Zilhicce 1436 (Eylül 2015)
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Tevhid; Allah’ın zat, sıfat ve fiillerinde tek ve eşsiz olduğuna inanmaktır. Allah-u Teala zatı itibariyle tektir, ortağı yoktur. Kâinatta var olan bütün havadislere (sonradan yaratılanlara) muhaliftir, kadimdir, başlangıcı yoktur. Allah, kendi nefsiyle kaim olup kimse O’nu var etmemiştir. Baki olup O’nun için fena olma durumu söz konusu değildir. Allah, sıfatı itibariyle eşsizdir. Onun ilmi her şeyi kapsıyor. Geçmiş ve gelecekte olacak her şeyi biliyor. Bilgisi ezelidir. Daha kâinatı var etmeden gelecekte ne olacaksa biliyordu.
Allah, her şeyi yaratmaya kadirdir. Bütün kâinatı kudret sıfatıyla bir örnek olmadan yaratmıştır. İlminde geçen her şeyi yaratmaya kadir olup kudreti sınırsızdır. Allah her şeyi görüyor. Hatta mikroskopla görülmeyen şeyleri bile görüyor. Bir anda, kâinatta ne var ne yok her şeyi aynı anda görüyor. Allah her şeyi duyuyor. En küçük fısıldamayı bile işitiyor. Kâinatta ister ses olsun ister gayrı ses her şeyi bir anda işitiyor. Allah’ın ortağı yoktur. O’na fayda verecek veya zarar verecek dost veya düşmanda yoktur. Ama O’nu seven ve itaat eden dostları olduğu gibi O’nun emrinden çıkan düşmanları da vardır. Allah’ın annesi, babası, evladı yoktur. Adetullah icabı görevlendirdiği melekler ve peygamberleri vardır. Yoksa Allah melek ve peygamberlere görev vermeden de kanunlarını kâinatta cari edebilir.
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌاللَّهُ الصَّمَدُلَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْوَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
“De ki o Allah bir tektir. Allah her şeyden müstağni ve her şey ona muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey ona denk değildir.”(İhlas sûresi: 1-4)
Yukarıda verdiğimiz ayet-i kerimeler Allah’ın tek olduğunu, hiçbir şeye muhtaç olmadığını, bilakis herkesin Allah’a muhtaç olduğunu, hiç kimse Allah’ı doğurmadığını, kendisinin de kimseyi doğurmadığını, O’nun hiçbir emsali olmadığını ifade eder. Bu ayet-i kerime akaidin tümünü içeriyor. Allah bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: ِ
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
“Eğer yer ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.”(Enbiyâ: 22)
Müfessirler yukarıda verdiğimiz ayet-i kerimeyi şöyle izah ederler: Ayeti kerimde geçen ilahlar var olsalardı; ya birbirlerine muannit ya da müttefik olurlardı. Muannitlerden biri yapar diğeri bozar. Dolayısıyla ayeti kerimede geçen yer ve gökler bozulur, ifadesi bundan gelmektedir. Müttefiklerin güç birliğiyle yaptıkları bir şey ise tek başına birinin yapamayacağı anlamına gelirdi. Bu da ulûhiyet makamına terstir. Ayrıca bir kaç kişinin güç birliğiyle yapacağı şey mükemmeliyetten uzak olup her an bozulma ihtimaliyle karşı karşıyadır. Hâlbuki yer ve göklerin mükemmel oluşu güçsüzlerin güç birliğiyle yapacakları bir şey değildir. Başka bir ayeti kerime yukarıda verdiğimiz ayeti şöyle açıklıyor:
مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِن وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَهٍ إِذًا لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ
“Allah çocuk edinmemiştir; O’nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.”(Mü’minûn: 91)
Tevhid: Kişinin, Allah’ı ibadet ve bütün işlerinde tek kabul etmesidir. Kişi Allah’tan başka kimseye ibadet etmeyecek. Allah’tan başka kimseyi ilah kabul edip ona tapmayacak. Ayrıca Allah’tan başka bir ilah kabul edip ondan yardım istemeyecektir. Kişi, Allah’tan başka herhangi bir gücün ulûhiyet makamında ona fayda veya zarar vereceğine inanmayacaktır. İnsana zahiren fayda veren herhangi bir güç olsa da hakikatte o faydayı veren yüce Allah’tır.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım isteriz.” (Fatiha: 5) Ayeti kerimesinde mutlak ibadet edilecek ve yardım istenecek zatın Allah olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Ehlisünnet ve’l-cemaat akidesi tevhit ve ibadet manasını yukarıda zikrettiğimiz şekilde ifade etmektedirler. Tabii ki bir insanın bir Allah dostunu, Allah’tan yardım dilemek için vesile kılması; o Allah dostunu, Allah ile eşdeğer kılmaz. Bilhassa mürit şeyhini vesile kılarken Allah’tan istediği işi bizzat şeyhinin eliyle gerçekleşmesini kast etmez. Böyle bir durumu aklından bile geçirmez. Mürit hüsnü zan ederek itikat ediyor ki şeyh, Allah dostudur. Duası makbul olanlardandır. Kişi; şeyhinin o şeyi Allah’tan yalvararak ve duayla istemesini, kendi istemesinden daha makbul olarak değerlendirmektedir. Veya bir insan, “Ey Allah’ım beni bu Allah dostu hatırına affet” demek suretiyle Allah katında salih amelleriyle fevkaniyet gösteren insanları vasıta kılmış oluyor. Bu da hakikatte insanların salih amelleri vasıta kılarak Allah’tan yardım dilemesi anlamına gelir.
Mutlak biliniyor ki insanların manevi üstünlük sağlaması salih amelleriyledir. Yoksa şahsi suretleriyle değildir. Meşhur hadis-i şerifte geçen üç kişinin salih amellerini vasıta kılıp Allah’tan yardım istemleri salih amellerin vasıta olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Peygamber Efendimiz (صلى الله عليه و سلم) sahabelerine bir gün Veysel Karani’den şöyle bahseder:
“Allah’tan ne isterse duası kabul olur. O, size geldiği zaman ondan dua talep edin.” Hazreti Ömer döneminde içlerinde Vesel Karani’nin de bulunduğu Yemenli bir grup Medine’ye gelir. Hazreti Ömer gelen gruptan Veysel Karani’yi sorar. Veysel Karani de kendisini tanıtır. Hazreti Ömer ondan dua talep eder. Bunun üzerine o da Hazreti Ömer’e dua eder. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde Peygamber Efendimiz’i (صلى الله عليه و سلم) misal göstererek Müslümanların birbirlerine dua edebileceklerini açık bir şekilde ifade etmektedir:
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا
“Biz her peygamberi ancak, Allah’ın izniyle, itaat olunması için gönderdik. Onlar, kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip Allah’tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah’ın tövbeleri daima kabul edici ve merhamet eden olduğunu görürlerdi.”(Nisa: 64)
Ebu Sadık Hazreti Ali’den rivayetle şöyle diyor:
Peygamber Efendimiz’in (صلى الله عليه و سلم) vefatından üç gün sonra bir bedevi Peygamber Efendimiz’in (صلى الله عليه و سلم) kabrine ağlayarak gelip “Ya Rasulallah! Sözünüzü dinledik. Allah’tan anladın, biz de sizden anladık. Sana nazil olan ayetlerden bir tanesi de; (… ٍ ول ُ ayetidir. Nefsime zülüm ettim. Sana geldim bana Allah’tan mağfiret dile” der. Bedevinin bu yakarışından sonra kabirden şöyle bir ses gelir: Günahların af olundu.
Hulasa bir evliyaullahtan dua ve nefsi terbiye hususunda yardım istemek ne ibadettir, ne de o evliyadan bizzat vermesini istemektir. Bilakis ondan dua isteyip Allah’a ulaşmaya yol aramaktır. Çünkü tasavvuf kişiyi Allah’a tam kul yapmayı amaçlar. Allah’tan başka masivayı terk etmeyi sağlar. Ne acı bir şey ki son yüzyılda Selefilik adı altında Vehhabiler, Kureyş müşriklerinin putları hakkında nazil olan ayetleri salih bir insandan yol isteyen insanlar hakkında cari ediyorlar.
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ
” O halde sakın Allah’ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarma, yoksa azap göreceklerden olursun” (Şuara: 213) ayet-i kerimesi Allah’tan başka ilahlara inanıp onlardan yaratma açısından bir şey isteyen müşrikler hakkında nazil olmuştur. Oysa bu gurup insanlar; söz konusu ayeti, kendilerine manevi üstad kabul ettikleri zatlardan ders alan kişiler hakkında cari edip onları müşrik ilan ediyorlar
قُلْ إِنِّي نُهِيتُ أَنْ أَعْبُدَ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ قُل لاَّ أَتَّبِعُ أَهْوَاءكُمْ قَدْ ضَلَلْتُ إِذًا وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ
“De ki: “Allah’tan başka, yalvardıklarınıza kulluk etmekten menolundum.” “Sizin heveslerinize uymayacağım, yoksa sapıtmış, doğru yolda gidenlerden olmamış olurum” de.” (Enam: 56) Bu ayeti kerime ise Allah’tan başka ilahlara ibadet eden müşrikler hakkında nazil olmuştur. Oysa Vehhabiler, Salih insanlara talebe olup manevi ders alan kişilere hamlediyorlar. Halbuki, hiçbir mürit şeyhine ibadet etmiyor.
Gerçek ubudiyet Allah’ın bütün emirlerine uyup yasaklarından kaçınmaktır. Çünkü kul olmak efendinin bütün emirlerini yerine getirmekle mümkün olur. Efendisinin dediklerini yapmayan bir kul, kulluk vazifesini yerine getirmemiş olur. Bir Müslüman ubudiyetini yerine getirmesi için ilk önce Allah’ı sevip ondan gafil olmamalıdır. Emir ve yasaklarını iyi bilmeli onları hayatında muhabbetle uygulamalıdır. O’na ibadet ettiği zaman O’nu görmüş gibi ibadet etmelidir. Her ne kadar Allah’ı görmüyorsa da bilmeli ki Allah onu görmektedir.
Tasavvufun en büyük amacı kişiyi Allah’a karşı tam kul yapmaktır. Çünkü tasavvuf kişiye nefis terbiyesi verdikten sonra Allah’ın muhabbetini kalbine yerleştirmeyi amaçlar. Allah’ın muhabbeti yerleştikten sonra daima Allah’ı görüyormuş gibi bir haleti ruhiye içinde bulunur. Böylece masivayı unutup her şeyini Allah’a has kılar. Gerçek ubudiyetini elde eder.