أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Adem (Aleyhiselam)’in kıssasından anlaşıldığı gibi şeytanın kendisini üstün görmesini, ameline değil kökenine, yaratıldığı maddeye dayandırmıştır. Bu da onu, kendi soyunu üstün bilmekle kibre, enâniyete (bencilliğe) götürmüştür. İşte ırkçılık budur. Kur’an-ı Kerim birçok yerde soya dayalı istekleri ret etmiştir. ‘’Nuh Rabbine seslendi: “Rabbim! Oğlum benim ailemdendi. Doğrusu Senin vadin haktır.
Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin” dedi.’’ Allah: “Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz. Çünkü kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme. İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma” dedi. (Nuh) “Rabbim! Bilmediğim şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum” dedi.” (Hûd 45-47) Ayetlerinde Yüce Allah, Hazreti Nuh’a “o senin ailenden değil” demesi, dinî nesebin önemli olduğunu kanıtlamıştır. Soy bağlılığı önem taşımamaktadır. Hazreti Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Hazreti Bilal-i Habeşî’yi, amcası Ebu Leheb’ten üstün görmesi, din kardeşliğine soy bağlığından daha önem verdiğini göstermektedir. Irkçılığın âdemoğullarında da devam etmesi, şeytanî bir haslet olduğunu ve günahının da ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Daha sonra Benî İsrail ve cahiliye dönemindeki Arapların ırkçılığı, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir tarzdaydı. Fransa ihtilâli ve dünyanın tüm milletlerinin sanki tek bir kişi gibi düşünülmeye başlanması, ırkçılığın dünya düzenine verdiği en büyük tahribat olarak tarihte yerini alıyor. Bu tahribat en çok İslam âlemini vuruyor. Çünkü İslam adaleti çok sayıda milletleri kardeş kılıp eşit haklara sahip etmiştir. “Müminler ancak kardeştirler.
Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki; rahmete eresiniz.” (Hucûrât 10) Avrupa da ırkçılık nasıl başladığına ve nasıl İslam âlemine yayıldığına değinelim. Milletler için köken aramak özellikle Darwin’in biyolojik seleksiyon teorisinin milliyetçiliği ırkçılığa dönüştürmesinden sonra Avrupa’da başladı. 15 yüzyılda coğrafi keşiflere başladılar. 16 yüzyılın başlarından itibaren bu coğrafi keşiflerini bir akın halinde sömürgeci emelleri için kullandılar. Bu vesile ile güçlenip kilise baskısından kurtuldular. Tüm gelişmeler sonucunda batı, sanat, teknoloji, edebiyat gibi bilimlerde ilerleyince ve bu nimetlerin Allah’tan olduğu inancı olmayınca bu başarıyı kendilerine ve köklerine dayandırdılar. Bununla kalmayıp kanlarına dayatıp, üstün millet yarışına girdiler. İşte bu durum, batılıları uydurma ırk tarihine götürdü. Kendi soylarını milattan önceki tarihlere götürdüler. Avrupalılar daha önceleri soylu kraliyet aileleri etrafında buluşmuşlardı. Onlara göre bir kişinin yönetim hakkına sahip olması ancak bir kraliyet ailesine mensup olmasıyla mümkündü. Bu bağlamda soyluluk yaratılıştan gelen bir husustu. Fransız milliyetçileri bunu kırdılar. “Soylu aile yok, soylu millet var” dediler. Ancak kraliyet ailelerini tümden inkâr etmediler, onları müze pozisyonda daha soylu vasfıyla korudular. Irk üstünlüğü takıntısı Avrupa’da çok aşırı ve gülünç işlere vesile oldu. Bu durum, muktedirleri zayıflara karşı soykırım ve köleleştirmeye götürdü. Irkçılık akımı 19. yüzyılın başlarında İslam dünyasının sözde aydınları arasında kademe kademe yayılmaya başladı. Batılılar bunu bilinçli bir şekilde İslam dünyasına yaydılar. İslam, cahiliye devrinde ırkçılıkla mücadelede zor da olsa başarılı olması İslam’ı genişletmiştir. Avrupa, İslam birliğinin dağılmasının ancak ırkçılıkla olacağını biliyordu. Ve bu parçalanmayla onları sömüreceğini hayal ediyordu.
Maalesef isteklerini gerçekleştirdiler. Bugünkü tablo da ortada. Daha sonra Avrupa, ırkçılığın kendilerine olan zararını görünce terk ettikleri gibi bunu komedi malzemesi yapıp düşman gördükleri İslam toplumuna empoze ettiler. İlk önce Almanya da eğitime devam eden Osmanlı gençliğine, sonra tüm İslam milletlerine enjekte ettiler. Onlar çok iyi biliyorlardı ki Müslümanlar, güçlerini imanlarından alıyorlar. Bu iman, kendileri için ne istiyorlarsa Müslüman kardeşleri için de aynı şeyleri istemeye götürüyor.
Müslümanları, Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyeye bağlı kaldıkça sömürmek zordur. Onlar için tek çare ümmetçilik ruhlarını sindirip, ırkçılık ruhunu yaymaktı. Bundan dolayı ulusalcı gruplar inşa ettiler. Bundan önce Arap ve diğer bazı İslam milletlerinde kabile ırkçılığını az-çok yapanlar olmuştur. Hatta Emevî devletinin, hem kabile hem soy ırkçılığı yaptığı görülmesine rağmen o dönemin İslam kamuoyunun buna pek rağbet ettiği söylenemez. Ancak Fransa ihtilâlinden sonraki ırkçılık, dıştan geldiği için İslam toplumuna zarar verdi. 19. yüzyılda Jöntürkler ve sözde Osmanlı aydınları, Arap, Arnavut gibi topluluklar aleyhinde çalıştılar. Onları adeta isyana zorladılar. Bu defa Arap ve diğerleri, Müslüman kardeşlerine karşı sözde kendi kavimlerinin çıkarı gereği Hıristiyanlarla işbirliği yapmaya başladılar. Böylece milliyetçilik, Müslüman’ı Müslüman’a düşman gösterdi. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah, ziyade bilen ve her şeyden haberdar olandır.” (Hucûrât, 13) Ayet-i kerimesine inandığını iddia eden Müslümanlar, birbirine karşı sözde kavimlerinin çıkarları için savaşmaya başladılar. Milliyetçilik sebebiyle İslam’ın yüceliğinden vazgeçip cahiliye devrinin kötü adetleriyle övünmeye başlayanlar bile mevcut. İslam öncesi sözde kahramanlarını adeta dirilttiler. Artık kimi Araplar, İslam öncesi müşrik şairlerini övüyorlar.
Bazı Türkler, Hun hükümdarı Mete’yi kutsuyor, bazı Kürtler de Kawa’yı övüyorlar. Bu kavimlerden ekserisi, İslam öncesi kavmini diğer Müslüman milletlerden üstün görüyorlar. Çocuklarına İslam öncesi kahramanlarının isimlerini koyuyorlar. Müslümanların dertleriyle ilgilenmiyorlar. Halbuki İslam Peygamberi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle der; “Birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve acımalarında müminler, bir tek cesede benzerler. Vücudun bir uzvu rahatsız olunca diğer uzuvları da uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını duyar.” (Ahmed bin Hanbel) İslam’ın konuya bakışını özetlemek gerekirse bizce aşağıdaki ayet ve hadisler yeterlidir. “Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akraba haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.” (Nisâ, 1“İnsanlar sadece bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili) Rabbinden bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (derhal azap iner ve işleri bitirilirdi.)” (Yunus, 19) “Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.” (Hûd, 118) Yine Hazreti Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Veda haccı sırasında, Veda Hutbesinde; Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyaz renklinin siyaha, siyah renklinin beyaza bir üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu ilan etmiştir. “Cübeyr bin Mut’im (Radıyallahu Anh)’dan rivayetle Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); “Asabiyete (ırkçılığa) çağıran bizde değildir, ırkçılık uğruna savaşan bizde değildir, ırkçılık uğrunda ölen bizde değildir.” buyurmuştur.” (Ebû Davud) “Önce en yakın akrabalarını uyar.” (Şuara, 214) ayet-i kerimesinde ifade edildiği gibi insanın iyilikte, güzellikte yakın akrabasını öncelemesi hiçbir zaman ırkçılık değildir.
Bu hususta bir hadis-i şerif de şöyledir; “Füseyle’den rivayetle babası şöyle demiştir; Peygamber Efendimiz’e “Ey Allah’ın elçisi, bir kişinin kendi kavmini sevmesi ırkçılık mıdır?” diye sordum. Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de; Hayır, ancak kişi kavminin zulmüne yardımcı olursa, ırkçılık olur” buyurdu. (Ahmed bin Hanbel “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için istemedikçe gerçek anlamda mümin olamaz.” (Buharî) “Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize kin ve nefret beslemeyiniz. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyiniz. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olunuz. Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki; Takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her Müslümanın kanı, malı ve ırzı, başka Müslümana haramdır.” (Buhârî, Müslim) Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hadisinde olduğu gibi İslam kardeşliğinde sadakat, samimiyet, gerçeklik vardır. Bu hasletler ile insan gerçek insanlık kimliğini bulabilir. Mehmed Akif ne güzel söylemiş; “Hani milliyetin İslâm idi? Kavmiyyet ne? Sarılıp sımsıkı dursaydın ya milliyetine! Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatta yeri? Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri. Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahud Kürd’e, Acem’in Çinliye rüçhanı mı varmış, nerede? Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer? Fikrî kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber. En büyük düşmanıdır rûh-u Nebî tefrikanın, Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın. Artık ey millet-i merhûme sabah oldu, uyan!!! Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan? Ne Araplık, ne de Türklük kalacak, aç gözünü! Dinle Peygamber-i Zîşân’ın ilahî sözünü. Türk Arap’sız yaşamaz, kim ki yaşar der, delidir! Arab’ın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir… Veriniz baş başa zira sonu hüsran-ı mübîn, Ne hükûmet kalıyor ortada billahi, ne din. Medeniyyet size çoktan beridir diş biliyor, Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor. Arnavutlar size ibret olacakken hâlâ, Ne bu şûride siyaset, ne bu fasîd da’vâ Görmüyor gittiği yanlış yolu zannım çoğunuz, Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz. Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavud’um, Başka bir şey diyemem, işte perîşan yurdum.” (Safahât 161,162)