أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

İslam hukukuna bakıldığında, müeyyidelerin caydırıcı boyutu, toplumda suçun önlenmesi için çok önemli bir unsur olduğu görülmektedir. Her bir cezanın caydırıcı olmasından dolayı toplumda denge ve asayiş meydana gelmektedir. Ayet-i kerimede; ِ

وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاْ أُولِيْ الأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ 

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Artık, Allah’a karşı gelmekten sakınırsınız.” (Bakara 179) buyrulmaktadır.

Müfessirler bu ayet-i kerimeye şu izahatı getiriyorlar: Kişi, birini öldürdüğü zaman kendisinin de öldürüleceğini kesin bildiği zaman öldürmekten vazgeçer. Böylece o öldüreceği kişiyi öldürmekten vazgeçince ‘’kısasta sizin için hayat vardır’’ hükmü yerine gelmiş olur. İslam’da hak-hukuk olmakla beraber asayiş ve güvenlik de önemsenmektedir. Çünkü güvenlik, kişi ve toplumun haklarını güvence altına almakla insan haklarını güvence altına almış oluyor. Müeyyidelerin gevşek tutulması, kötü niyetli kişilerin, insanların huzurunu bozmaya, haklarına, mallarına ve canlarına tecavüz etmelerine yol açar.

Günümüz dünyasında ‘Uluslararası Hukukta Özgürlük’ adı altında müeyyidelerin yok denecek kadar hafif tutulması; öldürme, tecavüz, gasp, zararlı maddelerin kullanımı, hırsızlık gibi toplumu yok eden suçların kaynağını teşkil etmektedir. Bir suçu işleyen insanın, bunun karşılığında aldığı hafif ceza, onun bu suçu tekrar tekrar işlemesine sebep olmaktadır. Örneğin; hırsızlık sabıkasını taşıyan adamların bu suçu çok defa işledikleri müşahede edilmektedir. Maalesef bu günkü uluslararası hukukun, Avrupa Birliği kriterlerine bağlı olması, bu gibi insanların rahat bir şekilde suç işlemesine ortam hazırlamaktadır.

Yakın tarihte Avrupa hukukçuları bile İslam’da var olan bazı caydırıcı müeyyidelerin Avrupa hukukuna getirilmesi için teklifte bulunmuşlardır. İslam düşmanı olan misyoner ve Yahudi Localarınca İslam’a pirim kazandırır endişesiyle engellenmiştir. İslam hukukunda cezadan maksat, suç işleyeni cezalandırmak veya ona zulmetmek değildir. İslam’da verilen ceza aslında İslam’daki şefkat ve merhametin gereğidir. Bu ceza ile hem mağdur edilen hem de suç işleyen kişi bu merhametten nasibini almış oluyor. Mağdur edilen kişi, suçlunun cezasını çekmesiyle rahatlamakta, kin ve nefretten kurtulmaktadır. Böylece intikam hırsından kurtulduğu için toplumda ikinci bir infiale sebep olmamaktadır.

İslam’da cezanın şefkat ve merhamet olmasının diğer bir yönü de şudur: Suç işleyen kişi bu dünyada işlediği suçun cezasını çektiği için öbür dünyada cezadan kurtulmaktadır. Bu durum, yani öbür dünyada cezadan kurtulma anlayışı, suç işleyen insanı umutlandırmakta, topluma adapte olmasına yardımcı olmakta ve Allah ile olan bağını kuvvetlendirmektedir. Bu suçtan sonra bir daha suç işlememeye yakın olur. Çünkü eskiye göre Allah ile olan bağı bu vesileyle kuvvetlenmiştir. İşlediği suçun cezasını görme, insana bu dünyada bir rahatlamadır. Özellikle cinayet işleyen insanların yaşadıkları süreç içerisinde çekeceği ızdırap ve suçluluk psikolojisi dayanılmaz derecede olduğu müşahede edilmiştir. Bu vesileyle bu ızdıraptan ve suçluluk psikolojisinden de kurtulmuş oluyor. Bundan da anlaşılıyor ki İslam’daki cezalar insanlar için bir rahmettir. Zaten Allah (Celle Celalühü) Kurân’ı bunun için indirmiştir.

Bu gerçek şu ayet-i kerimede ifade edilmektedir: َ

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

“(Rasûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107)

İslam hukukundaki cezaların, toplumsal düzeni sağlamak üzere tesis edildiği görülmektedir. Örneğin; öldürüleceğini bilen bir kişi kolay kolay adam öldürmez. Recmedileceğini bilen kişiler zina edip çocukların ırzına geçmezler. Elinin ve ayaklarının kesileceğini bilen insan da her seferinde hırsızlık etmez. Had cezasına çarpılacağını bilen müfteri, iftira edip kişinin iffetini lekelemez. Had cezasını alacağını bilen kişi, içki ve uyuşturucu içmek suretiyle hayvan alemine girip kendine ve insanlara zarar veremez. İslamın, getirdiği bu müeyyideler ile insanların malını, canını, ırzını, aklını, neslini koruduğu ortadadır.

İslam’da cezadan asıl amaç, suçluya zülüm değil belki ona yardım etmektir. Peygamber Efendimiz bu konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır:

عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]قال رَسولُ اللّهِ : انْصُرْ أخَاكَ ظَالِماً أوْ مَظْلُوماً. قِيلَ: أنْصُرُهُ إذَا كَانَ مَظْلُوماً، فَكَيْفَ أنْصُرُهُ ظَالِماً؟ قالَ: تَحْجُزُهُ عَنِ الظُّلْمِ، فإنَّ ذلِكَ نَصْرُهُ[. أخرجه البخاري والترمذي .

‘’Müslüman kardeşine zalim olsa da mazlum olsa da yardım et. Bir adam Ya Rasülallah! Mazlum olduğunda yardım ederim, zalim ise nasıl yardım edeyim bana göster dedi. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Onu zulmünden alıkoymanızdır. Çünkü bu ona yardım etmektir” dedi. (Buhari)

İslam’da cezalar bir şahsa veya bir zümreye münhasıran uygulanamaz. Uygulama, herkes için aynıdır. İster normal bir vatandaş olsun isterse devlet başkanı olan halife olsun fark etmez, hiç kimsenin bir imtiyazı mevzu bahis değildir. Herkesin eşit olduğu gerçeğini ayet-i kerime şöyle ifade etmektedir:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah (herşeyi) bilendir, (herşeyden) haberdardır.” (Hucurat 13)

İslam hukukunda hem suçluya hem de mağdura karşı, eşitlik, adalet ve hakkaniyetle muamele edilir. Cezalarda bireyin tüm hakları korunmak kaydıyla İslam toplumunun huzur ve güveni esas alınmıştır. Maalesef kendilerince İslam’ı yorumlayan akımların temsilcileri, İslam hukuku için, Peygamber Efendimiz dönemine ait olduğunu, ondan sonra geçerliliğini yitirdiğini iddia etmektedirler. Halbuki Avrupalıların gün geçtikçe İslam hukukundan bazı uygulamaları aldıkları hukukçularca malumdur.

Bu kişiler şunu bilmelidirler ki; Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) döneminde olan ceraimler, bu gün fazlasıyla ve daha vahşice yapılmaktadır. Önceden okla öldüren insanlar, bu gün yakıcı silahlarla öldürmektedirler. Daha önce bir nisap miktarı çalan insanlar, bu gün trilyonlarla çalmaktalar. O zamanlar içkiyle kendisini sarhoş edenler, bu gün uyuşturucunun envai çeşidiyle kendilerini sarhoş ediyorlar. Daha önce kız çocuklarını diri diri toprağa gömenler, bu gün tecavüz edip gömüyorlar. O zaman suçların işlendiği döneme; ‘cahiliye dönemi’ denilirken, bugün bu suçlar işlenirken bu döneme; ‘medeniyet dönemi’ deniliyor. Değişen nedir ki, o gün için geçerli olan İslam Ceza Hukuku, bugün için geçerli olmasın?! Bu gün o suçların daha ağırı işlenirken İslam Ceza Hukuku neden bu döneme hitap etmesin. Bunu savunan insanlardan birinin yakını öldürülse acaba kısası istemeyecek midir?

İslam Hukuku, ilahi bir sistemdir. İnsanların deneme-yanılma yoluyla katliamlardan sonra buldukları beşeri bir sistem değildir. Ayrıca geçici bir süre için getirilmiş ve sadece belli bir topluma getirilen kanunlar da değildir. Bilakis insanı yaratan, insanı insandan daha iyi bilen ve faydasını amaçlayan Allah’ın koyduğu kanunlardan çıkarılmıştır. Bu bağlamda İslam Ceza Hukuku, daha insani, daha adil, daha evrensel bir hukuk sistemidir.

İslam hukuku, belli zaman ve şartlarla sınırlı kalmayıp, zamana ve şartlara göre uygulanabilen, oturmuş bir kabiliyettedir. Beşeri hukuk ise her on yılda bir revize edilmekle beraber hala oturmadığı gibi insanların dertlerine çare olamamaktadır. Beşeri hukukta ceza olarak sadece hapis cezası olduğu görülmektedir. Bu, bazı cezalar için hafif geldiği gibi bazı cezalar için ise ağır gelmektedir. Kaldı ki hapis cezası, insanı öldürmekte, toplumdan soyutlamak suretiyle ruhsuzlaştırmaktır. Hâlbuki İslam, suç işleyeni cezalandırırken aynı zamanda topluma faydalı hale getirir ve kişiyi ıslah eder. Verilen bu ceza, toplumun diğer fertleri için de ibret mahiyetindedir.

Gönül ister ki İslam devletleri, hukuk meselelerini düzeltirken İslam hukukundan istifade etsinler. Çünkü Müslümanlar, tabiat itibari ve inanç itibari ile İslam hukukuna daha yatkındır. Bu müeyyideleri daha çabuk kabul edebilir. Yoksa inanç ve tabiat itibariyle Müslümanlardan uzak olan İslam dışı kanunlar, ne asayişi sağlar, ne de huzuru tesis eder. Bilakis günümüzde çarpık yapının ve toplumun bir türlü kendine gelememesi; İslam dışı kanunlarla yönetilmesindendir.

Şaban 1435 (Haziran 2014)

WhatsApp'ta paylaş