Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiyye’nin (Kaddesallâhu Esrârahum) on sekizinci altın halkası Mevlânâ Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû) hazretleridir. Uzun adı Yakub b. Osman b. Mahmud el-Çerhî el-Ğaznevî es-Serrezî’dir.  Nakşibendî nisbetini ilk olarak Mevlânâ Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden almış olup, onun vefatından sonra da Mevlânâ Alâuddîn Attâr (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin sohbetine devam ederek kemâle ermiştir.

Mevlânâ Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû) hazretleri Gazne’ye bağlı Çerh köyünde dünyaya geldi. Kendisine buraya nisbetle Çerhî, Serrez’in ata köyü olması hasebiyle de Serrezî denmiştir. Kaynaklar babasının ve dedesinin de muttaki zatlar olduğunu bildirmektedir.

Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû) hazretleri ilim tahsili için ilk önce Herat, daha sonra da Mısır’a gitti. Asrının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri okudu. Dönemin en büyük âlimlerinden olan Şeyh Şihâbuddîn eş-Şirvânî’den ders aldı. Birlikte ders aldığı arkadaşları arasında Zeynüddîn Hafî (Kuddise Sirruhû) hazretleri de vardı. Mevlânâ Câmî’nin naklettiğine göre Hâce Ubeydullah Ahrâr (Kuddise Sirruhû) hazretleri şöyle anlatır: Mevlânâ Yakub (Kuddise Sirruhû) ile Zeynüddîn Hafî (Kuddise Sirruhû) Şeyh Şihâbuddîn’in yanında ders yaparlardı. Bir gün bana sordular ki, ‘Şeyh Zeynüddîn vakıaları çözme ve rüya yorumlama ile meşgulmüş. Bu konuya çok ihtimam gösterirmiş, doğru mu bu?’ Ben de ‘evet, efendim öyledir!’ dedim. Sonra bir vakit kendisine gaybet hâli hâsıl oldu. Onun yolu buydu, zaman zaman ona bu hal gelirdi. Kendine geldiği zaman şu beyti okudu:

چو غلام آفتابم همه ز آفتاب گویم

نه شبم نه شب پر ستمکه حدیث خواب گویم

“Güneşin kölesiyim, hep güneşten söz ederim,
Gece değilim, geceye tapmıyorum ki rüyadan söz edeyim.”

Mevlânâ Yakub-i Çerhî  (kuddise sirruhû) icazet aldıktan sonra geri dönerek Buhara’ya geldi ve buradaki âlimlerden fetva icazeti aldı. Gönlüne batın ilimlerinin aşkı düşen Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû), Buhara’da Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin sohbetine katılmak istedi.

Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin Hizmetine Ulaşması

Mevlânâ Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû) hazretleri şöyle anlatır: “Hâce Bahâeddîn (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin hizmetine ulaşmadan önce kendilerine son derece muhabbet ve ihlasım vardı. Buhara’nın büyük âlimlerinden fetva icazeti aldıktan sonra memleketime geri dönmeye karar verdim. Tevafuktur ki, bir gün Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri ile karşılaştım. Ona, ‘beni hatırınızdan çıkarmayınız!’ diyerek yalvarışta bulundum. Bana, ‘gideceğin zaman mı yanıma geliyorsun?’ buyurdu. Ben, ‘size karşı çok muhabbetim vardır’ deyince, ‘hangi cihetten?’ buyurdu. ‘Sizin bütün insanların kabul ettiği bir zat olmanızdan ötürü’ dedim. Hâce hazretleri, ‘bana daha açık bir delil getirir misin? Nitekim insanların teveccühü şeytanî de olabilir’ buyurunca ben de, “Allah, bir kulunu sevdiğinde diğer insanların kalplerine onun muhabbetini atar.”  hadis-i şerifini okudum. Bu cevap üzerine tebessüm ederek şöyle buyurdu: ‘Mâ Azîzânîm (Biz Azîzânız!) ‘Bu sözden sonra halim değişti. Zira bir ay önce bir vakıada bana, ‘Azîzân müridi ol!’ denilmişti ve ben bunu unutmuştum. Hâce hazretlerinin bu sözü o vakıayı yeniden hatırıma getirdi. Ben yeniden ‘beni hatırınızdan çıkarmayınız!’ diye iltimas edince buyurdular ki: ‘Bir kimse Azîzân hazretlerinden hatırlanma talep ettiğinde ona şöyle buyurmuş: ‘Hatırda başkası kalmaz! Yanıma bir nesne bırak ki onu gördüğümde seni hatırlayayım! Sonra Hâce hazretleri mübarek takkesini bana verdi ve: ‘Sanırım senin yanında bırakacak bir şey yok. Bu takkeyi sakla, onu her gördüğünde beni anarsın. Beni andığın gibi bulursun! Sonra konuşmasına devam ederek şöyle buyurdu: ‘Yolculuğunda Tâceddîn Deştkülegî’yi bulasın. Kendisi Allah dostlarındandır.’

Aklımdan Belh’e vardıktan sonra memleketime dönerim düşüncesi geçti. Ama Belh, Deştküleg’e oldukça tersti. Bu düşünceyle birlikte Belh’e doğru yöneldim. Yolda aniden bir zaruret hali meydana geldi. Bundan dolayı Deştküleg’e gittim. Hemen aklıma Hâce hazretlerinin işareti geldi, bundan dolayı çok taaccübe kapıldım. Sonra Mevlânâ Tâceddîn’in yanına gittim. Onunla görüştükten sonra Hâce hazretlerine olan bağlılığım daha da kuvvetlendi. Sonra bir nedenden ötürü yeniden Buhara’ya gitmem gerekti. Hâce hazretlerinden inabe alma isteğim artmıştı. Buhara’da Allah aşkından emin olduğum bir meczup vardı. O meczubu yolda otururken gördüm. Ona içimden geçeni anlattım ve: ‘ne dersin, gideyim mi?’ dedim. O da: ‘tez git!’ dedi ve yere çizgiler çizdi. Ben de kendi kendime, ‘bu çizgileri sayayım, eğer tek çıkarsa niyetimin sahih olduğunu gösterir. Kuşkusuz Allah tektir ve teki sever.’ diyerek onları saydım ve tek çıktı.” Mevlânâ Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû), Mevlânâ Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin zikir talimi esnasında ‘güç yetirebildiğin kadar tek sayı olmasına riayet et!’ demesinden tek çizgilere işaret ettiğini anlayacaktı.

Mevlânâ Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû) hazretleri intisap etmeden öncesini şöyle anlatır: “Buhara’ya geldiğimde Hâce hazretlerinin sohbetine erişmeyi murat etmiştim. Bu irademi tam anlamıyla tahkik etmek için Mushaf-ı Şerîf’i açtım ve karşıma şu ayet-i kerîme çıktı:

﴾اُولٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ﴿

“İşte onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde onların yoluna uy…”

Ertesi gün Fetihabâd’daki evimde Şeyh Seyfeddîn Bâherzî’nin mezarına doğru otururken gönlümde intisap etme düşüncesi harekete geçti. Derhal Hâce hazretlerinin huzuruna koştum. Yanına ulaştığımda yolda oturuyordu, beni bekler gibiydi. Akşam namazını kıldıktan sonra sohbet etti. Heybeti beni sarmış, konuşmaya mecal bırakmamıştı. Sonra anlatmaya başladı:

“İlim iki kısımdır; Birincisi nebilerin ve resullerin öğrettiği kalp ilmidir. Diğeri ise Allah’ın insanoğluna hucceti olan lisan ilmidir. İlkine bâtın ilmi de denir. İlm-i bâtından nasip almanız ümidimizdir. Sadıklarla beraberken sıdk içinde olunuz. Zira onlar kalp casusudurlar. Kalbinize girip himmetinize ve niyetinize bakarlar. Bizler memuruz, kendimize göre sizi kabul edemeyiz. Bu gece bakalım nasıl işaret gelecek! Biz herkesi kabul edemeyiz, etsek de geç kabul ederiz. Zira herkesin bir vakti vardır.”

Yakub-i Çerhî hazretleri buyurur ki: “O gece ömrümde geçen en zor geceydi. Sabaha kadar acaba benim için kabul kapısı açılır mı diye endişelendim. Nihayet sabah oldu ve namazı Hâce hazretlerinin arkasında kıldım. Namazdan sonra bana: ‘senin için mübarek olsun, kabul edildin!’ dedi. Sonra Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine kadar silsileyi saydı ve vukûf-i adedîyi telkîn etti. Şöyle buyurdu: ‘Bu ilm-i ledünnînin başıdır, Hızır (Aleyhisselâm)dan Abdulhalık Gucdüvânî’ye (Kuddise Sirruhû) gelmiştir.’

Bundan sonra Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû) Hâce hazretlerinin hizmetinde bulundu. Samimi bir şekilde sohbetlerine devam etti. Son olarak ona insanları irşat etmek için izin verdi ve ‘bu senin saadet sebebin olacaktır’ buyurdu. Sonrasında Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretleri onu Mevlânâ Alâüddîn Attâr (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin sohbetinde bulunması için onun yanına, Çagâniyan’a gönderdi. Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû)da o vefat edene kadar yanından hiç ayrılmadı.” Mevlânâ Alâüddîn Attâr (Kuddise Sirruhû)hazretleri vefat ettikten üç gün sonra Çagâniyan’dan ayrılarak Hulgâtu’ya geldi. Burada Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin vasiyeti üzere elli yıl gibi bir süre irşat faaliyetlerinde bulundu. Mevlânâ Yakub-i Çerhî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin irşadının en önemli semeresi şüphesiz Mevlânâ Ubeydullah Ahrâr (Kuddise Sirruhû) hazretleridir. Hâce Ahrâr (Kuddise Sirruhû) dışında Yusuf-i Çerhî, Şihâbuddîn Meşhedî, Yusuf-i Baykûlî ve Muhammed Kuhistanî gibi halifeleri bulunmaktaydı.

Eserleri

Mevlânâ Yakub-i Çerhî (kuddise sirruhû) Arapça ve Farsça eserler bırakmıştır. Bize ulaşan eserleri şunlardır:

  1. Neynâme-i Mevlânâ. Kendisinin de mukaddimede belirttiği üzere bu eserini taliplerin Mesnevî’deki bazı yerlerin açıklanmasını talep etmesi üzerine kaleme almıştır. Onu bu eseri yazmaya iten bir diğer saik ise insanların Mesnevî’deki hakikatleri anlamasını sağlamak ve ehil olmayan kimselerin yersiz kritiklerinden muhafaza etmektir.
  2. Risâle-i Ünsiyye. Bu eseri, Mevlânâ Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin hayatından kesitler, sözleri, menkıbeleri ve birtakım tasavvufî bilgiler ihtiva etmektedir. Bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Hüsrev Paşa, no: 757). Eser, Lalizâde Abdulbaki Efendi tarafından Osmanlıca’ya çevrilmiştir.
  3. Risâle-i Ebdâliyye. Muhammed Nezîr Rânchâ bu eseri yayımlamış (İslamabad 1978) ve Urduca’ya çevirmiştir (Lahor 1978).
  4. Havrâ’iyye. Ebu’l-Hayr’ın “Havrâ” ile başlayan rubâîsinin şerhidir.
  5. Şerh-i Esmâ-i Hüsnâ. Esmâ-i Hüsnâ şerh edebiyatından dar hacimli bi risaledir.
  6. Tarika-i Hatm-i Ahzâb. (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, no: 1388).
  7. Tefsîr-i Yakub-i Çerhî. Fatiha Sûresi ile son iki cüzün tefsiridir.
  8. el-Ehâdîsü’l-Erba’ûn.
  9. Şerhu Nisâbi’s-Sıbyân.
  10. Risâle der İlm-i Ferâiz.

Mevlânâ Yakub-i Çerhî (kuddise sirruhû) hazretleri 5 Safer 851 (22 Nisan 1447)’de vefat etmiştir.  Kabri Tacikistan’ın başkenti Duşanbe yakınlarında bulunan Hulgatu Köyü’ndedir. Allah (Celle Celâluhû) bizleri şefaatine nail eylesin. Âmîn…