أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… َ

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Rasûlüne ve sizden olan ulül’emre de itaat edin. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilâfa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve Rasûlüne arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisâ: 59)

Ayet-i kerime, Allah’a ve Rasûlüne itaat etmemizi emrettiği gibi Allah yolunda giden idarecilere de itaat etmemizi emrediyor. Bu husus otoritenin kendisidir. Çünkü Allah bizi bizden daha iyi biliyor. Allah, bizim için faydalı ve zararlı olanı ebetteki bizden daha iyi bilmektedir. Dolayısıyla Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de bize göstermiş olduğu yol en iyi yoldur. Yüce Allah’ın bize göstermiş olduğu yolda şefkat, adalet, otorite, insan hakları, kişisel hak ve özgürlükler vardır. Bunların hepsi Allah emriyle garanti altına alınmıştır. Bu bağlamda Kur’an’a göre önemli olan; bu hakların toplumda icra ediliyor olmasıdır.

Biz insanlar, Allah’ın faydamız için gösterdiği gibi bir yolu kendimize bulamayız. Çünkü bizler ya ifrata kaçıp aşırı derecede zulüm ederiz veya tefrite girip aşırı vurdumduymaz oluruz. Hâlbuki Allah’ın bize göstermiş olduğu düzen zulümsüz ve mutedil bir otoriteyle idame ettirilen bir düzen olup tefrite kaçmadan kişinin hak ve özgürlüklerinin önünü açmaktadır.

İslam kanunu vahye dayalı olduğu için şefkat ve otoriteyi beraber ele alır. Ne sadece şefkati, ne de sadece otoriteyi esas alır. İslam, şefkati bireyin faydasını önemsediği için, otoriteyi de toplumun haklarını koruduğu için esas almaktadır. Şefkatten yoksun otoriter yapılar üzerine kurulan sistemler, halkıyla problem içindedirler. Otoriteden yoksun, müsamahaya dayalı yapılar ise insan hakları ihlallerine sebep olmaktadır. İslam ise bu iki prensibi esas alarak kişisel özgürlükleri sağlıyor. Başka bir açıdan İslam, kişilerin birbirlerinin haklarına riayet etmelerini sağlamak suretiyle toplumun hak ve hukukunu güvence altına alıp huzur ve güveni sağlamaktadır.

Son yüzyılda dünya sistemi iki ana görüş üzerine kurulmuştur. Birincisi müsamahaya dayalı sınırsız özgürlükleri öngören bir sistemdir. Bir diğeri de Allah ve Rasûlünün yasakladığı zulme dayalı sadece otoriteyi esas alan bir anlayışa dayanmaktadır. Bu iki sistemi açıklamak gerekirse sınırsız özgürlükler bireysel ve toplumsal açıdan çok zarar içermektedir. Sınırsız özgürlük, toplumu ahlaksızlaştırır. Birey, kendi sınırsız özgürlüğünün tatmini için başkalarının özgürlüğüne müdahale etmiş oluyor. Ayrıca insanların disiplin altına alınması, beraber yaşamak için bir gereklilik olduğundan dolayı yasalar konulmuştur. Sınırsız özgürlük ise bu disiplini ihlal etmeye çalışmaktadır. Bu gün bu sistemin uygulandığı devletlerde ahlaksızlık, ailesiz yaşama, uyuşturucu gibi fıtrata aykırı hususlar çoğunluktadır. Bununla birlikte bencillik hastalığı böyle toplumlarda normal hale gelmektedir. Sonucu ise topluma ağır bir maliyet getirmektedir.

Zulme dayalı sistemler halkını ezmekte, onlara hayat hakkı tanımamaktadır. Bu sistemde devlet ile millet, sürekli bir çekişme içerisinde olur. Bu çekişme o sistemi devam ettiren devletlerin gelişmesine engel olur. Bu iki sistemin örnekleri dünyada o kadar çok ki; hemen hemen genel devletler bu iki sistemden birini seçmişlerdir. Onun içindir ki dünya dengeleri bir türlü oturtulamıyor. Kimisi sefâhet pençesinde soykırım yaşıyor, kimisi ise despotizm elinde çaresiz hayatını idame ettirmek zorunda kalıyor. Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de insanlar için kullandığı “ahsen-i takvim” ve “mükerrem” olma vasıfları bu iki sistemin mahiyetinde bulunan insanlar için söz konusu edilememektedir.

İslam hukuku Kur’an ve sünnete dayandığı için değiştirilemiyor. Bu açıdan daha sistematik bir yapıya sahip oluyor. İdarecilerin değişmesiyle değişmediği için müspet otorite ve kişisel haklara en uygun bir sistemdir. İslam, hukuku bütün insanlara eşit olarak gerçekleştirildiği için, bazılarına has dokunulmazlık söz konusu değildir. İslam sıradan bir insana uyguladığı müeyyideyi devletin en üst düzeyindeki şahıslara da uygular. İslam’ın beşeri sistemlerden farkı, söz konusu ettiğimiz adaletinden kaynaklanmaktadır. Dinde otorite, hem maddi hem de manevi bir gücü ifade etmektedir.

Tasavvufta meşayıhın, medreselerde âlimlerin silsile olarak otoritelerini Peygamber Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dayandırmaları, otorite ve din ilişkisini ortaya koymaktadır. İslam dini otoriteyi kullananların yetiştirildiği müesseseleri ihdas edip otoritenin adil ve İslam’ın öngördüğü şekilde kullanılmasına zemin hazırlamıştır. İslam toplumunda esas olan dört önemli unsur vardır. Bu dört unsur din, adalet, şura ve otoritedir. Toplumda bu hususlar gerçek anlamda uygulandığında toplum ve bireyin huzur ve mutluluğu sağlanır. Böylelikle toplumda birlik ve beraberlik sağlanabilir.

İslam otorite boşluğunu kabul etmeyen bir dindir. Bu daha ilk yıllardan beri uygulanmıştır. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in dâr-ı bekâya irtihalinde defin işlemleri sürerken Müslümanların yaptığı ilk iş; otorite boşluğundan kurtulmaktı. Otorite o kadar önemlidir ki; Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in defin işlemlerinin önüne geçebilmektedir.

İslam’da otoriteyi şöyle tanımlayabiliriz:

Otorite; toplumda asayişin sağlanması, insan hak ve özgürlüklerinin yerine getirilmesi, her şeyden önce Allah’ın emir ve yasaklarının icrası için müeyyidelerin taviz verilmeden uygulanmasıdır. İslam tüm din ve inançlara sonuna kadar hem kendini ifade etme hem de yaşama özgürlüğünü garanti altına alır. Ancak bu din ve dini yaşam hürriyeti başka millet ve dinlerin yaşam ve dini hürriyetlerini incitmeyecek, haddine tecavüz etmeyecektir. Bu durumda İslam kısıtlanan ve saldırıya uğrayan hangi din düşünce olursa olsun mutlaka koruma hakkını verir.

Günümüzde bir takım odaklar, insan hakkı adı altında insanlıkla alakası olmayan fikirlerin açıktan açığa propagandasını yaparak insanlığı incitmektedirler. Peygamber Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) özgürlükler adına hakaret ederek Müslümanları rencide etmektedirler. Otorite bu olamaz. Otorite nasıl her kesimin kendisini ifade etmesi için ortam ve imkân sağlıyorsa Müslümanların da dini hassasiyetlerine saldırıyı engellemelidir. Bu husus Müslümanlar için böyle olduğu gibi diğer tüm din mensupları için de öyledir. Bir takım sözde düşünür ve gazeteciler basın ve fikir hürriyeti adı altında İslam’a ve bir kısım Müslümanlara küfür ediyorlar. Acı olan ise Müslümanlara reva görülen bu zulme karşı toplumun ve otoritenin kayıtsız kalmasıdır.

Meselenin başka bir yönü de ülkemizde bazı İslam modernistleri ağızlarına ne geliyorsa sahabeden başlayarak mezhep imamları tasavvuf meşayıhı ve İslam’da değer görmüş alimlere hakaret edip onları rencide ederek popüler olamaya çalışırken bu ümmetin mukaddesatına küfredip dini duygularını ayaklar altına alıyorlar. Hâlbuki bu, akademik gerekçeler başta olmak üzere hiçbir gerekçeyle yapılamaz. Hiçbir akademik gerekçe bir insanın kutsallarına küfretmeyi gerektirmez. Üzüldüğümüz taraf otoritenin buna kayıtsız kalmasıdır. Hâlbuki İslam’da otorite; bu hususlara kayıtsız kalmaz ve bu tür olaylara müsaade etmez.

Toplumun kutuplaşması ve birbirlerine düşman olması bu gibi insan haklarına tecavüze müsaade etmekten kaynaklanıyor. Herkes haddini bildiği zaman kimse kimseye hakaret edemez. Dolayısıyla toplumda fikir mezhep meşrep düşmanlığı had safhaya çıkmaz. Netice olarak İslam, her yönüyle insanlığa ne faydalıysa, yol olarak onu göstermiştir. Maddi ve manevi olarak ona saadet verecek her hususu belirtmiştir. İslam hukukunun idare ve yönetim konularına baktığımızda hak, hukuk, adalet, insan haklarının tümünü görmekteyiz. İslam bütün bunların tanzimini adalet ve şefkatle yoğrulmuş bir otoriteyle sağlamaktadır.

Ramazan 1437 (Haziran 2016)

WhatsApp'ta paylaş