أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Rahman Ve RAhim Olan Allah’ın Adıyla;

Tarihte Hazreti Âdem’den günümüze kadar hak ve batıl mücadelesi devam etmiştir. Hak galip geldiği dönemlerde dünyada huzur ve refah her tarafı kaplamış, batılın önde olduğu dönemlerde karanlık ve huzursuzluk yerini bulmuştur.

Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) döneminde adalet ve asayiş önde olduğundan dolayı o dönemde fetihler hızlı bir şekilde dünya da yayılıyordu. İslam ordusu ve tebliğciler gittikleri yerlerde mutlaka iyi bir sonuç elde ediyorlardı. O dönemde Bizans ve İran gibi güçlü imparatorlukları bile mağlup ediyorlardı. Ayrıca Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) döneminde İslam toprakları genişlemekle beraber ekonomik açıdan da büyük gelişmeler sağlandı. Müslümanlara maaş bağlandı, Müslümanların refah düzeyi artırılarak, Müslümanların ticarette ilerleyerek zengin olmaları sağlandı. Tabi ki tarihte görüldüğü gibi hangi dönemde Müslümanlar zengin olmuşsa sefahat ve çatışma ortaya çıkmıştır.

Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) bunu fark etmişti. Çatışma ortamına hep dikkat ediyor ve olmasından korkuyordu. Kendisi mütevazı yaşantısı ve devlet idaresindeki iyi yönetimiyle kendi döneminde çatışmayı engellediği gibi kendisinden sonra buna dikkat edecek halifeyi de iyi seçmeye çalışıyordu. Kendisinde, seçeceği halifenin adaleti sağlamaması durumunda sorumlu olma hissiyatı mevcuttu. Hatta zaman zaman kendini, döneminde haberi olmaksızın yaşanacak haksızlıktan sorumlu tutuyordu.

Kendisinin bir gün hutbe okurken elbisesinin on iki yerinde yama olduğu görülmüştü. Kendisi böyle olmasına rağmen Ya Rab canımı al demeye başlamıştı. Hatta bir gün ağlarken etrafında bulunan insanlar sebebini sordular, kendisi
“Niye ağlamayayım, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa korkarım Allah (celle celaluhu) bunun hesabını benden sorar.” Diye cevap verdi.

Bundan dolayı güvenlik ve asayişi bizzat kendisi sağlamaya çalıştığı için geceleri sokaklarda gezerdi. Korkusu onun döneminde zenginliğin getirdiği şahsi menfaat, fitne ve kargaşaydı. Çünkü Hazreti Ömer (Radiyallahu anh) Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vessellem) gayb ile ilgili meşhur sözünü biliyordu.

Efendimiz (sallallahu aleyhi vessellem)
“Ümmetim düşmanlarına üstün gelerek Mekke, Yemen, Kudüs ve Şam’ı alacaklar ve Kisra ile Kayser’in hazinelerini bölüşecekler ve aralarında kargaşalık, ayrılık ve nefsaniyetler çıkarak eski hükümdarların yoluna girecekler ama Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) zamanında kargaşa olmayacak.” Haberini vermişti.

Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) Peygamber Efendimiz’den (sallallahu aleyhi vessellem) kendi döneminde fitne çıkmayacağını biliyordu ama kendinden sonra ki dönemlerde de çıkmaması için Aşere-i Mübeşşere arasından birini seçmek için tercihte zorlandı. Onun aklında hep Ebu Ubeyde Bin Cerrah (Radıyallahu anh) vardı. Ebu Ubeyde (Radıyallahu anh) Hazreti Ömer’den (Radıyallahu anh) önce vefat edince halife seçiminde tereddüt sahibiydi.

Hazreti Osman’ı (Radıyallahu anh) her yönden mükemmel görmesine rağmen hilmi, yumuşak ve çekingenliğinden dolayı Ümeyyeoğulları’nın onu etkisi altına alarak diğer Kureyş kabilelerinin de buna itirazı korkusuyla fitne doğacağı için Hazreti Osman’ı (Radıyallahu anh) seçmekte tereddüdü vardı ama Hazreti Osman’ı her şeye rağmen tercih etti. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi vessellem) işaretlerinden anlıyordu ki kendisi fitneye kapıydı vefatından sonra kim halife olursa olsun fitne çıkacaktı. Onun için bazen sahabelerle birlikte fitneden bahsederken kendisinden sonra çıkacak fitneden üzüntü duyuyordu.

Hazreti Ömer’in (Radıyallahu anh) bu idaresinden bütün Müslümanların iki şey öğrenmeleri gerekir. Devlet ve millet zengin olduklarında sefahat, bireysellik, menfaat, çatışma meydana gelmektedir. Çünkü Müslümanlar tokluk dönemlerinde hep ahireti terk etmiş, dünyevileşmişler, azınlık ve fakir oldukları dönemlerde ihlas, kaynaşma, uhuvvet elbisesini giyinmişler.

Yakın tarihte Müslümanlar ülkemizde bu iki durumu yaşadılar. Medrese ve irşadın yasak olduğu dönemde Müslümanlar yeraltı ve mağaralarda hayatları pahasına İslami ilimleri okutup irşad faaliyetlerine daha sıkı devam ettiler. Müslümanlar uhuvveti önemserlerdi. Fakirlik hallerinde helal ve harama çok fazla dikkat ederlerdi ama günümüzde Müslümanların holdingleştiği ve hâkimiyet, devlet idaresi iyi insanların elinde olduğu bir dönemde Müslümanlar sefahat, bireysellik, çatışma, samimiyetsizlik, haram mal elde etmek ve İslam şuurundan yoksun olmaktadırlar. Bugün İslami cemaat ve guruplar birbirini sevmiyor, komşu komşusunu sevmiyor, sözde İslami yaşamaya çalışan çoğu zenginlerin boğazına kadar faiz ve haksız kazanç batağında olduğu herkesçe malumdur. Tebliğ ve irşad samimiyeti zayıftır pek az kişinin bunu samimiyetle yaptığı görülmektedir.

Hazreti Ömer’in (Radıyallahu anh) idaresinde ikinci alınacak örnek ise adalet eşitlik sorumluluk bilinci otoriterlik ve iyi bir asayiştir. Her idareci ister devlet adamı olsun ister vali olsun ister aile reisi olsun Hazreti Ömer’in bu saydığımız özelliklerinden örnek alması durumunda iyi bir idareci olma vasfını kazanacaktır. Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) bu vasıflarla kendi döneminde İslam topraklarını adalet ve güvenlikle beş kat artırmıştır. Hazreti Ömer’in adaletini ispat eden aşağıdaki kıssayı zikredelim.

Hz. Ömer’in (Radıyallahu anh) halifeliği döneminde Şam valisi olan ve Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem)’in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (Radıyallahu anh) Şam’daki bir camiyi genişletmek ister.
Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir. Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır. Bana zulmedildi, der. Müslüman vatandaş da kendisine, Medine’ye git. Orada halife Hz. Ömer (Radıyallahu anh) vardır. Derdini anlat. Hazreti Ömer, (Radıyallahu anh) son derece adildir, elbette seni dinler, der. Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife bu zattır, derler. Adam Hz. Ömer’in (Radıyallahu anh) yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır. Hz. Ömer (Radıyallahu anh) adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.” Kısa ve özlü bir cümle.

Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur: “Şam’daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerde. Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.” Kendi kendine böyle konuşur. Sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır. Medine’deki halifenin size mesajıdır, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir. Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememişti. Merak ve dehşet içinde sorar. Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız der.
Şam valisi Hz. Sad, bak der, sana bu cümlenin hikâyesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın:

İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer (Radıyallahu anh) İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra da; gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikâyetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi. Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım, teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık. Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi. Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2 şer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık. Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi: Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi.

Hz. Sad, anlatmaya devam ediyor: Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki, bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti. Hz. Ömer’in (Radıyallahu anh) çıktığı kapıda ise bizim şikâyetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük. İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim diyor. Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun göz yaşına bakmadığı gibi. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?
Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe etti ve hem de İslam’a girdi.

Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) oğluna içkiden dolayı uyguladığı müeyyide ile ispat ediyor ki herkes kanunlar karşısında eşittir. Bu eşitlik muamelesi ile Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) İslam kanunlarını mahiyetinde bulunan tüm kesimlere uygulamaya muktedir olmuştur. Bu da Hazreti Ömer’in adaleti ve eşitliği ispatı için yeterli bir delildir.

Otoriter olması. Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) herkese maaş verip defter tutmuştur. Bununla kendi mahiyetindeki tüm kesimlerin hayat standartlarını genişletmiştir. Bunu yaparken Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi vessellem) yakın olan ailelere öncelik tanımıştır. Hatta Hazreti Ali (keremullahu veche) ve Abdurrahman Bin Avf (Radıyallahu anh) ona Ya Ömer (Radıyallahu anh) ilk kendinden başla demeleri üzerine hayır ben Resulullah’a (sallalahu aleyhi vessellem) en yakın olandan başlarım sonra sırasıyla giderim diyerek, Hazreti Ebubekir’in (Radıyallahu anh) kabilesinden başlayıp sonra kendi kabilesi ile sırasıyla gitmiştir. Özellikle fakir ve muhtaçlara karınlarını doyuracak kadar erzak ve maaş tahsis etmiştir. Sırasıyla verdikten sonra kendisine sıra gelince Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi vessellem) ashabına yönelerek dedi ben bir tüccardım, ticaretle ailemi geçindirirdim siz beni bu işle (Halifelikle) meşgul ettiniz, ne düşünüyorsunuz bu maldan harcamak bana helal olur mu? Bütün sahabeler her biri bir şeyler söyledi Hazreti Ali (keremullahu veche) sana ve ailene yetecek kadar helal olur fazlası olmaz dedi. Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) bunun üzerine sadece günlük yiyeceklerini Beyt-ül maldan alıyordu. Kıyafet ve diğer zorunlu ihtiyaçlar konusunda ailesi sıkıntı çekiyordu. Hatta vefatından önce Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) epey borçlandı. Vasiyetnamesinde oğluna yakın akrabalarını işaret ederek borçlarımı vermekte zorlandığınızda onlardan alabilirsiniz.

Hatta bir gün sahabelerden birinden borç para istedi o sahabe “Beyt-ül mal doludur niçin oradan almıyorsunuz” Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) o sahabeye şöyle cevap verdi:

”Senden alacağım borcu ödemediğim zaman sadece sana borçlu olurum Beyt-ül maldan alır ödeyemezsem tüm Müslümanlara borçlu olurum.”

Daha önce anlattığımız gibi bir gün hutbe okurken elbisesinin 12 yerden yamalı olduğu görülmüştür. Bir idareci velev ki muhtar veya aza olsun kendi mahiyetinde bulunan ahaliyi Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) gibi kendisine tercih ederse muvaffak olmaması için hiçbir neden yoktur.

Hazreti Ömer’in (Radıyallahu anh) sorumluluk bilincini şöyle açıklayabiliriz kendisi geceleri uyumaz ahalinin halini anlamak için gezerdi. Bir oğlağın kaybolmasının bile kendisinden sorulması bilinci sorumluluk duygusunun ispatı olmaktadır.

Hazreti Ömer’in (Radıyallahu anh) Otoriterlik vasfına gelince, kendisinin cahiliye devrindeki asabiyetini İslam’a girmekle İslamiyet’in hamiyetinde kullandı. Emir-ul Müminin‏ olduktan sonra bu asabiyetini otoriterizme çevirdi. Kendisinin fetihlerle o büyük toprakları İslam’a kazandırması ile beraber o toprakların tümünde otoritesi görülmüştür. Kendisi otoritesini gevşetip İslam devletini kendi menfaatleri için kullanan insanlara teslim etmemiştir. Kendisinin korkusu da kendisinden sonra yerine geçecek şahsın otorite olarak zayıf olmasıydı. İyi bir idarecinin mutlaka otoriter olması gerekir yoksa aile reisinin bile otoriter olmaması halinde eşi ve çocuklarının zayii olma tehlikesi söz konusu olur.

Hazreti Ömer’in (Radıyallahu anh) bu sorumluluk bilinci ve Allah (Celle celaluhu) korkusu hakkında oğlu Abdullah bin Ömer rivayet ediyor ki, babam bana bir gün şöyle dedi:

” Ey oğlum üç dönem geçirdim, birinci dönemde Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi vessellem) düşmanıydım o hal üzere ölseydim cehenneme giderdim sonra Müslüman oldum O’nu müşriklerden korumak ve O’nunla (sallallahu aleyhi vessellem) birlikte kafirlerle mücadele ettim o zaman ölseydim cennete girerdim. Şimdi ölsem bilmem yerim neresidir. Cennete mi giderim cehenneme mi?”

Zilhicce 1435 (Ekim 2014)

WhatsApp'ta paylaş