04.01.2018 tarihli sohbet
اَلْحَمْدُ لِلهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَاصَّلَاةُ وَسَّلَامُ عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى آلِهِ وَاَصْحَابِهِ أَجْمَعِينَ
Bu mektubu İmam-ı Rabbanî Hazretleri Hâce Şerafeddin Hüseyne göndermiş, şeriat-ı garraya uymak hakkındadır.
Bütün ameller ki şeriata muvaffıktır; zikir kısmına girer. Zikir şudur, dâima Allâh’ı anmak. Bir kişi bütün hareketlerini şeriat-ı garraya göre yaparsa, ona göre hareket ederse, onun hareketleri zikir kısmına dahil olur.
“Allâh’a hamd olsun, onun kullarına sâlat ve selâm olsun. Mevlânâ Can Muhammed, Mevlânâ Abdurreşid ile birlikte mektubunuz elimize ulaştı; dikkatimi çekti. Allâh-u Teâla sizi hayırla mükafatlandırsın.
“Ey oğul fırsat ganimettir.”
İnsanın eline bir ibadet fırsatı Allâh’a kul olma fırsatı geçtiği zaman bunu ganimet olarak değerlendirsin. Ganimet nedir? Kişinin eline düşen mal; hiç beklenmedik yerden gelecek bir mal. Tabiî ganimet kâfirlerle mücadeleden elde edilen eşyalardır. Bu eşyalar için herhangi bir emek sarf edilmiyor; kazanmak için çalışılmıyor. İşte fırsat geldiği zaman onu değerlendirmek gereklidir. Bu hepimiz için geçerlidir, her zaman için geçerlidir. Günümüzde hizmet etme fırsatı epey çok. Ey dava adamlar! Ey Müslümanlar! Elinizden ne geliyorsa bu fırsatı değerlendirin. Özellikle ilim ehli, ilim yapanlar için diyorum; bir zamanlar medreseler yasaktı; kimse iki kişiye ders verecek durumda değildi. Günümüzde ise ilim meselesi teşvîk ediliyor. Dolayısıyla bu fırsat ve imkânlar var iken, şu an talebe de bulunur, medreseler de mevcuttur; camiler de mevcuttur. Biz ne yapalım, bu din-i mübîne hizmet edelim. Sadece müderrislere demiyorum, bütün hocalara, cami hocalarına diyorum. Ne güzel camilerimiz var değil mi, mahallenizde birçok çocuk var, hepsi de sahipsizdirler, kimsesizdirler; yani zamanın elinde esir olmuşlar. Zaman internet zamanı, televizyon zamanı, sokakların kirlendiği bir zaman; böyle bir zamanda gençlere, çocuklara daha fazla hizmet etmemiz gerekiyor. Öyle bir imkân da var; maddiyat olarak günümüz Müslümanları eskiye nazaran çok daha iyi. Fakir kalmadı gibi bir şey. Şöyle bir şey var, fakir fıkıh kitaplarında şöyle tanımlanır; evinde ekmek olan ama ekmeği yetmeyen, miskin ise ekmeği olmayan kimselerdir. Şimdi hangi fakirin evine gidilse sabah kahvaltısında iki çeşit yemek yer, evinde günde iki defa mutlaka yemek pişer. Müstesnalar mutlaka vardır; kimse dediğimi tenkit etmesin, öyle insanlar da var mutlaka ama genel olarak bugün ekonomik olarak Müslümanlar daha bir durumda. Zenginler çok zengin, helal mi haram mı onu demiyorum o ayrı bir konu.
Şimdi, mesele potansiyel bir gençliğin bulunuyor olması; her caminin yanında bir imam evi neredeyse var. İşte bu fırsatı ganimet bilip hizmet etmemiz gerekir.
“Sıhhat, sağlık ve boş vakit var; öyleyse insanın bütün vaktini Allâh’ın zikrine sarf etmesi elzeödir.”
Efendim, işte yapamıyorum, edemiyorum, öyle bir şey yok; eski insanların başını kaşıyacak vakitleri yoktu; buna rağmen bir an bile Yüce Allâh’ı unutmuyor, namazlarından vazgeçmiyorlardı. Allah aşkına söyleyin, sabah namazına kalkmadığınız zaman, cemaate gitmediğiniz zaman, bunun bahanesi ne olabilir? Şu bahane olabilir mi efendim, biz gece 11-12 ye kadar televizyon izliyoruz, sabah namazına kalkamıyoruz; böyle bir bahane olabilir mi? Şeriat kitaplarında şöyle bir şey geçiyor, “yatsı namazından sonra kelam haramdır, konuşmak haramdır, ancak ilmi müzakerelerde ilmi mütalaalarda konuşmak hariç” kaidesi esastır; sadece bunlara fetva var. Hatta menkıbe kitaplarında çokça bahsi var; Allâh dostları yatsıdan sonra kapılarını kimseye açmazlar. Yatsı namazından sonra insan ne yapar? Biraz zikrini yapar, ondan sonra uyur; erken yatınca fecirden iki saat evvel kalkar; ibadetlerin, duâların kabul olunduğu saatte kalkar, Yüce Mevlâ’sına yalvarır, yakarır. İmam-ı Rabbanî Hazretleri buyurur:
“Dâimî bir şekilde Allâh’ın zikrine devam ediniz.”
İmam-ı Rabbanî Hazretleri gibi kişiler Yüce Allâh’dan hiçbir zaman gafil olmamışlar. Allâh’ı hiç unutmamış; kalpleri Allâh’tan başka hiçbir şey dememiştir. Hep Allâh demişler, kalplerinde her dâim Allâh var olmuş. Onun dışında, kalplerinde ne dünya ne dünya sevgisi hiç olmamıştır. İmam-ı Rabbanî şöyle devam ediyor:
“Bütün ameller şeriat-ı garraya uygun olursa o zikir kısmına dahil olur. Her ne kadar bu alış-veriş olsa bile.”
Şimdi günlük hayatta memur olduğumuz, münasebet içinde olduğumuz pek çok şey mevcut. Çok şeyleri yapmakla emrolunmuş; çok şeylerden men edilmişiz. Bir şey yasaktır, Allâh haram kılmış; biz bunu Allâh haram kıldı diye yapmadığımızda veya Allâh bir şey yapmamızı emretmiş, Allâh emretmiş diye yaptığımız takdirde o zaman Allâh’ın zikrini yapmış oluruz. Çünkü yaptığımız alışverişte de şeriata göre hareket ettiğimizde Allâh’ın zikrini yapmış oluruz.
Günümüzde şöyle bir problem var; adam camiden çıkmaz ama alışveriş yaptığı zaman şeriatın dediği şekilde o alışverişi yapmıyor; akit oluşmuyor, görmeden alıyor, sonra pişman oluyor, sonra arızalı/ayıplı bir mal çıkıyor. Ticaret yapanlar! Nasıl ki namaz kılan kişinin abdesti, namazı öğrenmesi farz ise alışveriş yapanların da alışverişte neler haramdır; bunları mutlaka öğrenmesi gerekir. Çoğu kişi yanımıza geliyor fetva için, konuyu anlatıyorlar zaten o akit şeriata göre olmamış, o pazarlık İslam’a göre olmamış; öyleyse şer’i şerîfe göre olmayan bir pazarlık nasıl şeriata göre hâl edilsin! Meselenin bir ucu bile şeriata dayanmıyor; bilhassa bu hayvan alım-satımı yapan cambazlar için diyorum; dükkânı olan ticaret yapanlar için diyorum, evvelâ bunlar bir hocanın yanında alış-verişin nasıl yapılması gerektiğini, mesela hıyaru’ş-şart var, hıyaru’l-ayb var; mesela ikisi hâlâ aynı mecliste iken alışverişten pişman olma hakları var. Yahut hıyaru’l-ayb, bir ayıp çıktı ise bu ayıp eski bir ayıp ise o mal geri çevrilebilir. Hıyaru’ş-şart, üç güne kadar birisi pişman olabilir; bu doğal bir şeydir. Günümüzde kişi alışveriş yapıyor, şeriata göre değil; zaten şeriata göre yapılmayan bir akit geçerli değildir Geçerli olmamakla beraber günahkâr da olunuyor; veyahut şeriata göre yapıyorlar, sonra diyor ben pişman oldum, beğenmedim; birisi onun aklını çeliyor, pişman ettiriyor veyahut bir hafta adamın yanında kalmış ben vermeyeceğim diyor. Bu dediğimiz üç şartın dışında bir pişmanlık sahih olmaz. Bu gibi meseleler bize çok intikâl ediyor. Bir de paranın zamanını belirlememiş; eskiden yaparlardı şimdi onu da yapmıyorlar; bir arsa alıyorsun mutlaka elini tut ben bu arsayı sana sattım, o da desin ben bu arsayı satın aldım. Sözlü demedikleri vakit bu akit, anlaşma olmuyor. Bir de nakl meselesi var; nakl nedir? Nakl olacak şeylerde nakl olması gerekiyor; bir araba satın alındı ise kişi o arabayı yerinden hareket ettirecek, araba biraz gidecek işte o zaman gerçekleşmiş oluyor. Çoğu zaman nakl olmadan mal, meta ikinci bir şahsa satılıyor. Kişi diyelim Van’dan araba almış daha eline geçmemiş, diğer bir insana satıyor; senin alışverişin olmamış ki diğer kişiye satıyorsun. Bazı finans bankaları da bunu yapıyor; bir yerden araba alıyor, nakl yapmadan satılıyor; hâlbuki o arabayı önce nakl yapacak, yani kendisi alacak sonra satma işlem gerçekleşecek. Gayrimenkullerde nasıl oluyor? Mesela bir arsa alımında kişi arsaya gidecek, arsayı görecek, hatta fıkıhta şöyle geçiyor; arsanın etrafını dolaşacak, elinde olan bir eşyayı arsanın içerisine bırakacak, yani bana aittir diyecek; eğer ev ise anahtarını teslim alacak, bir-iki eşyasını içerisine bırakacak; nakl böyle olur. Evi görmeden ev alıyor. Bilhassa internet üzerinden yapılan alışverişler; internet üzerinden yapılan alışverişlerin bir tanesi caiz değildir. Ben bu şekilde alışverişin caiz olduğuna dair bir yol bulamadım; nasıl olacak ki? Millet yapıyor, hiç de sormuyor, helal mi haram mı? Bazıları şöyle diyor; hocam, helal midir haram mıdır; haramdır diyoruz, bu defa hocam, ama ama… diyor, illâ ki bir fetva bulmaya çalışıyor. Kardeşim fetvası yok; fetvası olmayan bir şeye nasıl fetva verelim. Gidip haram işliyorsun o ayrı bir şey. Bakınız İmam-ı Rabbanî Hazretleri ne diyor:
“Şeriatın bütün ahkâmlarına riayet etmek gerekiyor.”
Netice itibariyle biz sabahtan akşama kadar bir sürü iş yapıyoruz, çalışıyoruz; ibadet ediyoruz, uyuyoruz; İslâm işte bunların tamamına bir kural, bir düzen koymuş; bütün bunları bir intizam halinde ele almıştır. Biz de yaptığımız her işimizde ve yapmadıklarımızda Allah ve Resûlü yap dedi diye yapıyor, yapma dedi diye yapmıyorsak bu işler ibadet kabul ediliyor; zikir kabul ediliyor. Hatta ben bir defasında üstadımıza; “evliya kimlerdir veyahut falan yerde niye bu kadar evliya var?” Üstadımız, bize eski insanlardan bahsetti; eski insanlar, sabah namazını kılıyor, ibriğini alıyor tarlasına gidiyor; o zamanın şartları çok zordu, hatta öküz olmadığından kendilerinin çift sürdüğü dönemler akşama kadar tarlasında çalışıyor; İslâm’a uygun hareket ediyordu. Bu kişi akşam namazını tarlasında kılıyor, hiçbir dedikodu, yalan iftira yapmadan evine geliyor, yatsı namazını kılıp yatıyordu. Adamın bir günü böyle geçiyor. Günümüzde o kadar çok konuşuyoruz ki zannediyorum bir istatistik yapılsa, herkes konuşma sınırlarını o kadar çok aşıyor ki bir insan bu kadar çok konuşursa içinde gıybet olmaz mı? Zaten günümüz insanları gıybeti nerdeyse -hafizanallâh- helal kılmışlar. Gıybet diye bir günah olduğunu bilmiyorlar; onu idrak etmiyorlar, önemsemiyorlar. Bir insan çok konuşursa üst üste istemeyerek de olsa ağzından yalan kaçırır. Sonra malayani yani boş şeyler, hele toplum bozulmuşsa, insanlarla alay etme, dalga geçme, şaka, istihza etme… Maalesef toplumumuz bunları günah saymıyor. وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ “Arkadan çekiştirmeyi ve kaş-gözle alay etmeyi alışkanlık haline getirenlerin hepsinin vay haline!”[1]
Durum maalesef çok daha vahim; İnsanı çok düşündürüyor. Ben kaç yıl evvel belki bunu defalarca tekrar etmişimdir; sahabeler Arabistan’dan Hindistan’a gitmişler; düşünün Arabistan-Hindistan arası uçakla 3000- 4000 km, niye gitmişler? Biz bugünün şartlarında gidemiyoruz, onlar o dönemin şartlarında 3000-4000 km’yi deve sırtlarında gidiyorlardı; başka araçları yoktu. Tek gayeleri vardı, İslâm dinini yaymak. Peki, biz İslâmiyet’i ne kadar yayabiliyoruz, bırakın İslâm’ı yaymayı, aklımız ne kadar İslâmiyet’te? İslâmiyet’i ne kadar hayatımıza tatbik ediyoruz? Maalesef çok gerilerde kalmışız değerli Müslümanlar. Maalesef bu yüzden toparlanamıyoruz. Bu global dedikleri dünyada dünyanın bir ucunda çıkan şey bakıyorsunuz hemen yanınızda zuhur ediyor, öyle bir dünya da yaşıyoruz. Bu devirde mücadele etmek zor, eskisi gibi değil; eskiden bir adam giderdi tarlasına, akşama kadar gelmezdi. Dünyayı da tanımazdı. Günümüzde televizyonlar, telefonlarla dünya küçüldü, bir yerde çıkan pislik hemen yayılıyor. Eskiye nazaran İslami faaliyetler de daha çok; eskiden bir şehirde bir-iki medrese var iken mesela Van diyelim ellinin üzerinde medrese var. Bitlis’te belki 40 medrese var; fakat halka yansımıyor, neden? Yansımıyor, iyilik tarafı topluma etki etmiyor; sebebi ise önemsemediğimiz bu iletişim araçları ile pislikler empoze ediliyor. Dolayısıyla bir tarafta İslami hizmetler yapılıyor, diğeri taraftan ise küfür sistemi kurulmuş, oturduğu yerden ahlaksızlığı sistematik olarak her tarafa yayılıyor; haliyle gençlik bu ahlaksızlıktan etkileniyor böylece toplum bozuluyor.
Allâh-u Teâla, İslâm toplumlarını muhafaza buyursun inşallah; bu fitneleri onların içerisinden kaldırsın; bizi de hakiki samimi gerçekten ihlaslı Müslümanlardan eylesin.
[1] Hümeze Sûresi, 1. Âyet.