أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Rahman Ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;
Hulefa-i Raşidin tarihine bakıldığında Hazreti Ali’nin (Kerremallahu veche) hiçbir zaman hilafete talip olmadığı görülmektedir. Belki siyasi konjonktür de bunu gerektiriyordu. Özellikle Hazreti Osman’ın (Radıyallahu anh) şehadetinden sonraki karmaşa, bu halifelik görevinden tümden uzaklaşmasına neden olmuştu. Hazreti Ali (Kerremallahu veche), derin güçlerin baskısı ile halifeliğe zorlandıktan sonra bu emaneti kutsal görev olarak saymıştır. Bu emanetin hakkı ve maslahat neyi gerektiriyorsa onu en güzel bir şekilde yerine getirmeye çalışmıştır. Dolayısı ile bu durumda hilafet makamı boş bırakılması daha büyük bir fitneye yol açacağını bildiğinden dolayı kerhen de olsa İslam hilafetini üstlenmeyi kendisince farz saymıştır.
Şayet kendisinin dışında herhangi biri bu makama sahip çıksaydı, hilafeti kabul etseydi Hazreti Ali (Kerremallahu veche) bu makamı kabul etmeyecekti. Hazreti Ali (Kerremallahu veche), bu makamı kabul edince, önünde hangi sıkıntıların olduğunu biliyordu. Ancak İslam devletinin başsız kalacağından dolayı ehven-i şer olan; “hilafet makamını üstlenmeyi” seçti.
Hazreti Ali’ye (Kerremallahu veche) elini ver biat edelim denilince Hazreti Ali (Kerremallahu veche):
“Beni bırakınız, başkasını arayınız! Önümüze bir iş çıkacak ki, onu akıllar almaz, gönüller kaldırmaz, şekiller ve renkleri vardır. Bence emir olmaktansa vezir olmak daha iyidir. Siz kimi seçerseniz ben de ona biat ederim.” Hepsi; Ya Ali! Allah için insaf et, Müslümanların başına gelenleri görmüyor musun?” diyerek ısrar edince Hazreti Ali (Kerremallahu veche) halifeliği kabul etti.
Derin güçler, asıl iktidarı ellerinde bulunduruyorlardı. İstedikleri kişileri getirip zorla biat ettiriyorlardı. Hatta Abdullah bin Ömer biat için Hazreti Ali’ye (Kerremallahu veche) getirildiğinde; “Ben sonra biat ederim.” demesi üzerine derin güçler; Abdullah bin Ömer’den kefil getirmesini istediler. Abdullah bin Ömer kefil getirmemesi durumunda boynunu vurmakla tehdit etmeleri üzerine Hazreti Ali (Kerremallahu veche) devreye girer ve ben kefilim diyerek Hazreti Abdullah bin Ömer’i ölümden kurtarır.
Derin güçler nasıl oluyor da Hazreti Ali’ye bu kadar hükmedebiliyorlardı. Birincisi, bu güçler bundan önce İslam halifesi olan Hazreti Osman’ı (Radıyallahu anh) şehit edecek kadar güçlüydüler. İkincisi, bu derin güçler Şam, Mısır ve Küfe gibi İslam’ın değişik coğrafyasından gelip o zaman için ciddi bir birliktelik kurmuşlardı ve İslam devletinin merkezi olan Medine’yi tamamen işgal etmişlerdi. Üçüncüsü, bu derin yapı Medine halkını toplayıp siz bir halife seçmezseniz biz Hazreti Ali, Hazreti Zübeyr veya Hazreti Talha’yı (Radıyallahu anhüm ecmain) öldüreceğiz demişlerdi. Bu durumda Hazreti Ali (Kerremallahu veche), Müslümanların ikinci bir fitneye maruz kalmamaları için bu emaneti kabul edip bu derin güçleri bertaraf ederek İslam âleminde asayişi sağlamak niyetinde idi. Bu süreç sonunda Hazreti Osman’ın (Radıyallahu anh) katillerini de cezalandırmış olacaktı. Fakat bunun için Hazreti Ali’nin ciddi bir zamana ihtiyacı vardı.
Halifelik ilk verildiği günlerde Hazreti Talha, Hazreti Zübeyr ve diğer ashab-ı kiram yanına gelerek;
“Ya Ali! Biatte ilahi hükümlerin icrasını şart koştun. Bu topluluk ise Hazreti Osman’ı (Radıyallahu anh) öldürmekte ortaktırlar. Bunlar hakkında şeriatın hükmünü icra etmelisin!’’ dediler.
Hazreti Ali (Kerremallahu veche); “Ben de sizinle aynı fikirdeyim ancak bizim onlara hakim olmadığımız ve onların bize hakim olduğu bir topluluğa ben ne yapayım? Sizin adamlarınız onlara karıştı, sizinle karıştılar, dilediklerini size teklif ederler, şimdiki halde sizin dediğinizi yapmaya kudret yoktur. Şimdi halkın fikirleri değişiktir. Bir gurup sizin fikrinizde bir gurupta bu fikre karşıdır. Diğer bir gurup da, ne o fikirde, ne bu fikirdedir. Fakat bu iş cehalet işidir, çok sürmez bertaraf olur. Sabrediniz, ortalık yatışsın, halk rahata kavuşsun biz de hakları yerine getirelim…“ der. Fakat Hazreti Ali’ye (Kerremallahu veche) bu fırsatı vermiyorlar. Hatta bu durumu Hazreti Ali’nin (Kerremallahu veche) aleyhine kullanmaya başlıyorlar. Sanki bu işin müsebbibi Hazreti Ali (Kerremallahu veche) imiş gibi tavır takınanlar oluyor. Hâlbuki Hazreti Ali’nin (Kerremallahu veche) dediğini yapsaydılar, Hazreti Ali (Kerremallahu veche) bu derin güçleri dağıtıp Hazreti Osman’ın (Radıyallahu anh) katillerini cezalandıracaktı.
Öncelikle Hazreti Aişe, Hazreti Talha ve Hazreti Zübeyir ile Hazreti Ali arasında ihtilaflar yaşanır. Daha sonra bu ihtilaf, Hazreti Ali ve Hazreti Muaviye arasında yaşanır. Bu ihtilaflar sonucu savaşlar meydana gelir. Bu savaşların durması için Müslümanlar, iki ordu arasında hakemlerin tayin edilmesine karar verirler.
Hakem olayının başarılı bir şekilde sonuçlanması ihtimali bu isyancıları (derin güçleri) korkutur ve endişelendirir. Çünkü Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin olması demek, bu derin yapının iktidarını ve hilafet üzerindeki bu baskılarını kaybetmesi demekti. Neticede bu isyancılardan hesap sorulacaktı. Bu telaşla bu isyancı gurup hakem olayını bahane edip Hazreti Ali’ye (Kerremallahu veche) karşı çıkıp Harura’da Hazreti Osman’ı (Radıyallahu anh) şehit eden o isyancıların devamı olan yeni bir oluşum meydan getirdiler. İşte bu oluşum, İslam tarihinde; “Hâricîler”adını almaktadır.
Hazreti Ali ve Hazreti Ali’nin (Kerremallahu veche) halifeliğine itiraz eden Hazreti Talha, Hazreti Muaviye ve Hazreti Aişe arasındaki bu ihtilaf, en çok derin güçlerin (isyancıların) işine geliyordu. İsyancıların devamı olan Hâricîler, Müslümanların ileri gelenleri olan Hazreti Ali, Hazreti Talha, Hazreti Muaviye ve Hazreti Aişe’yi birbirine düşürüp Müslümanların gözünde itibarsızlaştırarak kendi tasavvur ettikleri bir iktidar kurmak istiyorlardı. Bunu başaramayınca ve bu ihtilafın ittifakla sonuçlanması tehlikesine karşı; hakem olayına benzer muhtemel bir ittifak onların gözünü korkuttu bu fikrin bir daha gerçekleşmemesi için bu hakem olayının başları olan Hazreti Ali, Hazreti Muaviye ve Amr bin As’ı şehit etme kararı aldılar. Ayrı ayrı bölgelerde bulunan bu üç kişiye eş zamanlı suikast düzenlendi. Hazreti Muaviye ve Hazreti Amr bin As’a yapılan suikast başarısızlıkla sonuçlanırken maalesef Hazreti Ali (Kerremallahu veche), bu suikast sunucu şehit oldu.
Hâricîler’i şöyle özetlemek mümkündür: Hâricîlik hareketi, dindar, bilgili ve siyasi çalkantılardan ve toplumsal sorunlardan rahatsız olan bir kesimi kullanarak bu hareketi başlatmışlardır. Bu kesimin İslam’ın ilk yıllarındaki ideal topluma olan duygularını kullanarak iktidarı ele geçirmek ve kendilerine göre bir sistem kurmak istemişlerdir. Cahiliye toplumu bireyseldir ve bağımsız bir yapı arz etmektedir. Bundan dolayı da cahiliye döneminde kabileler birlik olup bir siyasi güç kuramamışlardır. İşte bu toplumun genlerine işlemiş olan bireysellik düşüncesi, Hâricîler’in ortaya çıkmasının nedenleri arasında sayılabilir. Arap kabileler arasında yapılan kabile savaşlarının o insanlar üzerindeki psikolojik etkisi de hariciliğin ortaya çıkmasının sebepleri arasında sayılabilir.
Hâricîliği ortaya çıkaran bu sebepler, bu gün içinde geçerliliğini korumaktadır. Dünya tarihine bakıldığında, iktidarı elinde bulunduran derin güçler hep olmuşlar. Bazı iktidarlarda zayıf, bazı iktidarlarda güçlü olmuşlardır. Güçlü oldukları iktidarlarda bu iktidarı darmadağın etmişler. Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniçerilerden çekmediği kalmamıştır. Daha sonra ittihat ve terakkinin derin kısmı, bu imparatorluğu çökertmiştir. Haddi zatında, gerek ülkemiz gerek İslam devletleri bu derin güçlerden bu gün hala çekmektedir. Suriye’de derin güçlerin başlattıkları fitne bu gün tüm İslam âleminin yüreğini yakmaktadır.
Derin güçler, her dönemde hedefleri farklı olmakla beraber günümüz derin güçlerin hedefleri dünya ekonomisini eline almak sureti ile tüm dünyada hüküm sürmektir. Bundan dolayıdır ki dünyadaki tüm derin güçler, bir birleri ile bir şekilde irtibat halindedirler. Dolayısıyla Hâricîler’in fitnesi, her dönemde ve her toplumda varlığını sürdürmüştür. Aslında derin güçler diye yorumladığımız Hâricîlik; toplumda yer edinmemiş, ehl-i sünnet ve-l cemaatten ayrılmış, kendisini modernizme kaptırmış, bunla kendilerine bir nam ve bir paye elde etmek isteyen insanlar olarak ta yorumlanabilir. Çünkü Hâricîliği doğuran sebepleri bu gün o insanlarda görmek mümkündür.
Bu gün İslam Toplumunda ortaya çıkan şiddet yanlısı hareketlerin argümanları ve istekleri ile Hâricîlik hareketinin argümanları ve istekleri hedefleri arasında bir paralellik görünmektedir. Bu paralelliği bir tesadüf olarak açıklayamayacağımıza göre bunu temellendirmek, gerekirse tarihte bugün İslam âleminde yer alan şiddet hareketlerinin belki de tek dayanağı Hâricîlik Hareketi’dir.
Neticede İslam hukuku ve adaletine engel olan Hâricîlik zihniyeti her zaman olduğu gibi bu gün de muvaffak olmamakla beraber varlığını sürdürüp adaletin işlemesine engel olmaktadır.
Rebiülevvel 1435 (Ocak 2014)