Şevval 1436 (Temmuz 2015)

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Sözünde durmak, yaptığı anlaşmalara sadık kalmak anlamlarına gelen ahde vefa, ayet ve hadislerde müminlerin özellikleri olarak zikredilmiştir.

وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ ﴿٨﴾

“Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler,”(1)

وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ ﴿٣٢﴾

“Emanetlerini ve sözlerini yerine getirenler,”(2)

gibi pek çok ayette ahde vefa, müminlerin özellikleri olarak zikredilmektedir. Bu ayetlerin geçtiği yerlere bakıldığında ahde vefayla beraber müminde bulunması gereken şu hasletler de zikredilmektedir: Namazı huşuyla kılıp yoksula hak tanımak, ceza gününü doğrulayıp Rabbinin azabından korkmak, mahremiyete önem verip şahitliği gereği gibi yapmak boş şeylerden yüz çevirip zekâtı vermek gibi hasletler, ahde vefayla beraber zikredilmektedir.(3)  Bu özelliklere riayet edenler, cennetle müjdelenmektedir. Dolayısıyla ahde vefa yukarıda sayılan hasletlerle beraber olunca gerçek anlamda ahde vefa gerçekleşmiş olacaktır.

 

Ahde vefa her alanda olmalıdır. Rabbine karşı, insana karşı, tabiata karşı, nefsine karşı, Allah’ın yapmamızı istediği şeyleri yapmaktır. Bir mümin olarak “kâlû-belâ”da verdiğimiz sözün arkasında durduğumuzda bu ahdi toplumsal hayatta, nefsimizle ve Allah’la ilişkilerimizde salih amelle süslediğimizde gerçek anlamda mümin olmuş oluruz. Kur’an yalnızca Allah’a kulluk etmeyi, ana babaya, yetime, yoksula iyilik etmeyi, namaz kılıp zekat vermeyi ahde vefa olarak görmektedir.(4)

Müslümanlar fıtratlarının gereği olarak “kâlû-belâ”da verdikleri sözlerinin gereğini dünyadaki tavır ve davranışlarıyla yerine getirmelidirler. Ahde vefa hem toplumun hem de ferdin manevi hayatının özünü oluşturmaktadır. Çünkü bir insanda ahde vefanın olabilmesi için o insanda ruh sağlığı ve toplumsal bilinç yerleşmiş olmalıdır. Ayrıca bir insanın ahdine vefa gösterebilmesi için takva sahibi olup Allah ve Rasulü’nün emirleri onun için her şeyin önünde olmalıdır. Başka bir ifadeyle gerçek anlamda ahde vefa gösterebilmek için doğru bir inançla beslenmiş, salih amellerle desteklenmiş sağlam bir maneviyata sahip olmak gerekir. Aksi takdirde zayıf inançlı kimseler için, diğer ameller gibi ahde vefa da bir önem arz etmez.

Ahde vefa Allah için birbirini sevenler; sadece mümin oldukları için birbirleriyle kardeş olanlar arasında olur. Hucurat süresinde ifade edildiği gibi müminler arasında dargınlık, istihza, kötü zanda bulunma, arkadan insanları çekiştirip suçunu araştırma gibi kötü hasletler olmamalıdır.(5)

Ahde vefa kardeşliğin olduğu yerde olur. Sözünde durmayla kin, nefret, kardeşine haset edip onu çekememe gibi özellikler bir arada bulunmaz. Allah, Müslümanları vermiş oldukları sözleri yerine getirmeleri hususunda sorumlu tutmuştur. Bu gerçeği

وَأَوْفُواْ بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً ﴿٣٤﴾

“Ahdi yerine getirin, doğrusu verilen ahitte sorumluluk vardır.”(6)

ayetiyle ifade etmektedir. İnsan, gerek Allah’a “kâlû-belâ”da verdiği sözden gerekse şu an insanlara verdiği sözlerden dolayı yükümlülük altındadır. Şüphesiz Allah, kendi yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.(7) Ancak Allah insandan da ahdini yerine getirmesini istiyor. Buna karşılık kendisinin de sözünü yerine getireceğini belirtiyor.(8) Kur’an, ahde vefasızlığı hüsranla sonuçlandığını bize bildirdiği (9) gibi peygamberimiz de ahdi bozmayı münafıkların alametlerinden saymıştır.(10)

Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenler için ahirette nasip yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.(11) İslam’da ahde vefa çok önem verilen bir husustur. En kritik ve hayati öneme haiz konularda verilen ahitler bağlayıcı olmuştur.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) döneminde Müslümanların gerek kendi aralarında gerekse Allah ile aralarında bağlayıcı unsur olarak en önem verdikleri husus ebetteki verdikleri ahitler olmuştur. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de bu minvalde olan ayetlere göre hareket edip bey’at müessesesini çalıştırmıştır:

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا ﴿١٠﴾

“Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”(12)

ayeti bu gerçeği ifade etmektedir.

Sahabeler de her zaman verdikleri sözlerin arkasında olmuşlardır. Kolay günde ve zor günde sürekli verdikleri sözlerin sorumluluğunu taşımışlardır. Canları pahasına ahde vefa göstermişlerdir.(13) Müminler, karşılıklı sözleşmelerde müşriklere bile verdikleri sözlerine -onlar sözlerinden dönmeyinceye kadar- sadık kalmışlardır.(14)

İnsan aslında ahitte bulunarak Müslüman olur. Çünkü gerçekte Allah’a iman, “kâlû-belâ”da verilen ahde, bu dünyada gönülden vefa göstermektir. Müslüman için ahde vefa dini sorumlulukla beraber ayrıca ahlaki bir vazifedir. Müslüman, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) örneğinde olduğu gibi kendisini sevmeyenler, hatta düşmanları tarafından bile vefalı kabul edilmelidir.

İbni Ataullah İskenderi’nin ifadesiyle her uzvun vefası vardır. Kalbin vefası dünya ile meşgul olmayıp hile ve hasetten uzak durmasıdır. Dilin vefası, gıybet etmemesi, yalan söylememesi ve boş şeyler konuşmaktan uzak durmasıdır. Azaların vefası ise günah yerlere gitmeyip kardeşlerine eziyet etmemesidir. Hulasa insan, tüm benliğiyle ahdine vefalı olmalıdır.

Ahde vefa gösterebilmek için Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in gösterdiği manevi gıdaları almak, nefsanî hastalıklara karşı bağışıklık sistemini güçlendirmek gerek. Bu da Efendimizin “üsve-i hasene” olan ahlakıyla vasıflanmak olan tasavvuf ile gerçekleşebilir. Tasavvufta da Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de olduğu gibi bağlayıcı unsur, ahit ve ahde vefa olmuştur

لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا ﴿١٨﴾

“Andolsun ki o ağacın altında sana beyat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur.”(15) ayetinde olduğu gibi mutasavvıflar, Peygamberimizin Müslümanlardan bey’at almasını bir ilke olarak devam ettirmişlerdir.

Tasavvuf, Peygamber Efendimiz ile sahabe arasındaki ilişkinin günümüzdeki izdüşümüdür. Tasavvufun her mertebesinde ahde vefa görülmektedir. Manen şeyh müridin elinden tutup onu Peygambere ulaştırır. Peygamber de o müridi Allah’a (Celle Celalühü) ulaştırmaktadır. Dolayısıyla Tasavvuf; Allah’a ulaşma sürecidir. Bu sürecin her aşamasında, ahde vefa olmazsa olmazların başında gelir.

Ahde vefa başta ilk dört halife ve aşere-i mübeşşere olmak üzere Hazreti Habbab, Bilal, Suheyb, Selman, Ebu Zer, Ebu’d-Derda, Huzeyfe, Abdullah bin Ömer (Radıyallahu Anhüm Ecmain) gibi sahabelerin Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e verdikleri ahitlerine vefa göstermeleridir. Onlardan sonra gelen zahid ve meşayihler, silsile yoluyla gelen ilim, ihlâs, takva, ihsan ve zühdü yaşayarak ve yaşatmak suretiyle yine silsile yoluyla bu güne aktarmışlardır. İşte bu sürecin her aşamasında ahde vefa bulunmuştur.

Ahde vefayı günümüz itibariyle değerlendirdiğimizde Müslümanlar arsında ne kadar ihmal edildiğini açık bir şekilde görmekteyiz. Bu ihmal sonucu Müslümanlar arasında aşırı derecede güvensizliğin meydana çıkması herkesin malûmudur. Sonucu ise İslam kardeşliğine zarar verdiği gibi sosyal, ekonomik ve siyasal açıdan Müslümanları geri bırakan ana unsurdur.

Bu gün aşırı güvensizlik iki Müslümanın güçlerini birleştirip bir araya gelmelerine mani olmuştur. Halbuki ideolojileri vahye dayanmayan bir çok insan, güçlerini birleştirip siyasal ekonomik açıdan muvaffak olmuşlardır. Hiç tanımadıkları şirketlere paralarını yatırıp güvenle ortak olabilmektedirler. Halbuki sahih olan bir dinin müntesibi olan biz Müslümanlar dinimizin emriyle birbirimize karşı daha güvenli olmak zorundayız. Ayrıca İslam’da mevcut olan ‘Müslüman kardeşine karşı hüsn-ü zan’ ilkesi, güveni de beraberinde getirmesi gerekir. Tabiî ki İslam ilkeleri bir bütün olması itibariyle bir Müslüman tüm ilkeleri yerine getirmekle sorumluğunu yerine getirebilir.

Ahde vefa karşılıklı olmalıdır. Her ne kadar bir İslam ahlakı da olsa, bütün bir toplumun selameti için bu güzel hasleti sadece Müslümandan beklememek gerekir. Bu ilkeye tüm insanlığın ihtiyacı vardır. Toplumun sadece bir kesiminin ahde vefa göstermesi, toplumda huzur ve güveni sağlamamaktadır.

Kaynaklar 1 Müminun, 23/8. 2 Mearic, 70/32. 3 Müminun, 23/1-11. Mearic, 70/22-35. 4 Bakara, 2/83. 5 Hucurat, 49/10-12. 6 İsra, 17/34. 7 Tevbe,9/ 111. 8 Bakara, 2/40 9 Bakar, 2/27. 10 Buhari. 11 Âl-i İmran 3/77. 12 Fetih, 48/10. 13 Ahzab, 23/33. 14 Tevbe, 9/1-3. 15 Fetih, 48/18.

WhatsApp'ta paylaş