18.01.2018 tarihli sohbet 

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

İslam dini hem dünya hem de ahiret dinidir. İslam dini sadece ahiret için yol göstermiyor; insanın sosyal hayatında gerekli olan oturma-kalkma, yeme-içme, komşuluk ilişkileri, anne-baba-evlat münasebetleri… hülasa bir gün içerisindeki yaşam esnasında insana ne lazımsa hepsinin yolunu tek tek gösteriyor.

 

Bütün bunları kişi İslam’ın emri diyerek yaptığında zaten dünyada fayda göreceği gibi ahiret için de ibadet sayılır. Kişi anne-babasına zaten iyi davranmak zorundadır; bir de bu İslâm’ın emri diye yaparsa bu işten sevap alır. Bir kişi komşularıyla iyi geçinmek zorundadır; bunu İslâm’ın emri diye yaparsa komşu ilişkilerinde fayda göreceği gibi ahirette de fayda görecektir.

 

Bu sohbetimizde hadîs-i şerîfler ışığında İslâm’da yeme adabı nasıldır? Bunu açıklamaya çalışacağız. Bir insan sofrada otururken, su içerken, yemek yerken nasıl davranacak? Ne kadar yiyecek, ne kadar içecek, bunları yaparken nasıl davranacak? Kişi yaşantısı için gereken bu işleri yaparken Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sünneti diyerek yaparsa Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) ittiba sevabı alır. Günümüzde, modern zamanda yemek yemekle alakalı moda olan bazı şeyler var; İslâm’da emredilen şeyler bu modalar gibi değildir. Kişi İslam’ın emrine uyup bunları uyguladığı zaman sağlığı ile ilgili çok faydalar görür; hastalıklardan korunur.

 

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde şöyle bir durum oldu; ünlü bir doktor, Mısır Kralı Mukavkıs tarafından Medine’de görevlendirilmişti. Buradaki insanları ücretsiz olarak tedavi edecekti.

Doktor, Medine’ye geldiğinde ilk önce Sevgili Peygamberimiz‘in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına uğrayarak kendisini tanıttı:

– Efendim! Kralımız Mukavkıs beni, size hizmet için gönderdi. Burada hastalarınıza bedava bakacağım, dedi. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), doktora iltifat ederek ikramda bulundu; sonra da ona güzel bir yer tahsîs edilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması için ashâb-ı kirâmı görevlendirdi.

Artık her şey hazırdı; doktor hastaları beklemeye başladı, fakat tedavî olmak için doktora ilk gün kimse gelmedi. İkinci gün de kapıyı çalan olmadı. Ertesi gün yine aynı… Tam bir ay geçmişti; günler birbirini kovalıyor, ancak kimse hastalığından dolayı tedavî olmaya gelmiyordu. Hem de tedavî için ücret alınmamasına rağmen… Neydi bu işin sırrı. Doktor tekrar Sevgili Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem)yanına gitti ve hayret dolu bir ifade ile;

Efendim! Buraya, size hizmet etmeye, dertlilerinize derman olmaya gelmiştim. Fakat haftalar geçmesine rağmen bugüne kadar hiç kimse tedavi olmaya gelmedi. Onun için benim burada durmamın artık bir anlamı kalmadı. Müsaade ederseniz ülkeme dönmek istiyorum. Fakat sormadan da edemeyeceğim. Sizin arkadaşlarınız hiç mi hasta olmaz? Dedi. Doktorun şaşkın dolu bakışlarına Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tatlı bir tebessüm ile karşılık verdi ve şöyle buyurdu:

Benim ashabım pek hasta olmaz; çünkü onlar acıkmadıkça bir şey yemezler. Sofraya oturduklarında da tam doymadan kalkarlar! Bütün hastalıkların reçetesi işte bu idi. Şimdi Medine’deki Müslümanların neden hastalanmadığını daha iyi anlamıştı.

 

Günümüze bakınca hastaneler kalp, tansiyon, şeker vb. hastalıklardan geçilmiyor; bu hastalıkların çoğu, aşırı yemekten, düzensiz beslenmeden kaynaklanıyor. İnsan Peygamber Efendimiz’in hadislerini yerine getirirse mutlaka faydasını görür “tam acıkmadan sofraya oturmamak, tam doymadan sofradan kalkmak!” Şimdi nasıl? Sofraya oturunca midemizi dolduruncaya kadar sofradan kalkmıyoruz. Bu da hastalık yapıyor. Kimse gıdasızlıktan hastaneye gitmiyor, kimseye doktor sen çok az yemişsin bundan dolayı hastalanmışsın demiyor. Bu konuda bir araştırma yapılsın, pek nadir nerdeyse yok denilecek sayıda böyle bir durum vuk’u bulmuştur. Fakat aşırı beslenmeden veya düzensiz beslenmeden dolayı çok kişi hastalanıyor ve doktora gidiyor.

 

Yeme adaplarından biri şudur;

Ömer Seleme rivâyet ediyor;

وعن عمر بن أبي سلمة قال: ]كُنْتُ غَُماً في حِجْرِ النَّبىِّ #، وَكَانَتْ يَدِى تَطِيشُ فِي الصَّحْفَةِ. فقَالَ لِى رَسُولُ اللّهِ : يَا غُمُ سَمِّ اللّهَ، وَكُلْ بِيَمِينِكِ وَكُلْ مِمَّا يَلِيكَ. فَمَا زَالَتْ تِلْكَ طُعْمَتِى بَعْدُ[. أخرجه الخمسة إ النسائي.

Resûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın terbiyesinde bir çocuktum. Yemekte elim, tabağın her tarafında dolaşıyordu. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bana ikazda bulundu: “Evlat! Allâh’ın ismini an, sağınla ye, önünden ye.” Bundan sonra hep böyle yedim.[1] Kişi tek başına olsa bile tabağın ortasından yememelidir. Çünkü Peygamber Efendimiz bir hadîslerinde şöyle buyuruyor;

ولفظ أبي داود: ]إذَا أكَلَ أحَدُكُمْ طَعَماً فَ يَأكُلْ مِنْ أعَ الصَّحْفَةِ وَلْيَأكُلْ مِنْ أسْفَلِهَا، فإنَّ الْبَرَكَةَ تَنْزِلُ مِنْ أعَهَا

“Sizden biri, bir yemek yiyince yemek kabının üstünden yemesin, aşağısından yesin. Zira bereket üstünden iner.” [2] Yani yemeğin ortasından yeme, kendi önünden ye; çünkü bereket yemeğin ortasına iner. Sen önünden yedikçe ortadan önüne bereket kayar gelir.

 

Yemeye besmele ile başlamak; Hazreti Aişe validemiz şöyle rivayet ediyor;

وعن عَائشة رضي اللَّه عنها قالَتْ: قالَ رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «إذا أكل أَحَدُكُمْ فَليَذْكُر اسْمَ اللَّه تعالى، فإنْ نسي أَنْ يَذْكُرَ اسْمَ اللَّه تَعَالَى في أَوَّلِهِ، فَليَقُلْ: بِسْمِ اللَّه أَوَّلَهُ وَآخِرَهُ».

رواه أبو داود، والترمذي، وقال: حديث حسن صحيح.

“Biriniz yemeğe başlarken besmele çeksin. Şayet yemeğe başlarken besmele çekmeyi unutursa, hatırladığı anda ‘baştan sona bismillah’ desin.”[3]

وعن أُميَّةَ بنِ مخْشِيٍّ الصَّحابيِّ رضيَ اللَّه عنه قال: كان رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم جالساً، ورَجُلٌ يأْكُلُ ، فَلَمْ يُسمِّ اللَّه حَتَّى لَمْ يبْقَ مِنْ طَعَامِهِ لُقْمةٌ ، فَلَمَّا رَفَعها إِلى فِيهِ، قال: بسم اللَّهِ أَوَّلَهُ وَآخِرَهُ، فَضَحِكَ النَّبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم، ثم قال: «مَا زَالَ الشَّيْطَانُ يَأْكُلُ مَعَهُ، فَلمَّا ذَكَر اسمَ اللَّهِ استْقَاءَ مَا في بَطنِهِ». رواه أبو داود، والنسائي.

Sahâbî Ümeyye İbni Mahşî (radıyallahu anh) şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanında birisi yemek yiyordu. Adam son lokmaya kadar besmele çekmedi. Son lokmayı ağzına götürürken “bismillâhi evvelehû ve âhirehû” (baştan sona bismillâh) dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) güldü ve şöyle buyurdu:

“Şeytan onunla birlikte yemek yiyordu. Adam besmele çekince, şeytan yediklerini kustu.”[4]

Bir başka hadis-i şerifte;

وعن جابِرٍ، رضي اللَّه عنه قال: سَمِعتُ رسولَ اللَّه يقولُ: «إِذا دخل الرَّجُل بيْتَهُ، فَذَكَرَ اللَّه تعَالى عِنْد دُخُولهِ وعِنْدَ طَعامِهِ، قال الشَّيْطانُ لأَصحَابِهِ: لا مبيتَ لَكُمْ ولا عشَاءَ، وإذا دخَل، فَلَم يَذكُر اللَّه تَعَالى عِنْد دخُولِهِ، قال الشَّيْطَانُ: أَدْركتمُ المبيت، وإِذا لَم يَذْكُرِ اللَّه تعَالى عِنْد طَعامِهِ قال: أَدْركْتُمُ المبيتَ وَالعَشاءَ » رواه مسلم .

Câbir (radıyallahu anh), Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken dinledim;

“Kişi evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse, şeytan adamlarına, “Burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz” der. Eğer o kimse eve girerken besmele çekmezse, şeytan adamlarına, “Geceyi geçirecek bir yer buldunuz” der. O şahıs yemek yerken besmele çekmezse, şeytan kendi adamlarına, “Hem barınacak yer hem de yiyecek yemek buldunuz.”[5]

 

Yemek bittikten sonra bir dua etmek, Yüce Allâh’a (celle celâluhu) hamd etmek gerekir.

وعن مُعَاذِ بن أَنسٍ رضيَ اللَّهُ عنه قَالَ: قال رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: منْ أَكَلَ طَعَاماً فقال: الحَمْدُ للَّهِ الذي أَطْعَمَني هذا، وَرَزَقْنِيهِ مِنْ غيْرِ حَوْلٍ مِنِّي وَلا قُوّةٍ، غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ» رواه أبو داود، والترمذي وقال: حدِيثٌ حسنٌ

Muâz İbni Enes (radıyallahu anh)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bir kimse yemek yedikten sonra: Bana bu yemeği yediren, sonucu etkileyecek bir güç ve kudretim olmaksızın onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun, derse, geçmiş günahları bağışlanır.”[6] Burada şöyle bir mana çıkarılmamalıdır; “ben büyük günahları işlerim sonra gelir yemekte bu duayı ederim Allah beni affeder,” hayır öyle değil; Yüce Allah bu duayla küçük günahları affeder. Ulemanın bu hadis ile ilgili görüşleri küçük günahların affı hakkında olduğudur. Yine de dilerse Allah büyük günahları da affedebilir.

 

Hiçbir yemeği ayıplamamalıdır.

وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَا عَابَ النبىُّ # طَعَاماً قَطُّ، كَانَ إذَا اشْتَهَاهُ أكَلَهُ، وَإنْ كَرِهَهُ تَرَكَهُ[. أخرجه الخمسة إ النسائي .

Ebû Hureyre Hazretleri: “Peygamber Efendimiz hiçbir yemeği hiçbir zaman ayıplamamış, yermemiştir. O eğer iştahı varsa yemeği yerdi, hoşlanmazsa bırakır yemezdi.”[7] buyurmuştur.

Her yemeği yemek zorunluluğu da yoktur. İnsanlar arasında öyle bir şey vardır; ne yemek gelirse yiyeceksin, hayır, insanın iştahı yok, örneğin bir kişi sarımsak yemez, soğan yemez, ona illaki gelmiş yiyeceksin denilmez.

Kişinin çağrıldığı davete icabet etmesi gerekir. Davet etmek ve davete icabet sünnettir. Bazı yerlerde ise katılmamak, o davete icabet etmemek sünnettir. Bir düğüne davet ediliyorsunuz; fakat o düğünde haram olan fiiller işleniyor, günümüz düğünlerinde yapıldığı gibi çalgılı/müzikli, kadınlı/erkekli karışık halay çekilen, birlikte oynanan düğünlere gitmemek gerekir.

Yemek yerken lokmaları küçük alarak onu iyice çiğnedikten sonra yutmak, bir lokma bittikten sonra diğer lokmayı ağzına alması gerekir.

Yemeği sağ eliyle yemek; sağ el almak, vermek, yemek içmek ile görevlendirilmiş; sol el ise taharet, sümkürmek gibi kir olan şeylerin temizliğinde kullanılmak için görevlendirilmiştir. İkisini birbirine karıştırmamak gerekir.

وعن سلمة بن ا‘كوع رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أكَلَ رجُلٌ عِنْدَ النبىِّ # بِشِمَالِهِ. فقَالَ لَهُ: كُلْ بِيَمِينِكَ. فقَالَ: َ أسْتَطِيعُ، مَا مَنَعَهُ إَّ الْكِبْرُ فقَالَ : َ اسْتَطَعْتَ. فَمَا رَفَعَهَا إلى فِيهِ بَعْدَ ذلِكَ[. أخرجه مسلم .

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın yanında bir adam sol eliyle yemek yemişti. “Sağınla ye!” ferman buyurdu. Adam: “Yiyemiyorum!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam: “Yiyemez ol! Onu böyle demeye kibri sevketti.” buyurdular. Bundan sonra elini ağzına kaldıramadı.[8] Hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere yemeği sağ elle yemek gerekir; sol elle yemek yenmez. Şimdi zaman zaman karşılaşıyoruz kişi sol elle yemek yiyor, diyoruz kardeşim sağ elle ye, sol elle yeme, bize diyor hocam yapamıyorum Bakınız Peygamber Efendimiz böyle diyen birine ne diyor ve sonuç ne oluyor; bunlara dikkat edelim.

 

عن جبَلَةَ بن سُحَيْم قال: أَصابَنا عامُ سَنَةٍ معَ ابْنِ الزُّبَيْرِ، فرُزقْنَا تَمْراً، وَكانَ عَبْدُ اللَّه بنُ عمر رضي اللَّه عنهما يمُر بنا ونحْنُ نأْكُلُ، فيقولُ: لا تُقَارِنُوا، فإِن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم نَهى عنِ الإقرانِ، ثم يقولُ: «إِلاَّ أَنْ يَسْتَأْذِنَ الرَّجُلُ أَخَاهُ» متفقٌ عليه.

Cebele İbni Sühaym şöyle dedi:

İbni Zübeyr ile birlikte savaştığımız sene kıtlık oldu. Bize erzak olarak hurma dağıtıldı. Hurmayı yerken Abdullah İbni Ömer yanımızdan geçer ve bize şöyle derdi: Hurmayı çifter çifter yemeyiniz. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize hurmayı çifter çifter yemeyi yasakladı. Sonra İbni Ömer sözlerine devamla: Fakat arkadaşı izin verirse, çifter çifter yiyebilir, derdi. [9]

 

Peygamber Efendimiz’in (sallalahu aleyhi vessellem) bu hâdis-i şerîfi ile bize toplumda yemek yemeği öğretiyor; sofrada çifter çifter yemek açgözlülük belirtisidir. Karşıdaki kişiye değer vermemektir. Bu nedenlerle arkadaşı izin vermedikçe kişi hurmayı veya başka ikramı ikişer ikişer yiyemez tek tek yemesi lazım.

وعن وحشى بن حرب عن أبيه عن جده وحشى بن حرب الجبشى: ]أنَّ أصْحَابَ رَسُولِ اللّهِ قالُوا: يَا رسُولَ اللّهِ إنَّا نَأكُلُ وَنَشْبَعُ، قالَ: فَلَعَلَّكُمْ تَفْتَرِقُونَ؟ قَالُوا: نَعَمْ. قالَ: فَاجْتَمِعُوا عَلى طَعَامِكُمْ، وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّهِ عَلَيْهِ يُبَارَكْ لَكُمْ فِيهِ[. أخرجه أبو داود.

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın Ashabı dediler ki: “Ey Allah’ın Resulü! Biz yiyoruz, ancak bir türlü doymuyoruz (ne yapalım)?” Bunun üzerine, Resulullah: “Ayrı ayrı yemekte olmayasınız?” diye sordu. “Evet” dediler. Resulullah da: “Öyleyse yemeğinizde toplanın (bir sofra kurarak hep beraber yiyin), yemeğe Allah’ın ismini zikrederek (Bismilahirrahmanirrahim diyerek) başlayın. Böyle yaparsanız, yemeğiniz hakkınızda mübarek kılınır.”[10]

Bu hadis-i şerifte bize yemeğin ayrı ayrı değil, bir arada toplanarak yemede bereket olacağını; bu şekilde yememiz gerektiğini öğretmektedir. Eğer yemeği herkes ayrı oturarak yerse hem bereketsizlik olur hem de araya soğukluk girer. Bir arada yenen yemekte kişiler arasında bir sıcaklık oluşur; kaynaşma beraberlik meydana gelir.

عن أبي جُحَيْفَةَ وهبِ بنِ عبد اللَّه رضي اللَّه عنه قال: قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «لا آكُلُ مُتَّكِئاً» رواه البخاري.

قال الخَطَّابيُّ: المُتَّكِيءُ هُنا: هو الجالِسُ مُعْتَمِداً على وِطاءٍ تحته، قال: وأَرَادَ أَنَّهُ لا يَقعُدُ عَلى الْوطَاءِ والْوسائِدِ كَفعْلٍ مَنْ يُريدُ الإِكْثار مِنَ الطعامِ بل يَقْعدُ مُسْتَوْفِزاً لا مُسْتوْطِئاً، ويَأْكُلُ بُلْغَةً. هذا كلامْ الخطَّابي، وأَشَار غَيْرهُ إِلى أَنَّ المتكيءَ هو المائلُ عَلى جَنْبِه، واللَّه أعلم.

Ebû Cühayfe Vehb İbni Abdullah (radıyallahu anh)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ben bir yere dayanarak yemek yemem.” [11]

 

Yemeği masada yemek İslami değildir; zaten kişinin yaslanarak su içmesi, yemesi mekruhtur. Peki, nasıl oturacağız; onu da Peygamber Efendimiz (sallalahu aleyhi vessellem) tarif ediyor.

وعن أَنسٍ رضي اللَّه عنه قال: رَأَيْتُ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم جالساً مُقْعِياً يَأْكُلُ تمْراً، رواه مسلم.

«المُقْعِي» هو الذي يُلْصِقُ أليَتيهِ بالأرضِ، ويُنْصِبُ ساقَيْهِ.

Enes radıyallahu anh şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i dizlerini dikerek oturmuş hurma yerken gördüm.”[12]

Yemek yerken sol ayağının üzerine oturmak, sağ dizi dikmek ya da namazda oturulduğu gibi oturmak gerekmektedir; bağdaş kurmak şeklinde değil!

 

وعن عبدِ اللَّه بن بُسْرٍ رضيَ اللَّه عنه قال: كان لِلنبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَصْعَةٌ يُقالُ لها: الْغَرَّاءُ، يحْمِلُهَا أَرْبَعَةُ رِجالٍ، فَلمَّا أَضْحوا وَسَجَدُوا الضُّحى أُتِي بتَلْكَ الْقَصْعَةِ، يعني وقد ثُرِدَ فيها، فالتَفُّوا عليها، فَلَمَّا كَثُرُوا جَثَا رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فقالَ أَعرابيٌّ: ما هذه الجِلْسةُ؟ قال رسولُ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: إِنَّ اللَّه جَعَلني عَبْداً كَرِيماً، ولَمْ يجْعَلْني جَباراً عَنيداً، ثمَّ قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «كُلُوا مِنْ حَوَالَيْهَا، وَدَعُوا ذِرْوَتَهَا يُبَارَكْ فيها» رواه أبو داودٍ بإِسناد جيد.

« ذِرْوَتَهَا » أَعْلاَهَا : بكسر الذال وضمها

Abdullah İbni Büsr (radıyallahu anh) şöyle dedi:

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dört kişinin taşıyabildiği garrâ adlı bir yemek kabı vardı. Kuşluk vakti girip kuşluk namazı da kılındıktan sonra, içinde tirit bulunan bu yemek kabını getirdiler. Ashâb-ı kirâm da etrafına toplandı. Sahâbîler çoğalınca Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) diz çöktü.

Bunu gören bir bedevî:

– Bu nasıl oturuş? Diye sordu.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da:

– “Allah Teâlâ beni inatçı bir zorba değil, şerefli bir kul olarak yarattı” buyurdu. Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sözüne şöyle devam etti: “Yemek kabının kenarlarından itibaren yiyin. Üstünden yemeyin ki, yemek bereketli olsun.”[13] Kişi böyle yemek yiyince sünnete ittiba ile birlikte tıbben de fayda görür; ayağı karnına yaslandığından fazla yemek yiyemez ve vücudu rahat olur.

 

Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vessellem) sünnetlerinden birsi de tabağın içerisinde artık bırakmamaktır. Günümüzde ne yapıyoruz yemeği yarıda tabakta bırakıyoruz ve o yemek çöpe atılıyor. Neredeyse sofraya gelen yemeğin yarısı çöpe atılıyor. O zaman ne yapmak gerekir? Yiyeceğin kadar tabağına alacaksın, onu tam bitirip tabağı temizleyeceksin.

Yemeği elle yemek, şimdi insanlara bunu söylesen şöyle diyorlar: “Hangi zamanda yaşıyoruz öyle olur mu? Bazı videolarda görmüşler Araplar elle yiyorlar diyor. Arab mısın elle yemek yiyorsun.” Hayatlarını yaşadıkları asra göre şekillendirmişler, ona göre konuşuyorlar. Yemek yeme adabında sünnet olan yemeği elle yemek, tabakları sıyırmaktır. Bunlar Araplara ait bir şey değil; bizzat Peygamber Efendimiz’in (sallalahu aleyhi vessellem) sünnetleridir. O zaman kaşık yok muydu? Elbette ki kaşık vardı. Hele bir deneyin elle yemek yemek ne kadar lezzetlidir, anlayacaksınız. Bakın bu konuda ki hadis şerifler ne diyor?

 

وعن كعْبِ بنِ مالك رضيَ اللَّه عنه قال: رَأَيْتُ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَأْكُلُ بِثلاثِ أَصابِعَ فَإِذا فَرغَ لَعِقَها. رواه مسلم.

Kâ`b İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üç parmağıyla yemek yediğini, yemekten sonra da parmaklarını yaladığını gördüm.”[14]

وعن جابرٍ رضي اللَّه عنه أَنَّ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أمر بِلَعْقِ الأَصَابِعِ والصَّحْفَةِ وقال: «إِنَّكُمْ لا تَدرُونَ في أَيِّ طعَامِكم البَركةُ» رواه مسلم

Câbir İbni Abdullah (radıyallahu anh) şöyle dedi: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) parmakları yalayıp tabağı silmeyi emrederek şöyle buyurdu: “Yemeğinizin neresinde bereket bulunduğunu bilemezsiniz.”[15]

 

وعن جابرٍ رضي اللَّه عنهُ قال : سمعتُ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَقُولُ :« طَعامُ الوَاحِدِ يَكْفي الإثَنيْنِ ، وطعامُ الإثنينِ يكْفي الأربعةَ ، وطعامُ الأرَبَعةِ يَكْفي الثَّمانِيَةَ » رواه مسلم.

Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi: Ben Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i:

“Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği de sekiz kişiye yeter.” buyururken işittim.[16]

 

Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu müjdesine göre iki kişiye yeten yemek dört kişiye dört kişiye yetecek yemek sekiz kişiye yetmektedir. İşte Peygamber efendimizin yemekte çok el olsun demesinin bir sırrı da budur ki çok el olunca bereket geliyor o yemeğe.

Bir şey içmekle ilgili Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor.

عن أَنسٍ رضي اللَّه عنه أن رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم كانَ يتنَفَّسُ في الشرَابِ ثَلاثاً. متفقٌ عليه. يعني: يَتَنَفَّسُ خَارِجَ الإِناءِ.

Enes (radıyallahu anh)’ın söylediğine göre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) suyu ve diğer meşrûbâtı üç nefeste içerdi. [17]

وعن أبي قَتَادَةَ رضي اللَّه عنه أَنَّ النبيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم نَهَى أن يُتَنَفَّسَ في الإِناءِ متفقٌ عليه.

يعني: يُتَنَفَّسُ في نَفْسِ الإِناءِ.

Ebû Katâde radıyallahu anh’ın söylediğine göre, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) kabın içine solumayı yasakladı.[18]

 

Bir şey içilirken tek nefeste içilmeyerek, bir yudum içilecek bardağın dışına doğru nefes verilecek bu şekilde üç nefeste içmek sünnete mutabık olandır. Bugün tıp da öyle diyor; ayakta tek nefeste içilen su direk mideden geçerek bağırsaklara ulaşıyor bu da hazımsızlığa veya başka rahatsızlıklara sebep oluyor. Bakınız bunu Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) 1400 yıl önceden haber vermiş. Ayakta su içmek caizdir fakat evla olan oturarak içmektir. Ayakta yemek ise mekruhtur. Şimdi insanlar ayakta yiyip içiyorlar, bu doğru değildir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vessellem) birkaç defa ayakta su içmiştir. Bu caiz olduğunu gösterir; fakat evla (tercih edilen) olduğunu göstermez. Sünnet olan ayakta içmemektir; zira Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir başka hadis-i şerif de şöyle buyuruyor;

وعن أبي هريرة رضي اللَّه عنه قال : قالَ رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : «لاَ يشْرَبَن أَحدٌ مِنْكُمْ قَائماً ، فَمَنْ نَسِيَ فَلْيَسْتَقيءْ » رواهُ مسلم .

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hiçbiriniz ayakta su içmesin. Unutarak içen de kussun!”[19] Buradaki “kussun” ibaresi oturarak içmenin faziletini belirtmek içindir. Bu hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki ayakta su içilebileceği gibi en faziletli olan oturarak içmektir. “Ayakta yemek ise şerdir.” buyuruyor Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)

 

Bugün modern tıbbın bile kabul ettiğini, 1400 yıl evvelinden Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bildirdiği bu kurallara uyar isek en sağlıklı toplum oluruz. Yüce Allâh bizleri hakkıyla sünnet-i seniyyeye uyanlardan eylesin. Âmin

 

[1] Buhari, Et’ime 2, 3, Müslim, Eşribe 108, (2022), Muvatta, Sıfatu’n-Nebiyy 32, (2, 934), Ebu Davud, Et’ime 20, (3777), Tirmizi, Et’ime 47, (1858)

[2] Ebu Davud, Et’ime 44, (3834)

[3] Ebû Dâvûd, Et`ime 15; Tirmizî, Et`ime 47

[4] Ebû Dâvûd, Et`ime 15; Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, Âdâbü’l-ekl, 15

[5] Ebû Dâvûd, Et`ime 15

[6] Ebû Dâvûd, Libâs 1; Tirmizî, Daavât 56. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et`ime 1

[7] Buhari, Et’ime 21, Menakıb 23, Müslim, Eşribe 187, (2064), Ebu Davud, Et’ime 14, (3763), Tirmizi, Birr 84, (2032)

[8] . Müslim, Eşribe 107, 2021

[9] Buhârî, Et`ime 44, Şirket 4, Mezâlim 14; Müslim, Eşribe 150. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 43; Tirmizî, Et`ime 16; İbni Mâce, Et`ime 41

[10] Ebu Davud, Et’ime 15, (3764), İbnu Mace, Et’ime 17, (3286

[11] Buhârî, Et`ime 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 16; Tirmizî, Et`ime 28; İbni Mâce, Et`ime 6

[12] Müslim, Eşribe 148

[13] Ebû Dâvûd, Et`ime 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et`ime 6

[14] Müslim, Eşribe 131, 132. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 49; Tirmizî, Et`ime 11

[15] Müslim, Eşribe 13

[16] Müslim, Eşribe 179–181. Ayrıca bk. Tirmizî, Et`ime 21; İbni Mâce, Et`ime 2

[17] Buhârî, Eşribe 26; Müslim, Eşribe 123. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eşribe 19; Tirmizî, Eşribe, 13; İbni Mâce, Eşribe 18

[18] Buhârî, Vudû’ 19; Müslim, Tahâret 65, Eşribe 121. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eşribe 20; Tirmizî, Eşribe 15, 16; Nesâî, Tahâret 42

[19] Müslim, Eşribe 1

WhatsApp'ta paylaş