أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Rahman Ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;
İslam fıkhı ve davet incelendiğinde İslam fıkhı ve davetin iç içe geliştiği ve bir birini desteklediği görülmektedir. İslam fıkhındaki adalet, ahlak, doğruluk, hoşgörüye bakıldığında bu davetin ta kendisi olduğu anlaşılır. İslam fıkhı ve davetin beraber gelişmesini hem İslam toplumunda hem de diğer toplumlarda görmek mümkündür. Örneğin Kudüs’ün işgalinden sonra Selahattin Eyyubi’nin haçlı ordularını geri püskürtmesi ile haçlılar kendi aralarında hesaplaşma içine girerler ve şöyle derler: “
Bu kadar kayıptan sonra biz ne elde ettik. Ortak kanaatları, biz İslam toplumundan temizlik, taharet ve ahlak gibi toplumumuzda bulunmayan İslami güzellikleri kendi toplumumuza kazandırdık.”
Davet yaşantı ile olunca etkisini daha açık bir şekilde göstermektedir. Bundan dolayı da daveti fıkıhtan ayrı düşünemeyiz. İslam davetçilerine baktığımızda, İslam fıkhını kendi ruhunda, kendi hayatının her safhasında tam olarak tatbik ettiklerini görmekteyiz. Hatta İslam akidesine bakıldığı zaman cumhurun görüşü olmamakla beraber İslam fıkhını yaşamayanların davet etme yetkisi bulunmamaktadır.[1]
Mekke’nin fethinden 9 sene sonra Anadolu’nun fethi gerçekleşmesi, İslam topraklarının bu gün ki Türkiye topraklarının 3 katına çıkması İslam tebliğcilerinin, aynı zamanda İslam fıkhını bizzat kendi hayatlarında tatbik etmesindendir. Dolayısı ile davet ve fıkıh beraber neşv-u nemâ bulmuştur. Sürekli birbirlerini geliştirmişlerdir.
Bunun en önemli sebebi, birincisi; Kurân’ın emri olması, ikincisi; Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in uygulamasıdır.
وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir cemaat olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır.”[2]
Ayet-i kerimede geçen “sizden bir ümmet” ibaresinden kasıt bazı âlimlerce “Allah için Allah emrinde kaim olan, kimsenin kınamasından korkmayan, nefsi terbiyede muvaffak olan âlimlerdir.” Yani ilmi ile amel edenlerdir. Bu ayeti kerimede geçen“ hayır’’, “emir”, “nehiy”, “maruf”, “münker” gibi ifadeler fıkıhta geçen ve bilinmesi elzem olan konulardandır. Bu tanımları bilmeyen ve yaşamayan insanlar nasıl bu insanları hayra çağırıp münkerden nehyedecekler. Dolayısı ile bunları bilen insanlar bir başka açıdan fıkıhçı olması gerekir. Belki bunun en güzel örneği bundan 500 sene önce bazı Müslüman Yemen tüccarları Endonezya ve Malezya bölgelerinde ticaretleri esnasında İslam fıkhının ticaret hukuku ve ahlak boyutunu kendi hayatlarında uygulamaları sonucu bölge halkının bu güzellikleri görmesi ile bunu kendi liderlerine anlatıp topluca Müslüman olmalarıdır.
Günümüz dünyasında günahların alenen işlenmesinin; iletişim araçlarının ve sokakların menfi etkilerinin İslam fıkhı ile insanlar arasındaki iletişim ve etkileşimi zayıflatması sonucu tebliğin eskiye nazaran çok yapılmasına rağmen eskisi gibi tesirini göstermemektedir. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tebliğde bulunurken İslam’ı bizzat yaşıyordu. Dolayısı ile İslam fıkhını, Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tebliğ etmesinden çıkarıyoruz. Asrı Saadete gelindiğinde Hulefâ-i Râşidin’in hem kendileri hem de davetçileri İslam fıkhı ile yoğrulmuş bir davet hareketi içinde olmuşlardır. Gerek Peygamber Efendimiz, gerekse Hulefâ-i Râşidin dönemindeki cihad, fıkıhla iç içe olan bir davet hareketidir.
Hazreti Ömer döneminde bir savaşta İran’ın fethi gecikince Hazreti Ömer (Radıyallahu anh), İslam ordusunda İslami yaşantıda gevşeklik gösterenlerin olabileceğini düşünerek tüm ordunun istiğfarda bulunmasını ister. Topluca yapılan istiğfardan hemen sonra fetih gerçekleşir. Bu da bize bugün yapılan davetin eski dönemdekiler kadar toplum üzerinde etkili olmamasının nedenini açıklamaktadır.
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
“Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış(mücadele et); doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” [3]
Bu ayette geçen “bi’l-hikmeti” ifadesi, tefsirlerde “vahiy” olarak tefsir edilmektedir. Fıkhın da kaynağı vahiy olduğuna göre tebliğin fıkıh ile ve fıkha uygun bir şekilde yapılması gerektiği sonucuna varılır. Davetin, eskisi gibi insanlar üzerinde etkili olmamasının sebeplerinden biri, yapılan davetin fıkha uygun olmamasıdır. Bununla beraber yapılan davetin de yaşanmamasıdır.
Yaşanmayan davetin insanlar üzerinde etkili olamayacağını Allah-u Teâlâ Hazretleri şu ayeti kerimede bize bildirmektedir:
أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
”Kitabı(Kurân-ı Kerim’i) okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz? (Yaptığınız işin vehâmetini)Düşünmez misiniz?” [4]
Bu ayet-i kerime, davetin evvela kişinin kendi nefsine yapması, sonra diğer insanlara yapmasının gerekliliğini ifade etmektedir. Hatta ayetlerin tümünden davetin insanın kendisinden başlayıp sonra ailesi, akrabası, komşusu vs. şeklinde yapması şeklinde anlaşılır. Uygulanmayan bir davetin insanların nefretini celbettiği gibi Allah’ın da kin ve gazabına sebep olmaktadır. Bu gerçeğe işaret eden ayetlerden biriside şudur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ
“Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur.” [5] Bu da davetçilerin yaptıkları daveti uygulamalarının ne derece önemli olduğunu göstermektedir.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
Kıyamet günü kişi getirilip cehenneme atılır, bağırsakları dışarı çıkar, sonra bu hali ile (değirmen) taşında merkebin döndüğü gibi dönüp durur. Bu hali ile cehennem ehli yanında toplanırlar: “Ey filanca sen iyiliği emredip kötülükten sakındırmaz mıydın?” diye sorarlar o da: “iyiliği emrederdim ancak kendim yanaşmazdım. Kötülükten sakındırırdım fakat kendim yapardım ”cevabını verir. [6]
Bu ayet ve hadislerden anlaşıldığı gibi İslam fıkhını yaşamayanların daveti, davet edilenler üzerinde olumsuz etki etmekle beraber davetçi içinse kınama ve tehdit oluşturmaktadır.
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat bunu insanların çoğu bilmez.” [7] Ayet-i kerimesinin ifade ettiği gibi İslam’ın daveti cihanşümuldür. (Cihanı kapsar) Allah (Celle ve Alâ), tüm insanlara yapılan davetin,
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
“doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah’a inanan hayırlı bir ümmet” [8] tarafından yapılmasını istemektedir.
Bu özelliklere haiz fert ve toplumu oluşturmak Kurân’dan neşet etmiş, Peygamber efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) uygulaması ile şekillenmiş fıkıh ile mümkündür.
Rebiülevvel 1434 (Şubat 2013)
KAYNAKÇA
[1] İbrahim Beycuri, Tuhfetu’l Mürid ala Cevhereti’t-Tevhid S.121
[2] Ali İmran, 3/104.
[3] Nahl, 16/125.
[4] Bakara, 2/44.
[5] Saf, 61/2.
[6] İmamı Nevevi, Riyazü’s-Salihin, I.153.
[7] Sebe, 34/28.
[8] Ali İmran 3/110.