Dua; kişinin kendisinin ne kadar zelil, asi ve muhtaç olduğunu bilmesi ve göstermesidir.
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Yüce Allah’ın (Celle celaluhu) bizlere olan ihsan ve faziletlerinden bir tanesi de; bizleri duaya yönlendirmesidir. Yüce Allah (Celle celaluhu) duayla ilgili olarak bizlere Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
“Bana dua ediniz ki, kabul edeyim.” (Mü’min: 60).
Dua, küçüğün büyükten isteyip ihtiyacını dile getirmesidir. Bizler duada istek ve taleplerimizi Allah’a (Celle celaluhu) iletiyoruz: “Ey Allah’ım! Hastam var şifa ver; Ey Allah’ım! Günahkârız bizi affet; Ey Allah’ım! Sana ibadet ediyoruz kabul eyle; Ey Allah’ım! Bizi cehennem ateşinden koru; Ey Allah’ım! Beni kabir azabından muhafaza eyle” diye Yüce Allah’dan (Celle celaluhu) talep edip dileniyoruz. Buna mukabil Allah (Celle celaluhu) da yukarıdaki ayette ifade ettiği gibi; “Ben de dualarınızı kabul edeceğim” demektedir.
İmam-ı Gazali (Rahmetullahi Aleyh) duanın kabulü için on şart ileri sürüyor. Yani insanın Allah’dan (Celle Celaluhu) bu şartlar dâhilinde istemesi gerektiğini bildiriyor. Bu şartlardan bir tanesi; özel zamanları seçmektir. Mesela Arefe günü Arafat’ta yapılan dualar red olunmaz. Allah (Celle celaluhu) burada yapılan duaları mutlaka kabul eder.
Ramazan ayında, Cuma gecesi ve Cuma günü duanın kabul edildiği zamanlardan bir tanesidir. Bu kısma dâhil olan zamanlardan biri de; gecenin son üçte birlik bölümüdür. Çünkü gecenin son bölümünde teheccüde kalkılıp yapılan dua mutlaka kabul edilen dualardandır. Onun için Nakşibendi meşayihımız teheccüde kalkmayı seyru sülükte bulunan müritlere ders olarak telkin etmişlerdir.
Nakşibendi tarikatının büyüklerinden olan İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhu), teheccüd namazını salikler için tarikatın bir vacibi olarak görüyor. Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) gece kalkıp ibadetini yapardı. Bu arada fecirden hemen önce kendisini uyarması için birini tayin etmişti. Çünkü Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh), dualarını tam o vakitte yapardı.
İmam-ı Gazali’nin zikrettiği, duanın kabul edildiği zamanlardan bir tanesi de; secde anında yapılan duadır. Bununla ilgili Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
“Kulun Allah’a (Celle Celalühü) en yakın olduğu an secde anıdır.” ( Müslim, Salât: 215 )
Bu anda, yani secde anında dua etmek gerekiyor. Hangi dilde olursa olsun, ne biliyorsa o şekilde dua etmesi gerekir. Gazali’nin (Rahmetullahi Aleyh) duanın kabulü için önemli gördüğü vakitlerden bir tanesi de; yağmurun yağdığı zamandır.
Yine Gazali (Rahmetullahi Aleyh) namaz esnasında, namaza başlarken, bir de namazdan sonraki zamanları da duaların kabul edildiği zamanlar olarak zikretmektedir. Dua ederken ellerini açmak, kıbleye doğru yönelmek ve dua bittikten sonra elleriyle yüzünü meshetmek, duaya hamd ve salavatla başlamak, dua bittikten sonra tekrar hamd ve salavat getirmek duanın âdâb ve erkânındandır.
Duanın kabul edilmesinin şartlarından birisi de; insanın sesini fazla yükseltmemesidir. Bununla beraber dua eden insan fazla da sessiz dua etmemelidir. Kişi sesli ile sessiz arasında bir ses çıkararak, haddi aşmayarak duada bulunmalıdır. Kişi, fesahat ve belagat endişesi gözetmeden bir anlamda fakr ve zillet lisani ile duada bulunmalıdır. Hatta ulema, insanın duasını çok uzatmaması gerektiğini söylemektedirler.
Alimlere göre dua şu ayet-i kerimede geçen dua kadar olmalıdır;
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
“Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara: 286)
Yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi dua yapılırken huşu içerisinde Allah’tan korkarak ve Allah’a karşı fakrının bilincinde olarak dua edilmelidir:
ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
“…Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.” (A’raf: 55)
ayetinde ifade edildiği gibi bir taraftan Allah’tan korkarken diğer taraftan da Allah’ın rahmetini umarak dua edilmelidir. İnsan dua ederken aklı başında ve bilinçli bir şekilde dua etmelidir. Bazen kişi elini açıyor ve ezberlemiş olduğu dua metinlerini okuyor, ancak aklı fikri başka yerdedir. Duanın kabulünün şartlarından bir tanesi de: o duanın kabul edileceği ümidiyle yapılmasıdır. Duanın kabulünden ümitvar olmayan bir insanın duası da beyhudedir.
Bir insan dua yaparken huşu içerisinde olmalı, yaptığı duanın anlamını bilip o duanın Allah (Celle Celalühü) tarafından mutlaka kabul edileceğini umarak dua etmelidir. Dua yapmadan önce tevbe edip bundan sonra bir daha günah işlemeyeceğine dair söz vermelidir. Tevbe yaptıktan sonra yaptığı duada çok ısrarlı olmalıdır.
Bir insanın duasının kabul olmasının şartlarından birisi de: Kişinin kendisini kul haklarından arındırmasıdır. Kendisinde kul hakkı varsa, mutlaka ilgili kişiyle helalleşmelidir. Duanın kabulü için kişi haramdan uzak durmalıdır. Çünkü bir insanın yiyeceği haramsa o kişinin duası kabul olmaz. İmam-ı Gazali (Rahmetullahi Aleyh) şöyle buyuruyor: Dua kişi için kalkan gibidir nasıl ki karşıdan gelen oka karşı kalkan kişiyi koruyorsa, gelebilecek bela ve musibetlere karşı da dua insanı korur. Mesela ülkemiz ve İslam âleminde duası kabul olan çok salih kişi mevcuttur. İslam âlemine gelen veya gelebilecek musibetler kim bilir onların dualarıyla defolur.
Ülkemizde yakın zamanda gelen fitne ve fesat eğer o salih insanların manevi güç ve duaları olmasaydı -Allah muhafaza etsin- o fitnenin gelme ihtimali olabilirdi.
Hatta şöyle rivayet edilir: Rus harbinde Ruslar Bitlis’i işgal ederken Şeyh Muhammed Diyaeddin Hazretleri (Kuddise Sirruhu), maiyetinde bulunan askerlere manevi güç elde edebilmek için devamlı tevbe ve duayı emrederek şöyle diyordu:
“Şu an fitne var. Ruslar bölgemizi işgal etmişler, bunları ancak manevi güç ile geri püskürtebiliriz. Yoksa onların tank, top ve modern silahlarına karşı biz elimizde olan küçücük silahlarla onları def edemeyiz.”
Tarihte pek anlatılmamakla beraber Şeyh Diyaeddin Hazretleri (Kuddise Sirruhu) Mutki bölgesinde, meşhur Ömer dağında askerlere manevi eğitim veriyordu. Ruslara hücumdan üç gün önce askerlere hep dua, tevbe, istiğfar yaptırıyordu. Üç günün sonunda sabah namazından sonra bu manevi güçle Rus askerlerine hücum ediyorlardı. Bu saldırılar karşısında Ruslar neye uğradıklarını şaşırıp geri çekilmek zorunda kaldılar. Hazret (Kuddise Sirruhu) Rusları Tatvan-Ahlat mıntıkasından geçirerek Van gölüne atarlar. Bu durum olağanüstü bir şeydir. Normal zahiri bir güç onları bu şekilde mağlup edemez. Çünkü Ruslar o dönemin şartlarında en donanımlı bir ordu ve silaha sahiptiler. Fakat manevi güç onları darmadağın etti. Bu da dua ve salih amellerle elde edildi. Yukarıda ifade ettiğimiz vasıflara uygun yapılan hiçbir dua geri çevrilmez, mutlaka kabul olur.
Bazen hastamız olunca dua ederiz ancak bir zaman sonra hastamız vefat eder. Bizde duamızın kabul olmadığını düşünürüz. Hâlbuki o kişi için ecel vakti gelmişti ve o vefat edecekti. Ona yapılan dua boşa gitmez, mutlaka ahireti için amel defterine sevap olarak yazılır. Onun için hiçbir zaman duadan ümidimizi kesmemeliyiz.
Dua bir rahmettir; Yüce Allah’ın (Celle Celaluhu) lütf-u keremidir. Allah’ın (Celle Celaluhu) rahmetinden, mağfiretinden ve nimetlerinden ümitsiz olursak, bizim başımıza bir sürü bela gelir. Biz Yüce Allah’ın (Celle Celaluhu) kullarıyız. Eğer ona iyi kulluk yaparsak, gerçek kul olursak Allah da bizim yardımcımız olur. Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği gibi;
وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ
“Allah, müminlerin velisi ve yardımcıdır.” (Âl-i İmran: 68)
Kur’an’da ifade edildiği gibi Müminler, rablerine hakkıyla iman ettikten sonra O’nun râzı olacağı sâlih amel işlerler. Bundan dolayı da Allah onlara velî olur. Kur’an’da belirtilen yardım mutlaka tecelli edecektir yeterki biz duaya layık olan kimselerden olalım. Ayrıca Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Dua aynı zamanda ibadettir.” (Ahmed ibni Hanbel, Müsned)
Dua ettiğimiz zaman bir taraftan Allah’a (Celle Celaluhu) olan ihtiyacımızı dile getirirken diğer taraftan da bize sevap yazılır. Bir insan nasıl namaz kılarken sevap kazanıyorsa dua ederken de sevap kazanıyor.
İmam-ı Gazali’nin (Rahmetullahi Aleyh) duanın kabulü için saydığı şartlarında bir tanesi de şudur: Yapacağımız dua makbul olan dualardan olmalıdır. Yani Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yaptığı ve ayetlerde geçen dualardan olmalıdır. Kur’an’da geçen ve Peygamberimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) rivayet edilen bir çok dua vardır. Sünnet olan bu dualarla dua etmektir. Dünyevi bir dua olmamasına özen gösterilmelidir. “Ey Allah’ım! Bana araba ver, ev ver gibi bir duadan daha çok uhrevi bir dua olmalıdır.
Hazreti Enes’ten (Radıyallahu Anh) nakledilen bir rivayette Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) en çok ettiği dua şöyledir:
“Allah’ım! Bize bu dünyada iyilik ve güzellik, âhirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi rahmetinle cehennem azabından koru.” Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi duanın her ne kadar uhrevi olanı daha evlaysa da hem dünya hem de ahireti kapsayacak şekilde de olabilir;
“Ey Allah’ım! Bana ilim ve mal ver; Senin yolunda harcayayım, evlat ver; senin yolunda yetiştireyim” diye yapılan dualar en güzel dualardır. Yine dualarda kabir azabından kurtulmayı, ahirette iyiliği, cennet bahçelerinden bir bahçe istemek gerekir.
Dualarımızda Mahşer gününün afet ve zorluklarından kurtuluşu, sırat köprüsünden sorunsuz geçmeyi istemek, tavsiye edilen dualardandır.
Tarık bin Eşyem (Radıyallahu Anh) şöyle rivayet ediyor: Bir adam Müslüman olduğu zaman Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) evvela ona namazı öğretirdi, sonra;
“Ey Allah’ım! Beni affet, mağfiret et, hidayet buyur ve bana rızk ver” şeklinde dua etmesini emrederdi. (Müslim)
Yine peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yaptığı dualardan bir tanesi de şudur:
“Ey Allah’ım! Ey kalbleri çeviren yüce Allah’ım! Bizlerin kalbini taatın üzerine çevir. Benim kalbimi hidayete çevir.” (Tirmizi, Deavât, 3522)
Her halükarda Müslümanlar mutlaka dua etmeliler. Müslüman duanın vaktini bilmelidir. Çünkü dua aynı zamanda Allah’a (Celle Celaluhu) yönelip Allah’ı (Celle Celaluhu) anmaktır.
Dua; kişinin kendisinin ne kadar zelil, asi ve muhtaç olduğunu bilmesi ve göstermesidir. Eğer bir insan dua etmiyorsa zımnen şunu demektedir:
“Ey Allah’ım! Benim duaya ihtiyacım yok, ben kendime güvenmekteyim. Sorunlarımı kendim çözerim, sana ihtiyacım yoktur.” Bu da -Allah korusun- büyük bir felakettir. Kişi, Allah’a (Celle Celaluhu) muhtaç olduğunu unutmamakla beraber O’na karşı fakir ve zelil olduğunu bilmelidir. Bu durumunu bilen şahıs için dua, Allah’a bir yöneliş, iltica ve sığınmadır. Toplum olarak böyle olduğumuz zaman kimse sırtımızı yere getirip bizi mağlup edemez.
İslam milleti olarak daima Halikımızı (Celle Celaluhu) bilmemiz gerekir. Bir an bile ondan gafil olduğumuzda fitne fesad olur. Allah (Celle Celaluhu) bizi fitne ve fesattan muhafaza eylesin, bizi duayı bilen, duanın şartlarını uygulayanlardan eylesin. Amin.
Zilhicce 1437 (Eylül 2016)