أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günahlardan) en çok korunanınızdır. Allah hakkı ile bilendir, her şeyden haberdar olandır.[1] Ayeti kerimesi Allah’ın tüm insanları farklı farklı gruplara milletlere ayırdığını ifade etmektedir.
İslam Hukuku bu ayet-i kerime ışığında değerlendirildiğinde İslam hukukunun diğer devlet, millet, dinler, gruplar ve siyasi bir takım oluşumları muhatap aldığı görülmektedir. Yine bu ayet-i kerimeden İslam Hukukunun çok hukuklu sistemlere izin verdiği anlaşılabilir. Beni Kureyza ile ilgili Tevrat’a göre hüküm verilmesi bunun Beni Kureyza tarafından istenmesi ve peygamberin verilen bu hükme rıza göstermesi[2] de İslam’ın çok hukuklu sistemi kabul ettiğini göstermektedir. İslam hukukunda diğer din mensupları isterlerse kendi dinlerinin hukuk sistemlerine göre muamele görme özgürlüğüne sahiptirler.[3]
İslam’ın daha Peygamber Efendimiz döneminde ortaya koyduğu ve tarih boyunca fiili olarak uyguladığı çok hukuklu sisteme beşeri hukukçular yeni yeni yönelmektedirler.
وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِن لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَآ آتَاكُم فَاسْتَبِقُوا الخَيْرَاتِ إِلَى الله مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
“Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı…”[4]
Ayeti, milletlerin farklı devlet ve siyasi bir takım oluşumları meydana getirmelerinin doğallığını ortaya koymakla beraber aynı zamanda İslam’ın kendi hukuk sistemi içinde devletler hukukuna yer vermesini de sağlamıştır. Şöyle ki, İslam devletler hukukunun bünyesi gayri Müslimler hesab edilerek vücuda getirilmiştir. Çünkü Müslümanlar zaten kendi aralarında tek bir ümmet teşkil ettiğinden ayrı bir hukuk düzenlemesine ihtiyaç yoktu. Müslümanlar başkaları ile yeni ilişkileri ayrıca ele alıp hak ve sorumlulukları tespit etme çabasına girmişlerdi.[5]
İslam devletleri kendi hâkimiyetleri altında bulunan diğer dinlere mensup milletlerin hak ve özgürlüklerini sağlamak için gösterdikleri müsâmaha ve kendi hukuk sistemlerinde bunların hak ve hukuklarını güvence altına almaları İslam hukukunun uluslararası ilişkilerde kendini göstermesini sağlayan başka bir etken olmuştur. Bundan dolayı olsa gerek ki İslam tarihinde uluslararası ilişkilere yönelik çalışmalar erken dönemde başlamıştır. İslam tarihinde ilk yazılan eserlerde siyer ve cihat başlıkları altında savaş, barış, diploması, ganimet, emân gibi uluslararası ilişkileri kapsayan konuları ele aldıkları göz önüne alındığında Müslüman hukukçuların daha ilk dönemlerde uluslar arası hukuk ile ilgili eserler verdikleri görülür.[6]
Ebu Hanife başta olmak üzere Muhammed bin Hasan eş-Şeybânî İmam Malik, İmam-ı Vâkıdî gibi İslam âlimleri bu alan ile ilgili eserler vermişlerdir. Daha sonra gelen İslam âlimleri çoğu bu konu ile ilgilenmiş ve ciddi bir Literatür ortaya koymuşlardır. İslam hukuku ile ilgilenen âlimlerden bazıları Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) döneminde yapılan savaşları ve aşağıda vereceğimiz ayetlere dayanarak İslam’da uluslararası ilişkilerin esasının savaşa dayalı olduğunu ileri sürerler. Bu ayetler;
وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
“Onları nerede yakalarsanız öldürün, onların sizi çıkardıkları yer (Mekke)den size de onları çıkarın! Fitne (baskı yapmak), adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlarla savaşmayın ki, onlar da sizinle orada savaşmasınlar. Fakat onlar sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün; kâfirlerin cezası böyledir”.[7] ِ
قَاتِلُواْ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُواْ الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Elçisinin haram kıldığını haram saymayan ve gerçek dini din edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın.”[8]
Ve buna benzer daha başka ayeti kerimeler[9] delil getirerek bazı İslam âlimleri İslam’da uluslararası hukukun esası savaşa dayanır demekteler. Ancak bu gibi cihat ayetleri değerlendirildiğinde bu ayetlerin barış ve adalet temelli olduğu anlaşılır. Bu ayetlerin amacı insanlığa barış ve adaleti huzur ve sükûneti getirmektir. Bunu Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) döneminde yapılan savaşların mantığından da anlamak mümkündür. Şu ayeti kerimeler İslam’ın uluslararası ilişkilere bakışının barış temelli olduğunu göstermektedir.
لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
“Allah sizi ,din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ,onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.”[10] ً
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
“Ey inananlar! Hepiniz birlikte İslam’a (veya barışa) girin, şeytanın adımlarını izlemeyin, çünkü o size apaçık düşmandır.”(11)
وَإِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a dayan, çünkü O, işitendir, bilendir.”[12]
Kanaatimizce İslam’ın uluslararası ilişkilere bakışı savaş ve barışın ötesinde adalet temellidir. Bundan dolayı da İslam Hukuku uluslararası alanda adaleti tesis etmeyi amaçlamıştır.
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız.”[13] Ayeti, İslam ümmetinin aşırı uçlardan uzak, orta bir yerde olduğunu diğer toplumları gözetleyici hak ve hukuklarını koruyucu bir pozisyonda olduğunu ifade etmektedir. Bundan dolayı da İslam Müslümanlara yüklediği tebliğ görevi ile uluslararası alanda hukuk ve adaleti tesis etmeye çalışmıştır. ِ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ تَعْدِلُواْ اعْدِلُواْ هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey inananlar! Allah için adâletle şahitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adâletten saptırmasın. Âdil davranın, takvâya yakışan budur. Allah’tan korkun, kuşkusuz Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.”[14]
Bu ayeti kerime İslam Hukukunun uluslararası ilişkilere bakışını en güzel bir şekilde özetlemektedir. Bu ayete göre İslam toplumu her ne olursa olsun adaleti tesis etmeye çalışmalıdır. Karşı karşıya kaldığı topluluk veya devlet kendi düşmanı olsa bile yine adaletten sapmayacaktır. Kaldı ki Müslümanlar bu ayete göre Müslüman olmasa bile bir haksızlık yaptıklarında veya adaletsizlik yaptıklarından dolayı hesaba çekileceğini bilir. İşte bundan dolayı da İslam’ın devletler hukuku adalet ilkesi üzerine bina edilmiştir.
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
“Şüphesiz Allah ,size emanetleri ehline( sahiplerine )teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor .Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. “(15)
إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ وَلاَ تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا
“Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!”[16] Bu iki ayeti kerimede tüm insanlara hükmederken adalet ile hükmedilmesini kimseye zulmedilmemesini emretmektedir.
Sonuç olarak İslam Hukuku, hayatın her alanına hitap ettiği gibi uluslararası alana da tüm beşeri hukuklardan çok daha iyi şümullü bir şekilde hitap etmektedir. Beşeri hukuk, İslam Hukuku ile mukayese edildiğinde çok daha dar olduğu açıktır. İnsanların ihtiyaçlarına sadece yapıldığı dönem itibari ile cevap vermeye çalışmaktadır. Hatta bazen yapıldığı dönemde bile insanların ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Bununda en büyük göstergesi beşeri hukukun her on senede bir yenilenme ihtiyacı duymasıdır. Ancak İslam Hukuku evrensel her zamanın ihtiyaçlarına cevap verebilmektedir. Uluslararası ilişkilere de sürekli barış ve adalet temelli bakmaktadır.
KAYNAKÇA [1] Hucurat 49/13. [2] İbni Hişam, Siretu Nebeviye Li’bni Hişam, II, 240244 [3] Minhac [4] Maide,5/48. [5] Ahmet Yaman, İslam Hukukunda Uluslararası İlişkiler, Fecr Yayınevi, Ankara, 1998, s.46 [6] Yaman, a,g,e, s.37. [7] Bakara, 2/191. [8] Tevbe, 9/29 [9] Tevbe, 9/36, Enfal, 8/65; Bakara2/193. [10] Mumtehine, 60/8. [11] Bakara, 2/208. [12] Enfal,8/61. [13] Bakara,2/143 [14] Maide, 5/8. [15] Nisa, 4/58. [16] Nisa,4/105.