Receb 1436 (Mayıs 2015)
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
İslam âleminin bugünkü acı durumu, bize şeytanın Hazreti Âdem’e secde etmemesinin anlatıldığı kıssayı hatırlatıyor. Şeytanın ateşten yaratılmasından gelen kibir, üstünlük taslama, kendini beğenme hasletleri onun kendisine zülüm etmesine sebep olmuştur. Ateş, tabiatı gereği yakıcı ve dokunduğu şeyi harap edicidir. Ayrıca, biri ateşle münazara yapmaya kalkıştığı zaman ateş onu hor görür. Onu haksız görüp yakmaya çalışır. Toprak ise tevazulu, faydalı, gül gibi birçok çeşit nimeti çıkarır. Kimseyle münakaşa etmez. Biri onunla münakaşa ettiği zaman baş eğer. Günümüz Müslümanlarının profilini bu örneğe göre değerlendirmek gerekirse ateş unsuru ağır basan kişiler kendisinin dışında kimseyi görmez. Kendisi dışında tüm insanları küçük, hor ve hakir görür. Kendisinin dünyanın efendisi ve herkesin de onun hizmetinde olmasını ister. Toprak unsuru ağır basan insanlara zülüm eder. Onları hakir görür. Onların varlığını kendisi için en büyük tehlike olarak gördüğünden dolayı sürekli onları yoldan çıkarmak ve onlara zarar vermekle uğraşır.
Günümüzde bu şeytani hasletleri taşıyan insanlar gittikçe çoğalarak egosunu tatmin etmek için yeryüzünde fesat çıkarırlar. İslam âleminin geneline bakıldığında herkes herkese karışıyor. Hangi ırk veya dini fırkalar, daha kendine çeki düzen vermeden başkalarını incitmeyi, onların düzenini bozmayı kendilerine yeryüzünde bir görev bilirler? Mesela Vahhabi ve Şia’lar kendi mahiyetinde bulunan insanları ıslah etmeden başka yerdeki ve dindeki insanları ıslah etmek bahanesiyle rahatsız edip oralarda huzursuzluk çıkarmaktadırlar. Yüz yıldan beri gelenek haline gelen başka ülkelerin iç işlerine karışmak ve o ülkenin huzurunu kaçırmak fitnesinin son yıllarda artarak yeni bir ivme kazandığı görülmektedir. Halbuki Yemen gibi toprağı evliya yeşerten bir İslam beldesinin -Vahhabi ve Şia gibi bozuk akımların temsilcisi bir takım devletler karışmadığı müddetçe- halkı ilelebet kardeşçe yaşayabilir. Ama bu gibi devletler oradaki kardeşliği köreltip Müslümanlar arasına fitne ve fesat sokmaktalar.
Bugün Irak ve Suriye mezhep savaşının kurbanlarıdırlar. Bu tekfirci anlayışlar İslam topraklarının tümünde bu gibi tezgâhları kuruyorlar. Hâlbuki bu gibi mücadeleleri veren devletler kendi halklarıyla problem içerisindeler. Halklarını İslam’ın ve insanlığın ön gördüğü insan haklarından mahrum bırakmışlardır. O ülkelerde insanlar arasındaki içtimai tabaka farklılıkları uç noktalardadır. Bu ülkelerin yönetimi halklarıyla barışık olmadığı gibi sürekli onları bir şekilde sömürmektedir. Bundan dolayı da kendi ideolojilerini halklarına bir türlü kabul ettiremiyorlar. Bu gibi devletler halkalarıyla barışık olup onlara İslam çerçevesinde, insan hakları gereği muamele etmeleri daha uygundur. Oysa onlar, Avrupa’nın sanayi devriminden sonra sömürge için başka ülkeleri harap edişini taklit ediyorlar. Ancak Avrupa bu devletleri sömürürken kendine de bir fayda sağlıyordu. Bunlar ise kendilerine fayda sağlamadıkları gibi karıştırdıkları yerlere de zarar veriyorlar. Bu husus toplumsal ve devlet bazında Müslümanların ifsat olduğu alanlardır.
Bireysel olarak da şeytani unsur bazı kişilerde olduğu için daima arkadaşını ve kardeşini hor görür. Kardeşinin ayıbını araştırır. Sürekli onunla uğraşır. Ona buğz eder. İşini bozar. Hulasa bu hastalıkları olan kişiler karşısındaki insana verebildiği kadar zarar vermeye çalışır. Bu günkü Müslümanlar arasında o kadar çok hastalıklar var ki; İslam diniyle hiç bağdaşmayan her türlü olumsuz durumun ortaya çıkması beklenebilmektedir. Kimilerince Müslümanların bu tür olumsuzlukları tertemiz dinimize mal edilebilmektedir. Oysa dinimiz marufun her çeşidini emreder. Münkerin (kötülüğün) her çeşidini yasaklar. Bir kelimesi bile tahrif olmayan dinimiz asla günümüz Müslümanları arasında var olan münkeratı kabul etmemektedir. Biz Müslümanlar Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şu hadis-i şerifini düstur alsak bizler için yeterlidir:
{لا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ}
“Bir mümin kendi nefsi için istediğini kardeşi için de istemedikçe (gerçek manada) iman etmiş olamaz.”1
Bu hadis-i şerifi bütün Müslümanlar hayatlarının her aşamasında tatbik etmeliler. Kişi hangi meşrep, cemaat, mezhepten olursa olsun Müslümansa; iman nuruyla kalbi dolmuşsa bu hadisin gereği olarak kendisi için istediklerini Müslüman kardeşlerine de istemesi gerekiyor. Bizim için ölçü kişinin iman etmiş olmasıdır. Tabi ki akaid ve ahlak açısından hatalı Müslüman kardeşlerimiz varsa onları Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) emr-i bil’maruf düsturu çerçevesinde ikaz etmek, varsa kafasındaki soru işaretlerini gidermeye çalışmak bizim görevimizdir. Biz ehlisünnet ve cemaat akidesi üzerinde olan Müslümanlar, sarih-i küfür görmedikçe hiçbir Müslümanı tekfir etmeyiz. Oysa piyasada görünen tekfirci kesimler kendilerince gördükleri ufak tefek hatalarda bir Müslüman’ı hemen tekfir edebilmekteler.
Ortadoğu ve İslam âleminde görülen kan ve gözyaşının nedeni daha önce olduğu gibi bugün de bu tür tekfirci düşüncenin neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu anlamda tarih defaatla tekerrür etmektedir. Zehir insanın vücudunu tahrip ettiği gibi yanlış itikat da insanın merhamet, şefkat, doğru hareket etme gibi manevi savunma mekanizmasını çökertmektedir. Böylelikle kişi başkalarına karşı merhametsizce insafsızca davranabilmektedir. Hatta bunları yaparken de din adına yapıp haz bile alabilmektedir. Bugün Ortadoğu’da rahat bir şekilde insafsızca çocuk, genç, yaşlı, kadın, demeden insan kanı dökülmektedir. Baş kesenler kendilerini en hakiki ve en insaflı Müslümanlar olarak bilirler. Onlar, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in ْ
عَنِ ابنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّه عَنْهُمَا قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إِذا قَالَ الرَّجُـلُ لأَخِيهِ : يَا كَافِر ، فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُما ، فَإِنْ كَان كَمَا قَالَ وَإِلاَّ رَجَعَتْ عَلَيْهِ » متفقٌ عليه .
“Her kim din kardeşine: “ey kâfir” diye hitab ederse; ikisinden birine mutlaka bu yafta yapışır”2 hadisiyle karşı karşıya olduklarını unutmamalılar. Son zamanlarda biz Ehli Sünnet ve’l-Cemaat olarak eksiğimizi özetlemeye çalışırsak, karşımıza aşağıda sayacağımız hususlar çıkar:
Meşrep ve cemaat taassubu: Kendimizden olmayan başka meşrep ve cemaate mensup olanları sevmediğimiz gibi yeri geldiğinde sanki Müslüman değilmiş gibi bir muameleye tabi tutuyoruz. Bazı İslami gazetelere baktığımızda kendi aralarında şiddetli münazara görmekteyiz. Hatta bu münazaralar birbirlerine iftira derecesine varmaktadır. Halbuki Kur’an ve Sünnet düsturu iftira, kin, haset, ayıp araştırma, çekişme gibi şeytani hasletleri şiddetli bir şekilde yasaklamıştır. Bu İslami gazete ve dergiler iyi bilsinler ki Müslümanları ezen çok güçlü düşmanlarımız mevcuttur. Onlar var iken birbiriyle uğraşmak düşmanlara güç vermektir.
Hiçbir tarihte günümüz kadar İslam âlemi zillet yaşamamıştır. Bu zillet hepimizin gözünden kaçmayacak kadar açıktır. Bu zilleti göz ardı edip birbiriyle uğraşmak, ne İslam’a ne de insafa sığmaktadır. Allah (Celle celaluhu) Kur’ân-ı Kerim’de bizim birbirimize karşı nasıl olmamız gerektiğini şüpheye mahal bırakmayacak şekilde açıkça ifade etmiştir:
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.”3
Bu ayette Allah (Celle Celâlühû) Müslümanlara nimetlerini hatırlatıyor. Bu nimetler, onların kalpleri arasında ülfiyet peydah etmesi şeklinde tecelli etmişti. Bu ülfiyet nimetiyle onları kardeş kılmıştı. Bunlar kardeşlik hukuku içinde kaldıkları müddetçe bir birlerini tehlike ve desiselere karşı korurlardı. Bugüne geldiğimizde ise Allah’ın (Celle Celâlühû) dininden uzak, nimetlere karşı gaflet, ülfiyete karşı düşmanlık, kardeşliğe karşı husumet mevcuttur. Ebetteki Allah’ın (Celle Celâlühû) daha önce müminlere yardım ettiği gibi bu olumsuz durumdaki Müslümanlara da aynı şekilde yardım etmesi beklenmemeli, belki daha önceki Müslümanlar gibi yardımı celp edecek şartları yerine getirmek gerekir.
Bu acı tabloyu gördüğümüzde gerçekten içimiz kan ağlıyor. Bunları söylemem, Müslümanları eleştirip küçümsemek için değil bilakis kendi aklımızı başımıza almamız içindir. Müslüman, Müslümanın dostu ve kardeşidir. Kâfirler asla dost olmazlar. Bu kadar İslam âleminde problem varken Müslümanın, Müslümanı ezmesi; onunla uğraşması onu çekiştirmesi sadece kâfirin işine gelir. Bundan düşman beslenir. Eski Müslümanların tarihine baktığımızda onlar kendi meşreplerini tasvip ve teşvik etmekle beraber diğer meşreplere hep bir uhuvvet dostluk duygusuyla muamele etmişlerdir.
Gönül ister ki İslam’ın temelinde var olan uhuvvet ve dostluk bu gün için de tekrar canlansın. Allah’tan ümit kesilmez. Vesselam
KAYNAKÇA: 1- Müttefekun aleyh. 2- Muvatta, İmam Malik. 3- Âl-i İmran: 103.