أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın İsm-i Şerifi ile;
İslâm dininde kardeşlik, akide ve ahlak temeline dayanmaktadır. Yüce Allâh Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَة ٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Müminler ancak kardeştirler…” (Hucurat 10)
Âyet-i kerimeden açıkça anlaşılacağı üzere, ancak îmân bağıyla bir araya gelenler kardeş olarak kabul edilmektedir. Yeryüzünün neresinde yaşıyorlarsa yaşasınlar, hangi dili konuşuyorlarsa konuşsunlar veya hangi renge sahip olurlarsa olsunlar, bütün müminler birbirlerinin kardeşleridir.
Mü’minler, İslâm kardeşliği çerçevesinde, kendi akidelerine saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kimselere karşı- kendi yakınları olsa bile- asla sevgi beslemezler. Bu manada sadece îmân kardeşliğini esas alırlar ve Rablerinin uyarılarını da asla unutmazlar. Allah (Celle Celâlühû), âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: َ
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Allâh’a ve ahiret gününe îmân eden hiçbir lopluluk bulamazsın ki onlar Allâh’a ve Rasûlüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allâh) onların kalplerine îmânı yazmış ve onları kendinden bir rûh ile desteklemiştir.” (Mücadele 22)
İslâm kardeşliği; bütün mü’minleri ayırt etmeksizin sevmeyi, onlarla iman temeline dayalı samimî bir dostluk kurmayı, inanan kardeşinin sevinciyle sevinip derdiyle dertlenmeyi ve zor zamanında tesellî kaynağı olup gerektiğinde nefsinden fedakârlıkta bulunabilmeyi gerektirir. Mevla Teala, gerçek İslâm kardeşliğinin nasıl olması gerektiği hususunda bizlere, Mekke’den hicret eden muhacirler ile onlara iman muhabbeti ile kucak açan Medineli ensâr arasındaki kardeşliği misâl olarak göstermektedir.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in, Muhacirlerle Ensâr arasında gerçekleştirdiği kardeşlik anlaşması, “Mü’minler, ancak kardeştirler…” ayetinin en önemli misâli olarak İslâm tarihindeki yerini almıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in
لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
“…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (Bakara 273) âyetiyle tarif ettiği müminler,
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
“…Allâh’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsân et!..” (Kasas 77) âyet-i kerîmesinin gereği olarak muhâcir kardeşleriyle bölüşmeyi kendilerine ilke edinmişlerdir. İhsân duygusuna bağlı ve Allâh rızâsı için veren ensârın durumunu âyet-i kerîme şöyle bildirir:
وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Muhâcirlerden önce (Medîne’yi) yurt edinenler ve îmâna sarılanlar (Ensâr), kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden ötürü gönüllerinde bir sıkıntı ve rahatsızlık duymazlar. İhtiyaç içinde kıvransalar dahî, mü’min kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler…” (Haşr 9)
Bu açıdan İslâm’da kardeşlik, sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak ve bunu fiili olarak göstermek demektir. Sevmek, saymak, güvenmek, merhamet etmek, yardımlaşmak, dayanışmak… Bunlar olmadan kardeşlik iddiasının bir anlamı olmaz. İslâm’ın emrettiği kardeşlik, bütün bunları içeren bir muhtevaya sahiptir. İslâm tarihinin en zor döneminde yerlerinden yurtlarından edilmiş muhâcirlere kardeşlik elini uzatan ensâr, tarih boyunca mazlumlara kucak açan hakîki mü’minleri temsil etmişlerdir. Bugün de muhtaçlara yardım eli uzatıldığında ensâr olmak ve mazlumlara kucak açmak noktasında kendi sıkıntılarını değil, mü’min kardeşlerinin problemlerine öncelik verenler ancak hakiki mü’minlerdir. Bu hususta âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا نَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُورًاإِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا
“Onlar kendi canları çektiği hâlde, yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler: “Biz sadece Allâh rızâsı için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız.”(derler). İşte bu yüzden Allâh, onları o günün fenâlığından korur; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.” (İnsan 8-9-10-11)
Mü’minleri sağlam bir duvarın tuğlaları gibi birbirine bağlayan, aralarında kan dâvâları bulunan nice kabileleri, sarsılmaz bir kardeşlik bağıyla birleştiren Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
“Kendi nefsi için istediği şeyi, din kardeşi için de istemedikçe gerçek mü’min olamaz.” buyurmuşlardır. Toplumda madde-mana dengesinin mana aleyhinde bozulduğu şu zamanlarda İslâm dininin yukarıda emrettiği bu ilkeler çok daha önem arz etmektedir. Küçük hesaplar ve dünyevî menfaatler uğruna nice mü’minler arasına dargınlık, kırgınlık ve soğukluk girmekte; cehâlet, bencillik ve duygusuzluklar neticesinde İslâm kardeşliği zaafa uğratılmaktadır. Hâlbuki Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Vedâ Hutbesi’nde;
“Ey insanlar!.. Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Allâh yanında en kıymetli olanınız, O’na karşı en çok takvâ sahibi olanınızdır. Arab’ın Arap olmayana -takvâ ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.”buyurmuş ve mü’minleri anlamsız çekişmelerden men etmiştir.
Fert ya da toplum fark etmez, tefrikanın girdiği her yerde ancak hezimet ve hüsran meydana gelir. İmandan neş’et eden İslâm kardeşliği aynı zamanda bir mesuliyet de gerektirir. Büyük velilerden Ebu’l-Hasan-ı Harakânî (kuddise sirrûh) hazretleri yaşadığı coğrafyanın vicdanî mes’ûliyeti ve ıstırabı içinde şöyle buyurur: “Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada birinin parmağına diken batsa, o benim parmağıma batmıştır. Birinin ayağına taş çarpsa, o benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben hissederim. Bir kalpte hüzün varsa o kalp benim kalbimdir.” Bu Allâh dostunun hissiyâtı, gerçek îmân kardeşliğinin ne güzel bir misâlidir.
Hakîki imân ve İslâm kardeşliği bu olduğu halde maalesef İslâm dünyasında bugün küçük büyük neredeyse her tarafta bir ayrılık ve tefrika belâsı yaşanmaktadır. Hatta haslar dairesi olarak bilinen tasavvuf erbâbı arasında bile az da olsa belli başlı problemlerin olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz. Allâh’a giden yolda yardımlaşmayı, dînî ve mânevî meselelerde birbirini desteklemeyi, kardeşinin eksikliğini telâfî etmeyi ve onun dert ortağı olmayı tercih etmek yerine birbiriyle didişerek enerjilerini hebâ etmek akıl karı olmasa gerek!
Tevhîd şuuruna ermiş mü’minler, kardeşlik ve vahdet sayesinde birbirlerinin dertleriyle dertlenir; tek bir vücuttaki azalar gibi birbirlerinin sancılarını yüreğinde hissederse İslâm kardeşliği inşallah dilde kalmaz. Ancak bunun aksi bir durum söz konusu olduğunda Müslümanlar zafiyete uğrar ve belâdan belâya sürüklenir giderler. Mukaddes bir emanet olarak bize intikâl edilen İslâm kardeşliğini, asr-ı saâdetin bir bereketi olarak değerlendirmeli, ona göre kıymetini bilmeliyiz.
İslâm kardeşliği sayesinde mü’minler; ırk, kavmiyet, meşrep ve mezhep gibi farklılıklara rağmen asırlarca birlik ve beraberliğin huzuruyla yaşamışlardır. Mü’minler arasında kardeşlik bağları çözülünce; din kardeşini hor görme, gıybet, çekişme, ihtilâf, tefrika söz konusu olur. İslâm kardeşliği çökünce bilmeliyiz ki hem mü’minler için hem de İslâm toplumu için –Allâh korusun- çok büyük kayıplara sebep olur. Birlik ve beraberliği baltalayan nefsânî ihtirasların, benlik dâvâlarının, siyaset ve riyâset kavgalarının, hiddet ve nefretin yegâne çaresi; Allâh’ın emrettiği İslâm kardeşliğinde buluşmaktan geçer. Âyet-i kerîmede bu husus şöyle ifade edilir:
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allâh’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz…” (Ali İmran 103)
Milletçe ve toplumca hem Rabbimizin hem de Peygamber Efendimizin sevgisini kazanmanın yegâne yolu, iman ve İslâm kardeşliğinin gereklerini hakkıyla yerine getirmekten geçer. Rabbimiz, birbirlerini Allâh için seven, koruyan, destekleyen mü’minlerin bu sevgilerinden râzı olur ve böyle yekvücût hâle gelmiş mü’min kullarını sever. Zira kutsi hadiste şöyle buyrulur: “Ben’im rızâm için birbirini sevenlere, Ben’im için birbirlerine ikrâmda bulunanlara, Ben’im için birbirlerine samimiyetle îtimâd edip dost olanlara, akraba ve dostlarıyla irtibatını kesmeyenlere ve Ben’im için ziyâretleşenlere Ben’im de muhabbetim tahakkuk etmiştir.”
Allah kalplerimizi muhabbet, uhuvvet ve şefkatle doldursun; nefsin ve şeytanın şerrinden muhafaza buyursun inşaAllah. (Âmîn.)
Cemâziyelevvel 1438 Şubat 2017