Zilkade 1437 (Ağustos 2016)
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Bir Ramazanı daha geride bıraktık. Ramazan ayı çok güzel geçti. Bir taraftan ibadet ederken diğer taraftan nefsimizle ve şeytanla mücadele ettik. Yüce Allah’a kul olmaya başladık ve kulluk vazifemizi yerine getirmeye çalıştık. Ama ramazan bitti; her şey bitti anlamına gelmiyor. Allah, bizleri sadece ramazan ayında ibadetlerle mükellef kılmamıştır. Ramazanda oruç hariç farz kılınan ne varsa ramazanın dışında da farziyet devam ediyor. Sünnet, sünnet olarak devam etmektedir. Ramazanda Müslümanlara genel anlamda yüklenen sorumluluklar, ramazandan sonra da devam ediyor. Bundan dolayı her an kendimize hakim olmamız gerekiyor. Her zaman Allah’ın emirlerine karşı uyanık olup nehyetiklerinden de kaçınmak gerekir. Çünkü her zaman mücadele içinde olmamız gereken nefs, şeytandan daha beterdir.
Bizim için nefs hakiki düşman iken, biz her zaman o nefsi ikinci plana attık, asıl düşmanımızı şeytan bildik. Hâlbuki şeytan ile nefs arasında mukayese edilemeyecek kadar fark vardır. Nefs şeytandan daha şiddetli, daha zararlı ve daha fazla insanları yoldan çıkarandır. Bizleri ateşe sürükleyen, bizleri kötü yollara sürükleyen en büyük düşman nefstir. Çünkü Hazreti Yusuf (Aleyhisselâm) Allah’ın peygamberi olmasına rağmen;
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder. Doğrusu Rabbim ziyadesiyle bağışlayandır, merhamet edendir.” (Yusuf, 53) diyor.
Ancak Yüce Allah rahmetiyle mağfiretiyle bizleri kötülükten muhafaza ederse, yani; Yüce Allah insanları korumasa muhafaza etmese hiçbir insanın o nefsin pençesinden kurtulması mümkün değildir. İşte bizim onun ne kadar büyük bir düşman olduğunu bilmemiz gerektiği anlamına gelir. Şayet nefis ve kötülüklerden gafil olup nefsin bütün isteklerini yerine getirmeye çalışırsak, nefisle mücadelenin ne olduğunu anlayamayız. İşte bu nedenle tasavvufun en büyük mücadele alanı nefisle mücadeledir. Nefisle mücadelenin nasıl yapılması gerektiği, nefsin ve şeytanın ne olduğuyla ilgili üstad ve mürşid müridlerine, talebelerine, saliklerine ders olarak anlatmalıdır, bunların ne kadar önemli olduğunu bildirmelidirler.
Nefsin ne kadar önemli bir düşman olduğunu ve şeytanla arasındaki farkı şöyle özetleyebiliriz: Şeytan ısrarcı değildir. Şeytan insanların kalbine vesvese bıraktığı zaman insan o şeytandan Allah’a sığındığında veya zikir yaptığında söz konusu vesvese kalkar. Ama nefis öyle değildir. Nefis isteklerinde ısrar edip yanlışından kolay kolay dönmüyor. Yani nefis bir insanın kalbine bir şey bırakmışsa o herhangi bir zikirle herhangi bir duayla çok kolay telafi edilemiyor. Çünkü nefis o günahtan kolay kolay dönmüyor.
Ulema, nefsi küçük bir çocuğa benzetmişler. Küçük çocuk isteklerinde ne kadar ısrar ediyorsa, nefis ondan daha çok ısrar ediyor. Dolayısıyla ulema nefse iki şekilde çözüm bulmuşlar;
Birincisi zikirdir; Yani insanın kalbinin veya dilinin Allah demesiyle o nefs ve nefsin desiseleri tam gitmez ama uyuşur.
İkincisi kamil manada Allah’a itaat etmek; O’nun emirlerine, Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sünnetine uymaktır. Bu da nefs mücadelesinde önemli bir başarı sağlar. Ama hiçbir insan: “ben olgunlaştım, ben tamamlandım, seyr-u sülûkte istenilen yere vardım” şeklinde bir düşünceye kapılmamalıdır. Nefs, insan ölünceye kadar onu yok etmek, onu cehenneme sokmak için mücadele eder.
İmam-ı Gazali (Rahmetullahi Aleyh) hazretleri nefs ile mücadele aşamalarını anlatırken bu mücadelede ilk önce imanın gerekli olduğunu ifade etmektedir. Bundan sonra da imanın gereği olan amel-i salihin geldiğini söylüyor. Yani ilk önce iman etmek, sonra iman ettiği şeyleri bilmek, sonra namazı öğrenmek, namazın şartlarını öğrenmek ve o namazı kılmak. Bu aşamadan sonra insanın önüne nefis engeli ortaya çıkıyor.
Örneğin bir insan namaz kılacağı zaman ilk engel olarak nefis ona namaz kılma deyip namazı ona zorlaştırır. Kişi eğer bu engeli aşarsa namaz kılmayı öğrenirse namaza başlarsa bu defa da onda riya hasıl olur. Şöyle ki; kişi namaz kılarken görüneyim millet beni görsün demek suretiyle riyaya düşmüş olur. Yaptığı tüm ameller boşa gider. Mahşer gününde Yüce Allah bu kişiye şöyle der: “Ey adam! Millet seni görsün diye namaz kıldın. Millet seni gördü. Sen amacına dünyada ulaştın. Senin için ahirette hiçbir şey yoktur.”
Kişi nefis ile mücadelesinde bu aşamayı geçip riyayı da bitirince, bu defa insana ucb musallat olur. Ucb; kişinin amelini beğenmesidir. Bak ben riya olmadan namazımı kılabiliyorum demesidir. Bu defa en büyük tehlikelerden biri olan kendini beğenme hastalığı ortaya çıkar. Millet beni görmüyor, gece yarısında milletin beni görmesine ihtiyaç duymuyorum, gece kalkıp teheccüd namazımı kılıyorum diyen birisi, kendini beğenen birisidir. Böylelikle ucb engeline takılan insan bu hastalığı yok etmek için gene mücadele vermelidir.
Bu hususu şöyle özetlemek mümkündür: Kemâlât ile kemâlâtın kemâlâtına ulaşmış biri bile: “benim artık işim bitti, artık matlubuma, maksuduma ulaştım” dememelidir. Her an nefs mücadelesinde teyakkuz halinde olması gerekmektedir. Nefis insanın aklına hayaline gelmeyecek şeyleri insanda peydah ediyor. Mesela kişi ibadete ünsiyet kazanıp ibadetini severek yaptığı durumlarda nefis insanı iğva etmek için birçok sinsi plan yapmaktadır. Şeytan, iğvası ve yaptığı sinsi planlarla insanın bütün amellerini boşa çıkarmaya çalışıyor. Mesela; riya, ucb gibi. İnsanın hacda yaptığı bütün amellere karşılık kat kat sevab hâsıl oluyorken, devreye riya ucup gibi nefsani hastalıklar girmesiyle tüm bu ameller boşa çıkmaktadır.
Yukarıdaki hususla ilgili olarak hac ibadetini ele alalım. Niçin bu ibadeti yapıyorsun? Niçin hac için bu kadar para harcadın? Veya tam tavaftayken: bu ne demektir? Bu yaptığın tavaf ne anlama geliyor? Gibi şeyler demek suretiyle insana vesvese veriyor. İşte bu vesveselerle insan Allah’a yakın olduğu zamanlarda bile onunla uğraşıyor. Hatta ben, zaman zaman salih insanlar ve amelleri iyi olan nefsini eliyle tutmuş onu zaptetmiş salih kimseler için şunu diyorum: Bir dükkân açtığını ve mücevheratlarla doldurduğunu düşün. Hırsız olan o nefisinin senin o mücevheratını çalmak için yapacağı hileler tüm zamanlarda tehlikelidir. Sakın: “ben kemâlâta ulaştım” deyip nefsin desise ve hilelerinden gafil kalma nefis seni öyle perişan edecek ki; senin aklının ve fikrinin yetmeyeceği yerlerde seni yoldan çıkaracaktır. ” Biz bu dünyada geçiciyiz. Dolayısıyla كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ “Her insan ölümü tadacaktır.” Biz eğer kendimizi nefsimize teslim edersek… Yarın kabirde, mahşer gününde bizim başımıza gelecek o büyük felaketlerden korunmak için şimdiden uyanmamız, şimdiden gözümüzü açmamız gerekir.
Bazen nefis: “daha gençsin, gençliğini yaşa! Daha ömrünün baharındasın, nasıl olsa yaşlandığın zaman tevbe dersin, istiğfar edersin olur biter” diye fısıldar. Böylece bugün değil yarın demek suretiyle gençleri kandırır. Ömür öyle kısa ki 100 yaşına gelen insan sanki hiç yaşamamış gibidir. Gidip yaşlılara sorulduğunda; ömrün nasıl bittiğini bilmezler. Zaten kimsenin bu kadar yaşayacağının garantisi yoktur. Nice gençlerin, nice değerli kişilerin, nice canların yok olduğunu, öldüğünü görüyoruz. İster 15 yaşında olsun, isterse 25 yaşında olsun bunlar Allah’ın (Celle Celâlühû) huzuruna gittiğinde Allah-uTeâlâ: “Sen gençsin, senden bir şey sormam. Sen muafsın, ben yaşlılardan sorarım, yaşlıları hesaba çekerim” demez.
İnsan akıl baliğ olup mükellef olduğu zaman o kişinin nefsle mücadelesi başlar. Mükellefiyeti, sorumluluğu başlar. Eğer günah işliyorsa, -Allah korusun- içki içiyorsa, zina yapıyorsa, kumar oynuyorsa, günah olan herhangi bir şeyi yapıyorsa kişi onlardan sorumludur. İşte nefis mücadelesi her aşamada devam etmelidir. Ulema, nefsin aşamalarını kısaca şöyle özetlemişler:
Birincisi nefs-i emmare: İnsanlara devamlı kötülük yaptıran yani insanın zaptından çıkmış, elinden çıkmış, daima insanı kendi peşinden sürükleyen nefis. Allah bizi muhafaza eylesin. Allah bizi bu aşamadaki nefisten korusun.
İkincisi nefs-i levvame: Bu bir aşama nefsi emareden daha iyidir. Yani bu aşamadaki kişi günah işler, kötülük yapar ama kötülükten hemen sonra pişman olur. Bu da doğru bir şey değildir, bu da iyi bir aşama değildir.
Üçüncüsü Nefs-i Mutmainne: Bazıları, merziyye ve diğer sınıfları da buna dahil ediyorlar.
Mutmainne, Allah’a teslim olmuştur. Onun sahibi, zikirle ibadetle kendini günahlardan içtinab ederek uzaklaşmış bir hale gelmiştir. O kişinin letaifleri aslına dönerek artık bir günah gördüğü zaman mutmainne olan nefis günaha artık meyletmeyip günahtan nefret ediyor. Nefis başını aşağıya indirmiştir. Artık o nefis zaptu rapt altına alınmıştır. Artık mutmainne olan nefis o kişinin elinden kurtulamıyor. Kontrol altına alınmış böyle bir nefsi Allah-u Teâlâ hepimize nasib etsin.
Öyle bir nefis kişiyi cennete götürür, maksud ve matlubuna ulaştırır. O derecede ki; nefis, sahibini Allah’ın rızasına götürür. Allah’ın o kişiden razı olmasına, o kişinin de Yüce Allah’dan razı olmasına vesile olur. İşte mücadelenin sonucu böyledir. Savaş zor bir şeydir. Nefsi ile malı ile Allah yolunda cihad etmek… yani bizce en büyük mücadele budur. Allah Rasûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) savaşla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Biz küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” (Beyhakî) Çünkü kişinin olgunlaşması nefis ile olan mücadeleden geçiyor. Ebedi hayatın saadetini elde etmek için yapılan bu cihad, cihad-ı ekberdir. Yani nefis ile olan mücadeledir. Eğer kendisi ile mücadele etmemiş ise, savaş alanında bile nefis var ise, o nefis savaş alanında öldüğü halde onu kurtaramıyor.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) savaş alanında çarpışan bir kişi hakkında:
“Bu kişi cehennemliktir” dedi. Sahabe-i Kiram: “Ya Rasûlallah! Bu nasıl oluyor?” dediler; Bu kişi nefsi ile mücadele etmemişti, nefsi onu riya için savaş alanına getirdi. Nefsi ona dedi ki: “Git savaş meydanına, ne kadar pehlivan olduğunu, ne kadar büyük bir savaşçı olduğunu millet görsün” Evet ne kadar pehlivan olduğunu savaş alanında gösterdi, millet de onu dedi, amacına ulaştı. ” Ne için yapmıştı? Riya için. Riya hâsıl olunca onun için yer yok, alan yok. Allah-u Teâlâ bizi o fikirlerden alıkoysun.
Bizim fitnenin fesadın zirveye ulaştığı bu dönemde nefis ile mücadelede daha fazla gayret göstermemiz gerekir. Mücadelemizin geçmiş insanlardan, geçmiş kavimlerden daha fazla olması gerekiyor. Bu ortamda eğer biz mücadelede başarılı olursak bizim derecemiz daha da fazla olur. Çünkü Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu karn (dönem) ile ilgili şöyle bir hadisi var:
“Öyle bir zaman gelecek ki; fitne fesad ortalıkta yapılır, günahlar alenen yapılır, fısk-u fücûr alenen yapılır. Kişi o zaman fısk ve fücurdan kendini koruduğu zaman ona deli derler.İşte bu zamanda kişi nefsi ile mücadelede başarılı olursa, Allah’ın emirlerini yerine getirirse haramlarından yasaklarından kendisini korursa elli sahabe derecesine ulaşır.” (Ebu Dâvud – Tirmizî – İbn-i Mâce)
Allah’uTeâlâ bizi nefsimize bırakmasın, nefsin hevasına bırakmasın, bizi ölümü bilen, ölümü düşünen, ölüm hazırlığı yapan kişilerden eylesin. Âmin