أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın İsmi Şerifi ile…

 

Kadere inanmak ayet ve hadis ile sabittir. Daha önceki makalelerimizde bahsettiğimiz gibi Allahu Tealanın ilmi, ezeli ve ebedidir. Allahu Teala Kainatın ve insanların ne kadar yaşayacağını, ömür süresi içerisin de hangi ameller de bulunacağını, yani said veyahut şaki mi olacağını ezelden bilir tüm bunlar Allahu Teala’nın (Celle celaluhu) ilminin dahilindedir.

Allahu Teâla (Celle celaluhu) , bizler daha dünyaya gelmeden önce ne yapacağımızı, hangi saat’te ve hangi zamanda nerede olacağımızı, hangi işlerle meşgul olacağımızı biliyordu. Bu bilgiler biz daha dünyaya gelmeden Allahu Teâla (Celle celaluhu) tarafından yazılmıştır.

Allahu Teâla (Celle celaluhu) kaderi tayin ettiğinde, insanlara cüzi iradeyi de vermiştir. Bundan dolayı insanlar kendi iradeleriyle hareket ederler. Mesela: Oturup kalkmaları, kitap okumaları, yürümeleri, davranışları,  namaz kılmaları veya günah işlemeleri gibi.

İnsan cüzi iradesinden dolayı sorumlu ve mükellef kılınmıştır, mükellef kılındığı için kişinin cennete veya cehenneme girmesi bu cüzi iradesine bağlıdır.

Kader vardır. Tarih de kaderi inkâr edenler Mutezile ve Kaderiye fırkalarıdır. Mutezile fırkasına göre; kişi kendi amelinin yaratıcısıdır. Allah (Celle celaluhu) onun amelini yaratmamıştır. Fakat o gücü Allah (Celle celaluhu) vermiştir. Mutezile ekolünün önderi sayılan El Cuheni ve Ed Dumeşki’ye göre; kaderin olmadığı ve her şeyin yeniden meydana geldiği görüşüne öncülük etmişlerdir. Daha sonra bu görüş mutezilenin genel görüşü kabul görülmüştür.

Kaderiye fırkasına göre; Haşa, Allah’ın (Celle celaluhu) ilmi ani ve geçicidir. Bu fırkalar bu yanlış fikirlerine dayanarak kaderi inkâr etmişlerdir. Kaderiye ve Mutezile fırkası, tarihe geçmiş ve sonradan yok olmuşlardır.

Resulullah (Sallallahu aleyhi vessellem) buyurmuştur:

عن حُذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لِكُلِّ أُمَّةٍ مَجُوسٌ، وَمَجُوسُ هذِهِ ا‘ُمَّةِ الَّذِينَ يَقُولُونَ أنْ َ قَدَرَ فَمَنْ مَاتَ مِنْهُمْ فََ تَشْهَدُوا جَنَازَتَهُ، وَمَنْ مَرِضَ مِنْهُمْ فََ تَعُودُوهُ؟ وَهُمْ شِيعَةُ الدَّجَّالِ، وَحَقٌّ عَلى اللّهِ أنْ يُلْحِقَهُمْ بِالدَّجَّالِ[. أخرجه أبو داود .

“Her ümmetin Mecusileri vardır. Bu ümmetin Mecusileri “kader yoktur” diyenlerdir. Bunlardan kim ölürse cenazelerin de hazır bulunmayın. Onlardan kim hastalanırsa ona ziyarette bulunmayın. Onlar Deccal bölüğüdür. Onları Deccal’e ilhak etmek Allah üzerine bir haktır.” Ebu Davud, Sünnet 17, (4692)

Allahu Teâla (Celle celaluhu) ilminin ezeli ve ebedi olması itibariyle ezelde ve ebedde olacabilecek herşeyi bilir ve O’nun ilmi herşeyi ihata etmiştir.

Resulullah Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) buyurdular:

وعن ابْنِ عَمْرِو بْنِ العَاصِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ : كَتَبَ اللّهُ مَقَادِيرَ الْخََئِقِ قَبْلَ أنْ يَخْلُقَ السَّموَاتِ وَا‘رْضَ بِخَمْسِينَ ألْفَ سَنَةٍ وَعَرْشُهُ عَلى الْمَاءِ[. أخرجه مسلم والترمذي .

“Allah mahlukatın miktarlarını, semavat ve arzı yaratmazdan elli bin sene evvel, arşı da su üzerinde iken yazdı.” Müslim, Kader 16, (2663); Tirmizi, Kader 18, (2157)

 

Bir de Cebriyye fırkası vardır, bu fırka; insanlarda var olan cüzi iradeyi inkar ediyor. Bunlara göre insan rüzgarda savrulan yaprak gibidir, rüzgar nereye eserse oraya savrulur, insanın hiçbir iradesi yoktur. Bu doğru değildir, bu düşünceye göre: Mahşer gününde insanlar şöyle diyebilirler; Ey Allah’ım beni yanlış veya doğru yola sen sevkettin, bana seçme hakkı vermedin diyerek hak iddia edebilirler.

Yani kısacası;

1- Kaderiyye ve Mu’tezile: Kulun mutlak hür olduğunu ve işini kendisinin yarattığını iddia eder.

2- Cebriyye: Kulun ihtiyar ve iradesinin olmadığını iddia eder.

Bizim ehlisünnet vel cemaat inancımıza göre, cüzi irade insana verilmiştir, bu cüzi irade ile insanın seçme hakkı vardır. Bu şuna benzer; diyelim ki bir kişi Radyo’dan dilerse şarkı ya da dini bir sohbet dinleyebilir, bunu seçmesi onun tercihine yani o kişinin cüzi iradesine bağlıdır. İşte cüzi irade, kişinin herhangi bir konuda seçim yapması yani iradesini o yönde kullanmasıdır.

Bir insan şunu dememelidir: kaderimde şaki yazıyor; elimden bir şey gelmez, ben artık içki içebilirim, kumar oynayabilirim, adam öldürebilirim v.s böylesi bahanelerle günah işlemek caiz değildir.

Mesela; bir adam içki içip birisini öldürdükten sonra (buna kısas vardır) benim elimden bir şey gelmez, kaderim böyleymiş şeklinde bir bahane gösteremez. Böyle bir düşünce ve hareket caiz değildir.

Kadere inanmak ve rıza göstermek gerekir, bir insan kadere inanmaz ve rıza göstermezse imanı geçerli değildir. İmanın şartlarından birisi de kadere inanmak ve razı olmaktır.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem)’de şöyle buyurmuştur:

عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ : َ يُؤْمِنُ عَبْدٌ حَتّى يُؤمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ، وَحَتّى يَعْلَمَ أنَّ مَا أصَابَهُ لَمْ يَكُنْ لِيُخْطِئَهُ، وَمَا أخْطَأهُ لَمْ يَكُمْ لِيُصِيبَهُ[. أخرجه الترمذي .

”Bir kimse kadere, hayrı ve şerri ile Allah’tan geldiğine iman etmedikçe, kendisine gelip isabet eden bir şeyin gelip çatmamasının imkânsız olduğunu ve kendisini gelip bulmayan bir şeyin kendisine isabet etmesinin de imkânsız olduğunu kesinlikle bilmedikçe hiç bir kul iman etmiş olamaz.” Sahihu Sünen’i-Tirmizi

Allahu Teala’nın (Celle celaluhu) ilminde, bir insanın iyi ya da kötü, Müslüman yada kafir olacağı, yapacağı hayırlar ve günahlar yazılıdır. İnsan hem cüzi iradeyi hem de kaderi göz önünde bulundurmalıdır.

“Hz. Âdem (a.s) ile Hz. Musa (a.s) münakaşa ettiler. Hz. Musa (a.s), Hz. Âdem’e (a.s) : “İşlediğin bir hatadan dolayı insanları cennetten çıkarmaya vesile oldun dedi. Âdem (a.s) de Musa’ya (a.s) : Kırk bin sene önce kader de yazılmış bir durumla beni suçluyor musun diyerek Musa’ı ilzam etmiştir.”

[Buhârî, Kader 11, Enbiya 31, Tefsir, Taha 1, 3, Tevhid 37; Müslim, Kader 13, (2652); Muvatta, Kader 1, (2, 898); Ebu Davud, Sünnet 17, (4701); Tirmizî, Kader 2, (2135).]

Günümüz de bazı kişiler, tarih de kaybolmuş olan Mutezile ve Kaderiye fırkasını canlandırıyorlar.

Bunlar tv ve gazetelerde batıl olan bu akideleri Müslümanlar arasında tekrar yaygınlaştırmak için çaba sarf ediyorlar.

Peki, bu kişiler;

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ 

”Biz yarattığımız her şeyi kader ile tayin ettik” (Kamer suresi 49) ayetini kerimeyi görmüyorlar mı?

Peki, bu kişiler;

”Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona yaz diye buyurdu. O, ne yazayım? Diye sorunca, kaderi yaz, olanı ve ebediyete kadar olacak olanı yaz diye emir buyurdu.”(Tirmizi) Bu hadisi görmüyorlar mı?

Bu kaderi inkâr edenler Allah’a nasıl hesap vereceklerdir? Bu gibiler için Yüce Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vessellem)  şöyle buyurmuştur:

عن معاوية رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَامَ فِينَا رَسُولُ اللّهِ  فقَالَ: أَ إنَّ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ مِنْ أهْلِ الْكِتَابِ افْتَرقُوا عَلى اثْنَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً، وَإنَّ هذِهِ اُمَّةِ سَتَفْتَرِقُ عَلى ثََثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةَ: ثِنْتَانِ وَسَبْعُونَ في النَّارِ، وَوَاحِدَةٌ في الْجَنَّةِ،   وَهِىَ الْجَمَاعَةُ[. أخرجه أبو داود.وزاد في رواية: »سَيَخْرُجُ مِنْ أُمَّتِى أقْوَامٌ تَتَجَارَى بِهِمُ ا‘هْوَاءُ كَمَا يَتَجَارَى الْكَلَبُ بِصَاحِبهِ َ يَبْقى مِنْهُ عِرْقٌ وََ مَفْصِلٌ إَّ دَخَلَهُ«.و»التَّجَارِى« تَفَاعَل من الجرى وهو الوقوع في ا‘هواء الفاسدة.و»التَّدَاعِى« فيها، تشبيها بجرى الفرس.»الكَلَبُ« بتحريك الم: داء معروف يعرض للكلب، إذا عض إنساناً عرضت له أعراض رديئة فاسدة قاتلة، فإذا تجارى با“نسان وتمادى به هلك .

“Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i Kitap, yetmiş iki millete (dine) bölündüler. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmiş ikisi ateşte, sadece biri cennettedir. Bu da Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaattir.” [Bir rivayette şu ziyade var: “Ümmetimden bir kısım gruplar çıkacak, bunları bid’alar istila edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiç bir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid’a da onların her hallerine sirayet edecek.” Ebu Davud, Sünnet 1, (4597)

Günümüzde, doğru yoldan çıkan birçok kişiler vardır; bunlardan kimi Hadis-i Şerifleri inkâr ediyor, kimisi ise internetten okudukları hadisleri matematiksel olarak hesaplayıp, bu zayıftır, bu sahihtir veya bu hadis değildir vs. gibi hüküm vermeye kalkışıyorlar, bu doğru değildir, din de böyle bir şey yoktur.

Bir kısım ise, hadisleri kendi kafasına göre kategorilere ayırıyor. Son zamanlara da ortaya çıkan modernist hocaları taklit ederek, filan hoca bu hadisin sahih olduğunu, şu hadisin sahih olmadığını söylüyor gibi konuşmalar yapıyor.

Sizin ilmi gücünüz nedir? Alıntı yaptığınız sözde hocaların ilmi gücü nedir?

Zaten asırlar önce hadisler büyük ve dahi âlimler tarafından incelenmiş sahih, hasen vs. derecelere ayrılmıştır. O modernist hocalara diyoruz ki, siz daha bu hadislerin arabça metinlerini okuyacak ve anlayacak durumda değilsiniz, ilim seviyeniz bu durumda iken hala hadisleri kabul etmiyoruz diyorsunuz, bu ne büyük cehalettir.

Bazı modernist hocalar biz mezhepleri kabul etmiyoruz derler, diğer bazıları ise biz tasavvuf ve evliyaları kabul etmiyoruz derler…

Bir kısmı da, eski müfessirlerin Kur’an’a vermiş oldukları manayı kabul etmiyoruz derler. Eski müfessirlerin geçmişte Kur’an’ı tefsir ettikleri manaların günümüz de geçerli olmadığını söyleyerek, Kur’an’ın Ashab-ı Kehf ve Fil kıssası gibi mucizevi yönlerini inkâr ederler.

Bunlar son yüzyıl da yeni modernistler olarak ortaya çıkan kişilerdir, bu kişiler: Avrupa’da ki Katolik kilisesini sonlandırılarak Protestan mezhebini ortaya çıkaran papazlardan etkilenmişlerdir.

Avrupa da Katolik mezhebi katı ve baskıcı olması itibariyle insanların ilim ve sanatta gelişmesini, engelliyordu bundan dolayı Hristiyanlık kendi içine kapanıp gelişmek yerine geriliyordu.

Avrupa da yaşayan oryantalistler bu mezhep de reform yaparak bilim, sanat ve teknolojinin önünü açtılar.

Bizim modernist hocalar bu oryantalistlerden etkilenerek Kuran’ın mucizevi boyutunu inkâr ederek yeni bir yorum getirmeye çalıştılar. Hâlbuki Kuran-i Kerim bilim ve teknolojiye karşı değildir. Bunların yeni yorumu Kuran’ın özünü değiştirerek yeni bir din oluşturmaya çalıştılar. Bu modernistler Kuran’da ki hüküm ayetleri eskiden geçerliydi şimdi geçerli değil diyerek hüküm ayetlerini inkâr ediyorlar.

Mezheb imamlarını eleştirip, mezheplere ne gerek var diyorlar. Mezhep imamları Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin manasını izah ettiler, kendi kafalarına göre bir şey yapmadılar.

Kur’an-ı Kerim 23 sene de nazil oldu. Kur’an-i Kerim; nasih-mensuh, zahir ve mecazi, ihtihare, amm-has v.s gibi bir çok ilmi konuları kapsamaktadır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in ne zaman nazil olduğunu, nazil olduğunda Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem)  onun hakkın da neler söylediğini bilmek gerekir. İlim de üstünlük sağlamamış birisinin bütün bunları bilmesi mümkün değildir, bunu Kur’an-i Kerim’i bilen müçtehitler ancak anlayabilir.

Günümüz de Kur’an ve hadis ilimlerini bilen eski müçtehit âlimler gibi birisini bulmak mümkün değildir. Günümüzde ki âlimlerin hepsini toplasalar, bir İmam Şafii’nin ilmine ulaşamazlar.

İmam-ı Hanefi, İmam-i Maliki, İmam-i Şafii ve İmam-i Hanbeli Kur’an ve Hadis ilmin de derya idiler, onlar bu ilim ile Kur’an ayetlerini ve Hadisleri tefsir edip bizlere kitap haline getirmişlerdir. Onlar olmasaydı biz kendi bilgimiz ile Kur’an ve hadisi mana edecek durum da değildik. Çünkü o ilim kabiliyeti bizler de mevcut değildir.

Onlar kendi kafalarına göre mana etmemişlerdir. Onlar Kur’an ve hadis ilmi ile Kur’an-ı Kur’an ile hadisi hadis ile tefsir etmişlerdir.

Bugün bu müçtehitleri inkar edip kabul etmeyenler onların yanlış olduğunu söyleyenlere deriz: Gelin, İmam Şafi’nin El-Umm isimli kitabının (Şafii Fıkıh Külliyatı) bir satırını doğru okuyun bakalım!.. Sizden manasını da istemiyoruz sadece ibaresini doğru okuyun desek, bunu da yapamazsınız!..

İmamları inkar edenler, tenkit edenler, onların kitaplarının bir satırının dahi manasını bilemezler!..

Bilim gelişti fakat ilim geride kaldı. Mesela; İmam Suyuti vefat ettiği zaman onun doğumundan vefatına kadar yazdığı kitaplar incelendiğinde günde kırk sayfa kitap yazdığı ortaya çıkmıştır. İmam Suyuti, Şafii mezhebinde çok büyük bir alimdi. Hatta meselelere o kadar çok vakıf idi, ondan bir mesele sorulduğu zaman, hangi kitap da ve hangi sayfada olduğunu söylerdi. Muhtelif ilim dallarında altı yüze yakın eser yazdı. Eserlerine kaydedeceği Hadisi Şerif’leri mana aleminde Peygamber Efendimizin (Sallallahu aleyhi vessellem)  tasdikine sunduktan sonra yazardı.

Müçtehitler üç kısma ayrılır.

1- Müçtehidül mutlak; İmam Şafii ve İmam Hanefi gibi âlimler.

2- Müçtehidül mezheb; Ebu Yusuf Muhammed ve Müzni gibi âlimler, mezhep içerisinde görüş belirten alimlerdir.

3- Müçtehidül fetva ; Mezhep içerisindeki görüşleri birbirine tercih etme derecesidir.

İmam Suyuti şöyle demiştir; Ben İmam Şafii’nin mezhebin de bulunan görüşlerin birini birinin üzerine tercih edebilirim, yani fetva da Müçtehidim. O dönemde ki büyük âlimler ise; senin böyle gücün yoktur, meseleleri birbirlerine tercih edemezsin, diyerek itiraz etmişler ve İmam Suyuti’ye kırk tane soru göndermişler. İmam Suyuti bu kırk soruya da doğru cevap vermiştir.

Mezheb imamlarına itiraz edenler İmam Suyuti’nin kitaplarını okusunlar, okuyamazlar çünkü ilimleri yoktur.

Buna rağmen internetten okudukları hadisleri ayıklayarak, kafalarına göre hesaplar yaparak, kendilerinin müçtehid-i mutlak olduklarını ve Kur’an ve Hadis’den hüküm çıkarabileceklerini söylüyorlar…

Müçtehid-i mutlak; bütün şer’i meselelerde içtihat ehliyetine sahip olan zatlardır. Sizin ilminiz nedir?

Bizim bu kişilere vereceğimiz cevap; sizler, önce İmam Suyiti’nin yazdığı kitaplardan birinin ibaresini doğru okuyun, ondan sonra da hangi iddia de bulunuyorsanız buyurun gelin deriz!..

Kader konusuyla ilgili fazla detaylara girmemek gerekir, çünkü bu çok derin bir meseledir. Bu güne kadar da hiç kimse kader konusunun detaylarına derinlemesine inmemiştir. Sadece şunu söyleyebiliriz: Biz ehlisünnet vel cemaat akidesine göre Allah’ın (Celle celaluhu) bizim için takdir ettiği kadere inanıyoruz ve rıza gösteriyoruz.

WhatsApp'ta paylaş