Şevval 1435 (Ağustos 2014)
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Bilinmeli ki İslam dini hiçbir tahrifata uğramadan günümüze kadar gelmektedir. Bize Kur’an-ı Kerim’i ve Hadis-i Nebeviyi yorumlayan müçtehitlerimiz Asr-ı Saadetten hemen sonra olmaları hasebiyle bir nevi birinci ağızdan dinimizi bize içtihat edip kaleme almışlardır. İmam-ı Azam tabiin olması itibariyle sahabeden ve tabiinden ilmini almıştır. İmam-ı Malik, İmam-ı Azam’ın çağdaşı, İmam-ı Şafii ise İmam-ı Malik’in talebesi, İmam Ahmet İmam-ı Şafii’nin talebesidir. Bu silsileye bakıldığında bu dört mezhebin imamları Peygamber Efendimiz’den (Sallallahu aleyhi vessellem) ilmi alan sahabelerden hemen sonra dinimizi günümüze kadar sıhhatli bir şekilde getirmişlerdir. Buna binaen dindeki yeniliklerin kabul edilemez bir dereceye varması İslami açıdan talihsizlikten başka bir şekilde yorumlanamaz. Çünkü elimizde var olan sahih kaynakları bir kenara bırakarak oryantalizm (şarkiyatçılık) etkisinde kalan modernizm ile yeni bir din anlayışının İslamiyet’te yeri yoktur.
Geçmiş tarihe bakıldığında İslam’da modernizme benzer fikirler piyasaya çıkmışsa da varlıklarını kısa sürede yitirmişlerdir. Mutezile bir zamanlar Emeviler’in devlet itikadi mezhebi olmasına rağmen bugün isminden başka bir varlık söz konusu değildir. Dolayısıyla günümüzde piyasalarda medya aracılığıyla propagandası yapılan değişik değişik ehlisünnet vel cemaat akidesine ters fikirlerin varlığını idame ettirmesi düşünülemez. Özellikle Ramazan ayı gibi kutsal zamanlarda, Müslümanların hisleri yumuşak olduğu dönemlerde onların inançları ve ibadetleri ile oynayarak kök salmaları mümkün değildir. Yüce Allah bu dinin sahibidir. Bu dini ancak ‘O’ koruyacaktır. 1400 seneden bu güne kadar siyasi, sosyal ve ekonomik olarak bu ehlisünnet itikadı üzerine olan dini yok etmeye çalışmışlarsa da bugüne kadar Dünya genelinde ağırlığını korumuştur. Bu da yüce Allah’ın inayetiyle olmuştur. Gerçek şu ki; bu dinin sahibi bütün hilelere karşı nurunu mutlaka tamamlayacağı vaadini bizlere Kur-an’ı Kerim’de söylemiştir.
Tarih boyunca İslam’a sokulmaya çalışılan yeni fikirlerin kaynağına bakıldığında mutlaka Yahudi ve Hristiyanların parmağını görmek mümkündür. Bir zamanlar felsefe aracılığıyla İslam’da büyük tahribatlar meydana getirilmeye kalkışılmış, İslam dünyası felsefenin tehdidiyle büyük sıkıntılar çekmiştir. İmam-ı Gazali gibi büyük mutasavvıf mütefekkirler, felsefenin tehdidini Kur-an’ı Kerim’in derinlikleriyle yok etmiştir. Daha sonra sanayi devriminde İslam’da modernleşme fikrini sözde İslam âlimleri aracılığıyla büyük bir gayretle yerleştirmeye çalışmışlardır. Hatta misyonerler bunu yerleştirmek için büyük paralar harcamışlardır.
Onların sloganları “Hristiyanlık kiliseyi bırakıp çağ atlamıştır. İslam da var olan katı dedikleri kuralları bırakıp modernize edildiğinde çağ atlayacaktır.” Hâlbuki muharref din olan Hristiyanlık, din temellerinden uzak sömürücü yapısıyla gelişmeye engeldi. Öyle bir Hristiyanlık’tan vazgeçmekle ilerleme sağlamak mümkün olabilirdi. Bence her ne kadar muharref din olan Hristiyanlığın Katolik mezhebi insanlığa bir şey vermiyor idiyse de bugünkü Protestan mezhebi hatta bugünkü Avrupa dinsizliğinden daha da iyiydi. Çünkü o zaman muharref Katolik mezhebi aile ve ahlaki konularda toplumunu ayakta tutmaya çalışıyordu. Ama bugünkü sözde özgürlükçü, laik, dinden uzak yeni Avrupa sistemi aileyi, ahlakı yok edip gelecekte toplumsal çöküşü ile bir nesil yok etmeye doğru gidiyor. Ama İslam’ın kaynağı olan Kur-an’ı Kerim’in bir harfi bile tahrif edilmemiş, yüce Allah’ın insanlar için ne gerekli ise emredip ilerlemeyi teşvik etmesi modernizme ne kadar ters olduğunun göstergesidir. Çünkü İslam dini insanlık için dünya ve ahiret için ne gerekiyorsa onu emretmiştir.
Yukarıdaki bilgilere binaen medya vaizleri ile gerçek âlimler arasında analiz yapmaya gittiğimizde büyük fark görmek mümkündür. Günümüzde modernist âlimler her gün fikirlerini değiştirip televizyonlarda halkın karşısına çıkıyorlar. Kimi kaderi inkâr eder, kimi Müslümanları tekfir eder, kimi hadisi inkâr eder. Bir kısım ise ibadetle ilgili Müslümanlara problem yaşatır. Örneğin; “sahur vakti güneş doğuncaya kadar devam eder” diyen gibi. Eskiden bu yenilikçilerin irtibatlı olmaları itibariyle hepsi aynı fikri paylaşıyorlardı. Bugünkü yenilikçilerin riyasetten dolayı her biri kendilerince fikirlerinde ekol olmaya doğru gittiklerinden birbirlerinden ayrılıyorlar. Sözde ehlisünnet olarak bilinen televizyon vaizleri ise kadın ve erkekli ortamlarda şovmenlik yönleri ağır basarak sohbet etmektedirler. Karma ortamlarda manevi bereket olmadığı gibi şer’î olarak da sakıncalı bir durumdur. Aynı zamanda bir başka tehlike boyutu şer’î olmayan kuralların şer’îymiş gibi topluma yansımasıdır. Hele ki bazıları anormal giyimde olan kadınları karşısına çıkarıp mehdiyete kadar ileri gidiyorlar. Bu da toplumu yeni bir dinle karşı karşıya getirmektedir.
Daha önce başörtülü olan iffetli kadınlar, çarşıya gitmekten hicap eden kadınlar şimdi televizyonlara çıkmakta sakınca bulmuyorlar. Ayrıca ayeti kerimede geçen “…yapmadıklarınızı niye anlatıyorsunuz?” örneği günümüz genel vaizlerinde mevcuttur. Ondan dolayıdır ki piyasalarda insanların kulağını dolduracak kadar vaazlar verilmesine rağmen maalesef toplum dini açıdan bir gelişme sağlamamaktadır. Bundan da anlaşılıyor ki insanlar söylenenlere değil, yapılanlara itibar eder. Günümüzde kulaklar tok gözlerimiz açtır. Gerçek dini yaşayan insanlara bakıp gözleriyle onlardan etkilenmeye ihtiyaç vardır.
Akaid kitaplarında İslamiyet’i iyi yaşamayan insanların Emr-i Bil Maruf ve Nehy-i Anil Münker yapmasını haram kılan görüşler mevcuttur. Sahih görüş ise; iyi yaşamasa bile tebliğ yapma hakkına sahiptir. Birinci görüşe göre vaizler Emr-i Bil Maruf yapmaları için evvela kendisinin İslamiyet’i yaşaması gerekir. Sonra tebliğ yapma hakkına sahip olur. Medya vaizlerinin kamuoyunda dikkat çeken bir başka tarafı ise sorulara ilmi dayanağı olmayan fetvalar vermeleridir. Ekran başında enaniyetlerine zede gelmemesi için gelen bütün sorulara “ben bilmiyorum” demeden cevap veriyorlar. Zaman zaman bu cevap verme ile büyük yanlış şeyleri söylemiş oluyorlar. Halbuki mezhep müctehidi olan İmam-ı Malik gibi bir alim dahi çok defa kendisine sorulan sorulara “lâ edrî” (bilmiyorum) demiştir.
İmam-ı Suyûtî fukahâ tabakalarından üçüncü derecede bulunan müctehidül fetva makamında olduğunu söylemiş, o dönemdeki âlimler ona itiraz edip böyle bir mertebeden uzak olduğunu iddia etmişlerdir. Ona kırk soru sorup tercih yapmasını talep etmişler. İmam-ı Suyûtî kırkına da doğru cevap vererek iddia ettiği fetva içtihadından vazgeçmiştir. İmam-ı Suyûtî ki doğumundan vefatına kadar günde kırk sayfa kitap yazmış, mutlak içtihat ve mezhep içtihadından daha alt bir derece olan müçtehidül fetva makamını iddia etmesine rağmen vazgeçmiştir. Ama günümüzde birinci derecede olan mutlak içtihad iddia eden birçok bıyıksız, sakalsız televizyonlarda nutuk atan insanlar mevcuttur. İmam-ı Azam’ı, İmam-ı Şafii’yi beğenmezler onlara hata nisbet ederler. Hâlbuki bu insanlar İmam-ı Şafii’nin el-Ümm adındaki kitabının ibaresini okumaktan acizdirler.
Gerçek âlimler, gerçekten Allah’tan korkan, Allah’tan gafil olmayan, ayet-i kerimede geçen:
رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ
“Ticaret ve alışveriş onları Allah’ın zikrinden alı koymayan” (Nur Suresi 37) kimselerdir. Onlar ki onların hakkında Allah’u Teala Kur-an’ı Kerim’de:
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
“Allah’ın kulları arasında ancak âlimler Allah’tan çok korkarlar.” (Fatır Suresi 28) demiştir.
Onlar öyle kimseler ki Allah onların hakkında şöyle buyurmuştur:
اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
“Sizden iman edip ilim sahibi olanlara Allah derecelerini yükseltmiştir.” (Mücadele Suresi 11) Onlar hakkında Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
وعن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ يَقُولَ: مَنْ سَلَكَ طَرِيقاً يَطْلُبُ بِهِ عِلْماً سَلَكَ اللّهُ بِهِ
طَرِيقاً مِنْ طُرُقِ الْجَنَّةِ. وَإنَّ المََئِكَةَ لَتَضَعُ أجْنِحَتَهَا رِضىً لِطَالِبِ الْعِلْمِ، وَإنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَواتِ وَمَنْ في ا‘رْضِ وَالْحِيتَانُ فِي جَوْفِ المَاءِ، وَإنَّ فَضْلَ الْعَالِمِ عَلى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ عَلى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ، وَإنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ ا‘نْبِيَاءِ، وَإنَّ ا‘نْبِيَاءَ لَمْ يُورِّثُوا دِينَاراً وََ دِرْهَماً وَلكِنْ وُرِّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أخَذَهُ أخَذَهُ بِحَظِّ وَافِرٍ[. أخرجه أبو داود، وهذا لفظه، والترمذي
“Şüphesiz âlimler peygamberlerin varisleridir” (Ebu Davut) demiştir.
Gerçek varisler ilimle beraber ameli de ön planda tutanlardır. Yani ilmi ile amel eden kimselerdir. İnsanlar onları gördüklerinde Allah’ı anar. Onlar irşadını yaşantısı ile yaparlar. Onları gören insanlar onların nurundan etkilenerek hidayet bulur. Onların hayatı ilim ve tasavvuftan ibarettir. Onlar Peygamber’in ahlakıyla ahlaklanmışlardır. Onlar Kur’an ve Hadis’in ünmûzeci (örnek alınacak temsilcileri)dirler. Onlar kendi ışıklarıyla etrafını aydınlatırlar. Onların varlığı ile Allah dünyayı ayakta bırakmıştır. Şöhretten, enaniyetten kendilerini uzak tutarlar. Hep yüce Allah’a yalvarıp tevbe ve istiğfarda bulunurlar.
Allah-u Teâlâ Havvas’ların tevbelerini derece-i aliye olarak onlardan kabul eder. Bilmedikleri şeyleri söylemezler. Bildiklerinde de tevazu gösterirler. Tebliğ ve irşad için bütün meşakkatlere tahammül ederler. Bunlar eskiden olduğu gibi bugün de mevcuttur. Allah dostları, dünya var oldukça var olacaklardır. Bazı kimselerin; “eskiden Allah dostları alimler var idi, şimdi yoktur” demelerinde haklı olmadıkları apaçıktır. Bugün ülkemizde ve dünyada ehl-i sünnet akidesi üzerinde bulunan mutasavvıf alimlerin varlığı ve hizmetleri buna bir delildir.
Hadis-i şerifte geçen “Allah’u teala ilmi, insanlar arasından alıp götürmüyor. Belki alimlerin ölümü ile ilmi kaldırıyor. Ta ki ahir zamanda yeryüzünde alim kalmayacak. İnsanlar, cahilleri kendilerine rehber seçerler. O rehberler (reisler) ilimden sorulurlar. Onlar ilimsiz fetva verirler. Hem kendilerini hem de diğer insanları delalete götürürler.” (Buhari) Günümüzde bu, mutasavvıf alimlerin bulunmasıyla cari olmasından uzak görülüyor. Belki bu hadis bir sonraki asırlara ait olabilir. Çok şükür hala bu mutasavvıf alimlerin bulunmasıyla daha doğrusu bunların rehber olmasıyla günümüzde bunların sayesinde doğru fetva verilmektedir.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur;
«صِنْفَانِ مِنْ أُمَّتِي إِذَا صَلَحَا صَلَحَ النَّاسُ، وَإِذَا فَسَدَا فَسَدَ النَّاسُ: السُّلْطَانُ، وَالْعُلَمَاءُ»
“İki sınıf insan vardır. Onlar iyi olduklarında bütün ümmet iyi olur. Kötü olduklarında bütün ümmet kötü olur. Onlar da alimler ve idarecilerdir.” (Hilyetül evliya)
Günümüze bakıldığında ulema-i sû etkin olması ümmete de yansımıştır. Bugün İslam âleminin İslam’dan uzak olması, aralarında ihtilafın mevcud olmasından sorumlu tuttuğumuz ulema-i sû’dur. Çok vaaz verilmesine rağmen toplumda İslam’a yöneliş iyi boyutta olmaması ulema-i sû’un verdikleri vaazları kendileri yaşamamasından kaynaklanmaktadır. Ayet-i kerimede Allah’u Teala onlar hakkında ; “niçin söylediklerinizi yapmıyorsunuz” demiştir.
Allah-u Teala bizleri ulema-i sû’nun şerlerinden muhafaza eylesin. Bizleri ilmi ile amel eden alimlere tabi eylesin.