أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;

Haccın vakti malûm aylardır.

الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِا

“Her kim o aylarda haccı kendisine farz kılarsa artık haccda mücamaat (cinsel ilişki), füsuk, cidal yoktur. Ve hayırdan her ne yaparsa Allah Teâlâ onu bilir. Ve azık edininiz, azığın en hayırlısı ise takvâdır. Ve Ben’den ittikada bulununuz, ey tam akıl sahipleri. (Bakara 197)

İki sene önce hacca gittiğimde orada gördüğüm izlenimleri sizlerle paylaşmıştım. Bu sene de Allah  (Celle celaluhu) o kutsal mekânları ziyaret etmeyi bana nasip etti. Bu yazıda bu sene gördüğüm ve yaşadığım olaylarla ilgili izlenimlerimi dile getireceğim. Hac, Allah’ın (Celle celaluhu) , can ve malla yapılmasını emrettiği çok önemli bir ibadettir. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)

“Mebrur haccın mükâfatı ancak cennettir” (Nesâi) buyurmuştur.

Haccın en büyük gayesi; Allah’ın (Celle celaluhu) emrini yerine getirmektir. Yani kişi bu ibadeti yaparken taabbud kastıyla yapmalıdır. Ancak haccın taabbudi amacıyla beraber çok büyük hikmetler de içermektedir. Bu hikmetlerin en büyüklerinden birisi de dünyada bulunan bütün Müslümanların bir araya gelmeleri ve var olan sorun ve sıkıntıları bir birleriyle paylaşmalarıdır. Asrı Saadeti araştırdığımızda o dönemde fetih olunmuş bölgelerden gelen Müslüman temsilcilerinin bir araya gelmeleriyle tüm Müslümanlar bir araya gelip sorun ve sıkıntılarını paylaşmış oluyorlardı. Adil idarecilerden olan Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) gibiler hac vasıtasıyla Müslümanların haline daha çok vakıf oluyorlardı. Emirlerini daha rahat bir şekilde uygulayabiliyorlardı. Bu metot uzun bir dönem İslam âleminde uygulandı. Bu şuurla İslam uhuvveti ve kaynaşma uzun bir süre devam etti.

Günümüzde ise Müslümanların içine düştükleri sorun ve sıkıntılar göz ününe alındığında söz konusu ettiğimiz istişareye daha fazla ihtiyaç olduğu görülmektedir. Hacda İslam uhuvveti gibi dini meseleler haricinde politik, iktisadi, fikri ve ilmi meselelerin de müzakere edilmesi gerekiyor. Bu sayede İslam cemiyeti; gayrı Müslimler karşısında dayanışma halinde bulunan, kenetlenmiş ve kaynaşmış bir kitle haline gelir. Bu tarzdaki birlik ve beraberlikten kuvvet doğar.

Hac, Müslümanlar için senede bir defa ifa edilen bir kongre hükmündedir. Hac, Müslümanların inanç kökleriyle bağlantısını yenileyip imanını kuvvetlendirir. Ayrıca inanların kâfirlere karşı uluslararası camiada bir kuvvet göstergesidir. Dolayısıyla Allah’ın (Celle celaluhu) dünyadaki bütün Müslümanları senede bir defa İslam’ın doğduğu kutsal topraklarda toplamasını, İslam âleminde yaşanan problemlerin çözümü için değerlendirilmek gerekir. İslam âlimleri, hac görevini ifa ederken Müslümanların dünyadaki siyasi ve sosyal sorunlarını da gündemine alması haccın başka bir ibadet yönüdür. Şu an İslam âleminde var olan sorunların konuşulup tartışılması ve bir neticeye varılması, hasretini çektiğimiz İslam kardeşliğinin tesis edilmesi; Müslümanların birliğini sağlayacaktır. Böylece Müslümanların dünya gündemindeki varlıkları daha güçlü hissedilecektir.

Hac farizasını yerine getiren İslam âlimleri ve devlet adamları hac emirliği adı altında bir araya gelip Müslümanların sorunlarının çözümü konusunda istişarelerde bulunmalılar. Hacda yapılacak bu tür organizasyonlarla bütün Müslümanlara kardeşlik şuuru yerleştirilebilir. Özellikle bu sene böyle bir organizasyona daha fazla ihtiyaç olduğunu gördüm. Maalesef Müslümanlar, uhuvvet şuurundan yoksundurlar. Müslümanlar; bir birlerinden kopuk, derin bir tefrika içindeler. Birbirleriyle iletişim kurmadıkları gibi birbirlerini hor ve hakir görmektedirler. Bu da İslam düşmanlarının Müslümanlar arasında ekmeye çalıştığı kin ve adavet hastalığına en büyük ortamı hazırlamakta ve İslam düşmanlarının hedeflerine daha kolay ulaşmalarını sağlamaktadır.

Dünyadaki Müslümanların şikak ve hilaf gerçeğini tam anlamıyla hacdaki Müslümanlar arsında kısmen de olsa görmek mümkündü. Belki bazı ülkeler bunun tam farkında olmayabilirler. Ama büyük ülkelerden gelen hacılarda bu tefrika nispeten de olsa görülüyordu. Bu durum birazda memleketlerinde hocalar tarafından eğitilmeden hacca gönderilmelerinden kaynaklanıyor. Hâlbuki kendi ülkesinde uhuvvet şuuru verilse bu gibi eksiklikler yaşanmazdı. Orada kardeşlik duygusunu yaşayıp ülkelerine daha farklı bir bakış açısıyla dönebilirler.

Ayrıca benim gördüğüm problemlerden birisi de hem Mekke’de hem de Medine’deki Suud hocalarının sık sık şu hadisi vaazlarında zikredip sadece kendilerinin hak üzere olduklarını dile getirmeleriydi:

“Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka hidayet üzerinde diğerleri delalet üzerindedir.” (Müsned)

Bu hadisi okurken hep kendilerinin hak üzerinde olduklarını ifade edip kendileri dışındaki diğer fırkaları şirk ve delaletle itham ederler. Bununla Müslümanlar arasında tefrika koyup kendilerini üstün göstermeye çalışıyorlardı. Onlar bu hadisi bahane ederek bu tür tavırları sergiliyorlardı. Halbuki hadis üç farklı şekilde rivayet edilmiştir. Allah ve Resulü hiçbir ayet ve hadiste Müslümanları ayrılık ve fırkalara sevk etmemiştir. Tabi bu vaazlarıyla kendileri dışındaki diğer Müslümanları incitiyorlardı.

Özellikle şirkle ilgili yaptıkları vaazlar diğer Müslümanları derinden yaralıyordu. Onlara niçin diğer Müslümanları hor ve hakir görüp şirkle itham ediyorsunuz dediğimizde, onlar şöyle cevap veriyorlardı: hayır siz de Ehl-i Sünnet’siniz deyip bizi geçiştirmeye çalışıyorlardı. Bir de Vahabilik ile ilgili kitap ve kitapçıkları başka dillere tercüme ederek tüm Müslümanlara dağıtıyorlardı.

Onlar bilmeli ki bu ayrımcılık ve tekfir anlayışı onların gençlerine büyük felaketler doğuracaktır. Hele günümüzde dış güçlerin rahat bir şekilde İslam adı altında terörizmi çıkarmaları, Vahabilerin Müslümanları terör tuzağına daha kolay düşürmesine sebebiyet verir. Çünkü tekfircilik ruhu bütün Müslümanları hatalı görüp onları düşman sayar.

Hac, toplumsal bütünleşme ve kaynaşmadır. Hac, mahşeri kalabalıkla mahşerin dünyadaki bir provasıdır. Her milletten, ırktan ve renkten insanların bir araya gelmesi; beyaz ihramlar içinde namaz kılıp tavaf etmesi insana eşitlik duygusunu yaşatır. Ayrıca bazı kişilerde var olan ırkçılık hastalığını da bir anlamda terbiye eder. Hac, mali ve bedeni bir ibadet olduğu gibi tarihsel, toplumsal, siyasal ve ekonomik özellikler taşımaktadır. Çünkü insan hacda başka toplumlarla tanışır. Onlardan farklı kültür ve bilgiler elde eder. Aynı zamanda yardıma muhtaç olan kişilerin de ihtiyaçları giderilir.

Bu sene hacda yaşadığımız iki büyük ve hazin olay Yüce Mevla’nın takdiri deyip inanmak lazımdır. Birinci vinç olayı doğal bir felaketti. Olağan üstü fırtına ve yağış vardı. Gördüğümüz kadarıyla şimşek bir yerlere vurup o felaketi meydana getirdi. Mina yaşanan faciayı da anlamak mümkün değildir. Ama nasıl oldu nerede hata oldu bilmiyoruz. Bunu da takdiri ilahi diye açıklamak gerek. İnşallah Allah’ın (Celle celaluhu) bu olaylarla tüm İslam alemine yaptığı ikazı Müslümanlar olarak anlar bu olaylardan gerekli dersi çıkarırız.

Yüce Allah, tüm Müslümanların haccını kabul etsin. Aşağıda gelen hadisi şerifte zikredilen arınmış insanlardan eylesin:

“Kim hac yapıp da kavga ve günah işlemezse annesinden doğmuş gibi günahlardan döner.” (Buhari)

Safer 1437 (Kasım 2015)

WhatsApp'ta paylaş