Cemaziyelahir 1436 (Nisan 2015)
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
İnsan ve cinlerin yaratılış amacı; Rablerini tanımaları, Rablerine itaat etmeleridir. Çünkü Allah (Celle Celalühü) bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾
“Ben ancak, cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım.” (1)
Rabbini tanımakla ve ona itaatle gerçek hayat olan ahiret hayatının saadetine kavuşmaktır. Yüce Allah (Celle Celalühü) bu amacı insan ve cinlere bildirmek için kitaplar peygamberler göndermiştir. Peygamberlerle dünya hayatının geçici olduğunu bildirmiştir. Bu dünya hayatı gerçek hayat olan ahret hayatını kazanmak içindir. İnsan dünyaya yemek içmek safahat yaşamak için gönderilmemiştir. Bilakis dünya ahiretin tarlasıdır. Dünyada o tarla iyi ekilip hakkı verilirse ekin döneminde iyi mahsul elde edilir. Şayet tarlanın hakkı verilmezse o tarlaya karşı duyarsız ve nankör olunursa ekin zamanında müflis bir şekilde mahsulden yoksun kalınır.
Peygamberler vahiyle insanların geliş ve yaşayış yolların tümünü belirlemişlerdir. Hatta peygamberlerin, Allah’ın (Celle Celalühü) emriyle ahiret amaçlı getirmiş oldukları nizamın, insanların dünya hayatına da faydalı olduğu malumdur. Dininin tüm emirlerini yerine getiren biri dünyasında da huzurlu olur. Dinini yaşamayan bireyler, dünyada da huzursuz, stresli, mutsuz olur.
Günümüz dünyasını biraz değerlendirelim. Bu kadar zenginlik ve sefahat olmasına rağmen insanoğlu niçin mutsuzdur? Niye hiçbir şeyden tatmin olmuyor? Cevabı ise; Allah ve peygamberin emirlerini hayatına tatbik etmemelerinden dolayıdır. Teknoloji insana ferahlık getirmedi. Bilakis gördüğümüz kadarıyla günahların bataklığına sokup onu tümden mutsuz etmiştir. İnsan, nefs-i emmaresinin esiri olmakla kalbindeki iman nurunu günahla karartıyor. O kalpteki karaltı insanı bunaltıp onu çaresizlik içinde bırakır. Hâlbuki iman ve ameli salihle kalbini nurlandıran biri, gelen her musibete karşı sabırla huzur bulur. Amel-i salih, ona huzur ve mutluluk verir. Akşama kadar Allah rızası için oruç tutup sevabını tek Allah’tan dileyen kişiye orucun açlığı haz verir. Diyebiliriz ki; dünyada en mutlu insan, dinini mükemmel yaşayan insandır.
Bilinmeli ki; Allah dostları tüm mesuliyet ve zahiri musibetlere rağmen herkesten daha mutlular. Teknoloji denildiğinde tv, internet gibi meşgul eden enstrümanlar akla gelir. Bunların zararları nelerdir? Televizyondan başlarsak zararlarını şöyle sıralayabiliriz: Ahlaksızlık, inançsızlık, İslam’da hurafe, güvensizlik, her türlü entrika, günahlara teşvik… Aile yapısını bozan her türlü mel’anet televizyonla toplumun her kesimine dayatılmaktadır. Hulasa bir evde televizyon varsa şeytanın yeri vardır. Ancak maalesef meleklerin yeri yoktur.
Her ne kadar son yıllarda İslami kanalların sayısı artmışsa da kişi bir evde nefsiyle baş başa kaldığı zaman nefsi onu muharip olan kanallara sevk eder. Hele ahir zamanda yaşadığımız müfsitler arasında nefsi emmareyi zabt-u rabt altına almak o kadar da kolay değildir. Bütün günahların alenen işlendiği günümüzde televizyon karşısında nefs-i emmareyi zaptetmek mümkün değildir.
Son yıllarda dışarıdan gelen tüm kötülüklerin İslam toplumuna dâhil edilmesi tv aracılığıyla olmuştur. Bu günün Müslümanlarının genç ve çocukları İspanya’nın futbolcularını, Amerika’nın da aktörlerini taklit edip hayranlık duymaktadırlar. Hâlbuki Allah’ın (Celle Celalühü) nazarında o kâfirler hayvan gibidirler hatta daha da alçaktırlar. Kâfirler bu araçlarla Müslümanların kalbinde yer edindiler. Yanlış kültür ve geleneklerini Müslümanlar içerisinde yaydılar. Bu şekilde Müslümanların ruhlarını istila edip kolayca kendilerine benzettiler.
Etrafımıza baktığımızda çok çarpık bir İslam topluluğu görmekteyiz. Eskiden devletlerin laiklik ideolojilerinden bahsederken şimdi ise İslami fertler laik oldular. Namazını kılar, orucunu tutar fakat günahlardan kendini korumaz. Dünyevi işlerinde faiz ve gayr-ı meşru alış verişlerden geri çekilmez. Sadece namaz ve orucuyla kendisinin iyi bir Müslüman olduğunu zanneder.
İnternetin zararlarına gelince televizyondan da daha zararlıdır. Cep telefonlarına kadar inen internet her çeşit ahlaksızlık, kirli bilgi, aileyi tahrip eden her türlü kötülük, bencillik, evliliğe karşı bir yaşam tarzı, fütursuzca insanlara aşılanmaktadır. Son yıllarda artan evlilik dışı ilişkiler, boşanma ve aldatmalar, internetin topluma getirdiği zehirlerdendir. Din adına çıkan İslami sohbet ve evlilik siteleri bozgunluğa hizmet etmekten başka bir şey değildir. Bunun zararı diğer sohbet sitelerinden çok daha fazladır. İnternetin zararları sayılmayacak kadar çoktur. Mutlaka iyi yönüyle değerlendirmek mümkündür. Ama geneli itibarıyla müfsittir.
Tüm bu teknolojik müfsitlere karşı alternatif yok mudur? Tabiî ki vardır. Elimizde lekesiz tertemiz tasavvuf metotları vardır. Bu metotlar Kur’an ve hadisten alınarak her dönemde derman olan prensiplerdir. Yeter ki seyr-u sülûk tatbik edilsin. Tasavvufta tatbik edilip ahiret hayatını dünya hayatına tercih etmeye sebep olan yolları birkaç maddede özetleyebiliriz:
Özellikle Nakşibendi tarikatında zikr-i hafiy’le (gizli zikir) kalp, günahlara karşı etkisiz hale gelir. Çünkü kalp; Allah, Allah dedikçe, o kalp Allah’ın istiva ettiği yer konumuna geçer. İmamı Rabbani (Kuddise Sirruhu) konuyla ilgili şunları söylemektedir:
“Mümin insanın zikreden kalbi, Allah’ın indinde Arş’tan daha efdaldır. Çünkü Allah (Celle Celalühü) zat ve sıfatıyla Arş’a istiva eder. Sıfat zatın istivasına gölge olur. Direk zat istiva etmez. Ama Allah’ı (Celle Celalühü) zikreden kalbe zat, sıfat olmaksızın istiva eder. Yani sıfat zat’ın istivasına gölge olmaz. Direk zat kalbe istiva eder. Dolayısıyla Allah’ı (Celle Celalühü) zikreden kalp Arş’tan daha efdal olmuş oluyor.”
Allah Allah diyen kalp etkisiz hale gelir. Dünyevi istek ve arzulardan iktidarsızlaşır.
Rabitatu’l-Mevt: Tasavvuf derslerinden bir tanesi de; daima ölümü hatırlamaktır. Her an ölüp yıkanıp kefenleneceğini, kabre konulup münker nekir tarafından sorguya çekileceğini hatırda tutup ona göre kendine çeki düzen vermelidir. Ölümü her an düşünen biri, insanı dünyaya bağlayan tûl-i emel’den uzaklaşır. Çünkü tûl-i emel insana ölüm ve ahireti unutturan, insanı dünyaya tam bağlayan şeytanî istek ve arzulardır. Ölümü daima hatırlamak ancak bu şeytanî hislerin üstesinden gelebilir.
Rabitatü’l-Üstad: Tarikatta üstad için iki çeşit rabıta vardır. Birincisi, belli vakitlerde yapılan rabıtadır. Bu rabıtada Allah’tan üstadın alnına gelen nur, müridin kalbine sirayet eder. İkincisi daimi rabıtadır. Yürürken otururken uyurken hulasa her hareket ve sükûnetinde üstadının yanında olduğunu hissedip ona göre davranışlarını düzeltmelidir.
Birinci rabıtada muhabbet-i şeyh oluşur. Bu muhabbet neticesinde fena fişşeyh oluşur. Bu da fena firrasûl’e geçmesine vesile olur. Fena firrasûl ise fena fillaha ulaşmasına vesile olur. Fena fillah makamında kişi Allah’tan başka hiçbir şey düşünmeyip masivayı tümden terk eder. Ayrıca Rabita-i üstatta birinci derece olan; fena fişşeyh makamı hâsıl olduğunda daha önemli olan tam teslimiyet hâsıl olur. Tam teslimiyet hâsıl olduktan sonra üstad tarafından verilen bütün vazifeleri yerine getirip seyr-u sülûkte istenilen seviyeye gelir.
Daimi rabıtanın ise çok büyük faydaları mevcuttur. Yalnızca bir iki tanesini sıralamakla yetinelim: Daima üstadını aklında bulunduran biri, daimi muhabbete nail olur. İkincisi ise en sevdiği birisinin yanında olduğunu hisseden kişi, günah yapmaktan hicap eder. Bir açıdan bu rabıta kişi ile günah arasında perde olur.
Murakabe: Allah’ı (Celle Celalühü) daima anmak, Allah’ın huzurunda olduğunu idrak etmektir. Tasavvufun en önemli derslerinden birisi Allah’a (Celle Celalühü) şekil vermeden onu anmak ve huzurda bulunmaktır. Yani zahiren dünyevi şeylerle meşgulken, kalbi Allah’a (Celle Celalühü) müteallik (ilişik, irtibatlı) olan kişilerdir. Onu en çok büyük zatlarda görebiliyoruz. Zahiren insanlar arasında ama kalbi bir saniye Allah’tan (Celle Celalühü) gafil değildir. Hulasa hangi dönem ve asırda olursa olsun ahiret hayatını dünya hayatına tercih etmek mümkündür. Her asırda toplumu dünyevileştiren unsurlara karşı alternatif olan manevi gıdalarla, yani muhabbetullah ve zikrullah ile gıdalanmak yolu mevcuttur.
Bu gün de dünyevileştirici unsurlar çok olmakla beraber alternatifi olan manevi boyutlar da mevcuttur. Allah (Celle Celalühü) dinini kıyamete kadar devam etmesi için göndermiştir. Belirli dönemlere has kılmamıştır. Allah’ın (Celle Celalühü) dinini idame ettiren hakiki varisler olan ehlulllah kıyamete kadar var olacaklardır. Yeter ki bizler onlardan istifade edebilelim.
Kaynakça 1 Zariyat, 52/56.