أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Ehl-i sünnet ve cemaat akidesinin esasları, selef-i salihinden sahabelere onlardan da direk Kur’an ve Peygamberimize dayanıyor. Bu akide, selef-i salihinden günümüze kadar sahih kaynaklardan bizlere aktarılmıştır. Temeli kuvvetli olan ehl-i sünnet akidesi, Müslümanlar arasında birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunu yerleştirmeyi temel esas olarak almaktadır.

Ehl-i kıble, bidat ehlini temsil eden fırkaları bile İslam çerçevesinden çıkarmamıştır. Meşhur ehl-i sünnet âlimlerinden olan Allame Molla Halil el-İs’irdî (Siirt) şöyle buyurmuştur:
Ehli kıbleyi (Müslümanları) kâfir görme. Onlardan (Müslümanlardan) açıkça küfür görmedikçe. Ehl-i sünnet, kolay kolay insanları tekfir etmeyip ehli bidatten hasıl olan tekfir edici durumları bile te’vil ediyor.

Bunu sosyolojik olarak analiz ettiğimizde ehl-i sünnetin bidat ehlinden sadır olan küfre hamledilebilecek durumları tevil etmesi, Müslümanlar arasında şikak ve hilaf gibi nahoş şeylerin önünü kestiği görülmektedir. Tarihte ehl-i sünnet ile harici ve mutezile arasında İslam kardeşliği açısından ne kadar büyük bir fark olduğu görülmektedir.

Ehl-i sünnet, büyük günah işleyenleri tekfir etmeyip velev ki tevbe etmese bile onunla ilgili durumu yüce Allah’a havale etmişlerdir. Yüce Allah ister affeder, isterse günahına göre muamele eder. İmamı Eşari meseleyi bir adım ileri götürerek, Yüce Allah’ın vaîdinden (ceza ve tehdid) dönebileceği ve büyük günah işleyenlerin cehenneme girmeyebilecekleri şeklinde görüş beyan etmiştir. Yine ehl-i sünnete göre tevbe edenler ise icmaen cennete gireceklerdir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selllem) büyük günah işleyenler için şefaat edebileceğini şu hadiste ifade ediyor:

إِنَّ شَفَاعَتِي يَوءمَ الْقِيَامَةِ لأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي 

“Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” (Tirmizi: 2436)

Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Selllem) vefatıyla başlayan hilafetin kime verileceği hususundaki tabii tartışmaların daha sonraları kimilerince Hazreti Ali’nin haksızlığa uğradığı düşüncesi bağlamında siyasi ve akaidle ilgili ayrılıklar ortaya çıkar. Bu bağlamda şiaya göre devlet başkanlığı seçimle olamaz. Devlet başkanlığı Şia’ya göre Peygamberlikte olduğu gibi Allah’ın tayin etmesiyle mümkün olmaktadır.

Hazreti Ali, Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Selllem) işaretiyle halifelik için ilahi tayine mazhardır. Bunun dışındaki tüm seçenekler Şia’ya göre mümkün değildir. İslam tarihinde tekfir anlayışının temelini oluşturan önemli hususlardan birisi de meşhur “hakem” olayıdır. Hazreti Ali ve Hazreti Muaviye arasında çıkan hilafet çekişmesine, Müslümanlar arasında var olan tefrikaya son verip Müslümanların birlik ve beraberliğini sağlamak için hakem tayini usulüne başvurulur. Sözde Hazreti Ali taraftarlarından bazıları Müslümanlar arasında birliği sağlayacak hakem olayından hemen önce “hüküm sadece Allah’a aittir.” Deyip hem Hazreti Ali hem de bu hakem olayını kabul eden herkesi küfürle itham etmişlerdir. Ancak o gün olduğu gibi bu gün de İslam âleminde var olan tefrika masumane ortaya çıkmamıştır.

O gün İslam âlemini yok etmenin en kestirme yolu Müslümanlar arasına siyasi, sosyal ve akaid alanında bir birlerine düşürmekti. İslam düşmanları bu tefrikayı haricilerin eliyle yaptılar. Kısmen de başarılı oldular. Bugün İslam âleminde var olan tefrika ve sıkıntılar yine aynı oyunun sahnelenmesidir.

Hariciler, tekfirciliği sembol edinmişlerdir. Onlar, büyük ve küçük günah fark olmaksızın hepsini büyük günah kategorisinde kabul etmişlerdir. Onlara göre büyük günah işleyenler de kafirdir. Dolayısıyla hariciler, Müslümanlar arasında kan dökmeye vesile olmuşlardır. Mutezileye gelince büyük ve küçük günahları birbirinden ayırmışlardır. Onlara göre büyük günah işleyen biri imandan çıkar fakat küfre girmez. Haricilere göre günah işleyenler, kâfirler gibi ebediyen cehennemde kalır.

Mutezileye göre büyük günah işleyenler, ebediyen cehenneme girer yalnız kâfirlere verilen azabı görmezler. Belki fasıkların gördükleri azabı görürler. Onların bu görüşüne göre Müslümanların birçoğu kâfir olup onlarla mücadele etmek cihattır. Ancak tarihte de görüldüğü gibi bu tür fikirler İslam âlemi arasında fitne fesada yol açtığı gibi bu tür fikir sahiplerinin de ahiret hayatını tehlikeye atmıştır.

Yine tarihte bu fikirlerin güçlü olduğu dönemlerde İslam topraklarında kan dökmeye vesile olmuşlardır. Ancak o dönemlerde dünya genelinde Müslümanlar hâkim oldukları için İslam düşmanları bu tür akımların içine bu günkü kadar sirayet edemiyorlardı. Dolayısıyla günümüzde görüldüğü gibi yayılamıyorlardı.

Globalleşen dünya düzeni hâkimleri, bu akımları fırsat bilip bir taraftan onları güçlendirdiler bir taraftan da kendi amaçları doğrultusunda kullandılar. Bununla yetinmeyip bu fırkalar vesilesiyle dünyaya İslam’ı kötü göstererek İslam’ın önüne set çektiler. Müslümanların siyonizme köle olmalarının nedeni bu tür akımların sapkın fikirlerinin Müslümanlar arasında yaygınlaşmasıdır.

Ehl-i sünnet Müslümanları da dahil, neredeyse dünyadaki tüm Müslümanlar bu yanlış akımlardan etkilenmişlerdir. Irkçılık ve haricilik Müslümanlardan bazılarının ruhunda yerleşmiştir. Son ikiyüz yıl İslam’ın batıya karşı zayıf düşmesiyle Siyonistler bu akımları kullanarak hem Müslüman alemini yok ettiler.

İslam düşmanları yeni silahlarını Müslümanlar üzerinde yine Müslümanların eliyle yapıyorlar. Küfür devletlerinin Akdeniz’de cirit atmaları biz Müslümanları bir türlü uyandırmamaktadır. Halbuki bizi tek ümmet haline getiren ehl-i sünnet akidesi bizim için yeterlidir. Bu gün daha iyi anlıyoruz ki Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selllem)’den bize gelen inanç bu inançtır.

Bazı selefi din adamları bu günkü kötü ortamı görerek gençlerini bir arada tutmak için onlara hoş görülü olan ehl-i sünnet akidesini bir şekilde hatırlatmaktadırlar. Onlar da anladılar ki bu yanlış akımlarla gençlerini zayi edecekler. Bu işin üstesinden gelmek için kerhen de olsa kucaklayıcı olan ehl-i sünnet akidesine yavaş yavaş yönelip talebelerine okutuyorlar.

Bu sene Hacda bütün Müslümanların birlik ve kardeşlik için susadığını tek çarelerinin birlik ve beraberlik olduğunu müşahede ettim. Hemen hemen tüm Müslümanlar kendi önderlerinden ittifak beklentisi içerisindedirler. Sanki herkes şunu diyordu: Hepimizi birleştirebilecek bir akide yok mu? Farkına varmadan herkes Müslümanların üzerinde ittifak edebileceği ehl-i sünnet ve’l-cemaate işaret ediyordu.

Günümüzde yeni çıkan modernist akımlar, haricilik yolunda gittiklerini kabul etmeseler bile onlardan daha fazla tekfircidirler. Çünkü hariciler günahlardan dolayı Müslümanları tekfir ederken bu yeni akımlar boş gerekçeler göstererek Müslümanları tekfir ediyorlar. Mesela laik bir devlette okul okumanın bile tekfire sebep olduğunu iddia ederler.

Onların bir başka sapıklıkları ise Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Selllem)’in hadislerine yaptıkları iftira ve inkarcılıktır. Bir başka sapık ekol ise Mekke’de putlara ubudiyet bakımından tapanlar hakkında nazil olan ayetleri, özellikle bugünkü mürşitleri kapsayacak şekilde anlayarak Müslümanları tekfir ediyorlar.

Hulasa hariciler, günahlardan dolayı Müslümanları tekfir ederken bu yeni modernistler, boş şeyleri gerekçe göstererek tekfir ediyorlar. Bu tür ekoller ve akımlar İslam dünyasına kan ve gözyaşı dışında bir şey kazandırmadılar. Bugün İslam dünyasında, ilk mezhep ve meşrep savaşları yapılıyor. Her kesim kendini haklı bulup Müslüman kardeşlerinin kanını döküyor. Allah korkusu bir yana insani açıdan da merhamet göstermiyor.

Bu Müslümanlar iki elle ırkçılığa sarılmıştır. Halbuki mensup olduğumuz İslam dini ırkçılığı kökünde ret etmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selllem):

لَيْسَ مِنَّا مَنْ دَعَا إِلَى عَصَبِيَّةٍ، وَلَيْسَ مِنَّا مَنْ قَاتَلَ عَلَى عَصَبِيَّةٍ، وَلَيْسَ مِنَّا مَنْ مَاتَ عَلَى عَصَبِيَّةٍ

“ırkçılık yapan bizden değildir”demesine rağmen ırkçılık yapanlar, İslam’ın bir gereğiymiş gibi İslam’a mal etmekteler. Vahim durum da budur. Günümüzde yapılan bütün hataların İslam adına yapılmasıdır.

Halbuki İslam’ın gerçek temsilcisi ehl-i sünnet bütün Müslümanları kucaklayıp birlik ve kardeşlik ruhunu gerçekleştirmektedir. Çünkü ehl-i sünnet fikri meşhur Üsame hadisini metod olarak almaktadır.

Üsame bin Zeyd’ten rivayet edildiğine göre savaşta Müslümanları şehit eden birine hücum eder. Tam kılıç kafasına vuracağı sırada o şahıs şehadet getirir fakat Üsame onu öldürür. Savaştan sonra Usame olayı peygamberimize anlatıyor. Peygamberimiz ona kızarak şöyle der; “o kişi “Lâ ilâhe illallah” demesine rağmen sen gene onu öldürdün mü?” diye sorunca Üsame: “o şahıs korktuğu için şahadet getirdi.” deyince Peygamberimiz; “sen onun kalbine girdin mi kalbinde ne vardı?”Bunu Peygamber Efendimiz o kadar çok tekrar etikti Usame imanımdan şüphelendim demektedir. Bu olaydan sonra Lâ ilâhe illallah diyen hiç kimseyi öldürmediğine yemin ettiğini söylüyor. (Hadisin aslı için bknz: Buhari: 6872)

Gerçek şu ki; tekfir edenlerin öne sürdüğü delillerin hepsi ehl-i sünnet ve’l-cemaate göre bir temeli olmayıp Kur’an’a göre reddedilmiştir. İnsanları küfürle itham etmenin dini, siyasi toplumsal ve psikolojik sebepleri bulunmaktadır.

Kanaatimizce küfre götüren hususlar şöyle sıralanabilir: Dinde farz olan bir şeyin farz olmadığını iddia etmek. Örneğin hac, zekat, namaz, oruç gibi bir farzın farz olmadığını iddia etmek… Haram olan bir şeyi kasten helal kılınması. Örneğin zina, faiz, kumar ve içki gibi kesin delillerle sabit olan şeyleri helal kabul etmek. İmanın şartlarından olan Kur’an’da geçen Allah, melekler, bütün kitaplara ve peygamberlere, ahirete ve kadere inanmamak… Elfaz-ı küfür de dinden çıkarır. Biri Allah’a Kur’an’a veya meleklere küfür ettiğinden de dinden çıkar. Allah’a şirk koşarak ondan başka ilah olduğuna inanmak. Allah’tan başkasına ibadet etmek.

Kanaatimizce insanları tekfir etmenin sebepleri arasında aşağıdaki hususlar yer almaktadır:

Nasların sadece zahirine takılıp kalmak. Bu tür insanlar hükümlerin sebeplerini göz ardı etmektedirler. Bunlar nassın niçin ve neden indiğinin öneminin olmadığını savunurlar. Nassı anlamak için zahiri yeterlidir.

İslam’ı tebliğ için ortaya çıkan cemaat ve fırkaların birbirlerini çekemeyip bir birlerini küfürle itham etmeleri.

İslam düşmanlarının İslam toplumunda tefrika oluşturmak için tekfir anlayışını özellikle İslam aleminde yaymaları.

Dinde hüküm çıkarma istidadında olmayıp dinden hüküm çıkarmaya kalkışmak.

Âlim ve fakih olmayan insanlar bir fakih gibi dinden hüküm çıkarıp insanları tekfir edebiliyorlar.

Rebi’ul-Ahir 1437 (Ocak 2016)

WhatsApp'ta paylaş