Muharrem 1438 (Ekim 2016)

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Bizi yoktan var eden Allah (Celle Celâlühû), bizi rızkımızla birlikte dünyaya göndermiş. Allah-u Teâla yeryüzünde var olan bütün canlıların rızkını daha önce tayin etmiştir. Kimse kendi rızkını kendisi tayin etmemiştir. Bir insan ne kadar çaba gösterirse göstersin Allah (Celle Celâlühû) tarafından takdir edilmiş rızkının dışında başka bir şeye malik olamaz. Rızkının miktarı ve zamanı ne ise sadece o kadarı onundur. Takdir edilmiş rızkın dışında kişiye herhangi bir şey yoktur. Çok çaba göstermekle bütün gücünü çalışmaya yönlendirip, rızkını temin eden bir insan bilsin ki ona rızkı veren Yüce Allah’tır (Celle Celâlühû). Ondan rızkı alan da Yüce Allah’tır (Celle Celâlühû). Çünkü ayet-i kerimede Yüce Allah (Celle Celâlühû) şöyle buyuruyor:

وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ

Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levhi mahfuzda)dır.” (Hud: 6)

Allah (Celle Celâlühû), her canlının rızkını tayin edip veriyor. Örneğin; insan ilk doğduğunda eceli ve rızkı tayin ediliyor. Yani insan daha dünyaya gelmeden dünyada ne kadar kalacağı, ne yiyip içeceği, ne kazanacağı tayin ediliyor. Bundan dolayı hiç kimse; “Efendim, ben çalışıyorum çabalıyorum, bu kadar gayret gösteriyorum, bir türlü işim rast gitmiyor” dememelidir. Onun dünyada tayin edilmiş bir rızkı vardır, onun ötesinde her ne olursa olsun rızkından fazlasını elde edemez. Bir insan oturup tembellik etmek suretiyle de kendisi için tayin edilmiş olan rızkı kaybetmez. Rızık veren Yüce Allah’tır (Celle Celâlühû).

Hayvanlar içerisinde tilkiden daha kurnaz olanı ve rızkı için onun kadar çalışanı yoktur. Ama hayvanlar içerisinde en aç olanı da tilkidir. Elma kurdu hayvanlar içerisinde en tembel olanıdır. Elmanın içindeki kurt bizzat kendi rızkının içinde yer alıyor. Rızkı için bir çaba göstermiyor. Demek ki çok çalışmakla, çok çaba göstermekle rızık elde edilmiyor. Ayet-i kerimede Yüce Allah (Celle Celâlühû):

إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ

“Şüphesiz rızkı veren, güç, kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (Zariyat: 58) Bu ayet-i kerimede gramer/nahiv ilmine göre 7 defa te’kit (pekiştirme) yapılmıştır. Allah  (Celle Celâlühû)“Allah rızkınızı verendir” ayetini 7 defa te’kit ediyor. Yani pekiştiriyor. Dolayısıyla Allah (Celle Celâlühû), tüm canlıların rızkının kefili olduğunu beyan ediyor.

İnsanda rızık korkusu olmaması gerekiyor. Özellikle ilim yolunda çabalayanların hiç endişelenmemeleri gerekir. Ben tahsilimi bitirip ne olacağım veya ben medreseyi bitirip rızkımı nasıl kazanacağım diye bir endişesinin olmaması gerekir. O açıdan insanın müsterih olması gerekiyor

لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ 

“İnfaklarınız ve sadakalarınız, kendilerini Allah yoluna hasreden, yeryüzünde dolaşmaya (ticaret yapıp kazanmaya) gücü yetmeyen fakirler içindir. Onların durumlarını bilmeyen, onları iffetlerinden dolayı zengin zanneder. Onları sen, yüzlerinden tanırsın. Zorla insanlardan bir şey istemezler. Hayır olarak ne infak ederseniz (verirseniz), o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.” (Bakara: 273) ayeti, Ashab-ı Suffe hakkında nazil olmuştur.

Ashab-ı Suffe Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mescidinde kalan talebelerdi. Cihad zamanı cihada gidiyorlar; cihad olmadığı zaman da Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) huzurunda ilim öğreniyorlardı. Vahiy geldiği zaman Peygamber Efendimiz’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dinlerler ve ondan vahyin manalarını öğrenirlerdi. Bunlar çalışmıyorlardı. Sade ilim öğrendikleri için maddi durumları zayıftı, buna rağmen o kadar kanaat sahibiydiler ki; onları uzaktan görenler onları zengin zannederlerdi. Aç oldukları zaman şöyle derlerdi: “Demek ki Allah rızkımızı bu kadar vermiş ne zaman rızkımızı verecek o bilir. Rızkımızın ötesine geçemeyiz.” Doydukları zaman “ Ey Allah’ım! Sana çok şükür, bizi doyurdun, rızkımızı böyle verdin.” diyorlardı.

Günümüz insanları rızıklarına kanaat göstermedikleri için bolluk içerisinde olmalarına rağmen rızık endişesi taşıyorlar. Acaba bu kadar servetim, malım, mülküm varken ya giderse, ya kaybolursa ya bir afatla zelzele ile giderse ne olur diye sürekli endişeleniyor. Günümüzde bizim çabamız, gayretimiz, himmetimiz ömür boyu içindir. Sanki bin sene, iki bin sene yaşayacakmış gibi dünya için çabalıyoruz. Allah muhafaza eylesin. Bunun sebebi de; dinden uzaklaştığımız içindir. Yani bu kapitalizm sisteminin ruhumuza yerleşmesinden dolayıdır. Bu sistem tabii olarak İslam dışı bir sistemdir. İnsanın gözünün hep malda olması, kapitalizmin İslam dışı olmasındandır. Bu sistem Yahudilerden gelmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerden bahsedilirken onlar bin sene yaşayacakmış gibi davrandıklarını bize haber vermektedir. Onlarda öyle bir rızık endişesi vardı ki onlara “men” ve “selva” nimetleri gönderildiği halde hala rızık endişesinden dolayı kendilerine gelmesi garanti olan o nimetleri depoluyorlardı. Halbuki Allah onlara bu nimeti depolamayın, bu nimetler size sürekli verilecektir demesine rağmen Yahudilerde mevcut olan kanaatsızlık ve rızık endişesi onları harama ve kan dökmeye itti. Bizler de hemen hemen oraya doğru gidiyoruz. Bugünün insanları için helalden veya haramdan gelen mal fark etmiyor. Bugünün insanı gelsin diyor, nereden gelirse gelsin. Onun için nereden geldiğinin önemi yoktur. Halbuki helal ve harama dikkat etmediğimiz zaman yaptığımız dua kabul olmuyor. Çünkü faiz gibi büyük günahlar toplumumuzun damarlarına kadar sirayet etmiştir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَفَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ

Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Rasûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 278-279)

Şirkin dışında hiçbir günah için böyle savaş tehdidi gelmemiştir. Buna rağmen günümüz Müslümanları miskâl-i zerre kendilerini bu haramdan alıkoymuyorlar. Bugün, Müslümanlarda da, bu faiz ve haksız kazanç sebebiyle Yahudiler gibi rızık endişesi ve kanaatsızlık hâsıl olmuştur. Bereketsizlik, bela zillet gibi musibetlerin haramlardan kaynaklandığını bilmemiz gerekiyor. Allah bizleri yaratırken bizler için bir ölçü koymuştur. O ölçü de şudur: İsraftan ve cimrilikten kaçınmaktır.

وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا

“(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.’’ (Furkan: 67)

Allah (Celle Celâlühû) cimriliği de israfı da haram kılmıştır. Bize rızık veren Allah (Celle Celâlühû) o rızkı ölçülü kullanmamızı emretmektedir. Rızkı helâlindan kazanıp dengeli kullandığımızda Allah (Celle Celâlühû) o rızka bereket katar.

Adam büyük tüccardır ancak senedini ödeyemiyor. Çünkü malında problem var. Adam fabrikatördür ödeme sıkıntısı çekiyor; memurdur veya 10-15 bin tl maaş alıyordur ancak aybaşını getiremiyor. Bunun sebebi bereketin olmamasıdır. Bu da kanaatsızlıktan kaynaklanmaktadır. Bereketsiz malın bir diğer sebebi ise emek sarf etmeden, hakkını vermeden malın elde edilmesidir. Fakat helal yoldan ve çaba sarf edilip kazanılan; kanaat getirilen mal bereketli olur. Örneğin; alın teriyle helal yoldan amelelik yapan insanlar, kazançları az olmasına rağmen bereketli olmaktadır.

Allah’ın (Celle Celâlühû) insanları zengin veya fakir yaratması onları imtihan etmek içindir. Zengini şükürle, fakiri sabırla imtihan ediyor. Bütün dünya bir zenginin olsa midesi aldığı kadar yiyebilir. Allah’ın (Celle Celâlühû) gayesi bu iki sınıftaki insanları imtihan etmektir. Yoksa Allah (Celle Celâlühû) zengini daha çok sevdiğinden dolayı zengin etmiş değildir. Hatta zenginin sınavı daha çetindir. Çünkü zengin kişi malının zekâtını vermekten, kazandığı malı Allah (Celle Celâlühû) yolunda harcamaktan, fakirlere sahip çıkmaktan hesaba çekilecektir. Bu gibi hususlarda imtihanda başarılı olan kişi için Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) büyük müjdeleri vardır.

Fakir zengin herkesin hatta her canlının rızkı Allah (Celle Celâlühû) tarafından tayin edilmiştir. Canlının rızkı tamamen kesildiği zaman o kişi ölür. Rızkı var olan insanın fakirlikle karşı karşıya bırakılması bir imtihandır. Eğer kişi sabır ve şükür ederse Allah onu bu imtihanda başarılı kılıp ona kolaylık sağlar. Eğer sabretmezse dünyası da gider, ahireti de gider. Netice olarak Allah (Celle Celâlühû), Kur’an-ı Kerim’de

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ 

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’’ (Zariyat: 56) diyor. Yani biz bu dünyaya sefahat için gönderilmemişiz. Sadece yemek, içmek, uyumak, eğlenmek gibi bir takım arzu ve istekler için yaratılmadık. Bu dünyada Allah’ı (Celle Celâlühû) tanımak, emir ve nehiylerine uymak için bize rızık verilmiştir. Kulluk vazifemizi yerine getirmek imtihandan başarılı çıkmak için bu nimetleri bize vermiştir. İnsan Allah’a (Celle Celâlühû) kulluk vazifesini yerine getirmek için yer içerse, mal mülk edinirse, tüm bu çabaları ibadet hükmündedir. Ancak kişi sadece yemek içmek için mal kazanmaya çalışırsa, sadece zevk-u sefasının peşinde koşarsa bunun için mal kazanırsa tüm dünyası bu olursa bu çabaları ibadet olmaz.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor: “Bir kişi çok malı olmasıyla zengin kabul edilmez, kanaatçe zengin olursa zengin sayılır.” (Müttefekun aleyh) Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hadisi şerifiyle şunu da ifade ediyor: Kişi zengin olup gönlü aç olursa maldan gözü doymaz. Ama gönlü tok olan, şükreden, kanaat eden kişi de gerçek zengindir. Bir başka hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Müslüman olup da kendisine yeterince rızık verilen kişi, bu mala ve rızka kanaat getirmiş ise kurtuluşa ermiştir” (Tirmizi) demektedir.

İnsanların rızkına kanaat göstermekle beraber çalışmaktan kendisini geri bırakmaması gerekir. Rızkı için çalıştıktan sonra Allah’a (Celle Celâlühû) tevekkül etmelidir. Yoksa kişi hiç çalışıp çaba göstermeden ben kendimi Allah’a havale etmişim demekle yetinmemelidir. Çünkü Allah helal yolda çalışmayı ibadet olarak kabul etmektedir.

Hazreti Ömer bir gün kuşluk namazını kılmak için camiye gittiğinde bir sürü insanla karşılaşır. Onlara siz bu saatte burada ne yapıyorsunuz? Bu vakit çalışma vakti değil mi? Diye sorar. Onlar da: “”Ya Emir’el-Mu’minin! Biz Allah’a (Celle Celâlühû) ibadet edip ona tevekkül edenlerdeniz.” diye cevap verirler. Hz. Ömer: “İnsan çalıştıktan sonra işini Allah’a (Celle Celâlühû) havale eder.” deyip onların çalışmaları gerektiğini söyler.

Netice itibariyle kişi rızkından endişe duymaması gerekir. Çünkü rızkı veren Allah’tır (Celle Celâlühû). Allah’a (Celle Celâlühû) tevekkül ederken önceden rızkı için çaba göstermeli ve verilen rızka şükredip kanaat etmelidir.

WhatsApp'ta paylaş