12.04.2018 Tarihli Sohbet Metni
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم
Bu akşam, İmam-ı Rabbanî Hazretleri’nin Mektubat’ından 278. mektubu okuyacağız inşallâh. Bu mektûb, Molla Abdülkerîm-i Sennâmîye yazılmıştır. Herkese, i’tikâdı düzelttikten ve işlerini İslâmiyyete uydurdukdan sonra, kalbin selâmette olmasına çalışmak lâzım olduğu bildirilmektedir
Kişi için evvela gerekli olan şey itikadını düzeltmek, sonra şeriatın ahkâmı ne ise onunla amel etmektir. Allâh’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret hayatına inanarak kaderin, hayrın ve şerrin Allâh’tan geldiğine inanmak akaidini düzeltmek. Akaidi düzelttikten sonra Ahkâm-ı şeriyye’nin muktezası ile amelden sonra kişi için lazım olan şudur; kişi kalbini Allâh’ın dışındaki her şeyden salim bırakması gerekir.
Kişinin kalbinde Allâh’dan gayrı hiç kimse olmayacak; tefekküründe yalnızca Allâh olması lazımdır. Hâk Teâla’nın dışında bütün masivayı terk etmektir. Bir de bu mektupta tarikat-ı Nakşibendiyye’ye methiye var.
“Kardeşimizin kıymetli mektubu elimize ulaştı; sevindik. Ben kardeşlere her zaman nasihat ediyorum. Ömrümün sonuna kadar bu nasihatlere devam edeceğim. Allâh’u Teâlâ Ehl-i Sünnet âlimlerinin say’ ve gayretlerine bol bol iyilikler ihsân eylesin! Bundan sonra farz, vâcib, sünnet, mendûb, helâl, harâm, mekrûh, müştebeh olan fıkıh hükmlerini öğrenmeli, her işi bunlara uygun yapmalıdır. Îmânı ve işleri düzeltdikden sonra, kalbi Allâh Teâla’dan başka şeylere tutulmaktan kurtarmak lâzımdır. Kalbin selâmeti içinde, kalbe Allâh’tan başka hiçbir şeyin düşüncesini getirmemek lâzımdır.”
Kalpte Allâh’tan başka hiçbir şey bırakmamak tasavvufun gayesidir. Çünkü bir insan ne kadar amel yapsa da kalbi Allâh’a taalluk etmemişse bu kişinin terakki etmesi söz konusu olamaz. Kişi akidesini düzeltmiş, şeriatın ahkâmı ile amel yapıyor; ancak Allâh aklında, gönlünde değil; Allâh’tan gafildir. Namazdadır ama başka bir şey aklındadır; oruç tutuyor veya başka amel yapıyor, fakat aklında Allâh yok, işte bu kişi Allâh’tan gafildir. Evet, üzerine farz olanı yapıyor, ama asıl maksûd olan Allâh kalbinde yoktur. “Böyle bir kişinin kalbinin Allâh’tan gayrı her şeyden temizlenmesi için Allâh-u Teâla’dan başka her şeyi unutması lazımdır. Bu kıymetli bir nimettir.”
Zamanımızın insanları gelsin diyor; haramdan mı, helalden mi, faizden mi… bakmıyor; yeter ki gelsin; bütün endişesi bundan ibaret. Bu şekilde kendilerinin ve evlatlarının bütün masivayı unutmaları mümkün değildir. İnsana dünyayı unutturan helal lokmadır. Büyük zatlardan birisinin hayatı araştırılıyor; o zat bir köyde yaşıyor; babasının bir ineği var, başkalarının malını yememesi için meradan geçerken ağzını bağlıyormuş. Şimdi bu baba hiç haram yememiş, o zaman oğlu ne olur? Oğlu da büyük bir insan oluyor. Büyük zatlardan birisi de şöyle diyor; “büyük zatların eserleri bazen evlatlarından zahir olur.” Kişi haram yememiş, hep helal lokma yemiş, bir makama gelmiş. İşte bunların bazılarının evlatlarında bu makam zahir oluyor; bakıyorsunuz bu kılı kırk yaran hassasiyetin semeresi iyi bir evlat oluyor. Salih, mükemmel, âlim bir evlat, ehl-i kalp olan bir evlat oluyor. Bazı salih insanların eserleri zikirlerinden çıkar. Tasavvufta iyi bir insan ise onun telkin ettiği zikirler ondan sonra okunmaya devam eder. Kimisinin ise ilimleri devam eder, kitapları devam eder. Mesela İmam-ı Nevevi Hazretleri gibi. Hayatını okuyunca bakıyorsunuz, kendi zamanında yazdığı kitaplar bugün de revaçta, herkes eserlerinden istifade ediyor, okumak istiyor. İslâm âleminde okumayan kalmamış neredeyse. İşte bizde böyle bir insan olmak istiyorsak veyahut bizden sonra salih bir nesil bırakmayı arzu ediyorsak, kendimiz iyi olalım ki evladımıza yansısın.
Bugün gördüğümüz bir gençlik var; bu gençlik ne yapıyor? Haram yiyor, esrar içiyor, kumar oynuyor, hak-hukuk hiçbir şey bilmiyor; kafasında o kadar yanlış fikirler var ki insan fazla kurcalamak istemiyor. Ne yaparsınız, ailesini araştırırsınız. Evet, ailesi namaz kılmış, annesi-babası namaz kılmış ama helale-harama hiç dikkat etmemiş. Faiz parası, tefecilik parası, kumar parası veyahut komşu malı, gasp malı gibi bir şey eline geçtiği zaman kendisini bundan hiç alıkoymamış, nefsini bundan men etmemiş. Vakıf malı veya kamu malı, –kamu malı nedir? Devletin malı, umumun malı- eline geçtiği zaman hemen yemeye, hakkı olmadığı halde ondan istifade etmeye çalışıyor. Peki, bu kişinin evladı nasıl olacak? İşte bu az önce bahsettiğim gençler gibi olacak. hafizanallâh. Uyuşturucu kullanacak, Allâh’ın razı olmadığı işlere eli uzanacak, her şeyi yapacak, maalesef sonuç böyle oluyor. Bu işin temeline inildiğinde, iyiliğin de kötülüğün de hepsini bir hikmet çerçevesinde düşünmemiz gerekiyor; mutlaka bir sebep-sonuç ilişkisi vardır!
Bir kumarhane işletmecisinin çocukları medresede okuyordu; düşünürdük bunun hikmeti nedir acaba? Bunlar helal yememiş, kumar parası ile büyümüştü neticede. Bunlar zaman içerisinde her ne kadar zahiren salih gözükseler de bozuldu ve ortalığı kavurdular. Demek ki biz sadece kendimizden sorumlu değiliz, kendimizden sonraki neslimizden de sorumluyuz. Ben ne yapayım, benim rızkım buradan geliyor diye insanlar arasında meşhur bir söz var. Peki, Allâh-u Teâla’da senin dediğin gibi mi söylüyor haşa? Kur’ân-ı Kerîm’de;
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ “Şüphesiz ki Rezzâk (çokça rızık veren), kuvvet sahibi, Metîn (aslâ sarsılmaz olan) Allâh’tır.” [1] buyrulur.
Şimdi düşünün, çocukluk döneminde Allâh rızkını vermiş; sen çalışıyor muydun hayır, ergenlik dönemi, askerlik dönemi, askerlikten sonra, boşta iken de rızkın vardı; talebe iken de rızkın vardı; ölünceye kadar da rızkını Allâh-u Teâla verecektir. Hayır, ben ne yapayım, çoluk çocuğumun rızkını işte buradan temin etmeye çalışıyorum; benim rızkım kumardandır. Hayır! Senin rızkına Allâh-u Teâla kefildir, ne olursa olsun Allâh senin rızkını verecektir; öyle ise niçin gidip haramdan elde etmeye çalışıyorsun? İşte bundan dolayı için toplum bozulmuş, hızlı bir şekilde yıkılmaya doğru gidiyor. Bu da adetullâhtır; bir yerde üç kişi günah işlese mutlaka çevresine yansıyor. Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh-u Teâla bildiriyor; bir yerde bir kaç kişi günah işlese Allâh oraya bir tufan gönderiyor. Bir ilçede, bir ilde birkaç kişi günah işliyor, bu günah her tarafa sıçrıyor. Herkes bundan manevî nasibini alıyor. İyilikte öyledir, bir yerde bir topluluk sadece Allâh’a ibadet ediyor, Allâh’ı zikrediyorsa işte bu da bütün çevreye sıçrıyor; herkes bu maneviyattan hissesini alıyor. Toplumun gün geçtikçe gerilemesi çökmesi bundan kaynaklanıyor; toplumun çoğunluğu günahlarla meşgul olduğundan, genelinin kalplerinin Allâh’tan gafil olmalarından dolayı… Bir kalbin sahibi eğer helal lokma yemişse o kalp Allâh için atar. Haram yiyen birisinin kalbinin Allâh demesini beklemekten daha büyük hata olamaz.
“Tevhid murakabenin başında hâsıl oluyor. Eşya kişinin kalbine girmiyor; bu yol öyle bir yol ki eşyaları hatırına getirmeye çalışsa bile hatırlamaz. Kalp Allâh’ın dışında her şeyi unutuyor, öyleki kalp Allâh’ın zâtî sıfatlarında fani olmuştur. Kendisini zorlasa bile başka bir şey aklına gelmez.”
Şeyh Ubeydullâh Ahrar (k.s.) ççocukluğundan vefatına kadar Allâh’ı hiç unutmamış. Eşya ve hâdiseler O’na Allâh’ı unutturmamış, hiçbir şey aklına gelmemiş. Bir gece çamura batmış ayakkabısını bağlarken bir an Allâh’tan gafil kalmış, buna çok üzülmüş; benim meşguliyetim fazla değil, şuradaki çobanın işi gücü var, yine de Allâh’tan gafil değil demiş. O’na göre sanki herkesin halinde Allâh var, öyle zannediyor.
İmam-ı Rabbanî devam ediyor: “Bu, tarikat-ı Nakşibendiyye yolunun başlangıcında ele geçer. Velâyetin bütün derecelerine bundan sonra kavuşulur. Allâh’a ulaşmakta en yakın yol bu tarikattır. Çünkü Nakşibendi tarikatının zikirleri tesirlidir. Devamlı Allâh, Allah… denildikçe Allâh o kalpte devamlı anılır. …zahiri zikir kalpte kibri yok etse de hafi zikr ile kalp Allâh demeye alışır ve asla o kalpten çıkmaz. Kalbe hiçbir düşüncenin gelmemesi için, Allah-u Teâlâ’dan başka her şeyi unutmak lâzımdır. Bu, yolun başlangıcında ele geçer, velâyetin bütün derecelerine bundan sonra kavuşulur. Çünkü, bu büyüklerin yolu, Âlem-i emrden başlamaktadır. Kalpten, kalbin sâhibine yol aramışlardır.”
Çok şükür bu yol günümüze kadar gelmiştir; demin söylediğim gibi yapmamız gereken şey haramdan uzaklaşmak; haramdan uzaklaşırsak inanıyorum ki namazlarımız düzene girer. Namazlarımız düzene girerse o namaz diğer bütün günahlardan bizi -inşallâh- muhafaza eder. Bütün günahlardan muhafaza olduğumuz zaman o kalpte, huzur hâsıl olur; artık kalp Allâh’ın dışında hiçbir şeyi anmaz; hep Allâh der, hep Allâh’ı zikreder.
Allâh-u Teâla bizi evvela haramlardan muhafaza eylesin; haram işleri bize nasib etmesin. Bizi sahih akide, sonra şeriat-ı garranın gereği olan bütün emir ve yasaklarını yerine getiren kullar zümresine dâhil eylesin ve bu makamı bizlere nasip etsin inşallâh.
[1] Zâriyat Sûresi, 58. Âyet-i celîle.