Caferilik daha çok Caferi Sadık’tan sonra siyasi bir mezhep olarak derlenmiştir.

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

İslam tarihinde nesebi, ilmi, tasavvufi yaşantı ve görüşleri itibari ile Cafer-i Sadık (Radıyallahu Anh) önemli bir yer teşkil etmektedir. Caferi Sadık nesebi itibari ile önem arz emesi, tâhir (temiz) bir silsileden gelmiş olması sebebiyledir.

Kendisi Muhammed Bakır’ın oğlu, Muhammed Bakır da Zeynel Abidin’in oğlu, Zeynel Abidin de Hazreti Hüseyin’in oğlu oda Hazreti Ali’nin oğludur. Aynı zamanda anne tarafında Hazreti Ebubekir’in (Radıyallahu Anh) torunudur.

Aşağıda gelen hadisi şerifler Cafer-i Sadığın nesebi açıdan önemini ve bu açıdan bir saygınlığı hakettiğini göstermektedir;

“Hazreti Fatıma benden bir parçadır.” “Sizin hayırlınız, benden sonraki ehli beyime iyi olanınızdır.” (Mecmeu’z-Zevâid) “Sırat köprüsünde en sabit olanınız ashabımı ve ehli beytimi en fazla seveninizdir.” (Bihâru’l-Envâr)

İlmi olarak üstünlüğü ise kendisinin müçtehit olması, aynı zamanda müspet ilimlerde fevkalade üstün bir seviyede olmasıdır. Cafer-i Sadık (Radıyallahu Anh) kendi zamanın tüm dini ve müspet ilimlerine vakıf idi. Bunu kendisinin yetiştirdiği talebelerden ve ortaya koyduğu eserlerden anlayabiliriz.

Tasavvufta ise kendisi manevi yaşantıda en yüksek zirvelerdeydi. Nakşibendi tarikatının piri olarak kabul edilen Cafer-i Sadık (Radıyallahu Anh) Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den sonraki tasavvuf abalarının beşincisi kabul edilir. Sünni toplumda büyük zat olarak kabul edilen Cafer-i Sadık (Radıyallahu Anh), görüşleri ile Ehl-i sünnet görüşleri arasında çok ciddi bir ihtilafın olmadığı açık bir şekilde görülmektedir. Ehl-i sünnet ve cemaat görüşleri ile Cafer-i Sadık’ın (Radıyallahu Anh) dini görüşleri arasındaki bir takım teferruattaki ihtilafları abartmamak gerekir. Bu tür ihtilaflar, dört mezhep arasında olabildiği gibi Ehl-i sünnet mezhepleri ile Cafer-i Sadık’ın (Radıyallahu Anh) görüşleri arasında da olabilir. Temeldeki ciddi ihtilafları Caferi Sadık’ın (Radıyallahu Anh) görüşlerinden daha çok Caferilik ile ehl-i sünnet mezhepleri arasında görmek gerekir.
Caferilik daha çok Caferi Sadık’tan (Radıyallahu Anh) sonra siyasi bir mezhep olarak derlenmiştir. Hatta Caferi Sadık’ın (Radıyallahu Anh) talebeleri fıkıhtan daha çok hadis ve diğer ilimlerle meşgul olduklarına dair rivayetler vardır. Buradan da anlaşılıyor ki dört mezhep imamları gibi meclislerinde bulunan talebeler, onun fıkhı görüşlerini yazıya geçirmemişlerdir.

Sıdıkla lakaplanan Hazreti Cafer Sıddık’ın (Radıyallahu Anh) adıyla da bağdaşmayan “Müslümanlara karşı takkiyyeye başvurması” gibi bir yanlışlığa düşmesi düşünülemez. Takva ehli olması itibari ile takvaya zıt olan nefsani arzuları yerine getiren bazı fetvaları vermesi de mümkün değildir. Dolayısıyla Nakşibendi ekolünde var olan teslimiyet, muhabbet, tevekkül, zikir, güzel ahlak, şeriat-ı ğarraya ittiba aşkı, aşkı ilahi ve benzeri hasletler onun gibi sadatların öncülüğünde neşet etmiştir.

Ayrıca Cafer-i Sadık (Radıyallahu Anh), Emevi dönemi dahil hiçbir siyasi harekete müdahale etmemiştir.

Emevi halifeleri kendisi gibi büyük bir âlimi gözetim altına almasına rağmen onda hiçbir muhalefet görmediklerinden onun ilmi çalışmalarına müdahale etmemişlerdir. Bundan da anlaşılıyor ki Emevi halifelerine karışmayan, onlar hakkında söz söylemeyen bir zat nasıl olurda Hulafa-ı Raşidin hakkında layık olmayan bir takım sözler sarf edip onların hilafetini inkâr eder. Hatta ondan şöyle bir rivayet vardır: Hazreti Ebubekir’in (Radıyallahu Anh) hilafeti Hazreti Peygamber Efendimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) geldiğinden dolayı silsile öyle olmayı kabul etmiştir.

Ayrıca Peygamber Efendimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sonra Nakşi tarikatının Hazreti Ebubekir (Radıyallahu Anh) ile gelmesi de bu durumu desteklemektedir. Çünkü tarikat adabı açısından Hazreti Ebubekir (Radıyallahu Anh), Hazreti Cafer-i Sadığın (Radıyallahu Anh) üstadıdır. Bir âlim kendi üstadını nasıl reddeder.

Tarikatta var olan teslimiyet metodu ise şu şekilde gerçekleşir: Bir müntesip, mensup olduğu üstada ve üstadın üstadına mutlak bir teslimiyet (itaat) gerçekleştirmesi gerekir. Üstat silsilesinde bulunan birine teslim olmayı reddederek bu teslimiyeti Peygamber Efendimize (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ulaştırmak mümkün değildir. Her halde Cafer-i Sadık (Radıyallahu Anh) bu hususa bizden daha çok vakıftı. Maalesef Cafer-i Sadık’ın (Radıyallahu Anh) vefatından çok zaman sonra Hazreti Ebubekir (Radıyallahu Anh), Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh), Hazreti Osman’a (Radıyallahu Anh) karşı ehl-i beyti ön plana çıkaran siyasi bir mezhebin kurucusu olarak lanse edilmiştir.

Cafer-i Sadık’a (Radıyallahu Anh) ehl-i beytin rivayet etmediği hadisleri kabul etmediği şeklinde kendisinde olmayan nice iftiralar atılmış, kendisine kabul edilemez birçok hurafeler nisbet edilmiştir. Bu gün ise Caferilik, daha çok Ehl-i sünnete karşı bir ekol, bir başkaldırı şeklinde telakki edilmektedir.

Daha önce bir takım siyasi güçlere karşı ehl-i beyti kullanan ve onları sürekli kendi siyasi emellerine ulaşmada bir vasıta olarak gören anlayış sanki bu gün hortlamış görünmektedir. Bu niyetlerini Nakşibendî tarikatının pirlerinden olan Hazreti Cafer-i Sadıkla (Radıyallahu Anh) yapmaktadırlar.

Caferi Sadık’ın (Radıyallahu Anh) iddia edildiği gibi kabul edilemez bir takım görüşleri olsaydı tarikat ehli ve mürşitleri mutlaka Cafer-i Sadık’tan (Radıyallahu Anh) ve görüşlerinden nasiplerini alırlardı. Ancak bir takım siyasi emellere ulaşma pahasına tarikat erbabları kendilerini kullandırmamışlardır. Bu bağlamda bu gibi tehlikelerden sürekli uzak kalmışlardır.

Ehl-i tarik olan İmam-ı Rabbani (Kuddise sırruhu), Şia mezhebini şiddetle tenkit edip;

“Asıl bunlar Hazreti Ali’ye hakaret ediyorlar. Çünkü onların bu siyasi fikirleri ile Hazreti Ali’nin pasif olduğunu, kendisini menfaat karşılığında sattığını iddia etmiş oluyorlar” demektedir. Hazreti Ali’nin (Keremallahu vech), Hazreti Ebubekir (Radıyallahu Anh) ve diğer iki halifeye biat ettiği malumdur. Çünkü Hazreti Ali (Keremallahu vech), ehl-i şûrâ olması hasebiyle bunun aksini düşünmek imkânsızdır. Biat etmeyen birisinin ehl-i şûrâ olması düşünülemez.

Ehl-i tasavvuf, Şialara yakın olduğu bölgelerde hep Şialar ile mücadele etmişlerdir. Yakın tarihte Seyyid Taha Nehiri’nin torunu Seyyid Ubeydullah (Kuddise sırruhu), Şialara meydan okuması onlara karşı her türlü mücadeleye girişmesi Cafer-i Sadığın Şia ile bir ilgisinin olmayıp tasavvuf ehli ile Cafer-i Sadığın (Radıyallahu Anh) bir olduğunu göstermektedir. Bu günkü Caferiler de var olan sahabe düşmanlığının Cafer-i Sadık’tan (Radıyallahu Anh) hâsıl olması mümkün değildir. Çünkü kendisi, tarih açısından Peygamber Efendimize (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yakın olması, aynı zamanda muhaddis olması hasebiyle sapkın bir takım düşüncelere sahip olması düşünülemez.

Aşağıda zikredeceğimiz hadisleri mutlaka bizden önce görmüştür.

“Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz.” (Beyhakî)

”Ashabım hakkında Allah’tan korkun. Benden sonra onlardan nefret etmeyin. Kim sevgimle onları severse bende onu severim. Kim onlardan nefret ederse bende ondan nefret ederim. Kim onlara eziyet ederse bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden Allah’a eziyet etmiş olur. Allah’a Eziyet eden cehenneme atılmaya yakındır.” (Tirmizi)

Bu hadisleri gören peygamber torunu Cafer-i Sadık’ın (Radıyallahu Anh) bu günkü Caferiliğin lideri olması mümkün değildir. Tevaturen Hazreti Ali’den şöyle rivayet edilmiştir: “Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer, bu ümmetin en efdalidir.” Yine Buhari’de geçen bir rivayette Hazreti Ali (Keremallahu vech) şöyle buyurmuştur:

“Efendimizden sonra insanların en efdali Hazreti Ebubekir sonra Hazreti Ömer sonra başka bir adamdır.”

Oğlu Muhammed, sonra sen misin? diye sorunca Hazreti Ali (tevazu ile)“ben ancak Müslümanlardan bir adamım.” der.

Ahmet bin Hanbel’in rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) , Hazreti Ali’ye şöyle demiştir:

“Sende Hazreti İsa’nın örneği vardır. Yahudiler gibi annesine zina iftirasında bulunacak kadar bir taraf ona aşırı düşman olurken diğer taraftan Hıristiyanlarda olduğu gibi Hazreti İsa’ya Allah’ın oğlu sıfatını izafe ettiler.”

Daha sonra Peygamber Efendimiz’ in bu sözleri, tarih sahnesinde Hariciler ve Rafiziler tarafından icra edildi. Hariciler Hazreti Ali’ye duydukları kin, nefret ve düşmanlıkları onu insafsızca şehit edecek kadar ilerlemişti. Öte yandan Rafiziler Hazreti Ali’yi (Keremallahu vech) yüceltmede ve kutsallaştırmada İslam’ın kabul edemeyeceği seviyeye kadar getirdiler.

Hazreti Ali’den(Keremallahu vech) şöyle bir rivayet nakledilir:

“Benim hakkımda iki sınıf insan helak olmuştur. Beni aşırı sevenler. Bir de benden aşırı nefret edenler.”

Ehl-i sünnet vel cemaat, Hazreti Ali’yi (Keremallahu vech) çok sevmişler, O’nu severken uluhiyet ve nübüvvet makamlarına oturtmamışlar. Onu severken diğer Hulafa-ı Raşidin’i zem etmemişler. Onu dördüncü halife olarak kabul etmişlerdir. İmam-ı Rabbani (Kuddise sırruhu), Rafizilerin; “Ehl-i sünnet, Hazreti Ali’yi sevmiyor” iddiasına karşı şöyle cevap vermektedir:

“Ehl-i sünnet, Hazreti Ali’yi sevmiyor diyen insanlardan daha cahil kim olabilir. Ehl-i sünnet, Hazreti Ali’ye hak ettiği makamı layık görmüştür. Onu severken diğer sahabeleri de sevmişler, oysa Rafiziler, Hazreti Ali’ye korkaklık, hakkı ketmetmek, makamını satmak gibi zilleti gerektiren vasıfları vermişlerdir. Diğer sahabelere de ihanet, zülüm gibi layık olmayan sıfatları nisbet etmişlerdir.”

Ondan rivayet edilen bir takım hurafeler ve batıl düşünceleri ona nisbet etmek konusunda biraz insaflı olmak gerekir. Çünkü her şeyden önce Cafer-i Sadık (Radıyallahu Anh), evlad-ı rasül ve büyük bir âlimdir. Dolayısıyla bu gibi düşünceleri bundan beklememek lazım. Belki kendisine izafe edilen bir takım İslam dışı fikirler, ona bir iftira mahiyetindedir.

Bu bağlamda en güzel söylenecek şey, çağdaşı olan Ebu Hanife’den neyi bekliyorsak Cafer-i Sadık’tan da (Radıyallahu Anh) onu beklemeliyiz. Kesinlikle Hazreti Ali (Keremallahu vech), nesebini yüceltecek, onları kutsallaştıracak hiçbir oluşumun içinde olmadığı gibi böyle oluşuma da ilham kaynağı olmamıştır.

Bazı sosyologların Cafer-i Sadık’ın (Radıyallahu Anh) böyle bir ekolun kurucu olduğu iddiaları da doğru değildir.

 

Cemaziyeevvel 1435 (Mart 2014)

WhatsApp'ta paylaş