Zilkade 1434 (Eylül 2013)
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
Malazgirt Savaşı, Anadolu kapılarını İslâm’a açan savaş olarak bilinir. Tarihte gerçekleşen bazı olaylar daha sonradaki süreçlerde hep etkili olmuşlar ve tarihe hep yön vermişlerdir. Bu durum, bazen iyi durumlar için gerçekleşirken bazen de kötü durumlar için gerçekleşmişlerdir. Aynı şey, tarihi şahsiyetler için de geçerlidir. Bazı tarihi şahsiyetler, tarihe yön vermişler ve kendilerinden sonra takipçileri hep olmuştur. Bu şahsiyetler, yaptıkları hayırlı işlerden dolayı hayırla yâd edilmişlerdir. Bazı şahsiyetler ise yaptıkları kötü işlerden dolayı hep kötülükle anılmışlardır. İşte bu durumu en iyi örneklendiren olaylardan biri şüphesiz Malazgirt Savaşı’dır. Malazgirt Savaşı, tarih boyunca kendisinden sonraki süreçlerde hep etkili olmuştur.
Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasına vesile olan Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan (1033–1092) da yaptığı hayırlı işlerden dolayı tarihe yön veren şahsiyetlerden biri olmuştur. İslam tarihinde hep hayırla anılmıştır. Alparslan’ın asıl ismi Muhammed bin Davut Çağrı’dır. Alparslan, zamanın âlimleri tarafından en iyi şekilde yetiştirilmiştir. Babası Çağrı Bey’in yanında muharebelere iştirak etmiştir. Alparslan, amcası Tuğrul Bey’in vefatı üzerine, İkinci Selçuklu Sultanı olmuştur. Alparslan, saltanatı boyunca İslâm’a hizmet etmiş ve İslâmiyet’i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve bâtınî hareketlerine karşı hep mücadele etmiştir.
Sultan Alparslan, büyük zaferlerinin yanı sıra, medreseler kurmuş, ilim ve ilim adamlarına sürekli hizmet etmiştir. Zamanında İmam-ı Gazalî ve Cüveynî, Ebu İshak eş-Şirazî, İmam-ı Kuşeyrî ve Serahsî gibi büyük âlimler yetişmiştir. Alparslan başa geldiğinde, devlete ve orduya çeki düzen verdikten sonra fetih hareketlerine başlamıştır. Fetih hareketleri gerçekleştirirken mutlaka manevi şahsiyetleri de yanlarında bulundururdu. Çünkü bu şahsiyetler vasıtası ile diğer İslami fetihlerde olduğu gibi maddî fetihle beraber manevi fethi de gerçekleştiriyordu. İşte Malazgirt Savaşı da bu şekilde gerçekleşen bir fetih hareketidir.
Malazgirt Savaşının en önemli sebeplerinden biri, Büyük Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırıp İslâm’ı yok etmektir. Ancak bu savaş, o dönem için Sünni İslam’ın tek ciddi gücü olan bir ordu tarafından kazanılmış ve İslam’ın bu topraklara yayılmasına vesile olmuştur. Malazgirt Savaşı, İslam’ın yayılması açısından bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Hatta Malazgirt savaşının kaybedilmesi halinde o dönem Müslümanların iktidarı açısından uzun sürecek bir çöküş dönemi yaşamalarına sebep olacaktı. Bundan dolayı aşağıda belirteceğimiz farklı milletlerden müteşekkil 20 bin ehl-i sünnet askerlerinin bu savaşa gönüllü katılmışlardır. Zaten Abbasi Halifesi tarafından savaşın yapıldığı Cuma günü minberlerde okunmak üzere İslam aleminin dört bir yanına hutbenin gönderilmesi, Abbasi halifesin bu durumu görmesinden kaynaklanmaktır. Ayrıca Sultan Alparslan’ın savaşın öncesinde askerlerine yaptığı konuşmasında Malazgirt Savaşı’nın İslam alemi için anlamı ve değerini ortaya koymaktadır. Belki bu savaşa farklı milletlerden katılımın olmasının nedeni de budur.
Malazgirt Savaşında Sultan Alparslan, askerlerine yaptığı aşağıdaki konuşma bu savaşın amacını açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, Müslümanların bizim için dua ettikleri bu saatte düşman üzerine saldırmak istiyorum. Ya zafer kazanırım ya da şehit olur cennete giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler takip etsin. Ayrılmayı tercih edenler gitsinler… Bu gün ben de sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim. Beni takip edenler ve nefislerini Yüce Allah’a adayanlardan şehit olanlar cennete, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları ahirette ateş, dünyada da alçaklık beklemektedir.”
Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasındaki en önemli unsurlardan biri de o dönem Müslümanlardaki birlik ve beraberlik düşüncesidir. Çünkü Allah (Celle Celaluhu) şöyle buyurmaktadır: َ
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.” (Âl-i İmrân 103)
Bu birlik ve beraberlik duygusudur ki, Malazgirt savaşında Kürtler başta olmak üzere farklı milletlerin yer aldığı görülmektedir. Asr-ı saadetten, ta Malazgit Savaşı’na kadar ve daha sonra ki İslam adaleti hakim olduğu döneme kadar ki bütün muharebeler, ulusal menfaat düşünülmemiş bütün Müslümanların, hatta tüm insanlığın mutluluğu amaçlanmıştır. Bütün ordularda milliyet ayırımı yapılmaksızın tüm milletlerden ittifak görmek mümkündür. Kürtleri, Malazgirt Savaşından Kurtuluş Savaşı’na kadar bütün İslam ordularında görmek mümkündür. Hatta Tuğrul Beyin Bağdat’a hilafeti kurtarmak için yaptığı sefere de Kürtler asker vermişlerdir. Asıl tarihte ittifak olarak önem arz eden; Diyarbakır ve Silvan’da bulunan Kürt Beyliği olan Mervanilerin, Malazgirt Savaşı için on bin asker gönderilmesidir. Sibtî der ki; 20 bin asker Selçuklu Devletine katılmıştır. Bunun on bini Kürt Beyliği Mervanilerden, on bini ise muhtelif milletlerden orduya bilfiil destek vermişlerdir.
Coğrafi açıdan bakıldığında, Mervaniler hem dini açıdan hem de varlığını devam ettirme açısından Bizans’ı kendileri için tehlikeli görüyorlardı. Ehl-i Sünnetin bu ittifakını, Selçuklu Devletinden sonra Osmanlı Devletinde de görmek mümkündür. Örneğin; Kürt Beylerinden İdris-i Bitlisi’nin, Osmanlı Padişahı 1. Selim İle ittifak kurarak doğu bölgesini Şii olan Safevi Devleti’nin mahiyetinden çıkarmıştır. Bununla şu sonucu varabiliriz: “Kürtlerin Türklerle olan İslam kardeşliği, tarihte sürekli olmuştur. Şeyh Sait gibi Cumhuriyetten hemen sonraki Kürtlerdeki ayaklanmalar ise; ayrılmak için değil, daha adil ve daha İslamî bir yönetim isteğinden dolayı olmuştur.” Bu gün bile bu iki milletin, tüm fitne ve fesada rağmen beraberce ve kardeşçe yaşadıkları görülüyor. Bunun en büyük sebebi; bunlardaki İslam kardeşliği anlayışıdır. Çünkü bunlar, Allah’ın şu ayeti kerimesine inanıyorlar: َ
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah’tan sakının ki size acısın.” (Hucurât 10)
Ülkemize baktığımızda bir çok Kürt insanı, bir Türk şeyhine veya alimine; bir çok Türk insanı da, bir Kürt şeyhine veya alimine bağlı olduğu görülmektedir. Bu da gösteriyor ki; “Bu iki milletin dostluğu ve kardeşliği dünyevi bir menfaat üzerine olmayıp, tamamen Allah rızası için olduğudur. Dünyevi olan bağlılık geçici olduğu, İslam kardeşliği ise sürekli olduğu anlaşılmaktadır.” Bu iki halkın kardeşliğini tekrar canlandırmak için manevi boyutu ön plana çıkarmak gerekir. Yoksa; manevi boyut bir kenara atıldığında, milletleri birleştirmek mümkün olmaz. Birlik ve beraberlik olsa bile maddi menfaatler üzerine kurulu olur. Maddi menfaatler bittiğinde kardeşlikte biter.
Bugün İslam aleminde yaşanan kavga ve katliamlar, İslam kardeşliğini unutmalarındandır. Bir ırkın diğer bir ırka karşı yaptığı menfi tutum, aynı şekilde bir ırkın farklı aile veya kabileleri arasında görmek mümkündür. Oysa birleştirici unsurları olmayan kafir devletler, sırlarını, paralarını ve hukuklarını birleştirip beraberce yaşayabiliyorlar. Gerektiğinde beraberce çağdaş haçlı seferlerine çıkabiliyorlar. İslam alemindeki bu katliamların altında, bu çağdaş haçlı zihniyeti yatmaktadır. İslam alemi, bunu bildiği halde nefsine hoş gelen gayri meşru olan asabiyeti(milliyetçiliği) ruhunda taşımaktadır. İslam’da kardeşlik, ne menfaatler üzerine, ne de asabiyet üzerine kurulmamıştır.
Müslümanların kardeşliği asgari şu ilkelere uygun olmalıdır:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah her şeyi bilendir ve haberdardır.” (Hucurât 13) Ayette ifade edildiği gibi Müslümanlar, ırkları ve kabileleri ile üstünlük taslamayıp sadece bunu taaruf için kullanmaları gerekiyor. Ayrıca Müslümanlar, şu düşünce içinde olmaları gerekiyor:
لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
“Bir Müslüman, kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz.” Dolayısı ile İslam topraklarında tüm Müslümanların kendisi için var olan meziyet, kimlik ve özgürlüğü, diğer Müslüman kardeş için de istemeli ve Müslüman kardeşinin hak ve hukukunu korumalıdır. Bilmelidir; ki “Allah katında üstünlük ancak takva iledir.” Yüce Allah, insanoğluna dünya ve ahiret saadeti için o kadar güzel yollar belirtmiş ki, bireysel ve toplumsal açıdan uygulandığında; mutluluk getirmektedir. Tüm peygamberler aynı yolu göstermek için gönderilmişlerdir. Tüm dinler de cihad anlayışı altında kişisel ve toplumsal refah içermektedir.
Asr-ı saadette, kısa zaman içerisinde Müslümanların, kansız bir şekilde büyük futuhatlara imza atmalarının sebebi; tebliğ anlayışı olduğu bilinmektedir. Müslüman olan tüm milletler, bu tebliği tüm insanlara ulaştırmak için çok uzak kıtalara gitmişler; malını ve canını feda etmek pahasına bu tebliği götürmüşlerdir. Bu sadakatleri sayesinde Müslümanlar, kısa zamanda büyük toprakların fethini gerçekleştirmişlerdir.
Tarihimizden istifade etmek istersek, bu günde onların takip ettikleri yolu takip etmeli ve onların “Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın!” düsturlarını hem bireysel he de İslam devletleri bazında uygulamak ve gereğini yerine getirmek gerekir. Selam ve dua ile…