وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Değerli Müslümanlar Yüce Allah insanları başıboş yaratmamıştır. Onlara kitap göndermiş, peygamberler göndermiş, gönderdiği her dinle yeni bir peygamber yeni bir kitap gönderinceye kadar onunla sorumlu tutmuştur. Hazreti Adem’e suhufları verirken bir sonraki peygambere kitap gönderinceye kadar o suhuflarla amel edilmesini emretmiştir. Peygamber efendimize kadar böylece gelmiştir. Peygamber efendimizden bugüne kadar alimler, salihler onlarda Peygamberleri gibi İslam’ı emredecekler, iyiliği emredecek kötülüğü men edeceklerdir. İnsanları kötülükten alıkoymaya çalışacaklardır. Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyuruyor;
“İçinizden bir ümmet bilenler, alimler İslam davetini anlatmayı iyi bilen alimler olsun içinizden çıkıp insanları hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler münkerden nehy etsinler kötülükten insanları alıkoysunlar işte bu sınıf insanlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân Suresi 104. Ayet)
Bu ayet-i kerimeyi şöyle anlıyoruz; delillerle ayet ve hadislerle İslamiyet’in derinliğini tebliğatını anlatacak olanlar alim insanlar olmalıdır. Ama bu demek değildir insanlar iyiliği emretmekten kötülüğü men etmekten sorumlu değiller sadece alimler sorumludur bu anlama gelmiyor. Bu tafsilatlı bir şekilde hatta bugünkü felsefe diye tabir edilen yeni fikir akımlarına karşı alimler detayı ile anlatacaklar gerisi de her insan kendi gücüne kadar kendi bilgisi kadar İslamiyet’i emretmekle mükelleftirler demektir. Nasıl ki Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) bir hadisi şerifinde diyor ki;
“Hepiniz çobansınız, hepiniz kendi sürünüzden sorumlusunuz” dolayısıyla herkes kendi maiyetine, bilgisine, yetkisine göre iyiliği emretmekle sorumludur. Şimdi bir insan hiç okumamışsa, evinde eğer gayrı-meşru bir şey yapılıyorsa eğer çocuğu namaz kılmıyorsa, gelini kızı, eşi iyilikle beraber değillerse mutlaka ev sahibi baba bunlara iyiliği emretmekle mükelleftir. Mutlaka kötülük varsa gayrı-meşru günah işleniyorsa o ailede aile reisi onları o kötülüklerden alıkoymakla mükelleftir.
Bir diğer hadisi şerifte Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) herkes için şunu söylüyor;
مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَراً فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْلَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذَلِكَ أَظْعَفُ اْلإِمَانِ
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle onu hoş görüp kabullenmesin ki, bu da imanın en zayıf derecesidir.”
Yani bir kimse günah görünce onu eliyle değiştirsin, eğer değiştirmeye gücü yetmiyorsa o günahı işleyen güçlü ise o zaman diliyle söylesin gitsin ona desin “bu iş günahtır kumar yeri açmışsınız, hayasızlık yeri açmışsınız” diyerek dili ile müdahale etsin eğer diliyle mücadele edecek güçte değilse en azından kalbiyle onu inkâr etsin, ondan nefret etsin Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) bu son kısım için buda imanın en zayıf boyutudur, sadece kalbi ile inkâr edenlerin imanı zayıftır diyor en son merhale budur. Bunu açıklayan bir diğer hadisi şerif
“Benden önceki peygamberler gönderildiğinde onların havarileri, ashapları vardı (Havariyyun o peygamberin ashabların en seçkinleri, Allah için cihad eden ensarileri) onun sünnet ile amel ediyorlardı, ona iptida ediyorlardı o havarriyunlardan hemen sonra bir sınıf ulema çıkıyordu sözde onların yolunda ama onların yolunu takip etmiyorlardı, o dini kullanıyor istismar ediyorlardı insanlara iyiliği emrediyorlardı ama iyilik yapmıyorlardı ve emr olunmadıkları şeyleri yapıyorlardı böyle bir sınıf meydana geldi onlarla mücadele edenler Müslümandılar, kalbi ile onlarla mücadele edenler Müslüman idiler, dili ile onlarla mücadele edenler Müslüman idiler ama onlarla hiç mücadele etmeyenlerin kalbinde hardal habbesi kadar iman yoktu.”
Yani münkeratları eliyle yapan, diliyle söyleyen, kalbi ile buğz edenler Müslüman idi ama bunların hiçbiri ile mücadele etmeyen kalbi ile bile itiraz etmeyenlerin kalbinde miskali zerre iman yoktur hardal tanesi kadar iman yoktu diyor. Bu hadis özellikle bizler için cari oluyor bir şehirden geçiyoruz münkeratları gözümüzle görüyoruz “neuzubillah” zaten elimizle hiç müdahale etmiyoruz, dilimizle de çok azımız müdahale ediyor münkeratları göre göre inanın kalbimizde artık alıştı. Faiz işleten müesseselerin yanından geçiyoruz kumar işleten müesseselerin yanından geçiyoruz değil dilimizle söylemeyi kalbimizde bile bir itiraz göremiyoruz o anda kalbimize bir bakalım acaba bu münker olan müesseseleri işleten kurumlara karşı nasıldır? Eğer kalbimiz hiç itiraz etmiyorsa bilmemiz gerekir ki çok zor bir dönem yaşıyoruz imanımızın tehlikede olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Muhterem cemaat-i Müslim’in yine tehdit içerikli bir hadis okuyacağım sizlere. Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) şöyle buyuruyor;
“Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a kasem olsun, ya ma’rufu emreder ve münkerden de yasaklarsınız veya Allah’ın katından umumi bir bela göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.” Tirmizi, Fiten 9, (2170)
Bu hadisleri okuduğumuzda günümüz aklımıza geliyor, artık kimse iyiliği emretmiyor genel emri bil maruf toplumumuzdan kalkmıştır kimse artık kendi aile efradına bile, komşularına bile, etrafına bile on beş yaşındaki çocuğuna bile namazı emretmiyor oğlum namaz kıl demiyor, oğlum hırsızlık yapma demiyor, çocuk gece on ikiye kadar sokaklarda dolaşıyor anne baba merak etmiyor, acaba bu saate kadar benim çocuğum nerede kaldı böyle bir şeyi merak etmiyor, çocuğu bir şey getirdiğinde, eve para getirdiğinde “oğlum sen bu parayı nerden getirdin sen çalışmıyorsun” bile demiyor veya çocuğu sarhoş, uyuşturucu kullanarak eve geliyor sabah kalktığında çocuğun morali iyi değilse sadece“oğlum moralin niye bozuldu” der en çok bunu sorar. Peki bu çocuk ne yapar? Çocuğunun cehenneme gittiğini görüyor ve müdahale etmiyor bu dünyada evladına ne kadar şefkatin var ise ahirette de senin şefkatin olsun çocuğun niye cehenneme gitsin niye şartları yerine getirmiyorsun hani Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) çocuğunuz yedi yaşına gelince namazı öğretiniz, namazı kıldırınız, orucu öğretin, orucu tutturun” buyuruyor. Gücü kadar, yedi yaşına girmiş çocuğunuz bir günde olsa mutlaka oruç tutsun, sekiz yaşına girdi mi iki gün oruç tutsun üç gün tutsun dokuz yaşına on yaşına kadar çocuğu böyle oruca namaza alıştırın. Hatta Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) diyor çocuğunuz yedi yaşına girdiği zaman sadece namazı, orucu değil Allah’ın sıfatlarını, imanın şartlarını, İslam’ın şartlarını öğretiniz diyor. On yaşına girdiğinde onu şiddetli bir şekilde korkutun, hatta dövebilirsiniz diyor acıtmayacak bir şekilde korku dövmesini ona yapınız bu çocuk on beş yaşına girdiğinde mutlaka namaz kılacaktır çünkü Peygamber efendimizin (Sallallahu aleyhi vessellem) uyguladığı metotları uyguladığımızda mutlaka faydasını/semeresini göreceğiz ama bunların hiçbir tanesini yapmıyoruz. Sözde evinde taassup sahibidir çocuğu yirmi yaşına geliyor öylelerini de görüyoruz yirmi yaşına kadar çocuğuna hiçbir şey öğretmemiş hiç sahiplenmemiş kalkıyor namaz kılıyor çocuğu namaz kılmayınca kalkıyor küfrederek, onu azarlayarak namaz kılmayı emrediyor buda doğru değil. Yirmi yaşındaki çocuğunu azarlıyor oda ne diyor biliyor musunuz “hayır baba ben namaz kılmıyorum, namaz kılmayacağım” diyor. Peygamber efendimizin (Sallallahu aleyhi vessellem) öğrettiği metotla, bizim kendi kafamızda uyguladığımız metot birbirlerini tutmuyor tutmadığı için toplumumuz bozuluyor.
Şimdi okullar tatil oldu birçok camilerimiz var, birçok imamlarımız var bütün imamlar camiye gelecek çocukları bekliyor devlet onun parasını da veriyor, okuttuğun çocuğun parasını devlet veriyor imamlarda istiyor, hocalar da istiyor hele hele bölgemizde birçok medreseler var ama kimse çocuğumu camiye göndereyim medreseye göndereyim demiyor. Peki biri şöyle dese “hocam biz gönderiyoruz” evet gönderenler var ama oran çok düşüktür, istatistikler camilere gönderilen çocukların yüzde on bile olmadığını gösteriyor peki yüzde doksanı nerede? toplum inşası yüzde onla olmaz ki en azından yarısından fazlası camiye gelsin, dinini öğrensin, namaz nasıl kılındığını öğrensin yüzde elliyi geçince biz diyebiliriz evet toplumumuz ileriye gider. Şimdi ben Bitlis civarı için diyorum Bitlis civarında Norşin’de yaşadığım için diyorum kaç aile kız ve erkek evladını camiye/medreseye gönderiyor? göremiyoruz oran olarak az görüyoruz yüzde on yüzde yirmi eğer çocuklarını gönderiyorsa bu büyük bir oran değildir. Bu sorumluluk hepimize düşüyor sadece hocalara değil ailelere düşüyor, komşuya düşüyor hatta bir komşu çocuğunu camiye gönderirken şöyle diyebiliyor “bak komşu ben çocuğumu gönderdim bir haftadır benim çocuğum güzel güzel namazı öğrendi” dediğinde komşusunu teşvik etmiş oluyor. Hulasa emri marufla ilgili özellikle biz hocalara çok önemli görev düşüyor.
Gene Peygamber efendimizin (Sallallahu aleyhi vessellem) bir hadisi ile sohbeti sonlandırayım. Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) İsrailoğullarından bahsederken, İsrailoğullarına çok peygamber gönderilmiş hemen hemen peygamberlerin yarısından çoğu Ben-i İsrail neslindendir Hazreti İshak, Hazreti Yakup torunlarından, Hazreti İbrahim’den gelen İbrahim oğlu İshak, onun oğlu Yakup bunlara ne deniliyor, o sülaleden gelenlere İsrailoğulları deniliyor o kadar peygamber gelmesine rağmen, o kadar salih insanlar gelmelerine rağmen onların karşılığında din nasıl yok olur bunu Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) şöyle izah ediyor;
“Önceden bir adam bir adamla karşılaştığında şöyle derdi ey adam Allah’tan kork iyiliği emrederdi kötülükten alıkoyardı ilk önce adama şöyle derdi إِتَّقِ الل Allah’tan kork yaptığın yanlışı haramı terk et bu sana helal değildir ilk önce iyiliği emrederdi (Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) bu hadisi bizlere anlatıyor yani böyle yapmayın böyle yaparsanız aynı onların durumuna düşersiniz diyor) sonra tekrar karşılaştıklarında o adam aynı kötülüğü yapıyor o günahı işliyor gene mesela içki içiyor gene af edersiniz hayasızlık yapıyor zina yapıyor ilk gün kötülükten alıkoymak için nasihatte bulunurdu ama ertesi günler onu hiç kötülüklerden alıkoymazdı hatta adam kötü şeyler yapmasına rağmen gider adamla beraber yerdi içerdi onunla beraber otururdu işte böyle yapınca iyi adam kötü adamla beraber yiyip içip beraber oturunca Allah-u Teâlâ onların kalplerini birbirlerine karşı ülfiyetlendirdi birbirlerini sevmeye başladılar arkadaş oldular ve iyiliği emreden adam aynen onun gibi oldu böyle olunca oda bozuldu bir diğer adamda bozuldu netice nereye vardı toplum böyle bozuldu” şimdi biz eğer iyiliği emrediyor kötülükten nehy ediyorsak, her gördüğümüz insanı mutlaka en az elimizle onu kötülükten alıkoyabiliyorsak, bir adam zulüm yapıyorsa onun zulmüne engel olalım eğer yapabiliyorsak elimizle yapalım, elimizle yapamıyorsak mutlaka dilimizle yapalım dilimizle yapamıyorsak mutlaka kalbimizle yapalım bunu da yapamıyorsak gidip o insanlarla oturup yemeyelim, içmeyelim. Böyle yaptığımızda Allah-u Teâlâ onun ülfiyetini, onun sevgisini kalbimize yerleştirir böyle olunca onunla arkadaş olursunuz ve din böyle zayıflar. En azından dik duralım iyiliği emredelim, kötülüğü nehy edelim bunu da başaramazsak gidip iyilik yapmayan, kötülüğü yapan insanlarla beraber olmayalım, beraber oturmayalım, arkadaş olmayalım. Arkadaş olduğumuzda kırk gün birisi ile arkadaş olursan senin huyun onun huyu gibi olur, senin ahlakın onun ahlakı gibi olur. Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) demiştir “Kişi arkadaşının dini üzerinedir” sen kötü adamla arkadaş olursan onun gibi kötü olursun. Onun için ben burada özellikle gençlere, temiz gençlere diyorum ey gençler senin eğer bir arkadaşın varsa onu kendin gibi yap sen onun gibi olma, sen kötülükte ona müsamaha gösterirsen senin yanında kötülük yapar sen sesini çıkarmazsan bir bakarsın o kötülüğe karşı kalbin yumuşar ve bir gün sonra aynı kötülüğü sen yaparsın.
Allah-u Teâlâ bizi iyilerden eylesin, bizi iyiliği emredenlerden eylesin, bizi kötülüğü nehy edenlerden eylesin Allah-u Teâlâ hepinizden razı olsun Allah’a emanet olunuz.
19 Haziran 2016
NOT: Bu bölümde Üstadımızın pek çoğu cami-î şerîf sohbeti olarak irâd ettiği va’az-u nasihatler yazı diline aktarılırken mümkün olduğunca üslubuna dokunulmayıp orijnalitesi muhafaza edilmeye çalışılmaktadır. Ancak malum olduğu üzere irticalî sohbet formatları ile müstakil yazılı beyânların veya sohbetlerin formatları aynı olmamakta; ilkinde dinleyicilere hitapla beraber hitabette esneklik ve sadelik esâs olduğu gibi ikincisinde de yazılı metin üzerinde tashih yapma ve uslüba çekme meselesi mevzû bahistir. Dolayısıyla irticâlin esnekliğinde irâd edilen sohbetlerdeki yer yer tekrar ve yinelemelere bu bilgi ve hoşgörü ile bakılması ve öyle mütalaa edilmesi hususunu muhterem okuyucularımıza arzla beraber duâlarını istirham ederiz.