istekli olmaması.

 

2- Şeriata muhalefet etmemesi.

 

3- Tarikatta üstadına muhalefet etmemesi.

 

Gavs (ks) iki küçük oğlunu (Seyyid Nur ve Seyyid Burhan) zahiri ve batıni terbiyeleri için Molla Abdurrahman Meczub’a teslim etti.

 

Gavs (ks) tüm müridlerine elindeki amel ile meşgul olmayı ve iştihanın (isteğin) en çok rabıtada olmasını tavsiye etti.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

Gavs (ks) bana ”Ölümümden sonra üzülme. Zira rabıta sağlığımızdan daha güzel, daha süratle (hızlı) gelecektir.” dedi.

 

Gavs (ks) Molla Abdurrahman, Molla Abdulkadir, Süleyman Efendi ve Molla Hüseyin’in süluk için oturmalarını son derece arzu ediyordu.

 

Nihayet bunun için emir buyurdu ve emre imtisal ederek (uyarak) oturmalarından sonra, Gavs (ks) ”Nisbet gerçekten kuvvetlidir.” dedi.

 

(Bununla, ölümünden sonra amellerinde gevşememelerini kendilerine bildiriyordu.) Zira yarar kendilerine hâsıl olacaktır.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

Gavs (ks) Şeyhi Seyyid Taha’dan (ks) naklen şöyle buyurdu:

 

”Kılıç kınından çıkmayınca bir şey kesmez.”

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

Gavs (ks), ölümünden sonra üzerine ağlamamayı işaret etti. Ölümü ile müridlerin kalblerine öyle sükûnet (sakinlik) geldi ki hiç biri ağlayıp mahzun da olmadı.

 

Ruhu çıkmadan evvel neredeyse kendilerini öldürecek hale geldikleri halde, ölümü ile sabrettiler.

 

Malları için olan vasiyetleri vardır ki bu kitapta anlatılması gerekmez.

 

Seyda-i Taği (ks) buyurdu:

 

Gavs (ks) vefat edeceği cumartesi günü öğleden sonra Molla Abdurrahman Meczub’u yanına çağırdı. Beni de aynı şekilde çağırtmıştı.

 

Vaktaki meclisinde hazır bulundum. Her iki omuz etlerinin titrediğini gördüm. Sekaratta olduğuna muttali olduğumda (anladığımda) gizlice Yasin suresini okumaya başladım.

 

Mevla’ya kavuşma arzusunun eseri kendilerinde göründü.

 

”Beni doğrultun.” dedi. Kendilerini doğrulttuklarında tekrar ”Beni yatağıma uzatın” dedi. Uzattıklarında tekrar ”Beni doğrultun” dedi. Doğrulttuklarında yine ”Beni uzatın.” buyurdu. Izdırabı ziyadeleşince (acısı artınca) bana dönüp gülümseyerek, ”İşte böyle olmalıdır.” dedi. (Yani ölümü arzu etmeyi kastediyordu)

 

Kendi temiz ruhunun, cam nargile içinde dumanı çekilirken titreşen su gibi, mübarek vücudunda titrediğini görüyordu. Sarığını koyarak göğsüne buz konulmasını emretti ve açıktan Yasin Suresi’nin okunmasını söylediler.

 

Mevla’ya kavuşmaya iştiyaklı olduğu için ruhunun tez çıkması için dua edilmesini ve ecelinin çabucak son bulması için de oğluna, sadaka vermeyi emretti.

 

Ruhu çıkacağı esnada sol tarafına şiddetle tükürdü. Hizmetçilerin elinde mendil olduğu halde sünnete riayeten sağ yöne tükürmedi.

 

Bu durumda yanına girenlere oturmayı emrediyordu. Sekeratın şiddeti anında ve bitiminde üzüntü eseri bizden gitti. Hazır olanların az bir kısmı göz yaşı döktü.

 

Sekeratı ve ızdırabı şiddetli olduğu halde son derece teslimiyet ve neşe içinde idi. Hatta bir iki sefer ”Ay Babo” demelerinden başka rahatsızlık belirten bir sözü kendilerinden işitmedik.

 

Sedirin üzerine konulmasını emrettikten sonra, bu hastalığında ayağa kalkma gücünde olmadığı halde kendilerini tuttular ve yürüyerek sedirine gitti. Bir kol boyu kadar yüksekte olan sedirine varınca üzerine çıktı. Sağ tarafına uzandı. Sarığının bir tarafının yüzünün üzerinde olduğunu gördük.

 

Kendisi mi onu örttü, farkına varamadık. Yüzünü açtığımızda hayatının son bulmuştu.

 

Bu esnada evin içi güzel bir kokuyla dolmuştu, hatta evin kapısı önünde bulunanlar da bu güzel kokuyu hissetmişlerdi. Hazır bulunan müridler bu kokuyu mis kokusundan daha üstün hissediyorlardı. Aynı koku defni sırasında da hissedilmişti.

 

Seyda-i Taği (ks) dedi ki:

 

”Gavs (ks)’ın oğlu Şeyh Celaleddin (ks) Gavs (ks)’ı yıkamamı emretti. Ben ise kalben bundan rahatsız oldum.Çünkü hayattayken en güzel şekilde gördüğüm nurani yüzünü, ölümünden sonra öyle göremeyeceğimi sandım. Böyle olunca rabıtam da güzel olmazdı.

 

Fakat yıkadığımda onun hayattayken mübarek alnında bulunan çizgilerin düzeldiğini ve ortasının sararıp etrafının beyazlaştığını gördüm. Öyle gördüm ki ondan nurun çıktığı ve parladığı sanılırdı.

 

Şimdi ise rabıtamda yıkama esnasında gördüğüm şekli üzerinde görmeyi severim. Zira yıkama anında gördüğüm güzelliği hayatında görmemiştim. Mübarek teni hayattakinden son derece fazlasıyla yumuşak idi.”

 

Gavs (ks) hayattayken ağır cüsseli idi. Onu ancak iki veya üç kişi hareket ettirebilirdi. Yıkama esnasında ise hafifliğinden dolayı hizmetçi Ali tek eliyle bir yandan diğer yana hareket ettiriyordu..

 

Çünkü O (ks) ölümle öyle hafiflemişti ki onun gibi hafiflik olamazdı. Ben şimdi tasavvur ediyorum da, kesedeki elimin O’nun dizi ile göbeği arasına vaki olduğunu hatırlamıyorum.

 

O (ks) Hicri 1278 senesinde vefat etti.

 

SEYDA-İ TAĞİ (KS)’NİN HALİFESİ MOLLA HALİL ÇOĞREŞİ (KS) GAVS (KS)’I ANLATIYOR:

 

Benim (Molla Halil) ilk şeyhim Bitlis’te idi. Gavs (ks)’ın zuhurunda aleyhinde çok konuşuldu. Münkirleri çok idi. Benim Şeyhim tecrübe için beni Gavs (ks)’a gönderdi. Fakat ben ondaki istikamet ve durumu görünce ister istemez tevbe aldım. Tarikata girdim. Vird dersi aldım.

 

Aldığım vird derslerinin yanında eskiden okuyup menfaat gördüğüm evradıma da devam ettim. Tarikata girdiğimin üçüncü günü Gavs (ks) beni huzuruna çağırdı.

 

Benim evradıma vakıf olduğunu işaret ederek terk etmemi ima etti. Şöyle buyurdu: “Açıktan yapılan zikirler ne olursa olsun, Nakşi tarikat-ı aliyesinde bid’attır.

 

Bu tarikatın arslanları (sadatlar) onlara razı olmazlar. Hatta Şahı Nakşibend (ks) kendi türbesinde cehri zikir yapan kadir-i halifesini himmetle öldürmüştür. “Dedikten sonra Şeyh Aliyil Halhali’nin Cevahir kitabından bu hikâyenin yerini gösterdi.

 

Bir seferinde hastalandım. Hastalığım gitgide ağırlaştı. Öyle oldum ki ayağa kalkamıyordum. Talebelerim beni huzur-u ilahiye getirdiler. Gavs (ks) bana bardağındaki suyu içirdi. Suyu içmemle beraber hastalığım, kendim ata binebilecek kadar hafifledi.

 

Yine bir seferinde omuzuma bir ağaç değdi. O kadar acıdı ki acısından ölecektim. Gavs (ks)’a durumu arz ettim. Omuzunu göster buyurdu. Ben gösterdim. Mübarek elini sürdü. Sürer sürmez iyileşti. Acıması bir pire ısırması kadar azaldı.

 

Bir gün kalbime, kadın kısmının Gavs (ks)’in yüce sohbetlerinde bulunması mahzurludur, şeklinde vesvese geldi. Vakit hatme vakti idi. Baktım ki Gavs (ks) hem acele ediyor hem de sinirliydi.

 

Hatme biter bitmez Gavs (ks) bana sordu. Kadınlara bakmanın hükmü nedir? Ben, Gavs (ks) daha iyi bilir dedim. Sonra Gavs (ks) bana kadınlara bakmanın, şehvetsiz ve fitneden korkulmazsa ihtilaflı olduğuna dair hükmün kitaptaki yerini gösterdi.

 

Buyurdu: “Meşayihler misal âlemindeki hayvan suretindeki şekillere bakarlar. Gördükleri kadın değildir.

 

Bazen de kadınlar ile meşayih arasına manevi bir perde çekilir. Şeyhler kadınlara bakmazlar. O hicaba bakarlar. “Bu söz söylenince kalbimdeki vesvese defoldu gitti.

 

Molla Abdulhadi Çarçaği’nin Gavs’ı Azam (ks)’dan naklettikleri:

 

Ben ( M.Abdulhadi ) Gavs (ks)’dan sordum:

 

– Şeyhin meclisinde bulunmak sohbet midir? Buyurdu: “Değildir. Zikir ile kalb tasfiye olur. Rabıta ile ilerleme olur. Büyüklerin sohbetinin eşi yoktur. Meşayihin hikâyeleri ile muhabbet artar. Sahabelerin hikâyeleri ile iman kâmil olur ve günahlar da af olunur.”

 

Buyurdu: “Allah (c.c) her velinin durumunu halk tabakasından gizler. Kimini ilimle, kimini başka bir şeyle. İnsanlar diyebilirler ki, filanca (kendini kast ederek) arazi çalıştırıp çocuklarına mal çoğaltıyor.”

 

Bir sohbet meclisinde bir köpek vardı. Bazıları onu kovalamak istediler. Gavs (ks) buyurdu:

 

“Bırakın onu. Kim kendisini ondan daha efdal olarak bilebilir. İnsan topraktan yaratılmış ki kendisini topraktan üstün bilmesin. Kiramen kâtibin (yazıcı melekler) seçkinlerin amellerine vakıf olamazlar.

 

Onların amelleri Allah (c.c) yanında gizlidir. Nakşi tarikatındaki ameller mukarrebinlerin amelidir. Tarikat ehli olmayanların amelleri ise ebrar (hayır sahibi)’ların ameli gibidir. İkisi bir değildir. Aralarında çok fark vardır.”

 

Bir seferinde hatmeye oturduk. Hatme halkasında Molla Abdulbari adında, Kadiri tarikatının hulefasından bir zat vardı. Gavs (ks)’a sadık idi.. Onun hakkında ihlası da çoktu. Taşlar getirilmesine rağmen Gavs (ks) hatmeyi başlatmayıp bekledi.

 

Molla Abdulbari anladı ki kendisinden dolayı hatme yapılmıyor. Hemen kalktı. Gavs (ks) buyurdu:

 

“Ben utanırım ki seni hatmeden çıkarayım. Yalnız büyükler bu tarikatın ehli olmayan kişilerin hatme halkasında toplanmasına razı değiller.”

 

Buyurdu: “Kabir azabı tehlil hatmesinin sevabı ile kalkar. Bunu ancak Nakşibendiler bilirler.”

 

70000 sefer tevhid kelimesini okumaktan ibaret olan tehlil kelimesini Gavs (ks) kabir azabına uğrayacağını zannedenlere emrederdi.

 

Bu menkıbeyi Molla Abdulhadi Çarçaği Gavs (ks)’ın halifesi Molla Halid (ks)’den rivayet ediyor:

 

“Bir gün Gavs (ks) benim (Halid-i Öleki) babamın kabrinin yanından geçti. Benim kalbimden keşke Gavs (ks) durup bir Fatiha okusa diye geçti. Fakat Gavs (ks) durmayıp Fatiha okumadı.

 

Eve ulaşınca Şeyhi Seyyid Taha (ks)’dan nakille şöyle buyurdu:

 

“Bu tarikat-ı aliyyenin menfaati müridlerin babalarına ulaşıyor. Mürşidin menfaati ise müridin ana babalarına uzakta olsalar dahi ulaşır. Ben bu sözden sonra anamın türbesini ziyaret ettim.

 

Öğrendim ki Şeyhim Seyyid Taha (ks)’nın menfaati anam uzakta olmasına rağmen ona da ulaşmıştır.

 

Ben (Halid-i Öleki) anladım ki Gavs (ks) benim kalbimdekini anladı. Bunları benim için söyledi.”

 

Gavs-ı Azam (ks)’ın yüksek eşiğindeki köpeklerden bile keramet görülmüştür. Verebin adındaki köyde bir adam öldürülmüştü. Köylüler de Gavs (ks)’ın etbaı idi. Köy Gayda’ya yakındı.

 

Gavs (ks)’ın sürüsünü muhafaza eden iki köpek hemen o köye gittiler. Maktulün revakına çıkıp oturdular. Köpekleri tanıyınca yemek ve ekmek getirdiler.

 

Köpekler yemeyip hazin hazin düşünceli bir şekilde durdular. Yerlerinden kalkmayıp evden de ayrılmadılar.

 

Ne zaman ki katil affedilip barış sağlandı. Köpekler de o zaman hareket ettiler.

 

Cenab-ı Hak bizi sultanımızın eşiğinden ayırmasın. Âmin.

 

MİNAH 1.BÖLÜM

 

Minah-1: Gavsi Hizan-i (ks) neseb-i şerifini şöyle açıklardı.” Ben Lütfullah’ın oğluyum, o Abdurrahman’ın oğlu, o Abdullah’ın oğlu, o Muhammed’in oğlu, o Şeyh İbrahim’in oğlu, o Cemalüddin’in oğlu, o Şeyh İbrahim’in oğlu, o Cemalüddin’in oğlu, der burada dururdu. Şeyhi Seyyid Taha (ks)’dan naklederek Molla o Muhammed-i Arvasi adıyla meşhur olan zatın oğludur. ” derdi. Bu söyünü bazen kesin olarak söyler. Bazende kesin gibi görünürdü.

 

Minah-2: Taylasan maddi ve manevi olmak üzere iki türlüdür. Maddi taylasan bellidir. Manevi olan; Mürid mürşidini başının üstünde örtü şeklinde kabul edip, örtüsünün sarkan ucu gibi mürşidinin kendi vücuduna sardığını inanarak, ondan feyiz almasıdır. Müridi gayeye eriştirmekte bu yol faydalıdır.

 

(Taylasan bazı tarikatlarda görüldüğü gibi başa bir örtü atmaktır. Bunun faydası gözün sağa sola dönmeyip, önüne bakmasını sağlayarak, kalbin huzurunu muhafaza etmektir. Burada işaret edilen, husus kalbin huzurunun sağlanmasında, manevi taylasanın daha faydalı olduğudur.)

 

Minah-3 : Şeyh Abdulhalık Gucdevani (k.s)’nin sözü olan (….) nazar ber kadem’in manası bazılarının dediği gibi Kaf’ın esre okunmasıyla ” nazarın (yönün) hep Allah’a (c.c) (….) şeklinde değil, belki Kaf’ın üstün okunmasıyla (…..) maksudun ; ” sofinin namazdaki gibi hep ayağının üzerine bakması” olacağını kesinlikle söylerdi.

 

Minah-4: Ubeydullah Ahrar (k.s) Hz.inin bir sofisi şeyhinin affetmeyeceğini zannettiği bir hata işledi. Bundan dolayı sohbet meclisine vaktinde gelmedi. Şah-ı Nakşibendi (k.s) H.z’nin huzuruna gidip, ruhuna bir Fatiha ve bir ihlas okuyarak af diledi. Şeyhinin kendisini affetmesi içinde aracılığını istedi. Şah-ı Nakşibendi (k.s) Hz.leri sofiyi affetti, aynı zamanda şeyhine de affettirdi. Gavsi Hizan-i (ks) bu hikâyeyi anlatırken buyurdu : ” Şah-ı Nakşibendi (k.s) Hz.lerinin makamı sofinin şeyhinden daha büyüktü. Şeyhin makamı büyüdükçe müridlerinin hatası onun gözüne küçük görülür. Tıpkı dünya büyüklerinde olduğu gibi.”

 

Minah-5 : ” Sofi tavus kuşu gibi olmalıdır. Nasıl ki tavus kuşu ayaklarının siyahlığını görünce vücudunun güzelliğini görmez. Sofi de bu düşünce ve hal üzerinde olmalıdır. Çünkü iyi haline bakmak, ona güvenmek, kibir ve gurura sebeb olur.” der.

 

” Tavus o kadar güzel renkli olmasına rağmen siyah bacağından dolayı mahcuptur.”

 

Beytini okuduktan sonra şöyle devam etti.

 

” Mahlûkattaki kemalatın hepsi Allah (c.c)’ın kemalatının bir yansımasıdır. Kişinin kemalatı kendisinden bilmesi boş bir iddia ve büyük bir kusurdur.”

 

Minah-6 : ” Nefsi gayet kusurlu görüp onu bütün hallerinden dolayı suçlamadıkça, şeriat üzere istikamet sağlanamaz.” sözünün manası sorulduğunda, durumun daha iyi anlaşılabilmesi için Semnana’nin Nefahat’taki : ” Nefsi kusurlu görmemek onu itham etmemek büyük günahtır.” sözünü naklettikten sonra:

 

– ” İstikamet ise büyük günahla birleşmez.” cevabını verdi.

 

Minah-7: Peygamber Efendimiz (a.s) buyurmuştur ki :

 

” Hud suresi beni ihtiyarlattı.” ( Hud suresi. 112. Ayet)

 

Bu surede, ” Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” buyrulduğu için Peygamber Efendimiz (a.s) böyle buyurdular.

 

Ne zaman ki sure-i Yasin’in başındaki,

 

” Muhakkak ki sen ( Ey Resulüm tarafımızdan elçi olarak kullarıma) gönderilen peygamberlerdensin doğru bir yol ( İslam dini) üzerindesin.” Ayeti nazil oldu. Resulullah (a.s)’ın kalbi rahatladı. (Yasin suresi. 4. Ayet)

 

Minah-8: Mürşidimin emri ve zaruret olmasaydı, nefsimdeki ayıbı, kusuru gördüğümden, kabiliyetsizliğimi bildiğimden dolayı tarikat üzere konuşmaya ve irşada cesaret edemezdim.

 

Şeyhim Seyyid Taha (k.s) bana şöyle buyurmuştu : ”Sen nefsini küfrü kat’i olan kafirden daha aşağı görmezse, yazıklar olsun sana !…”

 

Bir seferinde de ben şeyhime ” Nefsimin kusurunu gördüğümden ve halkın da bunları bildiğine inandığımda, onların arasına karışmaya hatta onlarla yolda karşılaşmaya utanıyorum.” dediğimde, bana ” hep bu hal üzere ol.” diye söyledi.

 

Minah-9: Gavs (k.s) şöyle buyurdu:

 

Hayvanlar, insanlara nisbeten anne ve baba terbiyesinde daha az kaldıklarından dolayı akılsızdırlar. İnsanlar ise anne ve baba terbiyesinde çok kaldıklarından dolayı akıllı ve faziletlidirler. Bunun gibi salikin ikinci doğumu olan manevi doğum diye adlandırılan seyr-i süluku erken tamamlayıp mürşidin terbiye memesinden erken kesilenin makamı daha düşük olur.

 

Kim ki mürşidin terbiye ve himayesinde daha uzun bir müddet kalırsa (sey-i sülukunu geç tamamlarsa) onun makamı ve kemalatı yüksek olup, devamlı istikamet üzerinde olur.

 

Mürşidin bir nazarıyla kemalata erip icazet alanlar ise, kendileri bu dünyadan gidince izleri silini, hiç bir silsilede de adları geçmez.

 

Minah-10: İnsanın kalbine gelen gayr-i ihtiyari vesveseler, zararsız olsa da mürid bunlar için istiğfar etmesi gerekir.

 

Minah-11: Kalbi havatırdan korumak için yapılan rabıta şöyledir. Mürid, mürşidini başının üstünde oturuyor şeklinde düşünür. Çünkü bana açıklandığına göre, şeytanın vücuda girme yeri baş tarafındandır.

 

Minah-12: Gavs (k.s) namazdan önceki rabıta şöyle olur dedi :

 

Yalnız; namaza girmeden (iftitah tekbirinden) önce mürid, gafletin gitmesi için mürşidin bie elbise gibi bütün vücudunu kapladığını düşünür.

 

Diğer vakitlerde mürid mürşidinin her an yanında olduğunu tasavvur ederse çok büyük fayda görür.

 

Minah-13: Seyyid Taha (k.s) rabıtanın ehemmiyetini şöyle belirttiler : ” Zikirsiz rabıta ile Allah (c.c)’a ulaşılır, ama rabıtasız zikir ile Allah (c.c)’a ulaşılmaz.” Bu sözleri Gavsi (k.s) H.z kabul ettiler. Bazen buyururlardı ki : ” Zikir kalbi sultası altına almak şartı ile rabıtasız zikirle de Allah (c.c)’a ulaşmak mümkündür. Lakin nadiren ulaşılır.”

 

Minah-14: Gavs (k.s) Hz.; Bazı meşayihlerin, müridlerini yalnız rabıtayla terbiye etmelerini görürdü.

 

Minah-15: Gavs (k.s) Hz.; Müridin mürşidinden rabıta yoluyla aldığı feyzin konuşarak aldığından daha kuvvetli olduğu kanaatindeydi.

 

Minah-16: Müridin rabıtası tam olursa hayattaki şeyhinin ruhaniyetinden iyi bir şekilde feyiz alır. Rabıtası tam olan müridin, şeyhinin vefatından sonra başka bir şeyhe gitmesine gerek yoktur. Rabıtası tam olmayanın, şeyhi vefat ettiğinde başka bir şeyhe gitmesi gerekir.

 

Minah-17 : Gavs (k.s) H.z ; Rabıtanın önemini ve gerekliliğini belirtmek için : ”Rabıtaya devam ediniz, rabıtaya devam ediniz, rabıtaya devam ediniz !…” buyurur ve rabıtayı çok tavsiye ederdi.

 

Minah-18: Müridin hallerinden ekseriya ilk sorulan rabıtanın husulüdür. (Rabıtanın husulü; Mürşidin suretinin göz önüne gelmesidir.)

 

Minah-19: Mürid için bid’at ikidir. Şeriattaki bid’at, tarikattaki bid’at. Mürid için tarikattaki bid’at daha tehlikelidir.

 

Minah-20: Mürid tarikatta n iki türlü çıkar. Birincisi büyük günahlarda ısrar, ikincisi ” ben tarikattan çıktım demektir.”

 

MİNAH 2.BÖLÜM

 

Minah-21: Mürşide, tevbe veya tarikat almaya bir kişi geldiği zaman o mürşid kendi nefsi için çok istiğfar etmelidir.

 

Minah-22: Mesh-i suri Peygamber Efendimiz (a.s) hürmetine Ümmet-i Muhammed’den kaldırılmıştır. Bütün ümmeti davette (bu tabir Peygamber Efendimizin (a..s) peygamberliğinden kıyamete kadar dünyaya gelecek olan, cin ve insanlara şamildir) bu nimete dahildir.

 

Mesh-i manevi ise devam etmektedir. Mesh-i manevide kişinin hangi kötü sıfatı galip ise, kalben o sıfatla meşhur olan hayvan suretine döndürülür.

 

Minah-23: Gavs (k.s) Hz.; Mesh-i manevi üzerinde bir gün yine buyurdular : ” İnsanda Mesh-i manevinin iki belirtisi vardır. Birincisi, kişiye vaz-ü nasihatin tesir etmemesi, ikincisi günahından pişmanlık duymamasıdır.”

 

Minah-24: Gavs (k.s) Hz. buyurdu : ” Dünya sevgisi ve aşkıyla ölen kişiler, ehli iman olmalarına rağmen sırtı kıbleye çevrilmiş olarak (keşif yoluyla) görülüyor.”

 

Minah-25: Zalim kişiler ve siyaset adamları ile ilişkinin kaidesini şöyle açıklardı : ” Onları kendi ahlakına çekeceksen beraber ol. Eğer onlar seni kendi ahlakına çevirecekse beraber olma.”

 

Minah-26: Dört yönü birden kuşatarak gelen nisbet, tek yönden gelen nisbetten daha ekmeldir. Çünkü her tarafı kuşatarak gelen nisbette, şeytanın ilgisi yoktur. Musa (a.s) kelamı dört bir yandan işittiği için Allah (c.c)’ın kelamı olduğuna emindi.

 

Minah-27: Nisbet kuşatmalı olmadığı zaman arkadan geleni, diğer yönlerden gelene tercih ederdi.

 

Minah-28 : ” Mürid en çok nisbeti hizmetten alır. Hizmetten alınan feyiz ve kemalat daha tesirli ve uzun sürelidir.” buyurur ve şöyle misal verirdi : ” Nasıl ki arpa yiyen hayvanın semizliği yeni kesilse dahi bir müddet devam eder. Ama bahar otuyla beslenen çabuk çöker. Hizmetten hâsıl olan nisbet kolay kolay kaybolmaz. Başka şeylerden doğan nisbet ise nefsin küçük bir kusuruyla kaybolur.” derdi.

 

Minah-29: Gavs (k.s) Hz. bir gün bu fakirden, (Halid-i Öleki (k.s)) eskiden beri türbelerde mum yakılmasının sebebini sordu. Ben cevap vermeyince, kendileri şöyle buyurdu :”Işıktan gelen nisbet karanlıkta gelenden daha çok ve daha açıktır.” dedi. Bir müddet bekledikten sonra devamla buyurdular : ” Bu durum mürid tecelli-i berki makamına ulaşmadan böyledir. Tecelli-i berki makamından sonra, ışığın olup olmaması, nisbete tesir etmez.”

 

Minah-30 : ” Meşayihin etbai ancak gece ibadetine kalkan müridlerdir. İltifat nazarıyla bakılanlarda bunlardır. Bunlardan başkası etbalarından sayılmaz.”

 

Minah-31: Bütün hallerde rabtayı tavsiye ederdi. Yalnız sohbette vukufu kalbiyi emrederdi.

 

Minah-32: Gavs (k.s) Hz.lerine şöyle soruldu : ” Zamanımızdaki bazı meşayihin bir iddiası varki, avam tabakasından hakikatlerin gizlenmesine sebeb oluyor. Diyorlarki, şeyhler ancak bulundukları yöreleri irşad ederler. Bulundukları bölgelerden çıkıp başka bölgelerde irşad etmeleri caiz değildir.”

 

Cevaben buyurdular ki : ” Bu mesnedsiz bir iddia ve halis bir yalandır.” Nefahat’ta geniş olarak anlatılan Şeyhülislam Ahmed Namık Cami (k.s) Hz’nin Çeştiye şeyhleriyle olan mücadelesini delil gösterdi. Ayrıca Şeyh Tahur (k.s) Hz’nin ” ben siyaset adamlarıyla uğraşıp, onları zulümden men etmeye memur olmasaydım, dünyadaki hiç bir şeyhe mürid bırakmazdım.” dediğini de söyledi.

 

Minah-33: Gavs (k.s) Hz.. Buyurdu : ”Bir gün şeyhim Seyyid Taha (k.s) Hz. ‘den sordum. – Nefahat’ta olduğu gibi bazı meşayih için ”takdis” bayıları için ”rahmet” ile dua okunmasının sebebi nedir? Buyurdular ki:

 

– ” Nefsinden tam kurtulan için ”Kadesallahi sirruhu” nefsinden bir şey kalan için ”Rahmetullahi Aleyh” diye dua edilir.

 

Gavs (k.s) Hz. şeyhinin bu cevabını anlattıktan sonra buyurdular: Nefsinden tamamen kurtulmak irşadın şartı değildir. Kendisine rahmet okunan çok kişiler, irşat makamına geçmiş, doğru yol üzerinde yürümüşler ve insanlara faydalı olmuşlardır.”

 

Minah-34: Letaifi yükselirken halk âleminden kesilmeyen mütemekkin meczub, avam için daha faydalıdır. Avam tabakası bunlara, seyri sülukunu tamamlayıp dönenlerden daha fazla itibar gösterir. Onlarla aralarındaki münasebet fazla olduğundan, tanımaları daha kolay olur.

 

Minah-35: Âdemoğlu başlangıçta unutkandır. Çünkü âlemi ervahdaki ahdini ve başından geçenleri unutmuştur. İnsanın bilgi sahibi olması ancak, letaiflerin âlem-i emirdeki yerlerine ulaşmalarından sonradır.

 

Minah-36: Müridlerden biri Gavs (k.s) Hz.’lerinden sordu:

 

– ” Mürid fazileti olan nefs muhasebesiyle uğraşırken bazen fenaya sebeb olan (fena-fi şeyh) rabıtadan gafil kalıyor.” buyurdular.

 

– ” Nefs muhasebesi kendisini var görenler içindir.”

 

(Muhasebe kendini var gören kişiye fayda verir. Bu nedenle rabıta hali daha üstündür. Rabıta fenaya ulaştırırsa muhasebeye lüzum yoktur. Kısaca buradan anlaşılan Gavs (k.s) H.z.’nin rabıtayı tercih etmesidir.)

 

Minah-37: Gavs (k.s) Hz.’lerinden soruldu : ” Letaifler meşhur olduğu üzere ayrı ayrımıdır? Yoksa bazı meşayihlerin dediği gibi bir tektir de, makama göre isimleri mi değişir? ”

 

Cevaben : ” Ayrı ayrı birer hakiattır.” dedi.

 

Minah-38: Letaifler âlem-i emire yükselmeğe başlayınca ekseriya müridde ağlama hâsıl olur. Hâlbuki Letaifler kendileri için gurbet sayılan bu âlemden, asıl vatan olan, emir âlemine gidiyorlar. Bunun misali gelin olan kızın asıl evi olan kocasının evine giderken ağlamasında görülür.

 

Minah-39: Bu fakir (Halid-i Öleki (k.s)) Minah’ı yazmakta geciktiğime üzülüyordum. Yazmaya başladığımın üçüncü günü, sohbet meclisinde Gavs (k.s) Hz.’nin karşısında aynı üzüntü ile otururken bana bakıp şu beyti okudu:

 

Bu Mesnevi bir müddet gecikti.

 

Kanın süt olması için mühlet gerekiyordu.

 

Minah-40 : ” Bir mürid şeyhine Fatiha öğretirken, şeyhide onun seyr-i sülukunu tamamlıyordu.”

 

Gavs (k.s) Hz. bunun müşküllüğünü, şeri amel olmadan şeylik de olmayacağını beyan ettikten sonra : ” Bunun şeyliği şimdiki ilimle değil, evvelki ilim olan, ilmi ledünledir.” dedi. Bazı meşayihin şu sözüyle de takviye etti. : ” Ben bu ilmi nübüvvetten yirmi sene önce öğrendim.” Devamında buyurdu : ” Bunun hikmetini Allah (c.c) bilir.”

 

Bu meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için Şeyh Bereket ve benzerlerini misal göstererek, bunları ümmi ve şeran özürlü anlattı.

 

MİNAH 3.BÖLÜM

 

Minah-41: Kalb hastalıkları içerisinde hasedden zararlısı yoktur. Ekseriya âlimlerin afeti bu yüzdendir.

 

Minah-42 : ” Bazen daha az faziletli olan, faziletli olanı tanırda faziletli olan daha az faziletliyi tanıyamaz.” Meşhur, Hızır’la fakirin hikâyesini delil göstererek ” fakir bir sofi Hızır’ı tanımış ama Hızır sofiyi tanıyamamıştır.” dedi.

 

Bunun sebebini şöyle anlattı : ” Fazileti az olan, faziletliye rastladığında, ondan aldığı feyiz onu tanımasına vesile olur.”

 

Fazlı olan ise fazlı az olandan bir şey almadığından tanımaz. Bazen olur ki bunun tersi de olabilir. ” Nefahat’taki Şeyh Abdurrahmani Tafvanci (k.s)’nin Şeyh Abdulkair-i Geylani (k.s)’i tanımadığı kıssayı delil olarak gösterdi.

 

Minah-43 : ” Farzları tam yapıp bid’atlerden korunan kişinin durumu, çeşitli ceybe ve haller sahibi olup bir tek dahi bid’at işleyenden daha evladır.” buyurdu.

 

Sonra Hz. Peygamber (a.s)’ın yanında ” Ben ne artırır ne de eksiltirim.” diyen bir arabiye Peygamber (a.s)’ında ” Doğru söylerse kurtuldu.” diyerek şahadet ettiği kıssayı anlattı.

 

Minah-44: Hilafeti zaruri olanlar ( Makamı kemale ermediği halde bir ihtiyaca binaen halifelik verilenlerdir.) bid’atlardan kaçındıkları müddetçe halk onlardan fayda görür. Bu aslında o silsiledeki meşayihin arvahının (ruhlarının) tasarrufudur. Bu halifeler bid’at işledikleri zaman, meşayih onlardan himmet ve tasarrufu keser. Onlar nefisleri ile baş başa kaldıklarından halka olan yardımları da son bulur.

 

Minah-45: Yüce meclislerinde hilafeti zaruri olanlar için tekrar buyurdular. ” Şeyhi hayatta olduğu müddetçe insanlar ondan fayda görür. Eğer kemale ermeden şeyhi vefat ederse onun işi tehlikeli ve zordur.”

 

Minah-46: Bid’atların hepsi karalıktır. Onlarda katiyen güzellik yoktur. Bid’at yapan üzerindeki hali ve ulaştığı makamı bid’atinden bilir. Hâlbuki o hal veya makam onun farkında olmadığı bid’at olmayan amelindendir.

 

Tarikat-ı Nakşibendi’nin diğer tarikatlara olan üstünlüğünün bir sebebi de bid’at olmayışındandır. Bazı tarikatlarda iz kalmamasının sebebi, bid’atların uğursuzluğundandır.

 

Minah-47: Son asırlarda sünnet olan ameller, bid’atler arasında, adeta gece karanlığında kendisinden ışık kaynaklanan cevherin ışığı gibi olmuştur. Zaman gariplik zamanı olduğundan şimdiki salihlere az amellerine karşılık eskilerin büyük mücahedelerle kazanamadıkları makamlar veriliyor.

 

Minah-48: Gavs (k.s) Hz. müridleri ile bir mecliste sohbet ederken buyurdular : “Bu gün diğer tarikatlardan menfaat görülmemesi onlardaki bid’atlardan dolayıdır. Zaman bid’atlar zamanıdır. Bu Zamanda müstakim ve bid’atlardan uzak bir tarikat olmazsa menfaat vermez.”

 

Minah-49: Asrımızda Nakşi tarikatından başka tarikatlardan menfaat görmek çok zorlaşmıştır.

 

 

Minah-50: Bazı ehli keşfin ”Tarikatlardan Nakşi tarikatı, mezheblerden Hanefi mezhebi en sona kalır.” yolundaki sözü Gavs (k.s) H.z.’nin Yüce meclisinde konuşuldu. Buyurdular.

 

Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) Hz.. Bu konuda : ” Büyüklerin himmetiyle Nakşi silsilesi kıyamete kadar sürüp gidecektir.” buyurmuştur.

 

Minah-51: Çilehanede kırk gününü tamamlayana bazı haller gelir. Bazı makamlara ulaşır. Ancak salike sohbetten gelen feyiz daha üstündür. Onu daha kâmil kılar.

 

 

Minah-52: Sohbetine gidilmeye layık olan sadat bir nişan koymuştur. Hz. Azizan (k.s)’a ait şu meşhur dörtlüğü söylerdi:

 

Kiminle oturdunsa senin gönlün toplanmadı.

 

Su ile çamur (anasır)’un zahmeti senden gitmedi.

 

Eğer onun sohbetinden kaçınmazsan,

 

Azizlerin ruhu sana asla (hakkını) helal etmez.

 

 

Minah-53: Yüce meclislerinde bulunanlara : ” Batini halinizin bizim meclisimizde ve dışarıdaki durumunu ölçün. Eğer arada bir fark görmezseniz bana gelmeyiniz.” buyururlardı.

 

 

Minah-54: Meyvesi müride mülk olan terbiye (seyr-i süluk) ancak sohbet ve şeyhine hizmet ile olan terbiyedir. Bundan başka nazar gibi yollarla gelen ise gelip geçicidir. Bu hal nadiren mülk olarak kalır. Nadir ise yok gibidir.

 

 

Minah-55: Halk ancak fenafillah makamını geçenden menfaat görür. Henüz o makamda bulunan istiğfar ehlinden menfaat göremez. Ancak bu menfaatten gaye terbiye menfaatidir.

 

Yoksa her makamda bulunan veli belaların def’i, bereket gibi hususlarda himmet eder. Hatta bu durum müridlerde de bulunur.

 

 

Minah-56: İstiğrak halinde bulunan salik, içinde bulunduğu manevi halini, letaifleri, yükselip fenafillah’a ulaşıp dönen ile değiştirmek istemez. Hâlbuki letaifleri fenafillah’a ulaşıp dönen daha kâmildir.

 

 

Minah-57: Fenaya ulaştıktan sonra tekrar bekaya dönen, tekrar namaz ve vefat anında istiğraka (fenafillah makamına) döner.

( istiğrak makamında olan kişi halkın hallerinden habersiz olup, bütün hissiyatı ile ona varit olan füyüzat ile meşgul olur. Hatta bazen kendi nefsinden de geçer. Dönen kişi ile Allah (c.c) kalbinde hazır olduğu gibi halktan da gaip değildir. Bu dönen kişi sekerat ve namazda bütün masivadan gafil olduğu için tekrar istiğraka girer. )

 

 

Minah-58: Fena fillah makamında bulunan bazı büyüklerden, terbiye menfaati görülür.

 

Muhyiddin-i Arabi (k.s) bu makamda iken faydalı olmuştur.

 

Gavs (k.s) Hz.: Sekr halinden bazılarının sözü olan, ”Ben rabbimi at şeklinde gördüm.” gibi sözlere itibar olunmamasını söyledi.

 

 

Minah-59: Gavs (k.s) Hz.inin yüce meclislerinde, ihlas üzerine sohbet ediliyordu. Ben (Halit-i Öleki )k.s)) ihlası sordum. Cizreli Mevlana Ahmed (k.s)’in beytini okudu:

 

Ku’ran ve ayetlere yemin ederim.

 

Eğer meyhanenin (tarikatın) piri

 

Lat’a secde edin dese

 

Müridler ona uyarlar.

 

” İhlas bu kadar mıdır ?” dediğimde. ” Bu kâfi değil midir ?” buyurdu.

 

Sonra Gavs (k.s) bu fakire (Halid-i Öleki )k.s)) döndü : ” Sen ihlas hakkında ne diyorsun.” Ben de : ” Bana göre ihlas hadisi kutsinin delalet ettiği gibi mürid, şeyhinin bütün sözleri, fiilleri, hareket ve sekenelerinin ancak Allah (c.c) rıza ve emri ile olduğuna yakınen inanmasıdır.” dedim. Gavs (k.s) bu cevabımı beğenerek ” Gerçek ihlas budur. Bundan başkası yukarıdaki dörtlük gibi ehl-i sekrin kelamıdır.” buyurdu.

 

 

Minah-60 : ” Zahiri şefkat ve sureten iltifat müridin sülukunu geciktirir. Fakat müridlerde bu olmadan memnun olmazlar. Bizde ne yapacağımızı bilemiyoruz.”

 

Şeyhim, Seyyid Taha (k.s) benimle konuşmaz, bana bakmazdı. Hatta bazı yamanlar benim bulunduğum hatme ve teveccühe gelmezdi.

 

MİNAH 4.BÖLÜM (61-80)

 

Minah-61: Rabıta şekillerinden olan hayali rabıtayı, (şeyhinin hareket ve tavırlarına ittibayı) suri rabıtaya (sureten şeyhi düşünmek) tercih ederdi. Menfaatin hazali rabıtada olduğunu buyururlardı.

 

 

Minah-62 : ” Rabıta olmadan fenafişşeyh olmaz, fenafişşeyh olmadan fenafilresül olmaz, fenafilresül olmadan fenafillah olmaz, fenafillah olmadan vusul olmaz.” buyurdu.

 

 

Minah-63: Gavs (k.s) Hz. şöyle buyurdu : ” Sohbetinde bulunduğum bazı şeyhler, müridlerie rabıtada kendilerini değil, vefat etmiş olan kendi şeyhlerini rabıta yapmayı söylüyorlardı, Hâlbuki berzah âlemindeki kişiyi rabıta etme, dünya âlemindeki kişiye nasıl menfaat verir.”

 

Yüce meclisde sofilerden biri bu konu hakkında şöyle dedi : ” Eğer âlem-i berzahtakinin rabıtası, dünya âlemindekine kâfi gelseydi, Hz. Peygamber (a.s) bütün mahlûkatın şeyhi ve dünyadaki hayatından daha ekmel bir hayat ile ravza-ı mutahharada diri olduğundan, bütün mahlûkat onun rabıtasıyla yetinir ve bu daha iyi olurdu.”

 

Gavs (k.s) Hz. sofinin bu sözünü beğendi.

 

 

Minah-64: Gavs (k.s) Hz. ”Nefsin ölümü ve öldürülmesi, emri ilahiye ittiba ederek, sıfatlarının değişmesinden ibarettir. Bu bazı meşayihlerin sözlerinden anlaşıldığı gibi nefsin yokluğundan ibaret değildir. Delili, nefsin kemale erdikten sonra hazır iştiyak duyması ve onunla emretmesidir. Nefsin bekası olmazsa bu olmaz.”

 

 

Minah-65: Nefsin yaratılışında liderlik ve başkanlık vardır. Letaifler makamlarına ulaşmadan önce, nefse bulunduğu kötülük hali üzerine hizmet ederler. Letaifler makamlarına ulaştıkları zaman nefis yalnız ve hizmetçisi kalır. Bu ise nefsin tabiatına aykırı olduğundan, nefis bu hale sabredemez. Nefis de Letaiflerin peşinde, onların makamına çıkar. Yine onlara baş olur fakat hayr üzere emr eder.

 

 

Minah-66: Bazen salikin letaifi yükselir, fakat salikin bundan haberi olmaz.

 

 

Minah-67: Bazen letaifler birlikte yükselirler, Kendi âlemlerine yönelirler. Bu durumda letaifler karışıp tek sütun gibi görülürler. Süluk edenlerde bu halet kuvvetli olup, böyle olanların halka menfaatleri daha çok olur. Letaifler zati olarak birdir diyenlerin sözü buradan kaynaklanmıştır.

 

Letaifler kendi âlemine yönelirken bazen de birbirini takip ederek sırayla giderler. Bu sğlukta zayıflıktır. Hem de böylelerinin halka menfaati az olur.

 

 

Minah-68: Letaifler nuranidirler. Salik hayr amelini bunlarla görür. Letaifin yükselmesinin belirtisi, salikin hazır amelleri görmemesidir.

 

 

Minah-69: Letaifler yükselirken, tecelliyat kalbe inmeye başlar. Letaifin yükselişini farkeden salik, kendisinden bir şey yükseldiğini ve üzerine sis gibi bir şeyin yağdığını hisseder.

 

 

Minah-70: İnsanın letaifi yükselince, letaif sütununun kökü benden de kalır. Bedenden temelli ilişiği kesilmez.

 

 

Minah-71: Tecelli-i berkiden önceki bütün tecelliler sıfatların tecellisidir. Ancak tecelli-i berki de Cenab-ı Hakk (c.c)’ın zatının tecellisi başlar.

 

 

Minah-72: Muteber olan fena (fenaillah) daimi fenadır. Gelip geçici olan berki fena muteber değildir. Berki fena tarikata yeni girende, hatta avamda da olur. Bu hal sonu başa getirmenin bir semeresidir.

 

 

Minah-73: Vahdet-i vücud makamının müşahedesi, tarikata girilmesi mecburi bir akabedir. Kimisi bu akabede kalıp terakki eder. Böylelerinden menfaat görülebilir de, görülmeyebilir de.

 

Kimisi orada bir gün ya da daha fazla kalıp bu akabeden kurtulur. Bazen de o makama girildiğini bilmeden geçenler olur.

 

 

Minah- 74: Fena-i İncilayı, ilahi nurların açılıp görülmesi arttırır. Fenanın mertebelerine göre incila muhtelif olur. Birincisi Fena, ikincisi fena´yi fena, üçüncüsü fena-yı fenayı fena böylece incila arttıkça bir fena lafzı ilave edilip, onunla beraber zikir edilir. Bu mertebelerden üstteki alttakine gölge olur.Bir kabuk yada elbise gibi olur.Alttaki eskiyince çıkarılır ve daha üstün mertebede yeni olanı giyilir.Nasıl ki cırcır böceği seslenir, seslenir sonunda eski kabuğun yerine yenisi geçer. Durum böyle devam eder. Salikinde böle mertebeleri aşıp terakkiyatı devam eder.

 

Salik, bu durumu hayalen evinin yıkılıp yeniden yapılması, eski elbisenin yenilenmesi veya renginden değişmesi şeklinde görür. Bazen de görmez.

 

Salik, bu mertebelerden süratle peş peşe geçer, Bunlardan birinde çok takılıp, asıl makamı zannetmemesi gerekir. Bu gölgedir, daha üstü daha üstü vardır. Fena-yı fena bilgisinin yok olması değildir. Bilginin yok olmasına ”sekir” denilir. Bu da geçicidir.

 

 

Minah-75: Gavs (k.s) buyurdu : “”Nakşibendi tarikatında başkası işitecek şekilde zikir yapılmaz. Yalnız ölmek üzere olan hastaya kelime-i tevhid telkin etmek, beş vakit namazın sonunda on defa tevhid çekmek müstesna.

 

 

Minah-76: Şeyhini evine getir, şeyhin evine gitme.

 

( Rabıtan öyle kuvvetlendir ki sen her yerde şeyhinden himmet al. Onunla buluş. Sen mürid olarak gayret göstermeden hemen şeyhe koşma.)

 

 

Minah-77: Gavs (k.s) Hz.inin yüksek meclislerinde, siyah sarık sarmanın sünnetteki yeri bahsi geçti. Mecliste bulunan âlimlerden birisi,

 

Gavs (k.s) Hz.’ ne, Mecazül Aşıkın’deki siyah sarıklı şeyh ile emirin hikâyesini anlattı. Emir şeyhe niçin siyah sarık sardığını sorar.

 

Şeyh cevaben ”Öldürülen nefsime matem tuttuğum için ”der. Emir tekrar sorar. “Eğer nefsin ölüme layık ise bu matem niçin?

 

Yok, eğer layık değilse niçin öldürdün ?” Bu kıssayı dinledikten sonra Gavs (k.s) Hz. buyurdu:

 

” O emir muhlis değildi.” Âlim olan sofi “o emiri şeyhe ihlasla bağlı olanlardan olduğu söyleniyor.” dedi.

 

Gavs (k.s) buyurdu : ” Şeyhine niçin diyen kurtulamaz.” Alim sofi sordu : ” Müridin, şeyhinin bilmediği bir halini öğrenmek için sormasının zararı var mıdır.?” Gavs (k.s) ; Zararlı olduğuna işaret ederek:

 

” Hususen bu gibi sormak daha zararlıdır.

 

” Âlim sofi dedi: Ben düşünüyordum ki şeyh ben cihattayım. Hz. Peygamber (a.s) Mekke’nin fethinde siyah sarık sarıyorum deseydi o zaman, emir ona bir şey diyemezdi. ”

 

Gavs (k.s) Hz. bu sözden de hoşnut olmamış gibi sustu.

 

 

Minah-78: Yüce Mecliste Gavs (k.s) Hz.’ den soruldu : ”Mürid ve şeyh arasındaki manevi nikâh, ilk defa müridin isteğiyle mi hâsıl olur?

 

Buyurdular : ” Önce müridin isteğiyle hâsıl olur. Eğer şeyhin isteğiyle hâsıl olsaydı, Ebu Talip ve benzerleri, iman ederlerdi.”

 

 

Minah-79: Gavs (k.s) Hz. tarikatın münkiri ile tarikata bid’at katanın zararını aynı kabul ederdi. Onların arasında bulunmayın derdi.

 

Bu hususta kendi nefsinden örnek verdiler : ” Tarikata ilk girdiğim zaman bir münkire misafir olmuştum. Ondan bir kaç gün sonrada sohbetinde bulunduğum şeyhin halifesiyle beraber itikâfta kaldım. O zikr-i cehri yapıyordu. Ben o münkirin misafirliğinde gördüğüm zararı, bunun arkadaşlığında da gördüm.”

 

 

Minah-80: Bu tarikatın bazı meşayihinden güvenilir bir şahsın rivayetiyle şöyle nakletti : ” Ben tarikatın münkiri bir âlime misafir oldum. O âlimden gördüğüm zararı, Hristiyan kilisesinden görmedim.”

 

( Hıristiyan kilisesi apaçık düşman olduğundan ondan korunmak mümkündür. Münkir ise dost kisvesinde bir düşman olduğundan müridin kalbine vesvese getirerek ihlasını sarsabilir. Mürid İslamiyet yönünden değil tarikat yönünden zarara uğrar. 132. Hikmete bakınız).

 

MİNAH 5. BÖLÜM (81-100)

 

Minah-81: Gavs (k.s) Hz.’ ne soruldu : ” Bir müridin, şeyhini inkâr eden, bir zahir hocası var. Mürid ona sılayı rahimi (gidip gelmeyi) kesin mi?” Cevaben : “Alakasını kessin” deyip akli ve nakli deliller gösterdiler. Nakli deliller diğer meşayihlere hatta sahabelere kadar ulaştı.

 

Bunlardan anlaşıldı ki şeyhleri inkâr eden hak sahiblerini, babaları da olsa müridler terk etmelidir. Çünkü şeyhler hakkın (Allah) (c.c)’ın naibi olduğundan onların hakkı bütün hakların önünde ve üstündedir.

 

Müridlk iradeyi, şeyhin iradesine tabi kılmakla olur. Muhabbet ve buğzda iradenin bir şubesi olduğundan mürid, muhabbet ve nefretini, şeyhin muhabbet ve buğyuna mutlak ve istisnasız olarak bağlamadıkça şeyhin hakkı eda edilmez.

 

Minah-82 : “Şii olan seyyidler hakkında ne emir ederseniz ?” diye Gavs (k.s) Hz.’ ne soruldu. ”Şiilik ve ehli bid’at olma vasfına buğz edilir. Lakin zatına edilmez. Münkir seyyide de aynı muamele edilir.”

 

 

Minah-83: Ehl-i kalbin birbirini inkârı inkâr değildir. Her birinin kendi mesleği üzerine gayreti, daha yakin ve faydalı kabul ettiği yoluna takviye için bir uğraşmadır.

 

Bu uğraşmalar şeyhler arasında olduğunda mürit onlara buğz etmeyecektir. Bu sohbetten sonra bir fakir Nefahat’te yazılı olan Şeyh-ül islam Herevi’nin Şeyhi Huseyri uğraşan İbn-i Semnun’e karşı geldiğini söyledi.

 

Gavs (k.s) Hz. ”Eğer eski ise mürid hiç bir şeye karışmaz. Diğer evliyayı sevdiği gibi o uğraşanı da sever.

 

Eğer bu uğraşma müridin zamanında ise, şeyhine gayret için ona karşı gelir. Onunla alakasını keser. Fakat bununla onu inkâr etmeyip, ona eziyet vermemelidir.

 

Fakir dedi : ” Yani sahabelerden birbiriyle uğraşanın hicreti (birbirleriyle konuşmaması) gibi.”

 

Gavs (k.s) ”Evet” dedi. Sonra sahabe-i kiramın kendi aralarında geçen bazı durumlarını dile getirdi. Fazilet sahibi olanın fazlının kabul edildiğini, herkesin fikrini açık olarak söylemesinden sonra hakkın ortaya çıktığında ona tabi olduklarını beyan etti.

 

Amr bin As’ın (r.a), Ammar (k.s)’ın katilini cehennemle müjdelemesini, Hz. Muaviye (r.a)’nın Hz. Ali (r.a)’nin hususi bir ilmi olduğunu söylemesini ve Zübeyr (r.a) ile Talha (r.a)’ın hak onlara açıklanınca savaştan vazgeçtiklerini ve diğer sahabi kıssalarını anlattı.

 

( Muaviye (r.a) H.z Ali (r.a)’i imtihan niyeti ile bir şahıs göndererek kendi vefat haberini yolluyor. H.z Ali (r.a) bu sırra vakıf olarak H.z Muaviye (r.a)’nin ölmediğini söylüyor. Bu hadise üzerine H.z Muaviye (r.a) gerçekten H.z Ali (r.a)’nin kendine has ilmi olduğuna şahadet ediyor.)

 

 

Minah-84: Gavs (k.s) Hz. ” Şeyhinin hallerinden bir hal, şer-i şerifi zahirine muhalif olduğunda mürid bu hususta şeriata uyar. Şeyhini taklit etmez. Ama bu halli dolayısıyla şeyhini inkâra yönelmez hali ona bırakır.” dediler. Sadat-ı Kiramında şu sözlerini naklettiler. ” Temkin sahibini taklit eden, zındık olur.”

 

Meşayihlerin bazı halleri olur ki şeriatın zahirine zıt görünür. Ama onların halis müridleri, bu hali taklit etmezler ve onları inkâra kalkışmazlar.

 

 

Minah-85: Mürid şeyhini tedrici olarak, yavaş yavaş tanır.

 

 

Minah- 86: Seyr-ü sülukunu tamamlayıp, bekaya dönenin tanınması gayet zordur.

 

 

Minah-87: Dönüşün başlangıcında şevk kaybolur. Hatta dönen bayan, nisbetin kendisinden alındığını zanneder. Son haline vakıf olur.

 

 

Minah-88: Başkalarının kalbindeki sırlara muttali olan, izinsiz olarak onun üzerinde konuşamaz.

 

 

Minah- 89: Bu tarikata mensup olan kişi bir kelime dahi olsa açıkça zikir yapamaz. Bu yolun büyükleri olan geçmiş sadat-ı kiramlar açık zikir yapanları tard ederlerdi.

 

Ey Mürid ;

 

Alçak bir sesle çağır

 

Çünkü dost sana yakındır.

 

 

Minah-90: Gavs (k.s), Şeyhinin (Seyyid Taha (k.s)) Bazı halifelerinin açık zikirle meşgul olduklarından tarikattan çıktıklarına ve onların, yalnız açık zikri bırakmakla tarikata dönmüş sayılmayacağına tarikat meşayihinden birinde tarikat tazelemelerinin gerektiğine hükmederdi.

 

 

Minah-91: Fena makamından bekaya dönen bazen sekre düşmeye (kuvvetli bir füyuzatla kendinden geçme) meyilli olmaktan tamamen uzak değildir.

 

Gavs (k.s) Hz. bu mübarek kelamları sarf ettikleri mecliste, yüce kapılarının hizmetçileri olan bir mürid şunları söyledi.” Bu makamlardan ancak tamamıyla ve hakkıyla dönen (sekre düşmeyen) Hz. Peygamber (a.s) Efendimizdir. Gavs (k.s) Hz. müridin bu sözlerini beğenerek” doğru söyledin.” buyurdu.

 

 

Minah-92: Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’den bazı büyük sofilerine sordum:

“Şeyh neden tarikat hakkında konuşmuyor.” Cevaben:

“Fena makamından bekaya döndüğü ve Peygamber Efendimiz (a.s.)’in meşrebinde bulunduğu için” buyruldu.

 

Gavs (k.s.) Hz.’ne soruldu: “Şeyh hiç mi konuşmazdı.” Cevaben:

“Konuşması vardı. Ancak benim sorum kitap yazıp yazmama hususundaydı.” sonra da “0 bana öyle dedi” buyurdu.

 

 

Minah-93: Gavs (k.s.) Hz. üzülerek: “Kimse şeyhimin sözlerini nakletmedi ve toplamadı.”

 

 

Minah-94: Gavs (k.s.) Şeyhim Seyyid Taha

 

“Aç arslanın elindeki tavşanın korkması gibi benden kork. Çünkü ben de şeyhimden (Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.) öyle korkuyordum.” dedi. Bana bu emri tekrar söylediğinde:

“Aşırı korku sevgiyi azaltır” dedim.

Oda buyurdu ki “İmam-ı Rabbani’nin şeyhi Hoca Bakibillah’da (k.s.) öyle demiştir.”

 

 

Minah-95: Her bir velinin bir kusuru olur. Bu kusuru onlara münkir olanlar görür. Muhlis olanlar görmez. Bu kusur da hakiki bir kusur değil, görünüşte bir kusurdu.

 

 

Minah-96: Münkirin varlığı tarikatın, doğru olduğunun delilidir. Münkirler tarikatın devamını sağlarlar. Bir şeyhi hiç kimse inkâr etmeden umumun yönelmesi hiç kimseye fayda vermez.

 

 

Minah-97: Kutbun duası ile kazayı mübrem (değişmeyen kaza) olmayan hadiseler değişir. Ancak kutupluğun evladına geçmesi yolundaki duası kabul olmaz.

 

 

Minah-98: Kutub olan şeyh, müride ne verirse o müride mülk olur. Bu durum verildiği an belli olmasa dahi sonradan ortaya çıkar. Kutub olmayan şeyhin verdiği, mülk değil gelip geçici bir haldir.

 

 

Minah-99: Bu silsilede şeyhlik kendisinden evladına geçmesi çok az sadata nasib olmuştur. Bu yüksek silsilede İmam-ı Rabbani (k.s.)’den oğlu Muhammed Masum (k.s.)’a, ondan da oğlu Şeyh Seyfüddin (k.s.)’a nasib olmuştur.

 

(Gavs (k.s.)’den sonra bu silsilede Seyda-i ‘Taği (k.s.)’nin oğlu, Şeyh Muhammed Diyauddin (k.s.) silsile şeyhi olmuştur).

 

Bu sadatın evladı onların manevi mirasını alandır. Zahiren evladı olanlar değil.

 

 

Minah-100: Nasıl ki bir baba evladının kendisinden yüksek dereceli olmasını isterse, manevi baba da, manevi evladının kendisinden yüksek olmasını ister.

 

MİNAH 6. BÖLÜM (101-120)

 

Minah-101: Gavs (k.s.) buyurdu: “Birine mensub olmaktan maksad, manevi intisabtır. Yani onun yolundan gitmektir. Yalnız sureten ona ait olmağa itibar edilmez.” Devamla:

“Doğrusu sana dil uzatıp (nesli kesik diyenin; kendi nesli kesiktir.) 20 ayetini buna delil getirdi. “Yani Peygamber’e (a.s.) dil uzatanların nesli kesildi. Evlatları kendi yollarından gitmeyip, Müslüman oldular. Peygamberimiz (a.s.) yolundan giderek onun manevi evladı oldular.” diye açıkladı.

 

 

Minah-102: Mensubiyette muteber olan ancak manevi mensubiyettir. Manevi bağlılıktır.

Cenab-ı Allah (c.c.) ayet-i kerimesinde buyuruyor:

 

“İnna a’tayna kelkevser”21

Kevserden murad, vahdet-i şuhuttur.

 

Gavs (k.s.) Hz. vahdet-i şuhudu manevi evlada tevil edip şöyle buyurdular: “Cenabı-ı Hakk (c.c.) burada irşad makamı olan vahdet-i şuhudu manevi evlat yerine tabir etmiştir.”22

 

 

Minah-103: Yüce meclisde mürşidlerin müridlerine karşı emir ve tavsiyelerinin konu edildiği bir sohbette Gavs (k.s.) Hz. buyurdular: “Mürid şeyhinin kendisine lisanen tebliğini beklemeden onun işaretlerinden pay çıkarıp amel etmelidir. Çünki mürşidinin işaretlerinden anlamayan müride, şeyhin sözlü olarak hitabı, Allah korusun mürşidin yüz çevirmesinin alametidir. Mürşidin müride son ikazı gibidir. Bir meşayıh ihlas sahibi müridlerine hiçbir zaman sözle emretmez. Bizim silsilemizde adab budur.

 

Gavs (k.s.); önceden muhlis, sonrada şiddetli münkir olan birisi hariç sözle emretmezdi. 0 münkir hakkında da Gavs (k.s.): “Eğer o kişi, benim emrime uysaydı, kalbi bu kadar vesvese ve havatıra mübtela olmazdı.” buyurdu.

Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nin kendisine şöyle dediğini anlattı: “Mahlûkata önce işaretle emret. Bu fayda vermezse o zaman açıkça sözle emret. Bu yolda fayda vermezse ondan yüz çevir. Sen birisinden yüz çevirdiğin vakit bütün silsile ve Hz. peygamber (a.s.) ondan yüz çevirir.”

 

 

Minah-104: Gavs (k.s.) aşağıda minahı anlatmakla, zannediyorum Allah (c.c.)’a giden yolu bulmak isteyenin dikkat etmesi gereken unsurları dile getirdiler.

Allah (c.c)’a giden yolda mürid, şeyhinin maddi ve manevi kemal sıfatlarına sahip olduğuna manevi doktorlukta, tarikat bilgisinde ve hidayet yolunda, rehberlikte mahir olduğuna inanması gerektiğini belirttiler. Bu minah başlamadan az evvel, Gavs (k.s.) Hz. bir fakire hitab ederken tebbesüm etti. 0 fakirde tebessüm etti. Fakir; özür beyan mahiyetinde estağfurullah deyip

“güldürende ağlatanda (Allah (c.c.))’dir.”23 ayetini kalben okudu.

Bunun üzerine Gavs (k.s.) Hz. mürid ile mürşid arasındaki bu ve benzeri hareketlerin aşağıda anlatılan ölçüde olmasıyla edep dışı olmaktan kurtulacağını beyan etti. Sonra sohbete başladı:

“Üstadın talebesinden her yönden üstün olması gerekmez. Süleyman (a.s.) babasının yerine halife seçilmezden önce Beni İsrail âlimleri büyük kardeşini halife seçmek istediler. 23 Necm suresi, 43. ayet

 

Sonra imtihan etmeye karar verdiler. Süleyman (a.s)’ın kardeşinin cevap veremediği sorulara, tebessüm ederek cevap vermesini âlimler tavsiye etmeyip durumu babalarına anlattılar. Babaları Süleyman (a.s.)’ı çağırıp büyüklerin huzurunda gülmesini sordu.

Süleyman (a.s.) “Onlar bana soruları sordukça bir karınca bana cevapları söylüyordu. Onun için tebessüm ettim.” buyurdu.

 

Gavs (k.s.) Hz., bu kıssayı anlattıktan sonra buyurdu: “Maksad hasıl olsun da, üstad bir karınca olsun fark etmez.” sohbetin devamında

Mevlana Halid-i Bagdadi (k.s.)’nin: “Beni Seyyid Taha ve Seyyid Abdullah’dan üstün görmeyin” dediğini Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.)’nin ashabıda: “Nasıl olur? Siz onların üstadısınız” demesi üzerine;

Mevlana Halid (k.s.)’in: “Onlarla ben, şehzadeler ile şehzade hocası gibiyiz. Şehzade hocası öğretip, terbiye ettiği halde, şehzadeler üstündür.” dediğini nakletti.

 

 

Minah-105: “insanların en hayırlısı insanlara en fazla faya verendir.”24 Hadisi şerifini açıklarken şöyle buyurdu: “Hadisten murad “insanların hayırlısıdır” yoksa “en hayırlı insan” değildir. Aksi halde olmayıp ta menfaat verenin, bazı ariflerden daha hayırlı olması gerekir. Sonra şöyle devam etti: “Ama arif olan kişide zaten menfaat vermekten hali değildir.”25

 

Minah-106: Yüksek mecliste bazı zamanlar, Gavs, (k.s.) uzun müddet susarlardı. Bir gün büyüklerin haline vakıf olmayan zahir âlimlerden birisi sohbet taleb etti. Gavs (k.s.) buyurdu:

-”Sükûttan faydalanamayan sözden de istifade edemez.”

 

 

Minah-107: Gavs (k.s.) Mevlana Cami (k.s.)’nin şu beytini okudular:

 

Zahidler taat yüzünü

 

Mihrab köşesine çevirmişler.

 

Sonra buyurdular: “Bazı müridler için devamlı olmamak kaydıyla, şeyh rabıtada cennet ehli suretinde, tüysüz görülür. Yukarıdaki beytin ikinci mısrası buna işaret ediyor.”

 

Minah-108: “Başka şeyhlerin sohbetinde ve evliyanın türbesini ziyarette mürid rabıtalı olmaya çok dikkat etmelidir.” Gavs (k.s.) bunları söyledikten sonra mecliste bulunanlardan bir fakir sordu:

-”Peygamberlerin (a.s.) ziyaretinde de durum aynı mıdır?” Cevaben:

-”Evet” dediler. Fakir tekrar sordu:

-”Ravza-i mutahharada da öyle midir?” Gavs (k.s.):

-”Evet” buyurdu.

 

 

Minah-109: “Mürid enbiya (a.s.) ve evliya (k.s.)’nin ziyaretinde gördüğü menfaati, şeyhinden veya onun aracılığıyla aldığına inanmalıdır. Oralarda müride onların sureti zahir olacak olsa, o bunu şeyhinin letaiflerinin bir sureti olduğuna itikat etmelidir.”

 

Minah-110: Yüce mecliste bir gün Gavs (k.s.) Hz. ’ne soruldu: “Rabıtanın tesiri ne zaman kesilir.”

Buyurdu: “Müridin makamı, şeyhinin makamını geçtiği zaman rabıtanın tesiri kalmaz. Fakat ölüme kadar ne bulsa şeyhinin bereketiyledir.

Vefa kanunu odur ki, şeyhinden yükseğe çıksa dahi onu terk etmek güzel görülmez. Bazı meşayihin ben şeyhimi geçtim sözü hiçte hoş değildir.”

 

 

Minah-111: Buyurdu: “Salikin’ şüphe ve tıkanmaları şeyhin vasıtasıyla çözülür.

 

Mürid ancak kemale erdikten sonra Allah Teâla ona bir sebeb gönderir.

Şeyhinin makamının üstüne çıkmayan bir müride her zaman rabıta fayda verir.”

 

 

Minah-112: Gavs (k.s.) Hz. bir gün muhabbet ehli olanların üzerine sohbet edip onları övdüler. Sonra cezbe ehlinden bahsettiler ve buyurdular:

-”Şeriata uyan istikamet ehlinin değeri, ancak ahirette belli olur. Bunlarda manevi bir hal (aşk, vecd) olmasa dahi. Zararı yoktur.”

 

 

Minah-113: Sadatın sohbetinde, gözü kapatmanın üstünlüğünü belirtip, teşvik için buyurdular:

-”Doğan kuşu gözünü kapatmadan avcilik yapamaz.”

Sonra şu beyti okudular:

“Gel çünkü gözümüz senin evindir.”

 

 

Minah-114: Şeyh-ül Meşayih Mevlana Halid (k.s.)’in icazet kitabında, Nakşi’den olduğu gibi, diğer dört tarikattan da (Kadiri, Sühreverdi, Çeşti, Kübrevi) şeyhi Abdullab Dehlevi (k.s.)’den icazetli olduğu yazılı. Bunun zahirinden anlaşıldığı gibi, şeyh bu tarikattan dilediği herhangi birine göre, müridini terbiye edebilir mi? diye Gavs Hz. ‘ne soruldu.

Şöyle cevap verdi: “Bundan maksat o tarikatlardaki, mûridleride tasarruf icazetidir. Onların usulüne göre hiçbir tarikatın usulü ile terbiye ettiği işitilmemiştir. Terbiye edemez de. Çünkü diğer tarikatların bazı usulleri Nakşibendi tarikatında bid’at kabul edilir. Bid’at yapanlar ise tarikattan çıkmış sayılırlar. Bid’at yapmak, bid’at olan usullere razı olmak, bidati ilk defa icat etmek gibidir.”

 

 

Minah-115: Salike urucun nihayetinde hâsıl olan şuurdan dönme, şuurun yok olması manasına değildir. Allah (c.c.)’a olan şuuru kalmakla beraber halk ile olan şuura dönmesi demektir.26 Nasıl ki seyr-i sülukun başında o halk olan şuur onda var idi. Yalnız şu var ki gayri mütemekkin olan dönen bazen Allah (c.c.)’a olan şuur ondan zail olur. Başkalarından medet diler.

 

Mütemekkin olan dönen devamlı her iki şuuru kuşatıp başkalarına himmet eder. Kimseden himmet istemez. Sofilerin ıstılahında ikinciye harabat şeyhi denilir. Manevi meyhane şeyhidir.

 

Birinci ise küp sahibidir. Ötekinden manevi aşk meyi alır. Küpünü doldurur. Millete dağıtır. Mütemekkin olana arşi denilir. Zira devamlı âlem-i emre vukufu vardır. Gayr-i mütemekkin ise böyle değildir.

 

 

Minah-116: Buyurdular: “Muhabbet menfaatin mıknatısıdır.” Mecliste bulunan bir fakir sordu:

-”Müridin muhabbeti ne fayda verir? Ancak şeyhin muhabbeti fayda vermez mi?” Buyurdu:

-”Kerem sahibi olan kişi, ondan dileneni sever. Efendide hizmetçisini sever.”

 

 

Minah-117: Mahbub olan şeyhin kemalat ve maneviyatının, muhib olan müride çekilmesinde, muhabbetin tesir ve şiddetini beyan hususunda Gavs (k.s.): “Muhabbet bazen öyle halete ulaşır ki, mahbubun suretini çekerek, rnuhibbe giydirir. Hatta bazen mahbubun kabrini, mezar taşıyla beraber muhibbin kabrine yaklaştırır.” buyurup,

Sureten çekme ve gözüyle gördüğü kabir yaklaşmasını konu alan iki kıssa anlattılar.

 

 

Minah-118: “Bir şeyi sevmenin alameti, sevdiğinin aleyhinde olana karşı koyup, ondan acizlik duymaktır.”

 

 

Minah-119: Kendisine inanılır bir kişi yemin ederek dedi ki: “Ben Gavs (k.s.) Hz.inin şöyle buyurduklarını duydum. (Korku kalb hastalıklarını tedavi eder. Muhabbet ise kalb hastalıklarının yanında küfrü de izale eder) deyip şu kıssayı naklettiler: Bu taifeden birine âşık olan bir Yahudi kadını duyduğu muhabbet sayesinde hiç kimse ile karşılıklı konuşmadan Müslüman oldu. Bu taifenin ahval ve niteliklerini kazandı.”

 

 

Minah-120: “Korkana verilir, seven ise kendisi çeker” sözünü Gavs (k.s.) sık sık söylerdi.

 

MİNAH 7. BÖLÜM (121-140)

Minah-121: Şeyh müridlerine her zaman tasarruf eder. Maneviyat verir. Ama bu maneviyat ve tasarrufu muhib olan kendisine gasb eder.

 

Minah-122: Yüce mecliste bulunanlara buyurdular: “Hiç bir şey hizmete denk değildir,” Ehlullah’ın hepsi çeşitli mertebelerde ve çeşitli meşreblerde bulunmalarına rağmen, şuurunun olmadığı fena makamında dahi mahlûkata hizmet ve menfaatlerinin dokunması için gayret sarf ederler.

 

Ehlullah’ın her biri Allah (c.c.)’tan aldıkları işaretle hizmetlerini yaparlar. Bunların bir kısmı şerefli nefislerini ve aziz vakitlerini mümkün olduğu şekilde hizmete vakf etmişlerdir. Yaptıkları hizmette hizmetler ve hizmeti yapılanlar arasında fark gözetmezler. Hatta akıl ve konuşmadan mahrum hayvanlara dahi hizmet ederlerdi.

 

Kendisini hizmete vakfedenlerden birisi de Yakut-i Arşi (k.s)’dir. Bu devletlü İskenderiyede ikamet edip bütün vaktini mahlûkatın ihtiyacına harcardı. Hatta bir gün bir güvercinin kendisiyle konuşmasından sonra acele olarak kalkıp Mısır’a gitti. Oradaki bir şahısla tenha yerde görüştü. Ondan komşusu olan güvercinin yavrularını yememesini rica etti. Tekrar İskenderiye’ ye döndü. İşte bu zat arşilik makamına hep hizmetinin bereketiyle ulaştı. Bir kısım Ehlullah’da hal ve kal ilimlerinin ikisini veya bunlardan birini neşir yoluyla hizmet ederler. Bir kısmı da kendi nurlarını cisimler ve ruhlar üzerine yağdırırlar. Bununla onları evhamın zulmetinden kurtarırlar. Hatta gezegenlerin nurları, ancak bunların füyüzatındandır. Bunların çanaklarının bulaşığı kadehlerinin artığıdır.

 

Molla Cami (k.s.) beytinde neler söylüyor:

Pazu ile bileğini toprağa (anasıra) alışkanlıktan silkele

Felek eyvanlarının zirvesine kadar uç

Mavi taylasanların raksını gör

Âlemin üzerine nurdan eteklerini silkele.

 

Mavi taylasan sahibi gezegenlerdir. Onların raksında görülmesi emredilen, âleme saçılan nurdan etekler diye vasf edilen, Ehlullah’ın eflake yükselen nurunun birazıdır,

Bu nurların safisi Bunların bazıları dünyada görülür. Tamamı ahirette görülür. Gezegenlerden menfaati tam olan güneş ve aydır.

 

Ehlullah’ın bir kısmı da zulümleri gidermek, zayıflara yardım etmek, dinin yayılması ve sünnet-i seniyelerin ihyası için hüküm sahiplerinin arasına karışırlar. Şeyh Tahur (k.s.) bunlardan birisi idi.

 

Öyle Ehlullah’da vardır ki, bir kaç hizmeti beraber yürütürler. Hoca Ubeydullah Ahrar (k.s.) bunlardandı. Hem emir sahipleri ile bir arada bulunur, hem de diğer hizmetleri yapardı.

 

Minah-123: Hizmet hakkında bir sohbet daha ettiler. Buyurdular: “Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’nin halifeleri; icazet alırken, irşad ve teveccüh yapmayacaklarını, yalnız bütün mahlûkata hizmet edeceklerini söylediler. Şeyhim de bu sözleri kabul etti. 0 halife, insanlara ayrım yapmadan hizmet eder. Umumi toplantılarda hizmetçinin yerinde dururdu. Hizmetle meşhur olduğundan, halk kendisine hizmet ettirmeye cesaret ederdi. Hatta yarım akıllı bir kadın, testisini doldurup çeşmeden getirmesini teklif etti.”

Gavs (k.s.) Hz.’nin bu sohbeti yapmakta gayesi zannederim şuydu. Hizmet şerefli olmakla beraber mürşidin heybet ve vakarının müridin gözünden düşmemesi için o halifenin irşad makamının yanında bulunmaması gerekir.

 

Minah-124: Zannediyorum hizmet eden mürşit şeyhinin yanında olduğu zaman genel hizmetin, irşad makamına zarar vermediğini beyan hususunda şöyle buyurdu: “Şeyh Abdullah-ı Herati (k.s.) kendi şeyhi, Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.)’ye hizmet ederdi. Onun hayvanlarına bakar, hamurunu yapıp ekmeğini pişirirdi. Eli hamurda iken Şeyhi (k.s.) çok defa ona gidip halkadakilere teveccüh yapmasını emrederdi. 0 da elinin hamuru ile gidip teveccüh yapardı.”

 

Minah-125: Sohbet meclisinde müridanın birbirinin arkasında oturmasını Gavs (k.s.) Hz. tasvip etmezdi.

Böyle yapanları şiddetle men ederdi. Halkanın arkasında oturanı kaldırır: “Ya halkaya gir, ya da buradan uzaklaş” buyururdu. Bir gün bu kaideye uymayan sofiye “bizim size dediğimizi boş söz veya oyuncak mi sanıyorsunuz?” buyurdular.

 

[21 Süre-1 Kevser, ayeti]

 

[22 Cenab-ı Hak Peygamber Efendimize (a.s.) irşad makamını ihsan etmiştir. İrşad makamından murad Hz. Peygambere (a.s.)tabi olan Müslümanlardır. Ki onlar da Peygamber (a.s.)’in manevi evladlarıdır. Şu halde Cenab-ı Hak (c.c.) zahiri evlad vermeyi ihsan saymamış lakin manevi evlad vermeyi ihsan saymıştır. Bu durum manevi intisabın zahiri intisabdan kuvvetli olduğunun delilidir.]

 

[24 İnsan kelimesi ünsden gelip hatırlamak manasındadır. Nas ise nisyandan gelip unutmak manasındadır. Dolayısıyla âdemoğlunun letaifleri yükselip makamlarına ulaşmamışsa ona nas denir. Insan denilemez. Zira unutkanlığı sebebi ile ilk adını hatırlamamaktadır. Ne zaman ki letaifler yerine ulaşır. Ahd ve misakin hatırlar o zaman insan olur. Bu bilgilere göre minahda geçen hadisi şerifteki menfaat veren için, insanlardan hayırlıdır dersek o zaman arif olmayıp menfaat verenin arif olup menfaat vermeyenden daha hayırlı olması gerekir. Dolayısıyla hadisi şeriften murad menfaat verenin insanlardan değil naslardan hayırlı olmasıdır. Gavs (k.s.)’ın son olarak yalnız arif olan menfaat vermekten boş değildir buyurması arif olmayanın, ariften üstün olamayacağını kuvvetlendirmiştir.]

 

[25 Feyzu-ül-Kadir, cilt 111, sh. 481; No: 4044]

 

[26 Salikin başlangıçta halk ile şuuru olup Hak ile şuuru yok denecek kadar azdır. İstiğrak makamında halkın şuuru gidip Hakk’ın şuuru gelir. Rücu denilen istiğraktan dönme durumuna gelince Hak ile olan şuuru gitmemekle beraber halk ile olan şuurda gelir. Bilinsin ki sülukun başlangıcındaki halk ile olan şuur sülukun başlangıcındaki halk ile olan şuur sülukun sonundaki şuur sureten bir olsa dahi hakikatte bir değildir. Çünkü ilk şuur Hak’tan alıkoyar, sonraki şuur ise öyle değildir.]

 

 

 

 

 

 

Minah-126: Tayy-ı mekân akşam ile yatsı arasında olur.

 

Minah-127: Bast-ı zamana Gavs (k.s.) Hz. şöyle açıklardı. “Allah (c.c.)’ın izniyle bazı evliyaya nasib olur. Şah-ı Ferah (k.s.) bir gün murakabede bir saat kadar kaldı. Sonra müridlerine “Bana bu saatte seksen senelik bast-ı zaman oldu. Seksen senelik amel işledim.” buyurdu. Şah-ı Ferah’a bu zaman içinde işlediği amelin sevabı verilir. Çünki sevap Allah (c.c.)’ın fazlındandır. Sebebsiz verir. Bast-ı zamanda yapılan bir amelle, normal zamanda yapılan amellerin sevabı eşittir.

 

Gavs (k.s.) Hz. bu sohbetlerine Nefahat’te yazılı bulunan, bir kıssayı anlatarak devam etti: “Bir adam suya dalıp çıkınca, kendini başka bir yerde buldu. Sudan çıktı.. Normal hayata başladı. Evlendi, çocukları oldu. Zaman ona bu kadar genişletildi. Başka bir zaman yıkanırken, sudan çıkınca eski yerde ve elbiselerini yanında buldu. Elbiselerini giyip eski evine döndü. Evinde hiç bir değişiklik görmediği gibi, evdekilerde onun durumunda bir değişiklik sezmediler.”

Sohbette bulunan bir fakir: “İmam-ı Rabbani (k.s.)’den bu meselenin hakikati soruldu. 0 bunu vak’aya (Salike uyku ile uyanıklık arasında olan hal) çevirdi. Bu çevirmeyle, bast-ı zamanın bir şahıs için mümkün olmadığını söylemek istemedi. Ancak iki yer arasında o zaman tarihin muhtelif olmasa gerektiğinden (ki bu anlaşılması zor bir meseledir. 0 kıssada bahsi yoktur) ayrı yerlerde mümkün görmedi.” dedi.

Gavs (k.s.): “Kıssada o adamın bast-ı zamanında hâsıl olan evlad ve iyalini getirdiği yok mudur?”

 

Fakir: “İmam-ı Rabbani (k.s.) bunu da vak’aya hamletti.”

Gavs (k.s.), bu tevil ve fakirin ona bu şekildeki hitabını hoş görmez gibi sustu.

Sonra Gavs (k.s.) “bast-ı zaman her halükarda aklın hududunu aşar. Bu gibi hususlarda akla bakılmaz. Allah (c.c.) dilediğini yapar. Onun kudretinden hiç bir şey mümteni değildir. Şah-ı Nakşibendi: (Bu taifenin ellerinde dünya önlerinde sofra gibidir. Hiç bir şey onlara gizli değildir,) buyurmuştur. Bana göre: bu taifenin elinde dünya tırnağın görünen kısmı gibidir.” buyurdu.

Acaba Gavs (k.s.)’ın bu konuşması, yukardaki nakilde geçen kıssanın, yorumlamaya ihtiyaca olmadığının bir teyidi midir? Yoksa o fakir ve benzerlerinin böyle konuşmaktan men yolunda müstakil bir minah mi olacaktı?

 

Bu minah bu yüksek topluluğu dinleyenin edebini bildirmekle. Sadatların nazarında kâinat tırnağın serti gibi olduğundan dolayı, dinleyenin, herhangi bir kitapta gördüğü veya bir sebeble bildiğinin de, sadatların malumu olduğuna itikad etmesini beyan eder.

 

Dinleyenin, bir başka edebi de şudur: Sadatların, dinleyenin bilgisine muhalefet etmeleri cehaletlerinden değil bir hikmet için olduğuna itikad etmelidir. Dolayısıyla bu itikadın hilafını bildirir şekilde onlara hitap etmemelidir.

 

Minah-128: Gavs (k.s.) hazır bulunduğu bir mecliste zamanın bir şeyh taslağından: “0 gerçek hak sahibi olan bir kişiyi, hakkını almaktan men etti. İnsanların koyduğu kaideleri de buna delil gösterdi” diye bahsedildi.

Gavs (k.s.) çok kızarak: “Bakınız… Bakınız… bu iki dava arasındaki tenakuz ve ayrılığa!… Hem şeyhlik iddia ediyor. Hem de Allah (c.c.)’in dinine muhalefet edip, insanların koyduğu kaidelere uyuyor.”

Ben (Halid-i Öleki) üstadın o gün kızdığı gibi kızdığını hiç görmedim. Onun o kızgınlık durumunu zaman kalbimizden “keşke sükût etse” dedik.

 

Minah-129: Çok sefer kalb yumurtasını afetlerden korumayı öğretmek için şu beyti söylerdi:

Doğan kuşu gibi gönül yumurtası üzerine

Bekçi ol, ta ki gönül yumurtası sana doğura.

 

Beyti okuduktan sonra Gavs (k.s.): “Bu kuş yumurtasına bakarak terbiye eder. Kuluçka devresini baka baka tamamlar,”

 

Minah-130: Gavs (k.s,.) Hz. Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nin şöyle dediğini nakletti.

“Fani olmak, kalben birbirine dua ve niyaz dilemektir.”

Bu sohbet üzerine bir fakir: “And olsun Seyyid Taha (k.s.) işi kolaylaştırmıştır dedi.”

Gavs (k.s.) tebessüm ederek “evet, öyle” dedi.

 

Minah-131: Gavs (k.s.) “Cizre emirliklerinin çöktüğü fitne ve fesadın çoğaldığı, eşkıyaların geceleri duvarları delip evleri bastıkları bir dönemde orda bulunan büyük bir âlimin akşamları karanlık basınca elbiselerini değiştirip, silahını kuşanarak, eşkiya kılığına girdiğini, sabah güneş çıkıncaya kadar evinin etrafında dolaştıktan sonra tekrar âlim kılığına döndüğünü” nakletti.

Zannımca Gavs (k.s.) bu kıssayı anlatmaktan gayesi şuydu: “Mürid gece mesabesinde olan heves ve isteklerinin karanlığa daldığı zaman havatır-ı şehvani, nefsinin arzuları ve şeytanın vesvesesi kalbe hakimdir. Dolayısıyla zikrullahın kalbe hükmü zayıftır. Bu durumdaki müride lazım olan odur ki kalbini gaflet ve havatırdan korumak için benlik ve arzularını bırakıp, kalbini bekçi gibi gözetmeli, şeref ve haysiyetini düşünmeden Allah (c.c.) yolunda çalışmak ta ki zikrullah kalbe hakim olsun, vesveseler def olsun. Artık o zaman rahat eder. Gayesi Allah (c.c.) olduğu içinde meşru olan herşeyi yapabilir.

 

Minah-132: Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nin: -Münkirden aslandan kaçtığınız gibi kaçınız. Münkirlerin ekmeğini yemek kalbi kırk gün zikirden alıkoyar. Eğer bu münkirler Hz. Peygamber (a.s.) zamanında yaşasalardı, iman etmezlerdi.” buyurduğunu naklederdi.

 

Minah-133: Müridin, benim kalbim tasfiye edilmiştir. Münkirlerle oturmak bana zarar vermez demesinin caiz olmayacağını belirten Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: “Güneşin büyük olmasına rağmen ince bir bulut onu kapatır.”

Kendisine bağlı ilim talebelerini, bu yolun münkiri olan, âlimlerde okumaktan men ettiği gibi, kendisine bağlı muhlis bir hocanın da münkir bir talebeyi okutmamasını buyururdu.

Münkir bir âlimi kastederek: “Birçok muhlis talebeyi öğrencisi olduğu için, ifsad etmiştir.” buyurdu.

Yine “Filanca da muhlis birisiydi. Münkir olan kardeşine meylettiğinden bozuldu.” buyurdu.

 

Minah-134: “Tarikattan istifadenin temeli kim olursa olsun, münkirden alakayı kesip ayrı durmaktır.” buyurdu.

 

Minah-135: “Münkirle bir arada bulunmak şüphesiz müride zararlıdır. Bu zararı hissetmeyen kemalatından değil, bu yolda istifade etmemiş olduğundandır.” diyen Gavs (k.s.) Hz. devamla şöyle buyurdu: “Tarikatta ilk girdiğimizde bir ihvanla beraber bir münkire misafir olduk. Bu sebeble kendimden bir kaç gün müridlik nisbetinin kesildiğini hissettim. 0 kardeşim böyle bir şey hissetmedi.”

 

Minah-136: “İlk defa tarikata girmeye azmeden kişiye vacip olan, hakkını inkâr etmemek kaydıyla dostlukları eskide olsa mutlak surette münkir ile alakayı kesmektir. Yoksa tarikattan bir fayda görmez.” dedikten sonra Gavs (k.s.) Hz. kendisinden Şöyle misal getirdi. “Ben tarikatta ilk girdiğim zaman hiç fayda görmedim. Çünkü benim tarikatı inkâr’ eden, âlimlerden birisiyle eski hukukumdan dolayı dostluğum vardı. Sonra Allah (c.c.)’ın keremiyle o dostluktan kurtuldum. Tarikatta gayeme kavuştum.”

 

Minah-137: Mürid, münkirin inkârını, kimin münkir olduğunu bilmediğinden, devamlı ihtiyatlı bulunulması gerektiği hususunu işaret için, yüce meclise girme devletine kavuştuktan sonra, ikinci gelişimde Gavs (k.s.) bu fakirden (Halid-i Öleki (k.s.)) sordu. “Geçen sene filan kasabaya gittin mi?”

Ben “evet” dedim.

“Kime misafir oldun” buyurdu.

“Münkir olabileceğinden şüphe duymadığım birine” dedim.

“Peki, sen nefsinde ne hissettin?” buyurdular.

0 beldeden döndüğümde nefsimde sebebini anlayamadığım nisbet kesikliğini anladım ve hayretle sustum.

Gavs (k.s.) gülümsedi: “Nisbetinin kesilmesi ondandı. Orada iken sen zararını anladın lakin neden olduğunu anlayamadın.”

 

Minah-138: Gavs (k.s.) Hz.; bir gün delilerin akıllısını, akıllıların delisi diye adlandırıp, bunların akıllarına hakim olup, akıllarının kendi tasarrufları altında bulunduğunu, diledikleri zaman akıllarını çalıştırıp, akıllarının suretinde göründüklerini, istedikleri zaman ise akıllarını bırakıp delilerin, kılığında göründüklerini işaret yolunda meclislerinde bulunan birini göstererek: “Filanca isterse deli olur, isterse akıllı olur.” dediler.

 

Minah-139: Zannediyorum, zahiri ilim tahsil eden mürid, bu maslahata kabiliyetini hissettiği zaman, şeyhin işaretiyle, zahir ilimle meşguliyetini kesip, bütün varlığıyla şeyhten alınan manevi ilim peşine düşmesi gerektiğine işaret için “Zahiri ve batını ilmin kemalatının tahsili aynı anda mümkün değildir.” buyurdu.

 

Mecliste bulunanlardan birisine “böyle değil midir?” diye sordu.

0 fakir de “Necmeddin Kübra (k.s.) ikisinde de kâmil değil mi idi? ’dedi.

Gavs (k.s.) Hz.: “0 ikisinde de kamildi. İkisini de sırayla tahsil etmişti. Böylesinin benzerleri çoktur. Bunlara (zülcenaheyn) denir. Tarikat büyüklerinin çoğu hem zahiri, hem batini ilme sahip olanlardandır. Silsileler bunlarla bitip yeni isim alırlar. Gerçi, bazı ümmiler, batıni yönden bunlardan daha kuvvetli olabilirler” buyurdu.

 

Minah-140: Zannederim; talebelerde süluka çıkmaya kabiliyetli olmayan ve ilme yeni başlayıp, şeriat ilminden önemli olanı tahsil etmemiş bulunan talebeleri kastederek Gavs (k.s.) Hz. şöyle buyurdu: “İlim talebeleri tahsilden gevşememek için, sohbet meclisine devamlı gelmesin.”

MİNAH 8. BÖLÜM (141-160)

 

Minah-141: Şeytan insana ancak hırsız şeklinde nefsin gölgesinde gelir” buyurdu.

 

Minah-142: Salikin nefsi Allah (c.c.)’in emirlerine teslim olunca ve nefsin kötü sıfatları kalkınca, salik şeytandan emin olur mu? Eğer emin olmazsa şeytan ona silahsız olarak nasıl zarar vermeye gelir.” sorularına Gavs (k.s.) şöyle cevap verdi: “Yalnız keşif, halinde şeytandan emin olunmaz. Şeytan ona silahsız olarak gelir. Hafifçe ayağını kaldırıp ona küçük hata işletir. Bu tevbe ile gider. Salike göre şeytan denize bevleden kişi gibidir. Şeytan ancak bazen onun bedenine zarar verir.”

 

 

Minah-143: Dönenden lezzet kesilir. Vefattan hemen evvel, tekrar istiğraka döndüğünde lezzeti daha kâmil olur.

 

 

Minah-144: Dönen, ölümden hemen önce istiğraka girdiğinde mahlûkatla alakası kesilir mi? diye Gavs (k.s.)’a Hz. soruldu. Buyurdu: “Hayatta onunla ünsiyet edenlerle, alakası devam eder, diğerlerinden kesilir.”

Kamil olandan başkası onda (istiğrak girenden) terbiye alamaz. Kamil olanın aldığı da gelip geçicidir. Ona mülk olmaz.,

 

 

Minah-145: Evliyaullah (k.s.) Hz. Ali (r.a.)’dan gördükleri imdadı başka sahabelerin hiç birisinden görmediklerinden dolayı onlar keşif ve müşahedelerine göre hüküm etseydi Hz. Ali (r.a.)’yi bütün sahabelere tercih ederlerdi. Evliyaullah (k.s.) keşif ve müşahedelerini bırakıp asr-ı saadette sahabe-i kiramın ittifak ettikleri şekilde, sırasıyla Hz. Ebubekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.)’ı daha efdal kabul etmişlerdir.

 

 

Minah-146: Kamil evliyanın himmeti yalnız kendi silsilesine tabi olana değildir. Bid’ata düşmediği müddetçe bütün silsileler onlardan manevi yardım almakta müsavidirler.

 

Bu silsilelerden birisi bid’ata düşünce, onlardan kendi şeyhlerinin imdadı kesildiği gibi bu kâmil olanlarında imdadı kesilir. Nefisleriyle baş başa kalırlar.

 

Gavs (k.s.) çok defa buyururdu: “Bid’ati yapan nefsiyle baş başa kaldığında, eğer ki kemale ermemişse maneviyattan ve füyüzattan bir şey bulamaz.” Kemale ermiş bid’at sahibinden ise bahsetmezdi.

 

Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’dan naklederek buyurdu: “Nakşi silsilesi toplansa, Seyyid Abdulkadir Geylani (k.s.) gibi onlara himmet edemez.” (Seyyid Taha (k.s.) neseb olarak Abdulkadir Geylani’ye (k.s.) mensubtu.)

 

 

Minah-147: Zamanının gavsı olan Şeyh Abdülaziz Mağribi (k.s.)’nin: “Beka âlemine göçen evliya kim olursa olsun bu dünyadakilere hiç bir fayda vermez. Onlardan yardım dileyenin buldukları, yardım dilenilen evliyanın işareti ile veya beka âlemindeki o evliyanın hatırasına riayeten ya da yardım isteyenin evliyaullaha itikadının muhafazası için zamanın Gavsının yardımıdır.” sözü Gavs (k.s.)’a soruldu. Buyurdu ki: “Onun sözü kendi gördüğüne göredir. Hakikatte ise iş öyle değildir. Aksine hayattaki Gavs ’ın aracılığı olmadan, bekadaki her veli müstakilen dirilere yardım ederler. Keşif yoluyla edinilen bilgide herkes gördüğünü haber verir.”

 

 

Minah-148: Kutup olan şeyhin verdiği müride mülk olur. Kutup olmayanın verdiği ise haldir. Ancak çalışmakla mülk edinilir.

 

 

Minah-149: Gavs (k.s.) şu beyti zannımca; sohbet anında vukuf-u kalbinin muhafazası ve şeyhi karışık duygulara bırakan, geleni işitmesine mani olan, sohbette bulunanlara zulüm olan havatıra kalbi salıvermemeyi işaret için okurdu.

Kulağına pamuk tıkayıp

Gönlü kör olanların sözlerinden geç.

 

Başka bir seferinde de münkirlerin sözünün dinlenmemesi ve onlara nasihat için okudu.

 

 

Minah-150: Seyh Alaaddin-i Semnuni’nin (k.s.): “Hadislerde isnad ne kadar yüksek olur, raviler ne kadar az olursa hadis o kadar sahih olur. Ama tarikat böyle değildir.

 

Onun silsilesi ne kadar aşağıya iner ve vasıta çoğalırsa daha parlak olur.” sözü hususunda Gavs (k.s.) şöyle buyurdu: “‘Tarikatta feyiz almak, yer altındaki suyu kanalla yeryüzüne çıkarmak gibidir. Yer altındaki suyu çıkarmak için kullanılan kanallar ne kadar çoksa o nisbette su toparlanıp yeryüzüne verilir.”

 

Gavs (k.s.) Hz. bu işin ancak yer altında gizli duran nemden istifadeyle, suyu çıkaran kanallar için olduğunu’ belirttiler. Bir kısmı nemden, bir kısmı denizden su alan kanallar için olmadığını işaret ederek, buyurdular: “Suyu çıkaran kanallardan birisi denize yakin olur. 0 zaman bol su alır, yeryüzüne verir. Bu bol kaynağın yanında diğerleri zayıf kalır. Şeyh Abdülkadir Geylani (k.s.)’nin müridinin ondan feyiz alması nerede, bir kaç silsile alttaki halifelerin, müridlerinin onlardan feyiz almaları nerede?”

 

Bir fakir sordu: “Denize yaklaşmaktaki murad, Peygamber Efendimiz (a.s.)’in âlem-i ervahtaki nuru mudur?”

Gavs (k.s.) Hz. sofiye böyle soruların meclislerde sorulamayacağını söyleyip onu azarladılar. Sonra, müridin feyzi ancak şeyhinden alacağına inanması gerektiğini, şeyhe kendisinden yüksek olan biri yardım etse velev ki bu yardım, mürid için dahi olsa, ona bakmamak, mürid üzerine vacib olduğunu işaret için şöyle buyurdular: “Susuz olanlar suyu en zor kanaldan alıp, menfaati ondan görürler. Başka yoldan menfaat görmenin yolları kapalıdır.”

 

 

Minah-151: Bu minah büyüktür. Belki bir kaç minah olurdu. Fakat aralarındaki bağlar onları bir kılmıştır. Bu minahda hâsıl olan manalar itibariyle ayrı ayrı düşünülmelidir.

 

Bir fakir İmam-ı Rabbani (k.s.)’nin mektubatından bir mektubu mütalaa etti. Sanırım mektupdan lezzet aldı. Ondaki marifete hayran kaldı. Biraz teselli buldu.

 

Fakirinde bulunduğu bir mecliste Gavs (k.s.) Hz. velilik hususiyetlerinden olan marifet zevki üzerinde konuştu: “Marifet zevki vicdanıdır. Hiç bir ibare onu ifade edemez. İbareden alınan marifet, zevkli şekilde görünen bir meleke olsa dahi, velayet makamında hiç bir fayda vermez. Tıpkı kokulu elbisenin vücudun içindeki kötü kokuları çıkarmadığı gibi. Velayette muteber olan, gerçekte batında bulunandır. Zahirde bulunana ise batından sonra ancak sahv (uyanıklık) makamında itibar edilir. Sekr halinde ise hiç itibar edilmez.

Hiç bir velinin batını zahirinden hayırlı olmadıkça veli olamaz.” deyip şu beyti okudular.

 

Elbiseye misk sürmek sana o kadar fayda vermez.

Sen elbise içinde koltuk kokusuna düşmüş bulunuyorsun.

Bu beyti müteakip Hafiz-i Şirazi’nin Şeyhi San’an hakkında söylediği mısraını okudu.

 

Zünnar halkası içinde, meleklerin tesbih ve zikrini bulunduruyor.

Zannediyorum bu beyti okumakla, bir zatın batınında velayet nurları tahakkuk ettiğinde, batın üstünde bir elbise gibi görülen zahiri şeklin, diğer evliyaya farz kılınan şekillere muhalefetinin zarar vermeyeceğine işaret etti.

Bu işaret, birinci işaretin (itibarın batına olduğu yolundaki minha) benzer gibidir. Bu işaretle İmam-ı Rabbani (k.s.)’nin mektûbatı gibi bu sadatın defterlerinin mütalaasından müridin, şeyhinde zahiren bulunmayan bazı kemalat hakkında şüpheye düşerek ihlasının sarsılmaması ve şeyhi hakkında su-i zanna kapılmaması için korkutmayı ima ettiğini sanıyorum.

Gavs (k.s.) yukarıda geçen mısradan sonra buyurdu: “Elbisede bid’at yoktur. Gerçekten son devrin elbiseleri, ilk devrin (asr-ı saadet) elbiselerine muhaliftir. Bid’at ancak taatte olur.”

 

Gavs (k.s.) Hz.’nin işaretiyle fakir ayıbına üzüldü. Bunun üzerine Gavs (k.s.) Hz. devam etti.

 

“Şeyh; müridi ayıp ve eksiklerini bildirmek için işaret eder. Ta ki mürid eksik ve kusurunu görüp şeyhine iltica ede.

 

Kabz halinden en büyük maksud şeyhe iltica etmektir.

Mürid haline muttali olduğu zaman, kalbinde hâsıl olacak ittila’ya şükür ve iltica ile karşılamalıdır. Kalbindeki ittiladan dolayı şeyhinden bıkkınlık duymayı terk için çok çalışmalıdır. Zira bu bıkkınlık, büyük bir nankörlük ve öldürücü bir zehirdir.

 

Allah (c.c) korusun bıkkınlık onun kalbinden şeyhin kalbine aksettiği zaman, bu hal ebediyen hüsranlık ve bedbahtlıktır.”

Gavs (k.s.) Hz.’i buyurdu: “Alaaddin Attar (k.s.) huzurda bulunduğu halde bunu görmekten gafil idi. Gerçekte ise gafil değildi. Daha fazlasını elde etmesi için sadatlar onu gafil ettiler.

Abdulhalik Gücdevani (k.s.) devamlı huzurda olduğunu bilirdi. Sadatlar daha fazlasını arasın diye onu gafil etmediler. Alaaddin Attar (k.s.) Sahv’da idi. Gücdevani (k.s.) mahvda idi. Sahv, mahvdan daha kâmildir.

 

Nizamüddin Hamuş (k.s.); huzuru celb etmek için kendisini sükûta zorladı. Hâlbuki kendisi huzurdaydı. Attar (k.s.) gibi onu da gafil ettiler.

Bu sadatlarda görülen gaflet, gaflet değildir. Zikredilen hususta onlara gaflet gibi görünmüştür. Gerçekte onlar huzurda oldukları zaman fanidirler. Faniye ise gaflet illeti gelmez. Onlar için maksudun huzur, insanlar için nefsin huzuru gibidir. Çoğu zaman insan nefsinden gafil olsa da nefsi ondan gafil değildir.”27

 

Sonra Ehlulahın eserlerini okumanın taliblere içinde bulundukları makamın üzerinde gayet güzel yerler olduğun bildireceğini dolayısıyla onlarında oralara iştiyakla yönelmeleri gerektiğini tembih etti.

Benden (Halid-i Öleki (k.s.)): “Vatan sevgisi imandandır.” Meşhur eserini

 

“Ne demek diye Gavs (k.s.) Hz. ‘ne sordular. Cevabını kendi vererek: “Letaiflerin âlem-i emirdeki yerleri kastediliyor” dedi.

 

 

Minah-152: İnsan iki insan olmayınca insan-ı kâmil olamaz. “Bir insan vardır ki süluk ederek bedenden ayrılıp, melekûta çıktıktan sonra emir âlemine dönendir. Bu ahiret insanıdır.

Diğer bir insanda dünya insanıdır. Dünyayı yaşamak için vardır deyip İsa (a.s.)’da rivayet edilen

“İki sefer doğmayan melekût âlemine giremez.” sözünü naklettiler.

 

 

Minah-153: Zannediyorum  bir şeyhin himayesine giren; kişiye kendi nefsi için dikkatli, o şeyhin müridleri için ihtiyatli olmasını gerektiğini belirtmek, ayrıca şeyhe ve müridlerine edepli olması lüzumunu anlatmak tarikatta zayıf olanların ümitsizliğe düşmeyip, şeyhin himmetine güvenmelerini ve tarikatta kuvvetli olanlarında, kuvvetliyim demeyip, nefsinin gururundan devamlı korkması gerektiğini işaret için, Gavs (k.s.), Hoca Ahrar (k.s.) ile Sadüddin Kaşgari (k.s.)’nin müridlikleri sırasındaki kıssayı nakletti.

 

“Müridleri zamanında bir güreş meydanında iki pehlivanı seyrediyorlar. Bu pehlivanlara sıra ile himmet ettiler. Pehlivanlar sırayla birbirini yendi. Zayıf olan pehlivanın güçlüyü yenmesi üzerine, seyirci hayrete düştü.

 

Fakat sebebini anlayamadılar.”

Müridlerde de himmet bulunur. Böyle himmet sahibi olan irşad iznine layık olur.

 

Bazı müridler bu kıssada olduğu gibi kendi nefislerinin, himmete ulaşıp ulaşmadığını, tecrübe için imtihan ederler.

Bazen şeyh onları tecrübe eder. Hoca Ahrar (k.s)’ın bir gün müridlerini Semerkand suru üzerine gönderip, himmetlerini Mirza Babür’ün ordusunun kırılması ve şer’in def’ine kullanmalarını emretmesinde olduğu gibi.

 

 

Minah-154: Havassın ve avamın himmetlerinin, menşei, tesir ve gaye bakımından ayrı olduğunu belirtmek için Gavs (k.s.) şunları söyledi:

“Birincinin himmetinin menşei nisbetlerdir. Bu himmetin tesiri kesin ve anındadır.

 

İkincisinin durumu böyle değildir. Bunun himmeti menşei dua ve ameldir. Tesir ve gayesi farklıdır.

 

Birincinin gayesi, velinin intikamındaki gibi dini yönü gizli olsa dahi din içindir. Bu intikam hakikatte velinin nefsi için değil, umumi veya hususi bir maslahat içindir.”

 

Bu sözlerimi Sadüddin Kaşgari (k.s.)’den naklettiği bir kıssayla doğruladılar: “Bir gün Sadüddin Kaşgari (k.s.) bir hastanın şifa bulması için murakabede bulunuyordu. Tavandaki bir fare bir kaç kere yere toprak düşürdü. Bunun üzerine kalktı. (Ey edepsiz) dedi. 0 anda bir kedi gelip, o delikten on yedi fare yakaladı.”

 

Gayesi dünya olan ikincisi için şu kıssayı nakletti: “Bir şahıs bir hazineye tesadüf edebilmek için on sene amel etti. Neticede gayesine erişti.”

 

İki himmet arasındaki farkın ne kadar çok olduğuna işaret için aşağıdaki beyiti okudu.

 

İsa (a.s.)’ın minberi felektir.

Vaazın çıkacağı son mertebe ise minberdir.

 

 

Minah-155: Talibin maksudunun öncüsü olan şevki kırarak, istidadı bozan noksanlıklarla yetinmeyip, kâmil olan şeyhe intisab etmeyi teşvik için söylediğini zannediyorum. “Müridin şevki ancak, içinde bulunduğu yüksek hallerin üzerindeki makamlar hakkında hiç değilse genel bir bilgi olmakla tazelenir. Maneviyatta fakir olan nakısın ise, talibe makamları uzaktan göstermeye gücü yetmez.” buyurdu. Gavs (k.s.) devamında: “kalbde mahbuba karşı ulaşma isteği kalmayan (fenadan bekaya dönmüş kişinin), peygamberlerin kabrini ziyaret ettiği zaman, ondan iştiyaksızlık vasfını götürecek kadar şevk hâsıl olur.”

 

 

Minah-156: Zannediyorum mürid, makam veya halden bir keyfiyeti üzerinde bulduğu zaman, o keyfiyetin şeyhin mülkü olduğunu ve kendisine ödünç verildiğini, şeyh dilediği zaman onu alacağını bilmesi lazımdır. Bu bilginin zımnen dahi olsa kendi nefsinin olduğu davasının isteyerek kalbe girmemesi ve o keyfiyete malik olmamanın sebeplerini iyice muhafaza edebilinceye kadar devamlı kendinde bulunmaya gayret etmelidir.

Gavs (k.s.) sohbetinde bulunduğu bir şeyhten şöyle nakletti: “Mevlana Muhyiddin (k.s.) bir risale yazdı. Bu risaleye bir zahiri âlimin ismini yazar diye yazdırdı. Bir müddet sonra risaleden müellifin ismini sildi. Kendisine bu işin için yaptığı sorulunca; buyurdu ki; bir kimse başka birisinde, onda var zannettiği sıfattan dolayı malından ona bir şey verse sonra anlasa ki bu sıfat o zatta yok. 0 zaman malini geri almak fikhen caizdir.”

 

 

Minah-157: Herhangi bir tarikatın kâmil halifeleri tarikatı kemale erdirmek için, tarikat pirinin hakkında konuşmadığı hususlarda, tasarrufda bulunmalarının bid’at olmayıp caiz olduğunu belirten Gavs (k.s.) Hz. şöyle buyurdu: “Şah-ı Nakşibend (k.s.) az yemeye dikkati çekmemiş ama halifeleri yemekte vasata riayeti emretmişlerdir.” Zira iyice doyuncaya kadar yemek bid’attir. Pirimiz Sadat-ı Nakşibendi (k.s.) bu tarikat-ı celileyi bid’atlardan hatta ruhsatlardan korumak için kurduğunu tevatüren bize kadar ulaştırmışlardır. 0 halde Nakşi’nin yolu bellidir. Halifelerin yemek hakkındaki görüşleri Şah-ı Nakşibend (k.s.)’in görüşü gibidir. Bu mesele şafi fakihlerin, İmam-ı Şafii (r.a.)’nin;

“Hadis sahih olunca o benim mezhebimdir” hükmüne amel etmeleri gibidir.

 

 

Minah-158: Ehlullahın, sözlerini okuyan veya bizzat onlardan duyan kimse, duyduğu sözün manasını mutlak zahiri ve genel olarak anlamaması gerekir.

 

Büyüklerin zahirinde şeriat ve tarikata muhalif gibi görülen faillerini, şeyhi emretmedikçe mürid taklid etmemesidir. Ancak inkâr etmeyip şeyhin hududunu çizdiği cadde üzerinde yürümesi gerektiğini belirten Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: “Doyuncaya kadar yemek ilk devirde (Asr-ı saadet) olmadığından bid’attır. Yalnız kâmil evliyaya zarar vermez.”

 

Alaaddin Attar (k.s.) Şah-ı Nakşibend (k.s.)’i vefatından önce hasta iken ziyaret etti. Bu ziyaret esnasında Şah-ı Nakşibend (k.s.) evin köşesinde bulunan sofradan yemek yemesini söyledi. Alaaddin-i Attar (k.s.) biraz yedikten sonra kalkmak istedi. Şah-ı Nakşibend (k.s.) onun aç olduğunu fark ederek tekrar tekrar yemesini emretti. Üçüncü seferinden sonra buyurdu: “Ya Alaaddin çok ye, çok çalış” Devamla Gavs (k.s.) buyurdu: “Alaaddin (k.s.) kâmillerdendi.”

 

 

Minah-159: “Talibin kabiliyetine göre, kendisi için hazırlanan hal ve makam, onun ihmaliyle başkalarına geçebilir.” deyip şunları söylediler:

“Hz. Ömer (r.a.) devrinde bir savaşta, kâfirlerden birisi, Müslümanlardan biriyle teke tek dövüşmek istedi. Müslümanlardan birisi çıktı. Ancak kâfiri hakir görerek layıkıyla silahlanmadı. Sonra kâfirin kuvvetini görünce, silahlarını tamamlamak üzere geri döndü. Bu sırada Müslümanlardan başka birisi erken davranarak kâfiri öldürdü. Bu iki Müslüman, kâfirin yanında bulundurduğu ve öldürene kalan malı üzerinde anlaşamadılar. Dava Hz. Ömer (r.a.)’a soruldu. Buyurdu: “Seleb ilk çıkanındı fakat o kendi ikinciye verdi.”

 

 

Minah-160: Bu tarikatı aliyeye kâmil bir mürşidin eliyle intisab etmenin büyük faydalarına işaret ederek Gavs (k.s.) buyurdu: “Meşayihler, kendilerine intisab edenlerin kalb gözünü dünya muhabbetinden soğuturlar. Bu dünya muhabbetini terk etmek, dünyayı terk manasında değildir. Yani mal kazanma, miskin ol demek değildir. Ahiret muhabbetini, dünya muhabbetine Allah (c.c) sevgisini, dünya sevgisine tercihtir.

 

Bir evi bir de bağı olan bir adam ikisini de sever. Fakat evin tamiri bağın geliri ile olduğu halde evi daha çok sever. Ahiret muhabbetini dünya muhabbetine tercihte aynen örnekteki gibi gayeyi araca tercihtir. Bu intisabtan hidayet olanın nasibidir. İhtiyatlı davranmaya, birçok menhiyattan korunmaya sebeb olan ne güzel bir nasibtir.”

 

Gavs (k.s.) bu nasibin, bazı semerelerini işaretle şöyle buyurdu: “Gerçekten kabir azabı dünya muhabbeti, ahiret muhabbetinden fazla olan içindir. Bu iki muhabbeti müsavi olan veya ahiret muhabbeti, dünya muhabbetinden fazla olan kişiye kabirde azab yoktur.

 

Bazı meşayihler müridlerini tamamıyla dünyayı terk etmeye ulaştırırlar ki bu ariflerin nasibidir. Ariflerin dünyayı terk etmesi meşrebleri icabı farklıdır.

 

Bazıları yalnız dünya muhabbetini terk edip, esbaba tevessülü bırakmaz. Bazıları hem dünya muhabbetini hem de esbaba tevessülü bırakır. (Veysel Karani (k.s.) v.b.)

 

Sahabe-i Kiramın (r.a.) dünyayı terk edişleri bir değildir.” dedikten sonra bununla ilgili vak’alar hikâye etti.

 

Yüz altmışıncı minhada geçen iki sahabi (r.a.)’nin seleb üzerinde anlaşmaması, kıssasıyla sahabi (r.a.) vakalarına son verdi.

Gavs (k.s.) anlatılan kıssaların sonunda: “Ashab (r.a.)’ın dünyayı terk etmemeleri, bizim terk etmememiz gibi değildir. Belki onların dünyaya zahiren olan meyilleri, onlara uyulması için, şer’i hükümlerin anlaşılması ve iman bakımından zayıf olan kişilere kolaylık olması içindir. Yani hükümlerin onlardan sonra bilinmesi içindi, nefisleri için değildi.” buyurdu.

 

Şeyhi Seyyid Taha (k.s.) ashab (r.a.),’ın dünyaya zahiri meylini sorduğunda bu meylin, hükümlerin anlaşılması için olduğu cevabını verdiğini de zikretti.

Gavs (k.s.) Hz. âdeti, genellikle yüksek meclislerinde kıssalar zikredip, sonunda sahabi (r.a.)’den insanın aklına zahiren ashab (r.a.)’ın büyüklüğüne ters düştüğünü getiren kıssalar anlatmak şeklindeydi. Sonra o kıssaları öyle güzel bir şekil üzerine izah ederdi ki, orada hazır bulunanlar hayrette kalırdı. 0 güzel şekillerin çoğuna onun kelamından başka yerde rastlamadım.

 

MİNAH 9. BÖLÜM (161-180)

 

Minah-161: Şeyhini tanıyan kişinin nazarında, şeyhin bütün halleri keramet olur.

 

 

Minah-162: Meclislerde fasıklara sırt çevirmek caizdir. Lakin kimi görsen Hızır (a.s.) zannet ona sırt çevirme.

 

 

Minah-163: Seyrü sülukun zor bir iş olduğunu belirten Gavs (k.s.), bu tarikatın nisbetinin azametli olduğunu söylerdi. Bununla ilgili olarak şöyle buyurdular: “Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) daha çocukken küçük velilik makamıyla şereflenmişti. Yaşı ilerleyip bu büyük nisbet eline geçince, önce elinde bulunanı bu nisbete nazaran hiçe sayıp, nisbetin kemalinin tahsile müsait olan gençlik vaktinde bu nisbetle vakıf olmadığına teessüf ederek şu beyti söylerdi:

“Eşeği var semeri yok bir adam var

0 semeri buluncaya kadar eşeğini kurt kapar.”

 

 

Minah-164: Bir gün yüce mecliste berzah-ı ekber yani Hakikat-ı Muhammediyeyi (fena-firresul makamı) geçmeden vusulün imkânından bahsedildi.

Bir fakir: “Bazı büyük veliler bunun mümkün olduğun söylemiştir. Hatta bazılarına göre Rabiatül Adeviyye (k.s.) bu şekilde vasıl olmuştur” dedi.

Bunun üzerine Gavs (k.s.) şöyle buyurdu: “Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) gibi küçüklüğünde velayet-i suğra ile müşerref olanlar, bu kabildendir. Çünki onlar çocukken mükellef değildiler.”

 

Ben (Halid-i Öleki) Gays (k.s.) Hz. bu sözleri ile hakikat-ı Muhammediye (a.s.) berzahını geçmeden vusulün mümkün olduğunu mu belirtti. Yoksa bunlarda Mevlana (k.s.) gibi şeriat berzahını geçmeden vusulün mümkün olup ama Hakikat-ı Muhammediye (a.s.) berzahını geçmeden mümkün olmadığını tafsil mi etti anlamadım. Kalbim ikinci manaya meyillidir.

 

 

Minah-165: Gavs (k.s.) salike himmetin yüksekliğiyle emredip salike zahir olan, ne olursa olsun orda durmaktan men ederdi. Çünkü bu durumlar terakkiye kabiliyetli olanların yükselmesine manidir der, zahir olana meyilden nehyederdi.

Zahir olana meylin afetini tembihleyerek: Böyle şeylere meyil etmek, tarikatın kuru üzüm ve cevizi ile iktifa etmek gibidir.

 

Salikin hedef, Allah ( c.c.)’a vasıl olmaktır. Hedefi vusul olan bir salik bu yolda, bir eğlence hükmünde olan bazı hal ve kerametle oyalanıp, yolunda kalmamalıdır. Maksuduna, bir an önce erişmek için çalışmalıdır. Kabiliyetli kişiler maksuduna erişmemişse sırf bu hallere olan meylinden dolayı geri kalmıştır. İnsan bu yolda bulduğu ile iktifa etmemeli, maksadın Allah (c.c.)’a vasıl olmak olduğunu unutmamalıdır.

 

Bir fakir Gavs (k.s.) Hz. ‘ne sordu: “Tarikat saliki yükseklere göz dikip oralara çıkmak istemekle birlikte, nefsini gayet kusurlu görüp, hiç bir şeye layık olmadığını ve tarikatta verilen azı çok kabul etmekle emr olunduğuna göre; bunlardan birincisi diğer ikisiyle beraber bulunur mu?”

 

Gavs (k.s.) cevaben: “Evet, altı ve üstü istemenin, her ikisi de kabiliyet işi değildir. Bu Allah (c.c.)’ın fazlından olduğu için eşittir. Hatta çoğunlukla alt tabaka ile yetinmeyerek buna kabiliyeti olduğunu kabul etmek demektir. Ki bu büyük bir yanlışlıktır” buyurduktan sonra; “Talebten maksad, fayda vermeyen arzular değil, belki taleble beraber sebeplere yapışmaktır. En büyük sebep bir insan-ı kâmil aramak, bulunca ona bağlanıp hizmetine girmek, ta ki onun yanında istifade edeceği bir şey kalmayıncaya kadar. Bundan sonra onun yanından ayrılıp daha kâmilini aramalıdır.” dedi.

Gavs (k.s.), bu konuda meşhur olan Şah-ı Nakşibendi (k.s.) kendi şeyhi yanında istifade edeceği bir şey kalmayınca Halil Ata (k.s.)   ile Kusem Şeyh (k.s.)’e gitmesini ve Faslı Muhammed Şirin (k.s.)’ın şeyhini bırakıp daha kâmilini bulmak için, batıya seferi kıssasını zikretti.

 

Sonra buyurdu: “Kamil bir salik dua ve tazarru ile ziyadeye ulaşır. Salike yakışan bazen gücünün üstünde olan veya hakkını ifa edemeyeceği muayyen bir mertebeyi yahutta bir şahsın makamını istememektir. Belki Cenab-ı Hakk (c.c)’ın Habibine (a.s.)

 

“Benim ilmimi arttır de”28 ayetiyle öğrettiği gibi mutlak olarak artmasını istemenin lazım olduğuna işaret etmiştir.”

 

Bu konuda Davud (a.s.)’ın Ulu’l-Azim peygamberlerin mertebesini istemesi üzerine, imtihan edilmesi kıssasını zikretti.

 

Gavs (k.s.) kendi nefsinden haber vererek dedi: “Bir gün Veysel Karani (k.s.)’nin kabrini ziyarete gitmiştim. 0 zaman Cenab-ı Hak’tan onun nisbeti gibi nisbet istedim. Sonra beni ölüme götürecek bir şeye mübtela oldum (tutuldum).

 

Taleb edilen mertebelerin nihayeti olmadığı gibi talebinde nihayeti yoktur. Elde bulunandan alınan lezzetin, elde bulunmayana iştiyakın beraberce olması mümkündür. Ancak dünya hayatında bu ikisi kâmil bir şekilde bir araya gelmez. Ölümden sonra terakkiyat devam eder.”

 

Veysel Karani (k.s.)’nin kabrinden nisbet istemesi kıssasını bitirdikten sonra Gavs (k.s.) buyurdu: “Peygamberler (a.s.) hakikatin bizim ulaşamadığımız bir telezzüz ve iştiyakla, kabirlerinde lezzet duyup zevklenirler.”

 

 

Minah-166: Meşayihin sözleri üzerinde konuşan kişilerin edebinin nasıl olacağını Gavs (k.s.) şöyle dile getirdiler: “Meşayihin sözleri üzerinde konuşan kişinin edebi, o sözden anladığı mananın üzerinde ısrarla durmayıp başka manaların anlaşılamayacağını iddia etmeden, kendi anladığının anlaşılabilecek manalardan bir ihtimal olduğunu ifade etmelidir.

 

Kardeşim Mevlana Resul (k.s.) zamanının faziletlilerinden ve bu taifenin meşrebinden büyük bir pay sahibi olduğu halde, Mevlana Cami (k.s.)’nin divanındaki bir gazel üzerine haşiye yazmıştı. Yazdığı haşiyede gazelin Kerbela vakıasına işaret ettiğini belirmişti. Sonra yazdığı haşiyeyi iptal etti. İstiğfar edip (bundan sonra ehlullahın sözleri üzerine konuşmayacağım) dedi.

 

Sonra Gavs (k.s.); velilerin rumuzlarını açıklayan kişilerin, fetva verenler gibi ihtiyatlı olması gerektiğini, hele tarikat liderlerinin rumuzlarını açıklayanların daha ihtiyatlı olmalarını söyledi. Gavs (k.s.), Mevlana Resul (k.s.)’ün fetva vermedeki ihtiyatını dile getirip: “0 kadar ihtiyatlı idi ki öğrencisi dahi olsa kendisinden başka fetva verecek bir kişi bulunduğu müddetçe konuşmazdı. Kendisine ait olaylarda öğrencilerine fetva sorardı.” dedi.

 

Velilerin sözleri üzerinde hiç konuşulmaz fikrini izale için Gavs (k.s.) şeyhi. Seyyid Taha (k.s.)’nın: “Tuhfe kitabının sahibi kalb ehlinden idi. Tuhfe sahibinin Tuhfe kitabındaki makaleleri nüktelerden anlamayan ulemanın Tuhfe kitabı hakkında konuşmaya izinli olduğunu fakat ondaki nüktelerin tamamını anlamadıklarını ima etti.

 

Sanıyorum bu fakirin (Halid-i Öleki) bazı meşayihin hal tercümelerinde bazı işaretlerini yanlış anladığımı tembih etti. Cenab-ı Hak (c.c.) bize faidesinden dolayı Gavs (k.s.)’ı mükâfatlandırsın. Benden sadır olan kusurdan Allah (c.c.)’a istiğfar ederek bundan sonra, onların sözlerini açıklarken israr etmemeye niyet ettim. Allah (c.c.)’dan yardım istiyor, bundan sonra yazacaklarımda, bilmeyerek veya unutarak yapacağım yanlışlıktan muhafaza buyurmasını diliyorum.

 

 

Minah-167: Nakşi tarikatında seyr etmenin zor olduğunu, menzil olan hakiki matlubun uzak olduğuna, salikin şeyhe muhtaç olduğuna, gerçekten yaklaştıran ve kolaylaştıranın şeyh olduğuna işaretle Gavs (k.s.): “Harabeler, uzaklıklar bu âlemin arkasında emir âlemindedir. Şeyh gerçekte, oradan bu âlem üzerine göz açıp kapamak kadar kısa bir zamanda feyiz yağdırır.” buyurdu.

 

 

Minah-168: Hizmet ve ubudiyetle meşgul olarak, sır evi olan kalbi masivadan temizlemenin lüzumuna, gerçek vusulün talibin matluba gitmesiyle değil, ancak bir ihsan olan, matlubun, talibe tenezzülen gelmesiyle olduğunu, itikad şeklinde geçen adaba riayetten sonra, dil ile istemenin vusule bir faydası olduğunu işaret için buyurdu ki:

“Benimle yakın alakası olan bazı kişiler Şeyhimize (k.s.)’e bir değirmen yapmaya uğraşıyorlardı. Ben de içlerindeydim. Ben şeyhimin yüce kulağıda işitsin diye, birisine şu beyti söyledim.

 

Gözümüzün manzarasının eyvanı senin eşiğindir.

Kerem et, aşağı göster ki ev senin evindir.

Ben bu beyti okuduktan sonra Şeyh (k.s.) Hz. bize geldi.[29]

 

 

Minah-169: Gavs (r.a.) Hz. bir gün temiz hava almak için binekle kabirleri ziyarete gitti.

Bir fakir de Sultan Veled (k.s.)’nin Şam’dan Konya’ya kadar Şems’i Tebrizi (k.s.)’nin atının üzengisini tutup yaya olarak gittiğini düşündü. Şeyhle gelmeyip bir süre gecikti. Zannediyorum onun kalbine “keşke benim içinde bir binek olsaydı” diye geldi. Sonra Gavs (k.s.) Hz.’ni takib için yola koyuldu. Yolculuğun sonunda bir menzile varıp ikamet koyuldu. 0 belde de yüce meclis teşekkül etti.

 

[27 Fena makamında olanın huzuru insanın nefesinin huzuru gibidir. Nasıl ki, insan nefesden gafil olsa dahi nefes durmayıp devam etmektedir. Fena makamında olan da huzurdan gafil olsa dahi huzuru devam etmektedir.

 

Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: “Meşayihin siyerlerini okuyup mütalaa etmekten gaye, onları öğrenmek olmayıp bir seferde olsa orda belirtilenlerle amel etmektir.

 

Mevlana Cami (k.s.) bir sefer Kâbe-i Muazzama’nın sofasını mübarek sakalıyla süpürmüştür. Divanındaki şiiriyle de buna işaret etmiştir.

“Ak saçlarımı, senin eşiğine süpürge ettim.”

 

Mevlana Hacı Hakkâri (k.s.) zamanın fazıllarından Seyyid Taha (k.s.)’nin halifesi olduğu halde bir gün beyaz sakalı ile şeyhinin sofasını süpürmüştür.”

 

 

Minah-170: Arifler bağının, çeşmesinin başı münkirlerdir. Meşayihin mükirler vasıtasıyla gördüğü menfaat müridlerden gördüğünden fazladır.

 

 

Minah-171: Münkirler ne güzeldir. Çünkü inkâr edilen kişi nefsini onların gözüyle görürde nefsi gözünden düşer.

 

 

Minah-172: Gavs (k.s.) şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nin şeyhi Mevlana Halid (k.s.)’den şöyle buyurduğunu nakletti: “Seyyid Abdullah (k.s.)[30] ne güzel bir şeyhtir. Münkiri olmaması dışında hiç bir kusuru yoktur.

 

 

Minah-173: Gavs (k.s.) Hz. bazen kendisinden, bazen de şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’dan naklederdi: “Her münkirin inkârından dönmesi mümkündür. Yalnız hasedinden dolayı inkâr edenler hariç. Bunun üzerine bir fakir sordu:

“Hased meşayihin gidermeye çalıştıkları, diğer manevi hastalıklar gibi bir hastalık değil midir?” Cevaben buyurdu:

“Evet, öyledir. Ama hased şeyhlerin tedavi etmesinde şart olan teslimiyete engeldir.”

 

 

Minah-174: Gavs (k.s.)’a “falan şahıs sizi inkâr etmiyor. Ama bazı müridleri inkâr ediyor.” denildi. Buyurdu:

“Dalın münkiri, kökünde münkiridir.”

 

 

Minah-175: Gizli inkârın bir çeşidine işaret için şöyle buyurdu:

“Şeyhimizin müezzini münkir idi. Müezzin: “Şeyh tarikatta tembelleşti.” sözünü söylemesi münkirliğini açığa çıkardı.”

[28 Taha 114. ayet]

 

[29 Bu minah’dan gaye; gerçek vusulün salikin adaba riayeti ile birlikte, mürşidin makamının yüceliğine bakmadan salike ihsan etmesi ve iltifat göstermesi ile olacağına işaret etmektir. Mürşidin tenezzülen gösterdiği bu iltifatı da salik dili ile istemelidir.]

 

[30 Burada adı geçen Seyyid Abdullah (k.s.) Seyyid Taha (k.s.)’nın amcası ve Mevlana Halidi Bağdadi (k.s.)’nin halifesidir. Hatmede adı okunan budur. Seyyid Abdullah (k.s.)’dan silsile türemediğinden Seyyid Taha (k.s.) onu silsileye dâhil etmiştir.]

 

 

Minah-176: Zahiri ulemanın bu taifeyi inkârı, onlardan faydalanmayı giderir. Onları kedere mübtela eder. Zelillik ve fakirliğine sebep olur. Allah (c.c.)’in dilediği zamana kadar, onların nesline de bu hal sirayet eder.Buna örnek olarak naklettiler ki; çeşitli zahiri ilimlerde asrının otoritesi olarak kabul edilen bir kişi o günün tutulan çeşitli ilim dalları ile ilgili bir çok kitap yazmıştı. Adam, Şeyh Mevlana Halid (k.s.) hazretlerinin inkârcıları arasındaydı. Bu yüzden kitaplarından faydalanılmadı, daha doğrusu onları inceleyen bile çıkmadı. Ayrıca yöresinin en güzel yüzlü kimselerinden biri olduğu halde ömrünün sonlarına doğru yüzünde bir cilt hastalığı belirdi. Üstelik bu hastalık kendisinden sonra çocuklarına da geçti.

 

Yine akrabalarımızdan bir adam vardı. Adam o günün büyüklerinden biri olan Şeyh İsmail Tillavi (k.s.) münkiri idi. Bu yüzden ne kendisinin ve ne de şu ana kadar soyundan gelenlerin başından bela ve musibet eksik olmadı. Oysa günümüzdeki soyu üçüncü veya dördüncü göbeğe ulaşmıştır.

 

 

Minah-177: Cizre’de bulunuyordum. Rüyamda Şirvan’ın o zamanki meşhur âlimlerinden birisini gördüm. 0 âlim Şeyh Memduh-u Tillovi (k.s.)’nin münkiri idi. Rüyamda o şahsın gözlerinin gittiğini gördüm. Kısa bir zaman sonrada onun ölüm haberi geldi.

 

 

Minah-178: Sebebi açık olmayan bazı vakıalar suret itibari ile şeriata ters görülebilir. Bu gibi vakıaları inkâr etmeninde gerçek inkârlardan sayıldığına işaret eden Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nın zamanında vuku bulan bir hadiseyi dile getirdi:

“Seyyid Taha (k.s.) Ruslarla savaş zamanında kalabalık bir gönüllü topluluğuyla cepheye gitmek için yola çekti. Van yakınlarına geldiği zaman kendisine keşfen savaşın neticesinin barış anlaşmasıyla biteceği bildirildi. Bu manevi halden sonra Seyyid Taha (k.s.) geri döndü. Savaşın neticesi keşfettiği gibi bitti. Ama onun dönme emrine bir kısım insanlar karşı çıkıp münkiri oldular.

 

 

Minah-179: “Ehlullahın münkirleri, gerçek veli olanlarla olmayanları birbirinden ayırır. Münkirler vasıtasıyla kemalatları kuvveden fiile çıkarak, sadıkları belli olur.” diyen Gavs (k.s.) şu kıssayı naklettiler: “Cüneyd-i Bağdadi (k.s.) devrinde münkirler bir grup veliyi Halifeye şikâyet ettiler. Şikâyet sonunda bu veliler, idama mahkûm oldu. Bunların cezalarının infazı sırasında bu sadıkların her biri arkadaşlarını kendi nefislerine tercih ederek, kendi boynunu önce vurulması için cellata uzattı.

Eğer ki münkirlerin, inkâr ve şikâyeti olmasaydı, o kemalat (arkadaşını kendi nefsine tercih) zahir olmazdı.

 

 

Minah-180: Münkirin zahir kemalatına itibar yoktur. Ehlullahın hizmetinde büyüklük taslayan münkirler sebebiyle geciktiklerini bildiren zayıf müridlerin özürü makbul sayılmaz.

 

Büyüklük taslayan mütekebbirlerin meth etmesi ve büyütmesine o zayıfların men edenlerin korkutmasından ve aldatmasından dolayı evinde oturup, ziyarete gelmeyenlerin iştiyakı kendilerine hiç bir fayda vermez. Belki onlar bu hareketiyle Allah (c.c.)’ın

“imandan yüz çeviren, (malından) pek az verip onu da kesen.”[31] ayetiyle vasfettiği kişi gibidir. Halka şefkat için münkirlerin başının gıybetinin cevazına ima vardır.

 

Beytullah-ı Ekber diye vasıflandırılan meşayihi ziyaret edenlerde hacılar gibi üç kısımdır. Bunlardan birincisi, meşayihi Allah için ziyaret edenler. Bunlar fena makamına varıncaya kadar hiç bir yerde durmazlar.

 

İkincisi; teberrüken, bereketlenmek ve zahiren bir şey almak için gidendir. Bunların nefsi tamamen gitmese dahi, onlarda meşayihden fayda görürler.

 

Üçüncüsü; meşayihleri imtihan için, bir keramet görmek, dünyevi maksatlarına (şan, şöhret) nail olmak için giderler, mahrum dönerler. İlkin gizledikleri kusur ve ayıblar ortaya çıkar.

 

Bütün bunların anlatılmasına sebeb şudur:

Bir fakir; Bitlis âlimlerine, fırsatı ganimet bilerek, yüce kapıya gelmekte acele etmelerini bildiren, onların yüce kapı hakkında şüphe ve itirazlarını gideren bir mektupla birlikte elçi gönderir. Elçi dönüşte şunları anlatır: “Mektup Bitlis âlimlerinin pek çoğuna tesir etti. Gelmek için hazırlandılar. Durum bu halde iken münkirlerin en şiddetlisi olup, Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi (k.s)’nin kitaplarını mütalaa edip anlamamış bulunan, yoldan sapma ve itikad bozukluğu ile bilinen hacdan yeni dönmüş olan belde müftüsüne Gavs (k.s)’a gitmek için müracaat ettiklerinde, büyük münkir olan müftünün işaretiyle gelmekten vazgeçtiler.

 

Bundan bir kaç gün sonra Gavs (k.s.) yüksek meclisde buyurdu ki: “Velid bin Muğire’nin Kur’an-ı Azim’i dinleyip O’nun tesiriyle İslam’a döneceği zaman Ebu Cehil’e sordu. Ebu Cehil ona sen Kureyş’in reyhanısın deyip bir takim vesveseler vererek onu aldatır. Dolayısıyla Velid Bin Muğire Ebu Cehil yüzünden ebedi sadetten mahrum kaldı.” Bu kıssadan sonra şu ayeti okudu:

“Çok yemin eden değersize itaat etme.”[32]

 

Gavs (k.s.) sohbete devamla buyurdu:, “İbrahim (a.s.) hac için insanları çağırmakla emr olununca, ilk defa onun, sonra Cenab-ı Hakk’ın, sonra şeytanın çağırdığı rivayet olunur. Bu üç sesten birisi kendisine ulaşan muhakkak hacca gider. İbrahim (a.s.)’ın çağrısını işiterek hacca giden, tavafını yapar, faydasını görür evine döner. Allah (c.c.)’ın nidasıyla giden dönmez. Orada vefat eder. Şeytanın nidası ile hacca giden kötü hal ve akıbetle döner.

 

İtimat ettiğim bir kişiden şöyle işittim. Hac kalbin zamirini, ortaya çıkaran ve gizli halleri ifşa eden, mihenk taşıdır.”

Sonra arkadaşlarından bazısı Gavs (k.s.)”ı haddini tecavüz edenin helaki için tahrik ettiler.

 

Münkirlerin olmasının faydasın bildiren Gavs (k.s.) sohbetinin sonunda buyurdu: “Her bir Muhammed için bir Ebu Cehil gerekir.” Bu sözle sohbet sona erdi. Müridler evlerine dağılırken o beldenin âlimlerinin bir kaçından özür mektubu geldi. Bu mektupta âlimler; sadata karşı ihlaslarının bozulmadığını inkârdan kaçındıklarını belirtiyorlar. Yüksek kapının acizleri arasına girmelerine sadece adı geçen müftünün mani olduğunu yazıyorlardı.

Müridler yakinen anladılar ki Gavs (k.s.)’ın bu minhadaki konuşması gelen özür mektubunun doğru olmadığını beyan içindi. Bu sözlerde diğer kudsi kelimeleri gibi feraset nurundan kaynaklanıyordu.

 

Yemin ederim ki bütün kelam öyle idi. Makamının karşısında, denizden bir damla, topraktan bir zerre mesabesindeki böyle ferasetleriyle, bu topladığımız minhalardan onu tanıtmaktan biz şiddetle kaçındık.

 

MİNAH 10. BÖLÜM (181-200)

 

Minah-181: Velayet makamı üzerinde tahakkuk eden, ne yaparsa yapsın inkâr edilmemesi gerekir. Gerçekte onlardan münker şekilde sadır olan, marufa döneceği, fakat imtihan dünyasında umumun imtihanı için bazen (iyiliğe) dönüşün gizli olduğunu işaret etti.

 

Gavs (k.s.) gizli olan (münkerin marufa) dönüşünün külli şekillerden bir kısmının başka şekillere (yönelecek halde), tereddütlü olan zihinleri yaklaştırmak ve hatta hiç bir sebep olmadan mutlak tasdiki taleb etmek için tenbih etti. Bu şekilleri açıklarken, öyle hayret verici bir şekilde açıkladı ki, zannederim ondan evvel hiç kimse, böyle toplu olarak açıklanamamıştır.

Gavs (k.s.); ucuba (ameline güvenme) sebep olan, huzuru kaçıran, çeşit çeşit kötülükleri celbeden, şöhret afetinin def’i için o münkerin sadır olmasının o şekillerden olduğunu ima etti. Bu şekilleri açıklarken zikretti ki; “evliyanın bir kısmı “Kalenderiye” diye adlandırılırlar. Bunlar sakal, bıyık ve kaşlarını kendilerini gizlemek için keserler.

 

Hatta velilerden birisi bir toplum içinde üzerine sıçratacak şekilde ağaca bevl etmiştir. Sekr halinde bulunmak da o şekillerdendir.

Nasıl ki, içkiden olan sarhoşluk bazı hükümleri değiştirir[33] de. Manevi sarhoşluğun değiştirmemesi imkânsızdır.

 

İbrahim-i Meczub ile Aliy-i Şirazi (k.s.) kıssaları meşhurdur. Aliy-i Şirazi (k.s.) iki dilenciden ekmek kırıklarıyla dolu iki dağarcık gaspedip, içlerindekini yediği hususu vardır. Veliler bir münkeri yaparken, (ruhani) misal âlemine bakıp şehadet (dünya) âlemine karşı gözleri kapalı olması bu şekillerdendir.

 

Onlar insanları, bulunduğu andaki çirkin ve fazla bulunan kötü sıfatın sureti üzerinde görürler. Bazen orada (misal âleminde), kadın şekilleri üzerinde görürler ve hayvanlardan diğer bir şeklin nev’inde görürler. 0 suretlerin icabına göre onlara muamele ederler.

 

Veliye bir kadın vardı, halk arasında yüzü ve başı açık gezerdi. Kamil bir insan görünce hemen örtünüp “bu erkektir” derdi.

 

Hallac-ı Mansur’un oğlu Hüseyin ve kızını ilgilendiren kıssa meşhurdur: Hallac’ın kızının yüzünün yarısını örtüp yarısını açmasının sebebi sorulduğu zaman derdi ki: “Ben yarım erkek görüyorum o da benim kardeşimdir.”

0 şekillerden birisi de, şerrin en büyüğünü, şerrin en hafifiyle def’etmektir.

Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Şibli (k.s.)’nin oğlu, vefat edince o da sakalını tıraş etti. Sebebi ondan sorulunca, dedi ki; Cenab-ı Hak kime hayır dua etsem geri çevirmeyeceğine bana söz vermiştir. Halk benim taziyeme gelir diye korktum. Eğer hepsine dua etsem hakkında şakilik (mutlak olarak) yazılmış olan üzerinde kadere karşı çıkacaktım, yok eğer aralarında ayırım yapsaydım veya hepsini duasız bıraksaydım, onların kalbi kırılacaktı veya benim aleyhimde konuşmak ve benzeri fesatlara sebep olacaktı.

 

Bu da o şekillerdendir; o münkerin üzerine bağlı olan büyük bir maslahatın celbi için yaptıkları şeyleri anlatmak için Gavs (k.s.) şu kıssayı nakletti; “bir şeyhe ramazanda misafir geldi. Şeyh, sonradan onun kendisine uyacağı umuduyla, ona uyarak orucunu açıp, onunla yemek yedi. Müridler bundan nefret ederek dışarı çıktılar. Yemekten sonra şeyh, belindeki tesbihi keserek “yemek yemekte benim sana muvafakat ettiğim gibi, sen de belindeki papaz kuşağını (Zünnar) kesmekle bana uy” dedi. Misafir itiraf ederek Müslüman oldu. Sonra şeyh müridlere dedi ki; “eğer ben ona refakat etmeseydim, o da bana uymazdı.

 

Bu kıssadan sonra Gavs (k.s.) buyurdu ki; “İrfan sahibinden şer gelmez. Evliyalar, günahtan masum olmadıkları halde, günahlar onlara zarar vermekten mahfuzdurlar, şayet günah işlemiş olsalar da onunla doğruluktan sapıklığa meyl etmezler.”

 

 

Minah-182: Sanırım ki,  Gavs (k.s.), şeyhin bildiği yolların en açığını müride gösterilmesi gerektiğine işaret ederek, ölümden sonra terakkinin vaki olduğunu ima yolunda şöyle buyurdu: “Eğer Şeyh Abdülhalik  Gucdevani (k.s.) Şah-ı Nakşibend (k.s.) Hazretlerinin kendi ruhaniyetinden almış olduğuna, bu Nakşi tarikatında sağ iken vakıf olsaydı, hayatında ifşa edip, müridleri onunla terbiye ederdi.

 

 

Minah-183: Bir tarikatın kâmil halifeleri, ancak, o tarikatı arttırmakla emrolundukları zaman, tamamlayıcı ilaveler yapabilirler. Bu ilaveler hususunda, halifelerin yedi sefere kadar istihare etmeleri lazımdır.

 

 

Minah-184: Sanırım, Gavs (k.s.) sonraki meşayihin arasında maruf olan teveccühün tarikatta bid’at olduğu, eski meşayih zamanında olmadığı, yolunda halkın kalbindeki şüpheyi gidermek için işaret etti.

Bununla, önceki şeyhler zamanında bilinen teveccühün hakikatini değiştirmeyecek şekilde tasarrufun zarar vermediğini, adların değişmesine itibar olmadığım remzederek Gavs (k.s.) buyurdu ki; “Teveccüh eskiler arasında maruf olan iltifat nazarının bir çeşididir. Daha önceki şeyhler bu nazarı teker teker karşılarına alarak yaparlardı. Bunun için bir cemaat toplamazlardı. Bu gün yapılan teveccühü umumi bir nazar olarak kabul etmek gerekir.”

Bu mübarek sözlerden sonra, sanırım Gavs (k.s.), şimdiki teveccüh şeklinin ortaya çıkmasının teveccühün hakikatini değiştirmeyeceğini belirtti. Bu şekilde teveccüh yapmanın kendine emrolunduğuna işaret ederek. “Bu şekilde teveccüh yaptırmam için kuvvetli bir şekilde emrolundum” sözüyle Sadat-ı Kiramın buna, çok ihtimam gösterdiğini ifade ettiler. Teveccüh üzerine sohbetlerine devam ederek buyurdular ki; “Teveccüh müridin zulmetinin, şeyhin akıttığı nur sebebiyle boşaltılmasıdır. Çoğu zaman mürid kendisinde vuku bulan hali hissetmez. Avam hakkında teveccüh sohbetten daha faydalıdır, onların hayatın teveccühle def edilir. Hatta bizim meşrebimize uyan havvas içinde teveccüh daha iyidir. Eskiden Maruf olan havvas içinde teveccüh daha iyidir. Eskiden maruf olan nazar hakkında sadatın söyledikleri teveccüh içinde aynıdır. İkisi de birdir.

 

 

Minah-185: Şah-ı Nakşibend (k.s.):

“Masivaya bağlanmak bu yolun yolcuları için büyük bir hicabdır.” buyurmuştur. Allah (c.c.)’den başkasına kalbi bağlamak salihi Hakka ulaşmaktan alıkoyan büyük bir perdedir. Gavs (k.s.) lafzını okumayıp kelimesini kelimesine izafe ederdi ki o zaman manası şöyle olur:

Bu yolun yolcusundan başkasına kalbi bağlamak büyük hicab olur. Gavs (k.s.) bu beyitte irşad makamına işaret olduğunu, mürşidin ise salikin terbiye ve talimiyle meşgul olması gerektiğinden dolay, mürşidin salike bağlılığının hicab olmadığım buyururdu.

 

 

Minah-186: Abdullah Dehlevi (k.s) bazi müridleri medh-ü sena ile karşılardı. Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.) onun yanına her girişinde “Nur kubbesi geldi.” diye taltif ederdi.

 

Şeyhim Seyyid Taha (k.s.) müridleri böyle karşılamaz, bilakis dilediği kişiyi, gıyabında yüce haliyle anlatırdı.

Gavs (k.s.)’de açık övgüde şeyhine tabi idi. Fakat bazılarını da işaretle medhederdi.

 

 

Minah-187: Gavs (k.s.) çoğu zaman yüce meclislerinde, kendi devirlerinde yaşayan veyahut önceden yaşamış olan ve velayetleri hakkında ihtilaf edilmiş veya kapalı kalmış kişilerin kemalat ve faziletlerini müridanına anlatırlardı.

Biz (Halid-i Öleki (k.s.)) zannediyoruz ki; Gavs (k.s.) bu haliyle, halka hem şefkatini gösteriyor, hem de velilikleri ihtilaf mevzuu veya kapalı kalsa da, böyle zatların aleyhinde konuşmaktan men ediyordu. Hatta müridlerinden birinin Şeyh Memduh-u Tillovi (k.s.) hakkında ihlası zayıf idi. Gavs (k.s.) bu müridinin de hazır olduğu bir mecliste, şeyhin kemalatından ve velayetinden kıssalar zikretti. Bu kıssaları müridin ihlası şeyh hakkında tam oluncaya kadar devam etti.

 

 

Minah-188: Hayırlı bir işte dahi olsa, müridin, şeyhine muhalefet etmekten kaçınmasının lazım olduğunu belirten Gavs (k.s.), şeyhi Seyyid Taha (k.s)’nin “Ben şeyhim olan Mevlana Halid’e (k.s.) hiçbir şeyde muhalefet etmedim, yalnız müridler yanında olduğu müddetçe devamlı yemek vermekle şeyhime muhalafet ettim. Çünkü şeyhim, üç günlük misafir müddetince yemek verirdi (Şeyhin âdeti olduğundan dolayı). Ben bu muhalefetten gerçekten korkuyorum. ”dediğini naklederdi.

 

 

Minah-189: Sanırım ki Gavs (k.s.), müride, şeyhinin emirinin bir seferlik veya bir müddet olduğuna kanaat etmeyip, mümkün olduğu müddetçe emrin devamlılığına yorumlamasına işaret ederek buyurdu ki; “İki şeyden başka şeyhinin emrine muhalefet etmedim. Bunlardan birisi; şalvar giymemi emretmesine rağmen, buna devam etmedim.

 

 

Minah-190: Müridin,  şeyhine İslami  hüküm ve günlük işlerinde ne kadar mütabaatı fazla ise o kadar fazla tesir gördüğünü dile getirmek için, Gavs (k.s.), Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’den naklederek: “Bu tarikatın te’siri Hanefilerde daha çabuktur” der ve “Bu tarikatın meşayihi şeyhim Mevlana Halid (k.s.)’e gelene kadar Hanefi mezhebinde idiler” diye delil gösterirdi.

 

 

Minah-191: Son devir meşayihinin tarikat hakkında eskiler gibi konuşmadıklarını belirten Gavs (k.s.) bunun sebebini şöyle açıklardı. Her san’atın kurucusu ve ondan sonrakiler, ancak (sanat hakkında) eksik tamamlanıncaya kadar konuşurlar, tamam olunca da artık fikir beyan etmeğe lüzum görmezlerdi. Sanatın tamam oluşu onun eksiğinin olmayıp, sağlamlığına delil olduğunu belirterek, buyurdu ki:

-”Sadatlar hepsini konuştu, tarikattan konuşacak hiçbir eksik bırakmadılar.”

 

 

Minah-192: Her amelin hususi bir eseri vardır. Amel, eser vasıtasıyla simada zahir olur. Ariflerin kâmilleri insanların simasından amellerini tanır.

Cemaat arasında olsa dahi, şeyh müride bir şey sorduğunda, riyadan korkmayıp, doğru söylemesi vaciptir. Yalan konuşulduğu zaman, şeyh, müride “sen yalan söylüyorsun” diyebilir.

 

Gavs (k.s.)’ın huzurunda yukarıda anlatılan hususları taşıyan bir olay meydana geldi. Meşru bir sebepden dolayı, birkaç sene ziyarete gelemeyen bir müride sordu: “Sen burada bulunmadığın müddetçe rabıtan nasıldı?” Mürid cevaben: “Ben rabıta yapmıyordum” dedi. Gavs (k.s.) “yalan söylüyorsun, çünkü gerçekte senin siman rabıta simasıdır? Buyurdu.

 

 

Minah-193: Allah (c.c.) şeyhe (müride tasarruf etmesi için) bazı kemalat verir. Böylece mürid, şeyhin terakkisine sebep olur.

Yakub-u Çerhi (k.s.) menkıbelerinde, “Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) müridi Ubeydullah-ı Ahrar (k.s.) şeyhi” denmesinin sebebi odur. Eğer Yakub-u Çerhi’nin (k.s.), Hace Ubeydullah’a (k.s) Şeyhliği, bazı kemalatını artırmasaydı, menkıbede Hace’nin zikrine sebeb kalmazdı.

Bir fakir sordu: “Müride tasarruf etmesi için verilen bu kemalat geçici ve ödünç bir şey mi, yoksa şeyhin mülkümü olur? Cevaben buyurdu: “Şeyhe mülk olur.”

 

 

Minah-194: Seyyid Taha (k.s.)’nin bir müridi ona, beşeri (mecazi) aşkından şikayet etti, bunun üzerine şeyhim ona şunu tavsiye etti: “Şeyhini hayalen göğsünde bil. Bu şekilde rabıta mecazi aşkı siler.”

 

 

Minah-195: Salik bazen, yalnız beşeri aşk ile Allah’a (c.c.) ulaşır. Aşk-ı mecazi kendisine müptela olan kişi tutulduğu aşkın etkisiyle, yanarak, dünya muhabbetini terk eder. Artık, dünya muhabbeti, bir daha ona dönmez.

 

 

Minah-196: Gavs (k.s.) bir gün bazı büyüklerden naklederek “gerçekte mecaz, hakikatın köprüsüdür” buyurdu. Bir fakir “köprünün iktiza ettiği gibi onda durmayıp, üzerinden geçmekle emrettiler” dedi.

Gavs (k.s.); “evet, lakin onlar, kendilerinden istifade edilmesinde müsavi değildirler” diye söyledi.

Halid-i Öleki (k.s.) diyor ki, “bu minhayı ben hakkıyla anlamadım.”

 

 

Minah-197: Seyyid Kasım-i Tebrizi (k.s) bu silsilenin şeyhlerinden değildir, ama Hace Ahrar (k.s.) ve, ondan sonraki Nakşi silsilesine sevapta ortaktır.

 

 

Minah-198: Seyyid Taha (k.s.)’nın halifelerinden birisi, müridlere “zikrinizi rabıtaya tesilim ediniz” derdi. Ama Gavs (k.s.) mümkünse rabıta ile zikri beraber yapınız” derdi, yani vird anında devamlı rabıtalı olunuz.[34]

 

 

Minah-199: İrşad izni verilmeyen, istiğrak halinde yaşayan sofilerin birçoğu, dönmüş ve irşad izni verilmiş sofilerden daha kâmildir.

 

 

Minah-200: Hilafet vermenin üç mertebesi vardır. Birincisi, en yüksek dereceli kabul edilen işaretle verilen hilafettir. İkincisi sözle verilen hilafet, bu orta olanıdır. Üçüncüsü yazıyla verilen hilafettir. Bu halifelik vermenin en alt derecesidir.

 

[31 Necm suresi, 34. ayet]

[32 Kalem suresi, 10. ayet]

[33 İçki olduğunu bilmeden veya başkası tarafından zorlanarak, içki içip sarhoş olan kişi Şafii ve hanefi mezheplerine göre mükellef değildir. Bak. Mugnul-muhtac 3/279 Beyrut baskısı 1352 Hicri ibn-i Abidin Durrül Muhtar 2/423 Mısır baskısı 1323 Hicri]

 

 

MİNAH 11. BÖLÜM (201-220)

 

Minah-201: Manevi boğazı geniş olan kişinin boğazında hem füyuzat almak için, hemde müridlere vermek için delik vardır. Füyuzat onun boğazını tıkayamaz, yani gelen feyizden dolayı manevi sarhoşluğa düşmez. Boğazı dar olan az bir feyizle tıkanır, sekir’e düşer, başkalarına da veremez.

 

 

Minah-202: Gavs (k.s.) Hz. leri işaret etti ki, hiç bir amel cezbenin dercesine ulaşmaz. Allah’a yaklaşma ve kemalat kazanma bakımından hiç bir amel cezbenin yerini tutamaz. Açık naslar ve bazı evliyanın keşfi, gibi deliller bu gerçeği ifade eder.

 

Bazı amel sahiblerinin derece olarak cezbe ehline yaklaşmaları, derece bakımından onlarla yarışmaları o kimselerin amellerindeki cezbeden dolayıdır. Sözlerinin devamında Gavs (k.s.), şehid olan bir gazi hakkında şöyle buyurdu: “Ben, misal âleminde onun kamil bir veli gibi şan sahibi olduğunu gördüm. Şeyhim Seyyid Taha (k.s.) buyurdu ki: “Büyük bir velinin yanına avamdan bir şehid defnedildi, ben gördüm ki o şehid, o veliden aşağı değildi.”

 

Gavs (k.s.) buyurdu: “Savaşta şehid olunsa da, olunmasa da, savaşta cezbe vardır, savaş cezbeyi gerektirir.

 

 

Minah-203: Gavs (k.s.)’dan mecazi aşkın nakşi taifesinde nadiren olmasının hikmeti soruldu:

-”Bu Nakşi taifesini, başlangıçta kaplayan cezbe, masivayı terk ettirip onları Allah’tan başka bir şeyle ilgilendirmez.” buyurdu.

 

Minah-204: Gavs (k.s.), bir gün yüce mecliste şunları söyledi: “Başlangıçta, nafile ibadetlerle meşguliyet, cezbeye engel olur ve müridin hızını keser.”

 

Minah-205: Gavs (k.s.), buyurdu ki: “Nakıs olsun kâmil olsun her şeyh, müridin kabiliyet tarlasına bir tohum eker. Daha önce nakıs bir tohum ekilmişse, kâmil olan onu kurutmayınca, üzerine başka bir tohum ekmez.

 

Minah-206: Ömrün harcandığı yerin en değerlisi, kâmillerin sohbeti olduğunu, bu sohbetlerde sarfedilmeyen hayatın hiç yaşanmamış gibi olduğunu beyan eden Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Sohbette, şeyhim Muhyiddin-üs Sahrani (k.s.)’den işittim ki:

-”Nefesleri tutmak ömrü uzatır. Ömür, nefeslerle zabt ve tayin edilir.”

 

Ben bu sözü, sohbet şeyhimden işittikten sonra, nefesimi tutardım. Muhyiddin-üs Sahrani (k.s) dedi ki: “Ömürden gaye ancak sohbettir. Nefesi tutmak ise sohbetin kemalini meneder.”

 

Gavs (k.s.) bir fakire sordu; muteber olan öncekilerin Muhyiddin-üs Sahrani (k.s.)’in sözü gibi bir söz söylediğine vakıf oldun mu? Fakir cevaben dedi: “Evet ben Ruhü’l Beyan tefsirinde bazı muhakkiklerde bu söz gibisini gördüm, yalnız ben buna itimad etmeyerek, belki ömürlerin nefeslerle kayıtlı olduğu gibi, aynen saatle, günlerle ve zamanın diğer cüzleriyle de kayıtlı olduğuna itikad ederdim. Gerçi yalnız nefesleriyle kayıtlı olması, ömrün artıp eksilmesi hakkındaki meşhur müşkülü halletmek için bu yoldan gidilmiştir.

Sanırım Gavs (k.s.) adı geçen şeyhi gibi, birinci söze meylederek dedi ki: “Ölüm halindeki kişinin hızlı nefes alıp vermesi bunu takviye ediyor.”

 

Minah-207: Gerçekte arkadaşlık, arkadaşlık yapanın o renge razı olmasa da, kaçsa da, yine arkadaşlık yapanın rengine boyar. Bu rengin arkadaşlık yapanın kendisinde veya ona tabi olanlarda, istemeseler bile meydana geleceğini işaret eden Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Bu yüce taifenin bazı yeni girenlerinde  görülen zikr-i minşari (testere zikri adı verilen bu zikir, testerenin ağaç keserken çıkardığı ses gibi boğazda ses çıkarır) onlara Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) bu zikri yapan Türk meşayihiyle olan arkadaşlığından gelmiştir.

 

Minah-208: Yüksek mecliste zikr-i minşari’nin, şeyhin talimi veya müridin ihtiyarıyla mı, yoksa cezbe ve bir zaruretle mi olduğu mevzu edildi. Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Türk meşayihi, onu telkin ve isteyerek yapardı. Hatta onların tarikatında bu vardı.”

 

Nakşi tarikatında, bazı yeni başlayanlar, içten bir zorlama ve zarurutle yapıyorlar. Şeyh onlara, bunu mecburen yapmaları için tasarrufta bulunmada serbesttir.

 

Minah-209: Mübtedinin sayhası (narası), gafletten huzura kavuştuğu zaman neşet eder. Eğer gaflet veya huzur devam ederse bu ses çıkmaz orta derecedekilerin sayhası gelen feyzin, göğüslerine sığmamasından dolayı olur. Gavs (k.s.), bazı kişilerin sayhalarının bazen şeyhinin tasarrufatından olduğunu işaret ederek buyurdu ki: “Bazı meşayihin müridlerinde büyük naralar olurdu. Mübtedinin sayhası ve huzuruna en güzel örnek, yaş bir odunu ateşe atınca, ondan ses çıkar, odun kuruyunca ses kesilir.”

 

Minah-210: Gülme, ağlama ve nara gibi hallerin sahipleri, meczub olmadıkları halde, meczub diye adlandırılmaları, ancak gafletten huzura geçtikleri zaman, cezbenin bir çeşidi onlarda bulunduğu içindir.

 

Minah-211: Bir gün yüksek mecliste bazı büyüklerin, sahib-ü zaman’ın izni olmadan yapılan tarikat amellerine itibar olmadığı” sözünün imam-i Rabbani’den sorulduğu, onun da itibar olmadığı tasdik ettiği ancak bu itibari, itibar-i kâmil ile kaydettiği, sahibü’z zamanı tanımayan veya ondan uzak olanın halinin nasıl olacağı bahsi geçti.

 

Gavs (k.s.) dedi ki: Sahib-ü zamanı tanımayan aynen uzakta olan gibi mazur sayılır. Fena makamında olan müridin, kendi şeyhinin taatle itibar-i kemali, Sahib-ü zaman olsun olmasın kâfi gelir.

 

Minah-212: Sohbet masiva ile bağı keser. Hoca Azizan (k.s), sanatı olan dokumacılığı “ayrılmak ve bitişmek” diye tefsir ederdi.

Gavs (k.s.), bazı büyüklerin (Gelin bir saat mü’min olalım) sözündeki, mü’min olalım kelimesinin, müsebbiben, (imanın) sebep (sohbet), yerinde kullanılması olarak, sohbet ile tefsir ederdi, yani iman edelimden murad, sohbet edelim demektir.

 

Minah-213: Melekler sohbet meclisine gelirler. Bundan dolayı şeyhe “Pir-i Mugan” denilir. Çünkü muğan, yani kâfirler, rüya ve keşif yorumunda melekler demektir.

 

Gavs (k.s.)’den meleklerin meşayih sohbetine katılmaktan maksatlarının ne olduğu, kalbin huzurullahta bulunmasını sağlamak olsa, onlar zaten bu hal üzeredir, terakki için olsa, onlar belirli bir makamdan ileri gitmezler diye soruldu. Gavs (k.s.) buyurdu ki:

-”Melekler lezzet almak için katılırlar”

 

Minah-214: Gavs (k.s.), bazı sohbet şeyhlerinin hallerinden naklederek dedi ki: “Şu açık zikir yapanlar zikrin manasından ve makamından gafildirler.”

Bu sözle Gavs (k.s.)’ın kasdı, zamanımızda, zikri alet edinip, çok yüksek ses ve gürültü ile zikir yapan zakirlerdi.

 

Gavs (k.s.), makam sözünü tefsir ederek şöyle buyurdu: “Zikr-i cehri’nin delili, Azizan’ın (k.s.) da açıkladığı gibi meşhur olan şu hadis-i şeriftir.

“Kimin son sözü La ilahe illallah olursa cennete girer.”[35]

 

Mürid, nefeslerinin her birini son nefesi sayıp ona göre hareket etmelidir. Zikr-i cehrinin gerekçesi, zikir yapanın her nefeseni son nefesi sayarak, o hal üzere bulunmasıdır, (bunu ağızla söylemesi değil).

 

Minah-215: Gavs (k.s.) buyurdu: “Faziletli bir zat daha az faziletli olan birinin sohbetiyle fayda görür. Sohbet bereketten hali değildir. Bazen faziletlinin yanında bulunmayan, daha az faziletlinin, yanında bulunur. Ulul Azim bir peygamber olan Musa (a.s.) ile peygamberliği ihtilaflı olan Hızır (a.s.) kıssaları ve Şeyhü’l-İslam Ahmedü’l-Cami ile Ebu Fahir-i Kürdi (k.s.) arasındaki arkadaşlığı zikretti.

 

Minah-216: İrade şeyhini, delil bulmaya gücü yetenin taklid ile şeyh edinmesinin caiz olmadığı, zira şeyh gerçekte müridin kıblesi olduğu, içtihada gücü yetenin kıbleyi taklidi caiz olmadığını işaret için Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Ulema, şeyh edinmekte avam gibi değildir. Bilkakis, ihtiyatlı davranıp onlara bir delil ile zahir oluncaya kadar şeyh aramaları gerekir” deyip, şu kıssayı naklettiler: “Şah-ı Nakşibend (k.s.)’ın Molla Yakub-u Çerhi’den (k.s.) kendisini niçin şeyhliğe kabul ettiğini sordu; o da, halkın, seni kabul ettiği için cevabını verdi. Şah (k.s) bu delilinin şeytani bir delil olabileceğini söyleyerek, çürüttü. Bunun üzerine Yakub-u Çerhi (k.s.) meşhur olan şu hadisi şeritle cevabını verdi;

 

“Allah (c.c.) bir kulu sevdi mi onun sevgisini meleklerin kalblerine atar. Bir kula da buğz etti mi, onun buğz ve nefretini meleklerin kalblerine atar. Sonra o sevgi veya buğzu insanların kalblerine de koyar.” hadisiyle cevap verdi. [36] Sonra Şah-ı Nakşibend (k.s) bundan daha açık bir delil istedi ve onun kendisine “Azizan’a mürid ol” diye emredilen rüyayı hatırlatır. Bu rüyada kastedilen Azizan’ın kendisi olduğunu söyler. Bu kıssada birçok faydalar vardır. Geniş bilgi Lem’a adlı kitabımızda verilecektir. (Bu kıssa için Reşahat’a bakınız).

 

Bu konuda dört âlimin kıssası meşhurdur; bu alimler şeyh aramak için seyahate çıktılar, uzun bir seyahatten sonra, tanımadıkları, deve otlatan Zenci Ata’ya (k.s.) rastladılar (Bu kıssa Reşahat’da mufassalan mevcuttur) Bu alimlerden üç tanesi Zenci Ata’yı (k.s.) tanıyıp ona tabi oldular. Ama Seyyid Ata arkadaşlarını takliden (arkadaşları ona bağlandığı için) bağlandı. Belirli bir zaman ondan menfaat görmedi.

 

Gavs (k.s.) buyudular ki: “Delil getirmenin aslı, salikin sohbetten evvel ve sonraki hallerini karşılaştırmasıdır. Eğer sohbette maksad, kalbin, toplanıp, havatırının def edilmesi veya azalmasını kazanırsa, onun aradığı şeyhtir. Eğer bunlardan hiç biri olmazsa, onu terk etsin, yoksa meşayihin ervahı ona helallik vermez. Hz. Azizan’ın (k.s) şu dörtlüğü meşhurdur:

 

Kiminle oturdunsa senin gönlün cem olmadı

Su ile çamurunun zahmeti senden gitmedi

Eğer onun sohbetinden teberri etmezsen

Kesinlikle azizanın ruhu sana helal etmez.

 

Gavs (k.s.), son mısradaki azizan kelimesini Hz. Azizan (k.s.) ile değil “Meşayih” diye tefsir ederdi.

 

Minah-217: Ebubekir-i Vasıti (k.s), Nişabur’a geldiği zaman Ebu Osman-ı Hayri’nin (k.s) cemaatine sordu:

-”Sahibiniz size ne emrediyor.” Cevaben:

-’kusurumuzu görmek ve nefsimizi her halükarda itham etmekle emrediyor” Bu cevaba Ebubekir-i Vasti (k.s.) dedi ki:

-”Sizi, sade mecusilik ile emrediyor, çünkü bu görmek sade tevhide zıt olan iki şeyi görmektir” Yüce mecliste bu sözlerin üzerine Gavs (k.s.)’a bir fakir sordu:

-”Sizin meyliniz hangisidir.” Gavs (k.s.) buyurdu:

-”Yolumuz kusuru görmektir”. Nefahat’te geçen Hz. Şah (k.s.) kıssası buna iyi bir delildir. Hz. Şah, buyurmuştur ki, kendi nefsinize töhmet eyleyiniz. Vasıtı’nin sözü vahdet-i vücuda meyillidir. Müridin kalbine hiçbir şey getirmediği bazı vakitlere hamledilmesi de mümkündür.

 

Minah-218: Gavs (k.s.) bu sohbetle buyuruyor ki: “Kul ile Allah arasında on iki perde vardır. Bu perdelerin altısı nurani, altısı zulmanidir. Bu perdelerin hepsi kalkıp yok olmadan vüsul mümkün değildir. Bu perdelerin kalkması için kâmil bir şeyhin bulmak lazımdır. Kamil olarak dönen bir şeyhin himmet ve terbiyesi olmadan bunlar kalkmaz. Nakıs nisbet sahibi bir şeyh de bu perdeleri kaldıramaz, yalnız başka şeylerle yaldızlar, mürid zanneder ki, o perdeler kalktı, hakikatte kalkmamıştır.

 

Minah-219: Seyyid Taha (k.s.) müridlerine, Reşahat kitabında Hace-i Ahrar’dan (k.s.) nakledilen yüz yirmi reşhanın okunup mütala edilmesini çok tavsiye eder ve derdi ki: “Nakşi tarikatı Reşahat’da olanlardır” Gavs (k.s.) aynı eseri tavsiyede, şeyhine uyardı.

 

Minah-220: “Zahiri ilmin saliki geciktirmesi gibi keşif ilmide geciktirir. Saliki meşgul eder.” diyen Gavs (k.s.); “salik şeyhinin izni olmadan, gölgeler ve asıllar arasındaki farkı bazen bilir, bazen bilmez” dedi. “Farkı keşfetmeyen kişi selamete daha yakındır. Keşiflerin hepsi, fitne ve imtihandır. Onlara meyleden salik, onlarla kalır, terakki edemez, Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’ın yanında, bazı mevzuları benden soran bir keşif sahibi vardı. Bu zat daha Nakşilerden sayılmıyordu.

 

MİNAH 12. BÖLÜM (221-240)

 

Minah-221: Gavs (k.s.) münkiri, iddiacıya (kendisinde olmayan bir makamın varlığını iddia eden) tercih ederdi ve “münkirin dönmesi muhtemeldir, ama müddei’nin dönmesi mümkün değildir” derdi, “iddia her menfaate mani bir perdedir.” buyururdu.

 

Minah-222: Arifle, nefsin sıfatları kökten yok olmaz, yine bir takım unsurlar kalır, ama bunlar artık arife karşı gelemez. Nefsin sıfatları izi görünmeyecek şekilde zayıflar ve çöker.

 

Sıfatların esaret ve kaydı altında bulunan bazı kişiler, arifle arkadaşlık yapsa, onların bazı hali arife akseder. Arif bu sıfatları kendisine vehmeder, yalnız, bu akseden sıfatın arife karşı gelmeye gücü yetmez.

 

Minah-223: Gavs (k.s.) buyurdu: “Ancak kötü arkadaşlarla arkadaşlık fayda verir”. Bu sözlerin akabinde kötü arkadaş sözünü; nefsini kötülükle müşahede edip, gayet kusurlu gören olarak tefsir eder ve buyururdu ki: “Nefsi kusursuz görmekten daha büyük bir günah olmadığından dolayı, ancak onların arkadaşlığı fayda verir”.

 

Minah-224: Gavs (k.s.)’den soruldu: “Huzur-u daimi ile nefsi ayıplı görmek ve nefs muhasebesi yapmak birlikte mümkün olur mu?” Cevaben dediler:

“Evet, birlikte mümkün olur, huzuru kazandıktan sonra hiçbir şey ona engel olamaz.”

 

Minah-225: İmam-ı Rabbani (k.s)’in, “müstağrak Allah’ı (c.c.) Peygamber (a.s.)’den fazla sever. Dönen ise Peygamber (a.s.)’ı Allah (c.c.)’ın muhabbetinden fazla sever” sözü Gavs (k.s.)’den soruldu, cevaben:

“Evet, onun sözü öyledir. Allah (c.c.) muhabbetinin galebe çalması, döneni memur olduğu tasarruftan alıkoyan Peygamber (a.s.)’ın muhabbeti ile tasarruftan alıkoymaz.

 

[34 Elimizde bulunan adab kitaplarında zikirden evvel ve zikirden sonra rabıta yapıldığı belirtilmekte. Ancak vird anında rabıta ile meşgul olma yoktur. Gavs (k.s)’ın mümkünse onları birleştirin buyurması, ikisini beraberce yapmanın genele mahsus olmadığını ancak ikisini beraber yapmaya gücü olana mahsus olduğuna işaret etmesi, Gavs (k.s.)’ın özel bir meşrebi olabilir. Allahüalem.]

 

[35 Feyzü’i Kadir sh. 206, No : 8961]

[36 Ramuz-el Ehadis 295]

 

 

 

 

 

 

Minah-226: Kamillerle beraber olup, onların hiçbirisinden müridlik nispeti olmadan gezmek menfaat verir mi? Diye Gavs (k.s.)’den soruldu. Cevaben:

“Pek o kadar menfaat vermez.” buyurdu.

 

Minah-227: Talib, irşada ehil bir zat bulduğunda onun eline mürid olarak teslim olmayı geciktirmesi lazımdır. Ancak talib, o kâmilin yolunun haricinde başka bir tarikat istiyorsa ve istediği tarikat, başka tarikatlardan istifadeyi men edecek şekilde gözüne hoş geliyorsa, talib teslim olmayıp, vazgeçebilir. Gavs (k.s.) bu sözlerinden sonra şu kıssayı naklettiler: “Hoca Ahrar (k.s.), Yakub-u Çerhi (k.s.) ile buluşmadan evvel, Seyyid Kasım-i Tebrizi, Bahaüddin-i Ömer, Zeynüddin-i Havafi (k.s.) gibi kaç  kâmil zata mürid olma firsatı eline geçti, ama o müridliğini tehir etti, çünkü o, yol olarak Nakşi tarikatını beğenip, seçmişti.”

 

Minah-228: Şevkin harareti, vuslatta tamamen söner. Muhabbet ise öyle değildir. Şeyhinden uzakta iken, mürid muhabbetine daha iyi vakıftır.” diyerek huzurunda muhabbetinin eksikliği yüzünden mahzun olanı, bu işaretle teselli ederdi. Gavs (k.s.) bu sözlerine ilaveten dediler ki:

“Ehl-i muhabbetin büyüklerinden biri muhabbetin hararetiyle yanarak vefat etti, ama, o, vuslatta erenlerden değildi.”

 

Bu vuslata ermemeği vuslatın mertebelerinin çeşitli olması ile yorumlayan Gavs (k.s.) şöyle buyurdu: “Ölen kişi vuslata ermiştir yalnız vuslat mertebesinin nihayeti yoktur.”

 

Bir fakire, büyüklerden birine ait olan şu sözü Gavs (k.s.) sordu:

“Eğer dilersen beni kavuştur, dilersen kavuşturma.” Bu sözü söyleyen erenlerden olduğu halde terdid’den maksat nedir? Fakir cevaben:

“İçinde bulunduğu visal ile daha yüksekteki visalin arasında tercihtir.” dedi. Gavs (k.s.): “Evet, o öyledir.” buyurdu.

 

Minah-229: İmam-ı Rabbani (k.s) halifelerine, kendilerine gelenlerin samimiyetini kontrol edip, karşılıklı olarak birkaç kere istihare yapmadan tarikat vermeyi men etmiştir. Hâlbuki bu zamanda durum böyle değildir. Her gelene tarikat verilmektedir. Bu ise tarikat vermeğe izinli olan bazı halifelerin, tarikatın aslındanmış gibi ihdas ettikleri ve onlardan sonra gelenlerin onlara tabi olduklarından dolayıdır. Böyle yapılması İmam-ı Rabbani’nin (k.s.) yaptığına hilaf değil midir? Diye sordular. Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Adı geçen men ve kontrolün sebebi, müridin özündeki samimiyetin açıklanması içindir, zira şeyhi kabul ve tarikata girdikten sonraki dönüş, ilk emirdeki girmemekten daha kötüdür. İmam-ı Rabbani (k.s.), kendisi ise böyle yapmıyordu.”

 

Sanırım suali soran “men ve kontrolü” hilafeti zaruri olan için anladı ve dedi ki: “Şu asırdaki zaruri halifeler de, istihare ve kontrolle memur mudurlar?” Gavs (k.s.): “Hayır” dedi ve devam etti: “Benim şeyhim ilk emirde, müridle birlikte üç sefere kadar istihare yapmamı emretti, sonra bu emri kaldırdı.”

Sanırım Gavs (k.s.), mercu’a[37] dönmesini sağlayan, ilk emirde verilen irşad izni, onun bütün zamanına şamildir ve ona yönelen fertleri içine alır. Bununla yeniden izin istemeye ihtiyacı kalmaz. Belki bir hikmet için tazeler. 0 dönenden izin alan halifeler ise, öyle değildir. Dönen için, onların izninde takyid (kayıtlama) ve itlaktan görüp, beğendiği şekil üzerine tasarruf eder. Hatta onlardan dönen ve tekmil makamına erene de böyledir. Gerçekte şeyh hayattaysa, halifesi ne kadar yükselirse yükselsin, emrinde müstakil olmayı men eder. Ancak nadiren böyle olmayabilir diye işaret etti.

Gerçi bu konu, lem’a’nın konusu idi, fakat minhanın kapalılığı, bunun acele olmasına sebebiyet verdi.

 

Minah-230: Vaaz ve kıssaları mecliste zikretmek şeyhlik olmayıp, belki ona ters düştüğünü söyleyen, Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Zamanın halifelerinin, meclisleri vaaz ve hikâyeler ile süslemeleri şeyhliğin sermayesi olan, batıni kuvvet ve nisbetin ellerinde olmamasıdandır. Bunların yaptığı, silsile meşayihinde görülmemiştir. Tarikatın reisi Şah-ı Nakşibend (k.s.) buyurur ki: “Bizim tarikatımız ancak sohbettir.”[38]

 

Minah-231: Tam ihlas, şeyhin söz, fiil ve hali, açık hükümlere muhalif olsa veya olmasa dahi, şeyhin muradına uygun olarak hareket etmektir. İnkâr veya bir mevzuun manasını sorma dahi, kalbine girmeden tasdik etmelidir. Gavs (k.s.) buyurdu:

“Şeyhimiz Seyyid Taha (k.s.) bir gün âlimlere ruh hakkında konuştu. Âlimlerden birisi de bu sözü inkâr şeklinde dedi ki:

-”Şeyh, ruh hakkında konuşuyor, Allah-u Teâla (c.c.)’da:

“(Ey habibim de ki; ruh benim Rabbimin emrindedir)”[39] buyurur. Bunun üzerine şeyh dedi:

-”Oradaki ruh, hayvanı ruhtur, biz ise ruh-u insani hakkında konuşuyoruz.”

Gavs (k.s.) bu durum hakkında buyurdu: “Şeyh meclisten ayrıldığı zaman, ilmi kavi, muhlis bir sofi ayeti kerimeyi okuyana dedi ki; eğer sen konuşmasaydın, benim kalbime şeyhin konuşması hakkında bir şey gelmezdi”.

Sanırım ki Gavs (k.s.), şeyhinin cevabının, ayete edeben ve soranın anlaması için arada beyan ederek bu nakilden sonra dedi ki: “Ruh-u insani de emirden değil midir?”

 

Minah-232: Sanırım, ihlasın en güzeli kendini zorlayarak değil, rıza ve zevkle olan teslimiyet, olduğuna işareten Gavs (k.s.)  dedi: “Şeyhimizin etba’ından iki âlim konuşuyordu, birisi diğerine dedi, eğer şeyh sana namaz kılmamanı emretse ne yaparsın? Öbürü dedi; emre kerhen uyarım, soruyu soran âlim dedi; ben gönüllü ve kalb hoşluğu ile uyarım.

 

Minah-233: Gavs (k.s.) zamanında yaşayıp, sohbetinde bulunduğu bir şeyhin müridlerine, hayatta olmayan şeyhinin rabıtasını telkin etmesini garip görerek buyurdu ki: “Berzah âleminde bulunanın rabıtası, şehadet âleminde olana nasıl fayda verir?” Ben, o şeyhin emrini tutarak, bir müddet şeyhin emrettiği, hayatta olmayan, onun şeyhini rabıtasına devam ettim. Bana ancak “sis içindeki uzak bir hayal” şeklinde zahir oldu. Başka şekilde zahir olmazdı.

 

Minah-234: Gavs (k.s.); rabıtası menfaat veren şeyh, her zaman uyanık olan şeyhtir, buyururdu.

 

Minah-235: Gavs (k.s.) bir fakire dedi ki: “Halden hale geçmeni, şeyhin senin kalbinden gafil olmasından veya seni ihmal etmesinden sanma, bu ancak kalbin televvünündendir”.

 

Minah-236: Mürid, zamanın kâmillerinden bulduğu kişiyle sohbet eder, yalnız sohbet esnasında kendi şeyhinin rabıtasından gafil olmamalıdır. Sohbetten ettiği istifadeyi de, ancak kendi rabıtasından bilmelidir.

 

Gavs (k.s.), bu mübarek kelamlarına ilaveten dediler ki, mürid kendi şeyhinden daha kamil olan biri ile de sohbet eder. Halid-i Öleki (k.s.) diyor ki; bu kelamlarında rabıtanın şart olup olmaması hususunda sükût etti.

Gavs (k.s.)’a bir fakir sordu: “Hem bir şeyhe mürid olup ona intisab edeceksin, hem de başka birinin kendi şeyhinden daha kâmil olduğuna inanacaksın, bu nasıl olur?”

 

Gavs (k.s.) dedi: “Bir kişi mürid olduktan sonra, Cenab-ı Hak (c.c.) onda, başka birinin kendi şeyhinden daha kâmil olduğunun idrakini yaratır.”[40]

 

Minah-237: Sanırım Gavs (k.s.), şeyhinden başka  kâmil ve ekmelin sohbeti, ancak müride muhabbeti bütün kalbiyle şeyhine gitmeyip, ondan başkasına meyledebilecek bir yer kalmışsa menfaat verdiği, yok eğer muhabbeti şeyhine gidip ondan hiç bir şey kalmamışsa istifade için sohbet olmayıp, ancak tanımak ve bereketlenmek için olduğunu işaret edip, şöyle buyururdu: “Bir sefer şeyhimi ziyarete giderken Van’a uğradım. Ben Van’a vardığım zaman, bizzat şeyhimin kemal ile vasfettiği Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.)’ın halifelerinden birisinin oraya geldiğini öğrendim. Ben onu ziyarete gitmedim. Şeyhimi ziyarete vardığım zaman durumu ona anlattım. Bana dedi; niçin onun yanına gitmedim?… Ben, senden başka kimseye gitmem, dedim. Şeyhim bana dedi; gitseydin de nasıl olduğunu tanısaydın.”

 

Minah-238: Sanırım Gavs (k.s.), aşağı derecedeki makamda bulunmak ve onun haliyle hâllenmek, aceleye geçip üst makama çıkmaktan daha hayırlı olduğunu işaret için buyurdu; misal âleminde bu taifeden iki kişinin halini gördüm, meyveli ağaç şeklinde idiler. Bunlardan meyvesi olgunlaşmamışı uzun, meyvesi olgunlaşmış olanı kısa olarak gördüm. Ben bu durumları şeyhime arz ettim. Şeyhim: “Olgunlaşmış kısa, olgunlaşmamış uzundan hayırlıdır.” dedi.

 

 

Minah-239: Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Ümmi bir veli’nin nisbeti, âlim bir veli’den daha safidir. Gerçi âlim veli, ümmiden makamca daha yüksektir. Ama ilmi nakışlar, nisbeti bulandırdığından dolayı, ümmi, âlimden daha safi olur.”

 

Minah-240: Gavs (k.s.), müride, nisbeti az fakat safi olan bir zatın, nisbeti çok fakat bulanık olan zattan daha menfaatli olduğuna işaret kasdıyla bir sohbet şeyhini, bir başka sohbet şeyhine, menfaat görmek yönünden tercih ederdi.

 

MİNAH 13. BÖLÜM (241-260)

 

Minah-241: Gavs (k.s.) buyurdu: “Nefy-i isbata devam edip, onu çoğaltmak, sohbetin nas’a tesir ve menfaatini çoğaltır.”

 

 

Minah-242: Tecelliyatın, kendini fakir görüp, kusurunu müşahede etmekte varid oluşu, huzurundakinden daha çoktur diyen Gavs (k.s.), bir sadat’tan şöyle nakletti: “Ben eksikliğimi ancak tecellyatın inmesiyle farkettim”.

Bu söz gayet güzel ve dakik olan ahval ile aldanmanın damarını kökten kesen bir kelamdır.

 

 

Minah-243: Gavs (k.s.), şeyhi olan Seyyid Taha’nın (k.s.) “müridin şeyhinden rabıta ve vakıa ile aldığı, şifahen ondan aldığından daha kuvvetlidir dediğini söyledi.

Bir fakir dedi ki: “Terakkiyatın şeyhten veya şeytandan olduğu nasıl bilinir?”

Gavs (k.s.) dedi: “Onu şeri’at ile ölçer, eğer süluka müteallik ise, onu da tarikatın rükünleri ile tartar, bazen de öğrendiğini üç sefer tekrar eder. Ayrıca nisbetin geliş şekli ile de bilinir. Eğer nisbet dört taraftan geliyorsa bilir ki, haktır.”[41] Gerçekten bu son durumda şeytanın tasallutu söz konusu değildir.

 

Tekrar soruldu; uykuda iken gelen nisbet, müride kalir mi? Gavs (k.s.) cevaben buyurdu: “Rüyalara itibar yoktur”.

 

 

Minah-244: Gavs (k.s.)’den “Mürid şeyhinden başka, rabıtası menfaat veren kişinin rabıtasını yapar mi?” diye soruldu. Cevaben buyurdular: “Hayır”.

Halid-i Öleki (k.s.) diyor: Başka bir mecliste Gavs (k.s.)’ın kendi şeyhinden “rabıtası menfaat veren kişi gördüğümüz zaman onun rabıtasını yapınız” diye naklettiğini duydum. 0 zaman ben (Halid-i Öleki (k.s.)) dedim; rabıtası menfaat veren kim olursa olsun mu yoksa şeyhin bağlılarından biri mi olsun? Cevaben dedi:

“şeyhin etbaından olsun.”

Bu ihtilaf vaktin ihtilafı üzerine hamledilir veya birincinin onun tercihi, ikincinin ise şeyhinden nakledildiğine hamledilir. Birincinin mutlaklığı, ikincinin kayıtlı olmasına çevrilir. Kalbim bu sonuncuya daha meyyaldir.

 

 

Minah-245: Meşayihin, kemal ve tekmil makamına ulaşmayan bazı kişilere halifelik verilmesine sebeb olan şekilleri Gavs (k.s.) şöyle açıkladı: “Bazı saliklerin kemal ve tekmile vasıl olması, yaradılış hasebiyle kendisine halifelik verilmesine ve ondan nisbet alacaklara sohbet etmesine bağlıdır. Böyle kişiler müşküllerinden dolayı şeyhe müracaat eder. Bu müşkülatları bazen rabıtayla hallolur.”

 

Sanırım Gavs (k.s.), ikinci bir veche işaret ederek, buyurdu: “Vakit, onun tekmiline dar geldiği zaman, şeyh ona hilafet verir ve onu kemale erdirecek kişinin sohbetini tavsiye eder.” Bu durumu açıklamak için Gavs (k.s.); Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) ömrünün sonunda, Yakub-u Çerhi’ye (k.s.) hilafet verip, Alaüddin-i Attar’ın (k.s.) sohbetini tavsiye etmesini zikretti.

 

 

Minah-246: Sanırım Gavs (k.s.), rabıtası menfaat veren kişinin rabıtasını bazı yönlerden, rabıtayı, virde tercih etme hususuna işaret maksadıyla buyurdu: “Bazen vird şeyhinin (vird ile irşad eden) müridi virdine devam ettiği halde terakki edemiyor, yükselmeyip, geri dönüyor ama rabıta şeyhinin müridi, ihlas devam ettiği müddetçe gerilemiyor.”

 

 

Minah-247: Sanırım ki, şeyhlerin tasarruftaki sürurundan, müridlere tesir ve onların terakkiyatında,  mekânın önemi olduğu ve önemin ancak ehlullahın tasarrufu ile şereflenip, değer kazandığını işaret ederek, Gavs (k.s.) dedi ki: “Geçmiş zamanda Bitlis şehrinde yücelerden ve salihlerden bir  cemaat tasarruf ettiği için, bu beldede müridlerin terakkiyatı daha çabuk olurdu” buyurdular ve şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nın, o beldede bulunan “Berasar” köyünü; tasarruf eden bir veli bulunduğundan dolayı “Nehir” köyü üzerine tercih ettiğini, çünkü birincide (Berasar köyünde) nisbet çok zuhur eder” dediğini naklettiler.

 

 

Minah-248: Gavs (k.s.), kendinde eksiklik görerek, kusuru müşahede etmeyi, huzurun devamına tercih ederdi.

 

 

Minah-249: Sanırım, sohbet meclisinde münkirin bulunmasını, cemaatten bazılarının sohbetten faide görmesini engellediğini işaret eden Gavs (k.s.), münkir ve sağır birisini kastederek “Eğer filan olmasaydı, bu sohbet falana tesir ederdi” buyurdu.

 

 

Minah-250: Bir gün Gavs (k.s.) dedi ki: “Ben uzun zaman bize gelip giden bir kadını, vefatından birkaç sene sonra azap içerisinde gördüm, yani misal âleminde onun hali bize gösterildi ve açıklandı: “0 kadın ihlaslı değildi”, gelip gitmesi de başka sebepler içindi. Ayrıca bir erkeğin de azap içerisinde olduğunu gördüm. Bu zatın muhlis bir oğlu vardı, ama kendisi ne muhlis, ne münkir idi. Bu fakir (Halid-i öleki), meşayihle birlikte olup da ihlas ile inkâr arasında kalmanın zarar ve helak edici olduğunu anlayınca muzdarıp oldum. Hâlbuki bunun hilafını ve evliyanın bu hususta Peygamberler (a.s.) gibi olmadığına itikad ediyordum. Üç saat kadar ızdırab çektikten sonra Gavs (k.s.) beni çağırıp dedi: “Kontrol ettim, bizimle bulunup da azap gören adam, kötü ahlak sahibi imiş” Bu cevaptan sonra ızdırabım hafifledi. Gavs (k.s.) geçen sözüne bitişik olarak buyurdu: “Sığırla dövülen harman tanelerine necasetle hükmedilip zarureten afv mı olunur (Şafii mezhebine göre böyledir), yoksa hiç mi necasetle hükmedilmez?”, sonra dedi; bunun necaset olması hususunda, bana necaset hakkında söz boştur, denildi.

Bu sözle bir ihtimal dahi olsa ne demek istediğini anlayamadım. Ne diledi, ne işaret etti. Allah (c.c.) bilir.

 

[37 Mercu diye adlandırılan, fenadan bekaya dönene, dönmesiyle birlikte irşad izni verilmişse ki buna işaretle hilafet denilir. Yani işaret ve izin yalnız kendi şeyhinde değil bütün silsilenin ittifakı ve işareti ile irşad izninin verilmesidir. Tabi ki bunların başı Hz. Peygamber Efendimiz (as.)’dır. Hatta Cenab-ı Hakk (c.c.)’dır. Bu türden genel bir izine sahip olan halife, yaşadığı müddetçe, istediği şekilde mürid kabul eder. İmam-ı Rabbani (k.s.)’nın hilafeti bu kabilden olduğundan kendisi mürit aldığında istihare yapmazdı. İşaretle halifelik alan kimse şeyhinden irşad için izin almaya ihtiyacı yoktur. Yine de bir hikmet için bazen mürşidinden iznini tazeler. Seyr-i sülukunu bitirip, sadatlardan izin almayıp, mürşidinden izin alan halife şeyhinin emrine bağlıdır. Şeyhi isterse ona genel izin verir. Her istediğine tevbe verebilsin diyebilir. Veyahut da istihare yap, müridin halini araştırdıktan sonra tevbe ver, diye emredebilir. Bu tip halifeler şeyhinin emrettiği şeklin dışına çıkamaz. Velev ki bu tip halife fenadan bekaya dönse de, en yüksek makama erse de şeyhinden aldığı talimat dışına çıkamaz. Allahülalem.]

[38 Buradaki sohbetten maksat arkadaşlık ve beraber bulunmaktır.]

[39 İsra suresi, 81. ayet]

[40 Mürid tarikata ilk girdiğinde zanneder ki kendi şeyhinden daha büyük birisi yoktur. Ancak arada müridlik bağı kurulduktan sonra Allah (c.c.) ona bildirir ki başka bir şeyh onun şeyhinden ekmelidir. Müridin müridlik bağı kurulduğu için ve şeyhinden de istifade ettiği için o ekmele gitmesi gerekmez.  Zaten teslimiyetin şartı da hidayetin ancak kendi mürşidinin yanında olduğuna inanmaktır. Mürşidinden daha büyük olmadığına inanmak teslimiyetin şartı değildir. Allahülalem.]

[41 Bu minhada Gavs (k.s.) vakı’adaki hallerin şeyhten veya şeytandan olduğunun ayrılması için ölçü vermektedir. Vakı’adaki hal fıkhi hükümle ilgili ise şeriat ile ölçülür. Eğer süluke müteallik ise tarikat ile tartılır. Bunlarla anlaşılamıyorsa gelen halin üç sefer tekrar etmesi veya ihatalı olarak meydana gelmesi ile şeyhten olduğu bilinir.]

 

 

Minah-251: Gavs (k.s.)’a, bir gün yeni mürid olan birini kast denk: “0 kişi dün bir münkir ile beraber idi” dediler. Gavs (k.s.) acele ile çıkarak, yüce mecliste o müride dedi: “Ya müridliği ya da münkirlerle beraber olmayı seç! … Bu söz üzerine yeni mürid olan kişi, “onlar benim eski dostlarımdır, ben onları altı senedir görmedim” diyerek özür diledi. Bunun üzerine Gavs (k.s.); “Münkir, kardeş de olsa terk edilmelidir” dedi. Sonra, münkirlerle beraber olmanın zararlarını geçen minhalarda zikredildiği gibi bol bol anlattı.

 

Ayrıca vuku bulan bir hadiseyi de naklettiler. Bu, sohbet şeyhi olan Halid-i Cizrevi (k.s.)’ın başından geçmişti: Şeyhlerin şeyhi Halid-i Bağdadi (k.s.) efendimizin Cizre’ye gelen bir halifesinden tarikat aldım. İlk teveccühünün bereketiyle keşfü’l kulüb oldum. Yanından ayrıldıktan sonra medreseye gittim. Münkir talebelerle sohbet ettim. Baktım ki, bu münkirlerle sohbetten sonra üzerimde bulunan hal gitti.

 

Gavs (k.s.), cehaletinden dolayı inkâr eden ile hasedliğinden dolayı inkâr eden arasında fark olduğunu söyleyip, “birinci ile bulunmak zarar hususunda, ikinci gibi değildir” dedi. (Yani, hasedinden dolayı inkâr edenin zararı daha çoktur.)

 

 

Minah-252: Anladığım kadarıyla Gavs (k.s.), bir mezhebin fıkhında mukallid olanın (o mezhebi uygulayan) uzun zamandan beri, naslardan hüküm çıkartmak gücü bulunmadığından, taklid ettiği kişinin mezhebiyle amel edip, naslardan (kitab, sünnet, icma, kiyas) hüküm çıkararak, onun mezhebinden ayrılmaması lazım olduğu gibi, bir tarikatte olanın da adapta,. “tarikatın piri veya kendilerine tabi olunan halifelerin izleri bulundukça” onlara tabi olması, naslardan ve geçmiş meşayihin eserlerinden adap aramamak gerektiğini söyledi.

 

Bir şahıs yüksek mecliste onun ayağını öpmek istedi, Gavs (k.s.) men ettiği halde o bırakmadı. Gavs (k.s.), bir sofiye dedi: “Neden onu men etmiyorsun?” Sofi: “Neden men edeyim?” dedi. Gavs (k.s.): “Bid’at olduğu için” buyurdu. Sofi: “Hazreti Peygamber (a.s.)’in bir kişi elini öpmek için müsaade istediği, izin verdiği, ayağını öpmek için müsaade istediği, ona da izin verdiği, secde etmek için de müsaade isteyince peygamberin buna izin vermediği” hadisini söyledi. Gavs (k.s.) Hz. leri; gerek kendi şeyhi Seyid Taha’nın ve gerekse bu tarikatın önceki halifelerinden hiç birinin ayak öptürmediklerini, böyle hareket edenleri men ettiklerini nakletti.

 

 

Minah-253: Bir gün yüksek mecliste zahiri âlimlerden kuvvetli bir münkirin bahsi geçti, onun kötü itikadı ve halkın onu dininde itham ettiği anlatıldı.

Gavs (k.s.), bir sofiye: “Hazreti Şah’ın (Şah-ı Nakşibend (k.s.) “tarikatımızdan yüz çeviren, dininde helak olma tehlikesindedir” sözünü işitmedin mi?” buyurdu.

 

 

Minah-254: Gavs (k.s.) buyurdu: “İrşad şeyhlerine, şerefli yerlerin fethi zordur”. Sonra sofilerden birine bunun hikmetini sordu, sofi dedi: “Bilmem ama bu minhaya Mekke’nin fethinin zorluğu uygundur”. Gavs (k.s.) sukut edip, konuşmadı.

Gavs (k.s.) bir gün yine: “Şehir ahalisi kendisini gaflet istila ettiğinden dolayı, köy ahalisinden daha geç tesir alırlar” buyurdu.

 

 

Minah-255: Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Avam olan mürid intisab ettiğinde bu intisabın ve şeyhlerin nefesinin kadrini, gördüğü faydayı, ancak ahirette anlar.”

Devrimizin bir ehl-i keşfi kabristana uğradı, gördü ki bir kısım insanlar azab içinde, birkaç kişi de nimet içinde. Nimet içinde bulunanların amellerinin ne olduğunu müridlerine sordurdu… Cevaben zamanlarındaki bir şeyhi kastederek: “Biz şeyh Nasır’ın müridi idik” demekten başka bir şey söylemediler.

 

 

Minah-256: Gavs (k.s.) buyurdu: “Salik bazen Allah (c.c.) tarafından irşada izinli olur. Ama şeyhi ona izinli olduğunu işaret etmez. Gavs (k.s.)’ın bu sözlerine karşılık sofiler sordu:

“0 zaman salikin durumu ne olur?” Gavs (k.s.) dedi:

“Halk ondan menfaat görür, sohbeti tesir eder.” dedi. Fakat böyle bir salikin irşad görevi üstlenip, mürid edinip edinemeyeceği konusunda bir şey söylemedi.

 

Gavs (k.s.) buyurdu: “Cahil müridde de aynen âlim salik gibi fena ve beka makamı gerçekleşir. Bu haller gerçekleştiği zaman onun da, batınından menfaat görülür ve sohbeti tesir eder.”

 

 

Minah-257: Münkirlerin gıybeti üç çeşittir diyen Gavs (k.s.) bunun iki çeşidinin burada zikredilmesi hoş değildir deyip, üçüncüyü şöyle izah etti; “münkirlerden, kardeşlerini korumak için onların gıybeti caizdir.” Nakşibendi Şeyhleri; her zaman sahabilerin (r.a.) kâfirleri hiciv ile yermiş olmalarını, münkirlerin gıybetinin cevazına (izin verildiğine) delil getirirlerdi. Halid-i Öleki (k.s.): Zannediyorum iki gurup münkirin zikrini o makama münasib görmedi. Bu minha tefsir ister, biz onu lem’aya bıraktık.

 

 

Minah-258: Sanırım Gavs (k.s.) istişraf-ı hükmi’nin (hükmen, yani hal edasıyla bir şeyin verilmesini beklemenin),  istişraf-ı hakiki gibi yardımın (aç kalarak yapılan dilencilik) kabul edilmesinin cevazını men ettiğini işaret için buyurdu ki: “İrşad ile çıktığım bir seyahatimde dünya büyüklerinin bir  kaçına misafir oldum, bazı eşya ve bir miktar para yardım teklif ettiler ben kabul etmedim”. Bir sofi sebebini sordu. Zannediyorum sofinin öyle sorması şartlar mevcut olmasından dolayı idi. Bu dünya büyükleri kendilerine misafir olunduğunda şeyhlere ve alimlere bir şeyler vermeyi adet haline getirmişlerdi. Fukaranın yanına gidip veya yanlarına gidilmeden bir şey vermezlerdi. Sonra Gavs (k.s.) yardım veren bir kavme misafir olmanın, yardım için olmasa dahi istişraf-ı hükmi sayıldığını haber veren bir kıssa anlattı.

 

 

Minah-259: Gavs (k.s.) buyurdu: “Bazı kimselerin hediyesini red ettim onların ihlası arttı. Başka birinin hediyesini red ettim, onun ihlası eksildi, rütbesi düştü.” Sebebi sorulduğunda Gavs (k.s.) cevaben dedi: “Birinciler dünyaya bağlıydılar, onların vermesi tekellüften (yani kendilerini mecbur hissettiklerinden) idi. Kişiye sevgilisi iade edilince muhabbeti artar. İkinci taife ise cibilli (yaradılıştan olan) cömertliğinden idi. Er kişiye nefret ettiği şey iade edilince, ondan tiksinir.

 

Bunun üzerine bu fakir, şeyhin, onun hediyesini kabul ederek ihlasını korumaya riayet etmeyişinin sebebini sordu. Sanırım Gavs (k.s.), şeyh başkasına bağlı olsa dahi, ancak bir fesada sebeb olmamak Şartıyla müridin maslahatına riayet ettiğine işaret için:

-”Eğer hediyeni kabul etseydim. Senin komşun olanın hediyeleri kabul edilmeyecek kimselerin hediyelerini reddettiğimde kalbleri kırılacaktı.”

 

 

Minah-260: Bir gün yüksek mecliste Hoca-i Ahrar’ın (k.s.) kimden ne olursa olsun, hediye olarak hiç bir şey kabul etmemesinin bahsi geçti. Gavs (k.s.) buyurdu:

Hace Ahrar (k.s.)’dan daha büyük şeyhler hediye kabul etmiştir. Kabul edilebilir hediyeyi reddetmekle umulan fayda; hiç bir zaman hediye vermek isteyeni geri çevirmekle meydana gelen kalb kırıklığının zararına denk gelemez. Çoğu sefer Gavs (k.s.), bu konuda hediyenin az bir miktarla sınırlandırılmasını bildiren sözler söylerdi. Yani “hediye almakta fesat varsa da, şartlar tamam olunca kabul edilir” derdi.

 

Çok seferinde kabulu mümkün olan hediyenin reddinde, adı geçen kalbi kırmaktan ziyade, dediğinde diretme ve inat vardır. Sonra sanırım Gavs (k.s.) Hoca Ahrar (k.s.) ve benzerlerinin kabul etmeyiş sebeplerini işaret için buyurdu ki: “0, bazen makam bazen de meşrebden olur.”

 

MİNAH 14. BÖLÜM (261-280)

 

Minah-261: Gavs (k.s.) bir fakirden, başlangıcından salihliği ile meşhur olan zaruri halifelerinden birinin düşüş sebebini sordu. Fakir âlim cevaben dedi: “Bazı zalimlerin hediyesini kabul etti, vakıf mallarına el uzattı. Bunları yapmakla beraber sahibü’z zaman ile muareze etti (sahibü’z zaman Gavs (k.s.) dır). Bir tek bu husus rütbenin inmesi için kâfidir. Ayrıca o fakir âlim, Hoca-i Ahrar (k.s.) ile karşı gelen kimselerin adlarının kaybolup, izlerinin silindiğini belirtti.”

 

Sanırım Gavs (k.s.) bahsedilenlerin hepsi rütbe düşmesine ve neticesine bağlı olduğu, gerçekte sebebin, silsile meşayihinin tasarrufatının kesilmesini gerektiren, tarikata bid’at sokmak olduğunu ve böylece nefsiyle baş başa kaldığım işaret maksadıyla buyurdu: “0 zat, kadiri tarikatının şeyhine, kendisini sevdirmek için zikr-i cehri yapıyordu. Hâlbuki şeyhim Seyyid Taha (k.s.):

“İki tarikatta birden amel ederek, maksuda ermek imkânsızdır. Yalnız sülûktan sonra başka bir tarikata girmek isterse, yolun başlangıç noktasına dönerek yolculuğa başlamalıdır.” dedi.

 

 

Minah-262: Gavs (k.s.) buyurdu: “Abdülhalik

 

Gücdevani (k.s.)’nin:

“Aklın nefesinde olsun” (yani aklini nefesinde topla, nefesin her giriş çıkışında, kalbini gafletten koru. Böylece kalbin her zaman huzurda olsun) sözündeki huzur, rabıta ve huzuru içine alan ve sonunda huzura dönen diğer amellere şamildir.”

 

Minah-263: Gavs (k.s.) maksadını açıkca anlatmadığı bir emir buyurduğunda, muhatabının da söylediği sözün zahirinden anladığı kadarıyla yorumlayıp, yanlış harekete etmesinden endişe ederse o sözünü düzeltirdi.

Şöyle ki, oğlunun askere alınmasından korkan bir kişi ona gelip himmet istedi. Gavs (k.s.): “Oğlunu kadere bırak” buyurdu. 0 adam bazı emirlere bir şey versem oğlumun kurtulacağına şeyh kani midir?” dedi. Gavs (k.s.): “0 işi bir dene” buyurdu. Bunun üzerine adam çıkıp gitti. Bundan sonra Gavs (k.s.) bir fakire: “Benim ona söylediğim şeriata aykırı değil miydi?” dedi. Fakir âlim; “Şeyh bir şey vermeyi açıkça emretmedi.” dedi. Ama Gavs (k.s.) bununla mutmain olmayıp, o adamın arkasından şu haberi gönderdi: “Kimseye bir şey verme, oğlunu Allah (c.c.)’in hükmüne bırak”. Gavs (k.s.)’ın yüzünde o sözün korku izi bir müddet görüldü.

 

Minah-264: Bir gün yüksek mecliste, Bitlis şehrinin emir ve hanlarının bahsi geçti. Mecliste bulunanlardan birisi onların salih amellerinden ve takvalarından bir bölümünü zikretti. Gavs (k.s.) buyurdu:

“Onların salih olmalarına, daha o yörenin, kabile reislerinin emirlikleri alınmadan, onların emirlikleri ellerinden alınması, delil olarak kâfidir.”

 

Minah-265: Sadık bir arkadaş Gavs (k.s.)’dan nakletti: “Kim saçının erken ağarmasını isterse, çobanlık (şeyhlik) yapsın.”

 

 

Minah-266: Sofilerden birisi rivayet eder ki: “Bazı kişiler Gavs (k.s.)’dan, helaka müstahak olan bazı kişiler için himmet etmesini istediler.” Gavs (k.s.): “Himmet iki yüzü keskin bir kılıçtır, her iki tarafıyla da keser” buyurdu ve rast gele himmet istemekten men için, “himmet yere saçılan elma kurusu mudur?” buyurdu.

 

Minah-267: Sofilerden birisi Gavs (k.s.)’a bir kadının aşkından çektiğini şikâyet etti ve kadını da söyledi. Gavs (k.s.), kadını çağırtıp onunla evlenmesini söyledi, kadın emre uyup evleneceğini, yalnız bazı işleri için mühlet istedi. Sanırım Gavs (k.s.) kadının özrünün bahane olduğunu ferasetle anladı.

Sofi diyor: “Gavs (k.s.) bana, birkaç gün iki meme arasında, göğsümün üzerinde vird çekerken, tesbihli elin orada durmasını, ayrıca şeyhimi de göğsümün üzerinde oturuyor şekilde rabıta etmemi söyledi. Ben on beş güne yakın bu emri tutunca, o kadına alaka benden gitti. Ben yüksek meclise vardığım zaman, Gavs (k.s.) gülümsedi ve “onun minnetine ihtiyacımız yoktur” manasında bir söz söyledi.”

 

Minah-268: Sofilerden birisi diyor ki; Çocuklarından biri Gavs (k.s.) Hz.lerinden rezil olmayı hak eden birisinin himmetiyle cezalandırılmasını istedi. Gavs (k.s.) onu ayıplayarak: “Oğlum, himmet ikiyüzlü bir kılıçtır, iki yüzü de keser” buyurdu, ayrıca aynı manada “himmet elma kurusu değil ki saçılsın” buyurdu.

 

Minah-269: Gavs (k.s.) bir gün teveccüh halkasından çıktı ve sofilerden birisine dedi: “Git falan sofiye söyle oğlunu evlendirsin, yoksa oğlu bundan sonra teveccüh halkasına katılmasın”. Sonra Gavs (k.s.) dedi: “0 çocuk bekâr idi, onun zulmetinden dolayı teveccühü tamamlayamayacak duruma yaklaştım.”

 

 

Minah-270: Gavs (k.s.)’ın sofilerinden birisi nakletti, Üstadım bir gün beni, arkadaşımla beraber Şeyhi Seyyid Taha’ya (k.s.) bir posta hizmeti için gönderdi. Seyyid Taha (k.s.) yanına vardıktan birkaç gün sonra cevabı alıp dönmekte acele ettim. 0 zaman Seyyid Taha (k.s.) latife yollu dedi: “Sana ne oluyor halife ile birlikte geldiğinde bir sene bile aciz olmuyorsun da, yalnız geldiğin zaman birkaç günde aciz oluyorsun”. Sonra arkadaşıma mizah yoluyla dedi ki: “Halifeye söyle ona izin verdim, bu sofiye birkaç tane vursun.” Gavs (k.s.)’a varınca arkadaşım kıssayı anlattı. Gavs (k.s.):

-”Şeyhimin emrini yerine getireyim” deyip bana mübarek eliyle birkaç defa vurdu.

 

 

Minah-271: Sanırım arifi tanımanın zorluğuna işaret için Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Bana, (ilham yoluyla) seni taşıyan kişi devrinin ekmelidir denildi.”

 

 

Minah-272: Gavs (k.s.)’ın oğlu Molla Bahaüddin tarikat talimi için bazı yörelere gitmişti. Bir kaç gün sonra gittiği yerlerden büyük kalabalıklar vuku buldu, insanların akın akın onun ziyaretine geldiği haberi ulaştı. Gavs (k.s.) bir müridine dedi ki: “Halk Bahaüddin’e yönelmiş!”, mürid sevinerek Allah’a (c.c.) hamd etti ve dedi ki: “Üstadımın himmetinden ümidimiz bu ikbalin arttırılmasıdır”. Gavs (k.s.) dedi: “Lakin ben bununla mahzun oluyorum”.

 

 

Minah-273: Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’ın cemaatinden bir gurup, onun camiinde oturup murakabe ediyorlardı. Hepsi yüzlerini kıbleye, sırtlarını şeyhin evine dönmüşlerdi. Birisi yüzünü eve çevirerek, “yüzünüzü meyhaneye, nisbetin bulunduğu yere çevirin” dedi. Bu sözü ben güzel buldum.

 

 

Minah-274: Gavs (k.s)’ın hizmetinde bulunan sofilerden birisi anlattı: “Gavs (k.s.), ben ve bazı arkadaşlar ile birlikte Seyyid Taha’nın (k.s.) ziyaretinde bulunuyorduk. Birkaç gün kaldıktan sonra arkadaşlar evlerini özledi, Seyyid Taha (k.s.) arkadaşlarına izin verdi, Gavs (k.s.)’i bekletti. Ben Seyyid Taha (k.s.)’e dedim: “Keşke siz halifeye de izin verseydiniz, evini bekleyecek, işini yapacak kimsesi yok.” Seyyid Taha (k.s.) buyurdu ki: “Benimle halifenin evi var mıdır?” Allah-u Teâlâ önce evimi, sonra da evini yıksın.” Gavs (k.s.) o zaman oradaydı. Ben sonradan bu konuşma sebebiyle beni azarlayacağından korktum. Biz yüksek meclisten kalkınca, Gavs (k.s.) kuşağımdan tutarak dedi ki: “Fülano! Yüksek meclislerde cahil bulunması bazen güzel olur. Allah’a (c.c.) yemin ederim ki şimdiye kadar bende bir parça dünyaya bağlılık vardı. Seyyid Taha’nın (k.s) “evimi ve evini yıksın” sözü ile bu bağlılık gitti.”

Minhadaki bazı hususları vasıtasız işittim (Halid-i Öleki) fakat Gavs (k.s.)’dan işittiğim ile raviden işittiğimi birlikte zikrettim.

 

 

Minah-275: Müridlerden birisi nakletti: “Gavs (k.s.) bir sofiye hitab ederek: “Fülano! müridler seher vaktinde çobanlık yapıyorlar mı?” Gavs (k.s.) bu sözü ile gece namazının ehemmiyetini ve ona kalkmayı istiyordu.

 

Minah-276: Bitlis’te yanında bulunduğumuz zaman halk arasında aşırı derecede münkir bir âlimin, Gavs (k.s.)’a, cünüp bir kişiyi imtihan ve tecrübe gayesiyle gönderdiği söyleniyordu. Birkaç gün sonra, yüksek mecliste bunun bahsi geçti. Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Bu ne biçim tecrübedir? Tecrübe eden bilmiyor mi ki Nakşibendilerin kerametleri ve münakaşaları diğer işleri gibi gizlidir. Gavs (k.s.) bununla o münakaşaya vakıf olduğunu münakaşa edene cevap verdiğini, lakin bu cevaba münakaşa edenin vakıf olmadığına işaret etti.”

 

Minah-277: Bir hizmetçi diyor ki: “Gavs (k.s.) bana adını da söyleyerek bir kadınla evlenmemi uygun bulduğunu söyledi. Ben dedim ki Gavs (k.s.) onun hakkında “onu sevmem, o uğursuzdur” dememiş miydi?”

 

Gavs (k.s.): “0 zaman öyle demiştim. Şimdi de böyle diyorum” buyurdu.

Ben bu emir üzerine o kadınla evlendim, bereketini gördüm.

 

Minah-278: Sofilerden birisi şu hadiseyi anlattı: “Kalbime bir havatır gelip, üç gün beni rahatsız etti. Gavs (k.s.) bu zaman müddetince havatırdan hiç bahsetmedi. Ben üç günlük müddetten sonra Gavs (k.s.) bana dönerek: “Bir havatırın def’ine gücü yetmeyen mürid, müridliğe kabul değildir.” buyurdu. Bu sözden sonra sanki havatır hiç olmamış gibi oldum. Sofi anlatmaya devam ederek: “Gavs (k.s.) sofilerden birine dedi sen falan âlimi nasıl tanıyorsun. 0 bana hiç gaflet gelmez diyor. Sofi cevaben:

-”Mümkündür, Allah (c.c.) ‘ın fazlına nihayet yoktur. Bana dedi:

-”Sen ne diyorsun.” Ben dedim:

-”Kanaatimce o âlim gafleti tanımıyor. Gavs (k.s.): -”Öyledir”‘ buyurdu.

 

Minah-279: Gavs (k.s.); Nuriye tarikatının halifelerinden Bitlisli Hacı Musa Efendi’yi ziyaret ettiğini, onunla bahçesinde yabani otları ayıklayıp, ağaç köklerini bellerken karşılaştığımı, onun kendisini gördüğünde şunları söylediğin buyurdu:

“Mahcup olmadan ve pişman olup utanmadan; bazı gaflet rahmettir.”

Deniliyor ki bu zat hakkında Gavs (k.s.): “Eğer ki ben Seyyid Taha (k.s.)’yı görmeseydim. Ona mürid olurdum. Buyururdu.

 

Minah-280: Gavs (k.s.) yukardaki minhada adı geçen şeyhe “şeyhinin kim olduğunu” sorduğunu, onun da: “Benim şeyhim meczub ve şeyh Çıblak-ül Ahlaki adıyla meşhur olan zattır. Bu zatın zahiri gerçi harabe, yani şeriatın zahiri güzellikleri ile müzeyyen değildi. Yalnız gerçekte onun mamur bir batını vardı.” dediğini nakletti.

 

MİNAH 15. BÖLÜM (281-307)

 

Minah-281: Gavs (k.s.) : “Hacı Musa Efendi bana kendi tarikatımı sordu. Ben:

-”Nakşibendi’yim.” dedim. 0 zaman Hacı Musa Efendi (k.s.) dedi:

Nakşibendü, Nakşibendü, Nakşibend (nakşibendü: Allah (c.c.)’ın adına kalbini bağlayan kişi) Dertli, dertli, dertli…

Gavs (k.s.): “Zannediyorum Hacı Musa Efendi, benim önümde tarikatta üç imtihan ve üç patika (akabe) yol olduğuna işaret etti. Ve iş dediği gibi çıktı. Büyüklerin sözü böyledir” buyurdu..

 

 

Minah-282: Gavs (k.s.) zannediyorum, zulüm yapmanın hiç iyi bir şey olmadığına ve yerlerin meşayihin feyzi ile tesir gördüğüne işaret için buyurdu ki:

“Şeyhimiz büyük halifelerinden olan ve Köse Halife adı tanınan Molla Taha (k.s.) yemin ederdi ki; Nehir köyü, emirin kalesi ve Yahudi mahallesi hariç, taşı toprağı her şeyi ile nur olmuştur.’

 

 

Minah-283: Gavs (k.s.) şeyhinin ziyareti sırasında bir gün, şeyhin amcası Seyyid Abdullah (k.s.)’ın türbesine gittiğini söyledi. 0 sırada Şeyhi Seyyid Taha (k.s.) teveccüh için gelmiş. Gavs (k.s.)’ı bulamayınca, aramış. Gavs (k.s.)yanına geldiğinde azarlayarak buyurmuş:

“Sen buraya kabirler için mi geldin?”

 

Minah-284: Gavs (k.s.) diyor: “Şeyhimiz Seyyid Taha (k.s.)’nın vefatından sonra kardeşi Şeyh Salih onun postuna oturdu. Sohbetleri esnasında şu beyti okudu:

Diri kedi ölü aslandan yeğdir.

Gavs (k.s.):

“Ben bazı vakıada Seyyid Taha (k.s.)’yi gördüm. Dedi ki Salih beni ölü bilir. Hâlbuki ben ölmemişim.”[42]

 

 

Minah-285: Gavs (k.s.) ashabından birine, çalgıları dinlemeyi şiddetle nehyedince bu kişi, şehvetini hoş gösterip, ümide delalet eden ayet ve hadislerle, büyük günahları basitleştiren zahir âlimlerden birisinin:

“Çalgı aletlerini dinlemekte ne zarar var ki dinleyen dinledikten sonra

 

“la ilahe illallah deyip günahından kurtulur.” Dediğini mecliste naklettiler.

 

Ravi diyor: Gavs (k.s.) çok hiddetlendi. Dedi ki: “Onun gözü kör ola. Bu kelimeyi tayyibeyi söylediği zaman ferş’ten (anasırı erbaa) arşa (letaifler) kadar yanan kişinin, günahı gider.”[43]

 

 

Minah-286: Bir sofi dedi: Bir gün Gavs (k.s.) ashabından usanarak yüksek meclise çıkmadı. Buyurdu:

“Sohbet adabını bilmediklerinden, sohbetten zarar görüyorlar. Çünkü bunlar kendi aralarında sohbet yapmıyorlar ki adabı öğrensinler. Gerçekte kendi aralarındaki sohbet, huzurdaki sohbetin adabını öğretir.”

 

Minah-287: Gavs (k.s.) dedi: “Nakşi tarikatı diğer tarikatlardaki riyazetten gelen yük ve ağırlıktan bir kısıtlama getirmeyebilir. Ama şeriatın kabul etmediği fiiller ve bidatlardan sakınmak yönünden diğer müridandan daha dikkatli olmalıdır.”

Ravi diyor: “Ben; mürid şeriata aykırı olanları ne ile tanımalı ki kendini korusun” dedim.

 

Gavs (k.s.) cevaben dedi ki:

“Âlim ilmi ile, cahil ise; fakir (Halid-i Öleki (k.s)) ravinin kalb ile mi, yoksa nefsin acıması ile mi dediğini unuttum.”

 

 

Minah-288: Gavs (k.s.) bir gün bana (Halid-i (Teki (k.s.)):

-”Rabıta sana bir şey öğretir mi?” diye sordu. -”Evet” dedim.

 

Bana: “Onu yaz” buyurdu.

Emre uymanın hakkından gelememekten korktuğumdan, o emir bana ağır geldi. Kalbe gelene muttali (anlama) olmak, âdetindeki gibi bunu hissetti. “Emir değildir.” buyurdu.

 

 

Minah-289: Gavs (k.s.) Üveys-il Karani (r.a.)’yi Ziyaretlerinin biri sırasında bu yolda halifelik iddia eden bir kişi ile karşılaşıp, ona Üveys (r.a)’ın türbesine kadar refakat ve yüksek üzengisine mülazametle işaret etti. 0 halife müddeisi emre uymadı. Sonra o müddei kendi arkadaşlarından bazısına yemin ederek: “Ben şimdi uçtum, türbeyi ziyaret ettim ve döndüm. Şeyh buna vakıf olmadı.” dedi.

 

Sanırım ki arkadaşlarına, uçarak sefere gücü yettiği için işarete uymadığını ima etti.

Bu davayı Gavs (k.s.) işitti. Bana (Halid-i Öleki (k.s.)): “Bazıları böyle diyormuş. Eğer bu doğru ise, şeytandandır. Yalan ise, o dava çadırdakilere (yörüklere) dervişlerin şeyhliği gibidir.” dedi.

 

 

Minah-290: Gavs (k.s.) buyurdu: “Ben Muhiddinüs Sahra (k.s.)’nın yanında iken, Mahammed-ül Gavs Meşhedi (k.s.) adıyla meşhur olan türbeyi ziyaret ederdim.

 

Bir gün onu ziyaret ederken, bana orada bir hal varid oldu. Ben türbeden dönerken Muhiyyiddin-üs Sahra (k.s.) bana: “Nereye gitmiştin.” dedi. “Türbeye” dedim. Bana dedi ki: “Artık bu günden sonra benden menfaat göremezsin.”

 

 

Minah-291: Gavs (k.s.) işin başında Halid-i Cizrevi (k.s.)’ye gidip geldiğini zikrederek dedi ki: “Ehl-i beytimizin geçmişini ve şimdiki durumunu tanıyan bir kişi bana:

-”Ne garip bir hadise âlem menfaat görmek için evinize geliyor. Sen başka kapılara gidiyorsun, dedi. Adama:

-”Kişinin kabı boş ise eziyet görmesi gerekir.” dedim.

 

 

Minah-292: Yüksek eşik ile fakirin (Halid-i Öleki (k.s.)) evi arasında ortalama bir günlük mesafe vardı. Ziyarete gittiğim seferlerin birinde yolda beş gün geçirdim. Gizli hazineye ulaşıp, yüksek meclise oturduğum zaman Gavs (k.s.) sitem ederek:

-”Evden çıkalı kaç gün oldu? Niye geciktin?” diye sordu. Ben:

“Beş gün oldu.” deyince benden yüz çevirdi.

 

 

Minah-293: Sanırım Gavs (k.s.) müridin şeyhine ait olanların hepsini, başkalarına ait olanlara tercih etmesi gerektiğini işaret etti.

Minhanın içinde Gavs (k.s.)’ın gavslık makamında bulunduğuna işaret vardır. Şöyle ki, Şirvan ahalisinden bazıları bana (Halid-i Öleki (k.s.)) Hizan ağalarından bazılarının meralarının hududuna tecavüz etmelerinden korktuklarını şikâyet ettiler.

Hemşerim olan Şirvanlıları korumak için dedim ki: “Gavs (k.s.)’ın maiyetinde bulunanlardan başkasının tecavüzüne izin vermem. Yüksek meclis teşekkül ettiği zaman Gavs (k.s.) bana dönüp şu beyti okudu:

Nuşirevanı ayıplama zira

Yedi memleket yüzünün benidir.

 

Sonra Gavs (k.s.): “Kanaatince o zaman umumun kutbu Şiraz’da idi.” buyurdu.

 

 

Minah-294: Ashabının biri anlatıyor: Gavs (k.s.) ile Üveys-el Karani’yi ziyaret ettik. İlk gün türbenin karşısında hatme-i hacegân yaptık. İkinci günü hatme zamanı gelince Gavs (k.s.): “0 yalnızlık evliyasıdır. Böyle şeylerden hoşlanmaz.” deyip hatmeyi men etti. Ve dedi ki:

-”Veysel Karani’yi ziyaret eden kimse yönelip yardım istemekle yetinsin.”

 

 

Minah-295: Etbalardan birisi diyor: “Gavs (k.s.) ile bir türbeyi ziyaret ettim. Gavs (k.s.) türbede bir saat murakabede kaldıktan sonra, sofaya çıktığında, üzerinde sinir ve hiddet vardı. Sonra orada Cehri zikir yapan türbe bekçisine dönerek dedi ki: “Sen bilmiyor musun burada yatan Nakşibendi’dir. Cehri zikir yapılmasını kabul etmez.”

 

 

Minah-296: Müridlerinden biri: “Büyük birisinin türbesi olarak bilinen bir yeri Gavs (k.s.) ile beraber ziyarete gittik. Gavs (k.s.) türbeyi ziyaret edip dışarı çıkınca bir sofi içeri girip murakabeye oturdu. Kalktığı zaman, kendisine gelen tatli bir haletten dolayı, merkad sahibini övdü. Bu övgü ile oranın türbe olduğunu söylemek istiyordu. Gavs (k.s.) buyurdu:

_”Burası türbe değil belki o evliyanın makamıdır. Mukaddes yerleri ziyaret eden evliyadan pek azı, oralarının makam mı yoksa türbe mi olduğunu ayırt edebilir.”

 

 

Minah-297: Gavs (k.s.) buyurdu: “Ben gerçekte beş letaifin hepsinde de fena makamına ulaştım. Hepsinde fani olan evliya az bulunur.”

 

 

Minah-298: Müridan cemaatinden birisi anlatıyor: “Bitlis’e Gavs (k.s.) ile beraber gitmiştik, yoldan geçerken Hizan emirine rast geldik. Gavs (k.s.) biraz ayrıldığı zaman emir bir kese gümüş akçe getirdi.

Gavs (k.s)’a vermek istedi. Ama üstad kabul etmedi.

Ravi. Diyor: “Biz bir arkadaşımla beraber o keseyi Gavs (k.s.) için harcarız diye gizli olarak aldık. Sonra biz evliyalar kalbe muttalidir düşüncesiyle, korku içinde yola devam ettik. Kafileye yetiştiğimiz zaman gördük ki, müridler, bir subaşında oturup, Gavs (k.s.)’ın etrafında halka olmuşlardı. Bizi görür görmez, şiddetli bir şekilde sinirlenerek: “Siz emirin ihsanını mı kabul ediyorsunuz?” diye ağır sözler söyledi. Biz bu durumdan çok korktuk.

Arkadaşım yakın hizmetçilerinden birisiydi. Üstad bu yardımı tekrar geri çevirmemiz için bize ısrar etti. Diğer müridler hakkımızda ne kadar şefaatçi olduysa da fayda vermedi.

 

Müteakiben benim kalbimden şöyle geçti: Emir benim malımdan bu yardımın yüz katından fazlasını yedi. Öyleyse ben bunu şeyh için değil kendim için aldım.

 

Ravi diyor: Hiddeti geçip sükût ettikten sonra artık yardımı tekrar verin demedi.

 

Fakir (Halid-i Öleki (k.s.) diyor ki: “Ancak hiddetinin durması ve sükût etmesi, Allah (c.c.) bilir vakıayı zafer[44] meselesine hamletmesinden idi. Gavs (k.s.)’ın yüksek ahlaki seciyeleri öyle idi ki; münker görülen bir şeyi, doğru bir şekle hamletme imkânı bulunca böyle susarlardı.

 

 

Minah-299: Müridandan biri anlattı. Gavs (k.s.) buyurdu: “Tarikata ilk girdiğimde, eve şüpheli yiyecek girdiğinde tanırdım. Sonra öyle oldum ki önüme konulunca tanır oldum. Daha sonra ağzıma aldığım zaman tanır oldum.

Ravi diyor ki: “Gavs (k.s.) bundan sonra artık önüne gelen yemeği çoğu sefer yakınlarından sorardı.”

 

 

Minah-300: Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’dan şu hadiseyi nakletti:

 

Zahiri manası, misvak ile kılınan iki rekât namaz misvaksız kılınan yetmiş rekâttan daha hayırlıdır.[45] Ancak okurken kefi üstün okuyarak, muhatabı kastedip siva kelimesini istisna için kabul ederdi. Sonra Gavs (k.s.) bu fakire (Halid-i Öleki (k.s.)) derdi ki: “Hadisin lafzı bu işarete ihtimal verir mi’?” Bilmediğimi söyleyince Gavs (k.s.): “Fakat şeyhimiz Seyyid Taha (k.s.) böyle okurdu.”

 

Ben (Halid-i Öleki (k.s.) diyorum ki; sorduğu zaman işaretin sebebini bilmiyordum. Sonra bazı vakitlerde kalbe geldi ki işaretteki hitab Allah (c.c.)’a dır. Ve gerçek vecihde budur. Gerçekte masiva’nın (Allah (c.c.)’dan başka her şey) mütalaası ile ki o (siva) namaz kılandır. 0 niyazda bulunan, münacat eden ve kaçıp yakalanarak esir düşen kişinin durması gibi, emir sahibi yaradanın önünde durmuş. Bundan başka namaz kılanlara arız olan ve görüşlerin ihtilafı ile birbirinden ayrılan halleri mütela ediyor. Mütela edilen “siva” âlemdir. Şöyle ki: Onlar Rab sahibi ibadet eden ve yardım dileyenlerdir. Onlardan o nimete erende gazaba müstehak olup o zillete düşende vardır. Daha başka, namazın söz ve öz ile işaret ettiği halleri düşünerek kılınan iki rekât namaz, Allah (c.c.)’a sivası düşünceyi gaib ettirecek sade huzur (huzur-u mahz) ile kılınan yetmiş rekâttan daha hayırlıdır. Çünkü birincide namazın hakikatini yerine getirmek vardır. İkincisi böyle değil. Gavs (k.s.)’ın vefatından sonra bu işareti müridandan birisi ile müzakere ettim. Yukarda kalbime gelene uygun olarak karar verdi.

 

Böyle karar vermesini de Gavs (k.s.)’dan rivayet ettiği: “Namazda tarikat ehli olarak huzur kolaydır. Ancak şer’an huzur duymak zordur.” sözüyle takviye etti. Onun muvafakatinden dolayı Allah (c.c.)’a hamd ettim.

 

Yalnız kalbime gelen şekle ve takrire kalbim mutmain olmadı. Bir müddet sonra kalbe “İşaretteki hitab musalliyedir.” gelene kadar tereddütlüydüm.

Bunun açıklaması şudur: Namazda bulunulmadığı halde iki rekât kadar huzurda bulunmak, huzurda bulunulmadığı halde kılınan yetmiş rekât namazdan daha hayırlıdır. Kalbim bununla aydınlandı ve sükûnet buldu.

Gerçi birinci şekil daha incedir. İnşe Allah’ul-Aziz lema’da ikinci şeklin tercih edilip, birinci şeklin lafız ve mana bakımından uzak olduğunu belirtiriz.

 

 

Minah-301: Bir seferinde yüksek eşikte dört ay kaldıktan sonra, eve dönmek için izin istedim. Gavs (k.s.): “Yarın bir beldeye gideceğim, sabret beraber gidelim.” dedi.

 

Gavs (k.s.)’ın söylediği belde benim yolumun aynısıydı. Takriben bir mil uzakta idi. Ertesi gün sabahtan yağmur başladı. Son kuşluk vaktine kadar devam etti.

 

Kalbime geldi. Keşke yağmur dinse giderdik. Sonra bu havatır bana unutturuldu. “Onlar unutsalar da Allah (c.c.) muhafaza eder” buyruğu gibi. Gavs (k.s.) az sonra tenezzülen aşağıya indi. Ve bu fakirin hücresinde bir saate yakın oturup marifet ilmi üzerine sohbet ederken, bir ara konuştuğu sözlerle hiç alakası olmayan şu kelimeleri söyledi: “Şimdi benim altı yaşındaki küçük kızım diyor, keşke yağmur devam etsede babam gitmese.” Ben (Halid-i Öleki) yüksek huzurlarından ayrılana kadar bu sözdeki işareti anlamadım. Sonra kalbime geldi. Gavs (k.s.) bu söz ile o kötü havatırdan dolayı beni uyarıyordu. Çünkü yağmurun durmasını temenni etmem dolaylı olarak da olsa sevgiliden ayrılığı istemek manasına geliyordu. Hâlbuki gerçek âşık olan rüyalarında bile sevgiliden ayrı kalmayı istemez. Bu duygu yüzünden beni: “Sendeki himmet sütten yeni kesilen bir kız çocuğu derecesine ulaşmamıştır.” diyerek azarlıyordu. Ve beni: “Sendeki himmet, sütten yeni kesilen bir kız çocuğu derecesine, ulaşmamıştır.” diye azarlıyordu.

 

Durumumu idrak edince, Allah (c.c.)’tan başka hiç kimsenin bilmediği bir şekilde mahcup oldum.

 

Gavs (k.s.) öyle bir haleti ruhiyeye sahipti ki kalbine havatır gelenin mahcub olması söz konusu olduğunda, onu açıkladığı zaman, anlayışım kapatmak ve çıktıktan sonra anlamasını sağlamak şeklindeydi.

Eğer mahcub olmayacaksa daha mecliste iken bildirirdi.

 

Ona kalblere tasarruf gücü veren, en hikmetli bir yol ve en çok rağbet gören bir şekilde kalblere terbiyeci kılan Allah (c.c.) Hz. ne yücedir.

Yemin ederim ki Gavs (k.s.) mukkallib idi. Yani kalblerdeki kötü fiilleri iyiye değiştirme vasfina haiz idi.

 

İnsan ile kalbinin arasına girebilen saf bir cila (bu sıfatın parlak bir şekilde tezahür ettiği)[46] idi.

 

Hülasa-i kelam; Gavs (k.s.) kâmil ve parlak bir ayna idi. Şüuna talen (en yüksek makama) kadar yükselten bir merdiven idi. Böyle kelimeleri leina’ya tehir etmeli idi. Ama şevkim galip geldiği için burada zikr ettim.

 

 

Minah-302: Gavs (k.s.) bir gün şeyhi. Seyyid Taha (k.s.)’nın halifelerinden olan, Mevlana Hacı Hakkâri (k.s)i methederek: “Yola çıktığı zaman, atını beraberinde götürür, hiç binmezdi.” buyurdu. Sonra onun binmemesine delil gösterir gibi: “0 gerçekten abdaldı.” (Yedilerdendi) dedi.

Ben; (Halid-i Öleki) onun çocuğunun olduğunu, bazı kitaplarda abdalların çocuğu olmadığını gördüğümü söyledim.

Gavs (k.s.): “0 söz asılsızdır. “,buyurdu.

 

 

Minah-303: Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nın halifelerinden Mevlana Süleyman Beradesti (k.s.)’yi çok fazla överdi. Ve derdi ki: “Ondan tarikatın yayılmaması, halkın menfaat görmemesi, devamlı vahdet-i vücud makamında terakki ettiği için midir? Yoksa memleketi şeyhin memleketine yakın olduğundan mıdır, bilemiyorum?”

 

 

Minah-304: Gavs (k.s.) buyurdu ki Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’dan soruldu. Nehir köyünde mürid olarak kim vardır? Cevaben:

“Kambur Molla Muhammed adıyla anılan kişidir.” Seyyid Taha (k.s.)’nın bu sözüne karşılık: “0 zatın huyu çok serttir.” dediler.

Seyyid Taha (k.s.) dedi: “Olsun” ve Mevlana Ahmed-i Cizrevi’ye ait olan şu beyti okudu:

 

Çeşit çeşit tarikat ehli-Seyirleriyle makamat gibidirler. Bazen celal, bazen cemai-Başları (mey) kâsesinin içindeydi.

 

 

Minah-305: Sofilerden birisi nakletti. Gavs (k.s.) buyurdu: “nafile amelleri bir şeyhten izin almadan kimse yapmasın. Eğer şeyh bulamazsa yapsın ve istifade etsin.”

 

 

Minah-306: Gavs (k.s.) buyurdu: “Şeyhimizin hülefasından birisi, şeyhimize dedi.

Keşke şeyh hacca gitseydi. Şeyhimizin vücut kuvveti olmadığından yerine hac yapması için bir halifesini vekil tayin etmişti. Fakat diğer halifeler o halifenin sözünü hoş görmeyip, makbul telakki etmediler.

 

Minah-307: Sanırım Gavs (k.s.) işaret etti: Akıllı kişi ona açılan hallerde, makamlarda firsatı ganimet bilip, onun gereğini yerine getirmekte acele etmelidir. Hususen yeni bir bilgi olursa, yazıya geçmeğe değer ise, faidesi umumi olursa, gizlenmesi gereken hususlardan olmazsa, ondan gelen yararın tamamlanması için, onu tesbit etmekte acele davranmak lazımdır ki elden çıkmasın. Kaydında gevşeklik gösterilmesin ki kaybolmasın.

Çok zaman olur ki, onun gelmesi, o vaktin hususiyetlerinden, o mekânın kokularından veya sohbet ettiği kişinin aksettirdiğinden vb.dır. 0 kişi ondan ayrılınca o hal bir daha ele geçmeyebilir. Onu tekrar hatırlarım diye aldanmasın veyahut dileyince kalbime gelir diye nefsine güvenmesin. Bu yazılanların sebebi budur.

Hamd ve şükür Allah (c.c.)’a, salat ile selam Peygamberimiz Muhammed Mustafa (a.s.)’ya, aline, ashabına olsun.

 

[42 Evliyaullahın ölümle nisbetinin kesilmemesine işarettir]

 

[43 Gavs (k.s.)’ın muradı; yerden arşa kadar mülk ve melekût âleminde habersiz olan ancak Cenab-ı Hakk’ın muhabbeti ile yanan kişinin lailaheillallah kelime-i tayyibesini söylediğinde günahının zail olacağını, yoksa dili ile kelime-i tayyibeyi söylerken kalbinden binbir türlü havatır bulunan kişinin günahının afv olunmayacağını belirtmektir.]

 

[44 Zafer; Safii mezhebinde, malının ister cinsi, ister başka cins mal olsun, malının miktarınca yani değerince eline ne geçerse almanın caiz olmasıdır. Hanefi mezhebinde ancak malının cinsinden alması caiz denmesi asıl mezheb isede bugünkü fetva Şafii gibidir. İbn-ül Abidin Kitab-üs Sirkat 3/200 Beyrut baskısı.]

 

[45 Feyz-ül Kadir 4/36-4446]

 

[46 Enfal suresi, 24. ayet]

 

ATİYELER

 

Atiye – 1: Bu şerefli minhaları bunlarla ve nefesiyle bereketlenmek gayesiyle şeyhim olan babama (ks) okuyunca şöyle buyurdu:

 

” Birinci minhadan gaye her ümmetin, peygamberinin soyunu ve bir mezhebe bağlı olanın imamının soyunu bilmesi icap ettiği gibi, imkân dâhilinde her müridinde, şeyhinin nesebini bilmesinin lüzumlu olduğudur.

 

Bunun iki sebebi vardır. Birincisi; şeyhinin nesebi olduğundan, hususen onda salih kişiler varsa, onunla müşerref olmak ve bereketlenmektir. İkincisi; şeyhin nesebini bilmek kemaldir.

 

Hem de nasıl bir kemal!..Çünkü sevenin, sevdiğini mümkün mertebe, her cihetten bilmesi aşkı arttırır.”

 

 

Atiye – 2: İkinci mimhada, taylasan giymenin gayesini şöyle açıklardı : ” O meşguliyetin çok olması ve kalbin alakasının azalması için şeyhin hayalinden başka şeylere az bakmaktır. Çünkü gerçekte, gözün dönmesiyle kalb de döner.”

 

 

Atiye – 3: Gavs (ks) üçüncü minhadaki kesin hükmünü şöyle tevcih ederdi. Kaf’ın

 

kesre okunmasıyla (……) hudusun (sonradan olma) zıddı olur. Ona bakmak ise Nakşilerin, müridlerine son talimatı olan murakabedir.

 

 

Atiye – 4: Dördüncü minhadaki Gavs-ı Hizani (ks(‘nin ” şeyhin makamı büyüdükçe müridlerin hatası onun gözüne küçük görülür.” Sözünü iki şekilde anlatırdı.

 

Biri: şeyh ne kadar büyük olursa, Allah (c.c)’ın rahmetine, o kadar fazla erişir. Kalbinde şefkat artar. Müridin günahını küçük görür.

 

İkincisi: şeyh ne kadar yükselir ve büyürse o kadar rahmani ahlakı artar.

 

Beşer huyları azalır. Rabbin ululuğu, yanında çoğalır. Kulluğu mahf ve fena ile kuvvetlenir. Kendi nefsini bütün halktan, hatta müridlerden daha küçük ve günahkâr görür.

 

Onların suçlarını, kendi suçu yanında küçük görür. Rabbi Celle ve Ala ona şevkat eylesin diye onlara şevkat eder. Nasıl ki hadisi kutside:

 

” Yerdekine rahmeyle ki Rabbin de sana rahmet etsin. ” buyuruyor.

 

(Ebu Davut, Tirmizi)

 

 

Atiye – 5 : ” Beşinci minhadan ” gaye şudur, dedi. Siyah bacaktan murat, varlığı gidermek için devamlı kusur ve ayıbına, nefsi emmarenin kötülüğüne bakmaktır.

 

Kanat ve renklerin güzelliğinden murat, insanda yaratılan kemalat ve zahiren oluşan hayırlı amelleri görmemek ve vücudun yok olmasına gücü yettiğince çalışmaktır.

 

Çünkü bunlar, Allah (c.c)’ın ihsan ve nimetidir. Eğer ihsan-ı ilahi olmasa bunları yapmaya kulların gücü yetmez. Bundan başka her hayırlı amelde, ya o amelin gafletle yapılmasına veya sevabından gideren, riya karışmasına sebeb olan nefsi azdırması vardır.

 

 

Atiye – 6: Üç minhanın (6-7-8) işaretlerinde, muhatabın anlayışı kıt olduğundan özetle şöyle dedi : ” Dini hükümlerin istikameti, bilindiği üzere yalnız emirleri yapıp, nehiylerden kaçmak değildir.

 

Çünkü böyle bir kişi kendini büyük görebilir. İnsanların kendisini beğenmesini isteyebilir. Ameline güvenebilir ve gösteriş için yapabilir. Hâlbuki böyle ameller fayda vermez.

 

Emirleri yapıp nehiylerden kaçmakla beraber, nefsi gayet kusurlu görmek lazımdır. Hatta nefsi böyle görmek emirler yapıp nehiylerden kaçmanın anahtarıdır.

 

İstikametin kemali de emrolunduğu şekilde yapılandır. İstikametin kemali ancak Peygamberler (a.s) için gerçekleşmiştir.

 

Bundan sonraki, istikamet sahibinin rutbesine göre üst üste sıralanır. Bu kısımlardaki istikametlerde gayet şiddetli zorluklar vardır.

 

Veli’yi kâmil kendi nefsini bütün halktan alçak görür. Hatta kâfirden dahi. Bu yalnız iman ve küfür yönünden değildir.

 

Kâfirin günahı, eskiden verdiği vaadi bilmemesi ve Allah (c.c)’ı inkâr etmesidir. Veli kendi nefsinin kâfirden fazla olarak, emrin emir, yasak nehiy olduğunu bilip emir sahibini tasdik ettiğini halde, gene Allah (c.c)’ın emrini terk ettiğini yasakladığını işlediğini görür.

 

( Cenab-ı Hak ervah âleminde zerreler şeklindeki ervahlara hitap ederek: Ben rabbiniz değil miyim buyurdu. Bütün ervahlar: Sen bizim rabbimizsin diye cevap verdiler. Dünya âleminde Müslümanlar bu sözü yerine getirip iman ettiler. Buna misak adı verilir.)

 

Keza Veli kendi nefsini, halk ona tabi olmasına rağmen hiç bir sıfata mazhar olmamış bilir. Kâfirde ise en azından mü’minin kaçınması gerektiğini bildiği kahir sıfatı vardır.

 

( İnsanlar Allah (c.c) sıfatlarının aynalarıdır. Kimisinde Cemal, kimisinde Celal, kimisinde Kahır sıfatları tecelli eder.)

 

Bu meseleyi müşkül görerek, açıklanmasını istedim. Cevaben : ”Bu söylediğim dini hükümlerin dışı değil aynıdır. Ancak bunu anlatmakla değil, o makamın zevkini yaşamakla öğrenirsin.” dedi.

 

 

Atiye – 7: Dokuzuncu minhanın açıklanmasında şöyle diyor : ” Mürid iki kısımdır. Biri Mürid diğeri muraddır.

 

Birincisi Allah (c.c)’ın ve şeyhin rızasını kazanmak için bütün imkânlarını kullanıp gayesine ulaşandır. Ki bu gayret ve çalışmaya süluk denir.

 

Sülukta iki kısımdır.

 

  1. a) Salik-i meczubdur- Gece gündüz şeyhinin emrettiği yolda yürür. Şeyhinin muhabbet ve terbiyesi ona, Allah (c.c)’a doğru bir çekilme verir. O buna vakıf oluncaya kadar devam eder. O cezbe ve muhabbet bineği ile gün be gün yükselir.

 

  1. b) Yalnız saliktir- Yani salik-i gayr-i meczubdur. Bu kısım birinci kısım gibi süluk etmiş, yalnız o şekilde çekildiğine vakıf olamamıştır. Bu ya sekeratta, ya kabirde, ya da daha sonra vakıf olacaktır.

 

Müridin ikinci kısmı olan Murad, birincisi gibi, irade-i cüziyesini çalıştırmamış veya hiç diyecek kadar az çalıştırmıştır. Yalnız Allah (c.c)’ın emriyle şeyh dileyip ona nazar etmiştir. Bu sebeple de cezbeye düşmüştür. Ki bu cezbeye muhabbet denir.

 

Muhib de iki kısımdır.

 

Birincisi: Meczub-u salik olup, cezbesi sebebiyle şecaate gelerek süluk etmiş ve ona çok sohbet nasib olmuştur.

 

İkincisi: yalnız meczubdur. Yani meczub-u gayr-i saliktir. Meczub olduğu halde, ona secaat gelmemiş, sohbet ve terbiyeden hiç bir şey nasib olmamış veya yok denecek kadar az nasib olmuştur.

 

En yüksekleri birinci kısım, sonra üçüncü kısım, en alt tabakası da dördüncü kısımdır. Gavs (ks) ” Hiç eseri kalmamış.” diye işaret ettiği bu kısımdır.

 

Onuncu minhanın tafsilinde Gavs (ks) : ” Kalbe istemeden gelen havatırdan (düşünce) istiğfar ” hakkında şöyle dedi : ” Gerçi onlar zarar vermezse de yine kalbde bir çeşit ağırlık ve duman meydana getirir. İstiğfar onu siler.”

 

On bir ve on ikinci minha hakkında dedi ki : ” Rabıtanın birçok çeşidi vardır. Minhalarda zikredilenlerle sınırlı değildir. Zikredilmeyenlerin birisi rabıta-i kalbidir.”

 

( Bu not, Seyda-i Taği (ks)’den alınmıştır. Müridin kendi şeyhinin cismini bir mana gibi bilerek onun suretini, büyüklüğünü ve nurani nisbetini kalbinde tasavvur etmesine rabıta-i kalbi denir.)

 

”Sen kalbimle, kapağının arasına akıyorsun

 

Damlaların gözkapağından aktığı gibi.

 

Kalbimin içindeki zamirine giriyorsun,

 

Ruhların bedenlere girmesi gibi.”

 

Atiye – 8: On altıncı minhada geçen rabıtadaki istikametten murad manevi rabıtadır. Gavs (ks) : şeyhinden rivayet ederek : ” Vefatından sonra şeyhinden feyiz almaya kabiliyetli olan rabıta-i manevi makamı olandır. Yani devamlı olarak rabıta-i manevi yapabilendir. Rabıta-i maneviyi bazen yapabilen değildir.”

 

On sekizinci minha hakkında buyurdu : ” Şeriatın en mühim ameli namaz olduğu gibi, tarikatında en mühim amelide rabıtadır. Çünkü her ikisi de, Allah (c.c)’ın huzurunda durmayı kapsar.”

 

Peygamber Efendimiz Hadisi Şerifte şöyle buyurmuştur.

 

” Kıyamet gününde kulun ilk hesap verecek olduğu şey namazdır.”

 

( Bu nedenle mürid tarikattan çıkmaya niyet ederse çıkmış olur. Şafii mezhebine göre namazın içinde namazdan çıkmaya niyet eden velev ki hareket yapmasa dahi namazı fasid olur. (İane-tü-talibin 1/204) Tarikatta tıpkı bunun gibi mürid çıkmaya niyet ederse çıkmış olur. Bu konuda minah 20’ye bakınız.)

 

Yirmi birinci minha hakkında diyor ki : ” Bir tarikat alma niyeti, şeyh için büyük bir nimettir. Nimet ise şükrü gerektirir. Nefsin aczini kırar, nefsin kemalden uzaklığını, kuvvet ve izzetin Allah (c.c) haşrolduğunu, gerçek nimet verenin o olduğunu bildiği için istiğfar edilir.

 

Yine bu niyet, ” sende bir kemalat ver ki halk itibar ediyor.” hayaliyle ucub ve tekebbüre (büyüklenme) sebeb olabildiğinden, istiğfarda zilletin ve kemalatın yalnız Allah-ü Teâlâ’dan olduğunu, havl ve kuvvetin yalnız onda bulunduğunu ikrar etmeyi iyice bildiği için, onları götürür.

 

Yirmi ikinci minha hakkında diyor ki :” Mesh olunan şahıs, bazen çevrildiği suret üzerine haşre gelir. Tanınmadığı içinde ona şefaat edilmez. Allah (c.c) bizi ve bütün ümmet-i Muhammedi (a.s) korusun.”

 

Günahtan dolayı nefsine acıyıp, pişman olmak, bazen devamlı, bazen geçici olur. Tesirden gaye ikisinden biriyle müteessir olmaktır. Acımamaktan gaye ise hiç acımamaktır. Zira geçici olarak acıma meshin men’ine kâfidir.

 

Yirmi üçüncü minha hakkında dedi ki :” Vaazın tesiri bazen bir korku, bazen bir muhabbet hâsıl olmasıdır.”