Safer 1435 (Aralık 2013)
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…
İlk peygamber olan Hazreti Âdem’den son peygamber olan Hazreti Muhammed ’e kadar gelen tüm ilahi emirler, hak ve hukuk ile mezc olmuşlardır. Vahyin asıl amacı; dünya ve ahiret saadeti olduğu için Allah da vahyi gönderirken, adalet ve hukukun gerekliliklerini gözetmiştir. Vahiysiz gerçekleştirilmeye çalışılan adalet, sürekli yenilenmeye ihtiyaç duymakta ve toplumun huzurunu tam anlamı ile temin edememektedir. Bundan dolayı Avrupa tarihinde ilk insan hakları metni, 1215 tarihli Manga Carta’nın ilanı, topluma fayda getirmemiştir. Akıbeti ise daha çok kanın akmasına ve daha çok insanların köle olmasına vesile olmuştur. Bu bildirge daha çok Kilise ve saraylıların güç paylaşımını sağlamıştır. Gene sonuç itibari ile akim kalan insan hakları, içerikli olan Fransız ihtilali daha da kötü sonuçlara neden olmuştur.
Fransız ihtilali sonucunda sömürgecilik, köleleşme, milliyetçilik, bencillik, dinden soyut bir yaşam tarzı insanlıkta vücut bulmuştur. Bu olumsuzluklar daha sonra savaşlara, yoksulluğa, katliamlara, toplumsal yozlaşmalara ve daha nice olumsuzluklara sebep olmuştur. Bu yozlaşmalar; komünizm, faşizm ve Nazizm gibi insanlığı maddi-manevi olarak helake götüren fikirler doğurmuştur. Bunların neticesinde çıkan Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanının ölümüne neden olmuştur. Daha sonra 1948’de maneviyattan yoksun İnsan Hakları Bildirgesi yayınlanmaktadır. Sanki İnsanlık ilk defa hak ve hukuk içerikli bir bildirge ile karşı karşıyadır. Hâlbuki günümüzde, ekonomik anlamda gelişmiş ülkelerin içinde bulunduğu problemler, maneviyattan yoksun olan bu gibi bildirgelerin bir ürünüdür.
Bu günkü Avrupa’da sınırsız özgürlük, birey ve toplumun ahlakını, maneviyatını ve aile yapısını yok etmiştir. Bu süreç, Avrupa’nın sonunu hazırlamaktadır. Yukarıda zikrettiğimiz vahiysiz insan hakları bildirgeleri, insana hak ve hukuk getirmemiş, bilakis insanlara kan, gözyaşı, ahlaksızlık, ifsat edilmiş bir toplum getirmiştir. Ne acıdır ki biz Müslüman toplumlar da sanki bu bildirgelerin dışında kendi inançlarında ilan edilen hiçbir bildirge bulunmamaktadır. İçimizde bazı kesimler, aile, birey, toplumsal açıdan hak ve hukukla doldurulmuş (veda hutbesi hiç yokmuş gibi) bir tavır takınmakta ve bunlar ile ilgili tüm sorunlarını Avrupa İnsan Hakları veya insan hakları bildirgesine göre çözmektedir. Onlar, ülkemizin yükselmesi ve müreffeh bir seviyeye ulaşması için Avrupa İnsan Hakları veya insan hakları bildirgesi bir standart olarak kabul etmektedir. Bunun için de her sene günler ve haftalar düzenlenmektedir.
Bugün hala Avrupa Birliği başta olmak üzere (sözüm ona) özgürlükler ülkesi Amerika gibi devlet ve toplumların standartlarını yakalayamadığı Medine Sözleşmesi hiç yokmuş gibi bazı Müslüman devletler duyarsız kalmaktadır. Hâlbuki uluslararası barışı sağlayacak bugün tek model, tek çözüm yolu; Medine Sözleşmesi modelidir. Batı dünyasının bunu görmezlikten gelmesi bir nebze anlaşılabilir. Ancak tebaası Müslüman olan devletlerin bunu görmemesini anlamak mümkün değildir. Hak hukuk olarak, dün olduğu gibi bugün de Veda Hutbesi insanlığın kurtuluşu için yegâne çözümdür. Çünkü “Ey İnsanlar! Diye hitap eden Veda Hutbesi, bütün insanları kucaklayıp hiçbir insanı dışarıda bırakmamaktadır. Müslümanların dikkatinden kaçan Veda Hutbesi ile İnsan Hakları Beyannamesi aralarında mukayese edilmeyecek kadar farklar bulunmaktadır. Her şeyden önce İnsan Hakları Beyannamesini kabul eden toplumlar ve ihdas ettikleri kanunlar, insanları insan saymayıp, kadınların ruhlarının bulunup bulunmadığı tartışmalarından yıllar önce Veda Hutbesi; insanlığa insan olduklarını, tüm sınıfların eşit olduğunu ilan etmiştir. Özellikle cahiliye devri ve orta çağ devrinde ezilen kadın sınıfı bu hutbede Allah’ın emaneti olarak şu şekilde yerini almıştır: “Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır…. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.” İnsan Hakları Beyannamesinde kadınlar için bu şekilde özel olarak değinilmemiştir. Daha çok genel bir temas söz konusudur. Hâlbuki insanlık fıtratında kutsal sayılan emanet, kadın hakları içerisine dâhil edilmiştir. Emanet, korunması ve gözetilmesi gereken kutsal şeylerden birisidir. İslam’da bir insanın başka bir insana emanet bıraktığı herhangi bir şey kutsal sayılmıştır. Kaldı ki burada emaneti veren bir insan değildir. İnsanların yaratıcısı olan Allah’tır. Dolayısı ile burada veda hutbesinin kadınlara verdiği bu önem bile bunun İnsan Hakları Beyannamesine karşı farkını ortaya koymaktadır. Bariz bir şekilde aralarındaki bir diğer fark da can, mal ve namusun korunmasıdır.
Veda hutbesinde Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı haksız yere öldürmeyeceksiniz. Zina etmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız…” Yine burada hususi bir şekilde tek tek korunması gereken unsurlar zikredilmiş, nesil güvence altına alınmış, can ve mal emniyeti sağlanmıştır. Hâlbuki İnsan Hakları Beyannamesinde bunlar genel bir çerçeve ile zikredilmiştir. Veda Hutbesinde insan haklarının muhatabı uygulayıcısı; birey, toplum ve devlettir. Birey, toplum ve devletten hiçbiri bu sorumluluktan kaçamaz. Bu sorumluluğun hem maddi hem de manevi müeyyideler ile korunması söz konusudur. Ancak İnsan Hakları Beyannamesine muhatap ve uygulayıcı; resmi kurum ve kuruluşlardır. Manevi hiçbir müeyyide de bulunmamaktadır. Bireyleri manevi duygular ile yola getirmeyen bir yasa akîm olmaya mahkûmdur. Dolayısı ile bugün insan haklarının ihlal edilmesi bu yasaların manevi duygulardan uzak olmasından kaynaklanmaktadır. Her birini madde madde sayması ve muhatabı insanları almaması, insan hakları beyannamesinin maneviyattan yoksunluğunu gözler önüne sermektedir. Veda hutbesinde kaynak; “ilâhî”dir. İnsan hakları beyannamesinde ise kaynak insanlardır. Dolayısı ile birinde uygulanmasını isteyen Allah-u Teâlâ, diğerinde ise insandır. Bir insan inançlı ise Allah’ın her yerde onunla olduğuna inanır, O’ndan korkar ve ona göre davranır.
İnsan haklarını korumada Veda Hutbesi baz alındığında söz konusu kuralların uygulanması, insanlara huzur ve mutluluğun getirilmesi daha hızlı bir şekilde gerçekleşecektir. Bireysel din ve vicdan, kamunun dayatmasından daha hızlı sonuç vermektedir. Her bir insanın kalbinde kontrol edici ve gözetleyicinin olması -ki bu da Allah korkusu, din ve vicdan duygusudur- kanun ve kuralların yerine getirilmesini, topluma huzur ve saadetin gerilmesini kolaylaştırmaktadır. Sözde varlığını insan hakları üzerine kuran ve meşruiyetini oradan alan Birleşmiş Milletler sınıfta kalmıştır. Yakın tarihte Bosna Hersek’te yaşanan katliamlara seyirci kalan birleşmiş milletler tek taraflı insan hakları anlayışına sahip olduğunu ilan etmiştir. Aynı zamanda Çeçenistan’da, Irak’ta Filistin’de, Afganistan’da, Suriye’de, Mısır’da çiğnenen insan hakları sözüm ona insan hakları beyannamesini ilan eden topluluklar ve devletler tarafından gerçekleştirilmektedir. Yahudi ve Hıristiyanlardan müteşekkil birleşmiş milletler ve Avrupa birliğinin Müslümanlar için insan haklarını düşünmesi ve savunması mümkün değildir. Çünkü Allah, ayet-i kerimede bunların asla bu hakları Müslümanlar için istemeyeceklerini, Müslümanlara buğz ettiklerini açık bir şekilde beyan etmektedir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْـبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿١١٨﴾
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١١٩﴾
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟ ﴿١٢٠﴾
118- Ey iman etmiş olan kimseler! Kendi (din kardeşleri) nizden başkası (nı, Yahudi ve Hristiyanlar gibi kâfir fırkaları)nı (güveninize mazhar konumda) bir sırdaş edinmeyin! (Çünkü) onlar hiçbir (fitne ve) fesat hususunda size (hiçbir şeyi) eksik yapmazlar. Sıkıntınızı (ve zarara uğramanızı) istemişlerdir. Gerçekten (size karşı büyük bir kin ve nefret taşıdıklarından, kendilerine hâkim olamamış ve) ağızlarından (dökülen sözlerinde) aşırı öfke açığa çıkmıştır. Onların göğüslerinin gizlemekte olduğu (düşmanlık) ise (açıkladıklarından) daha büyüktür. Muhakkak Biz (Allâh ve Rasûlünün düşmanlarıyla dost olmamanızı ifade eden) âyetleri size iyice açıklamışızdır. Eğer siz (dostla düşman arasındaki farkı düşünüp) anlamakta olduysanız (, gerekeni yaparsınız)!
119- İşte siz, (kâfirlerle dostluk kurduğunuz için) öyle (hatalı) kimselersiniz ki, (kendi Kitabınıza inanmadıkları halde) onları seversiniz, ama siz (onların kitabı dâhil) kitapların hepsine inandığınız halde onlar sizi sevmezler. Onlar size kavuştukları zaman (aldatmak için yalanyere): “- Biz de inandık!”derler. Yalnız kaldıklarında ise, (zararınıza bir şey yapamadıklarından hayıflanarak) size karşı kızgınlık (ların)dan parmak uçlarını ısırırlar. (Habîbim!) De ki: “(İslâm’ın ve ehlinin kuvvet ve izzetini gördükçe kendi zillet ve hakaretinizi daha çok fark edin de) öfkenizle geberin! Zira şüphesiz ki Allâh göğüslerin sahip olduğu şeyi (; kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.”
120- Size (bolluk, ganimet ve zafer gibi) güzel bir şey dokunacak olursa bu onları üzer. Size (darlık ve bozgun gibi) kötü bir şey isâbet edecek olursa da bununla sevinirler. Eğer (onların eziyetlerine) sabrederseniz ve (onlarla dostluk gibi yasaklardan) iyice sakınırsanız, (bu durumda siz Allâh’ın korumasına gireceğinizden) onların hileleri (, ne sıkıntı ne de eziyetten) hiçbir şeyle size zarar veremez. Şüphesiz ki Allâh onların yapmakta olduğu (hile ve tuzak gibi) şeyleri (, ilmi ve kudretiyle çepeçevre kuşatıp zararsız hale getiren bir) Muhît’dır.[1]
Bu ayet-i kerime, sanki bu günkü birleşmiş milletlere karşı teyakkuz halinde olmamıza işarettir. Ayet-i kerimede geçen “size rastladıklarında inandık” derler ifadesi bu günkü yalandan, insan haklarından bahsetmelerine işaret etmektedir. “Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür.” ifadesi; bunların hiçbir zaman Müslümanlar için hak ve hukuk düşünmediklerini, tam tersine Müslümanların daha zelil olmasını istediklerini yansıtmaktadır. Değil Müslümanlar için insan hakları, bugün İslam âlemini karıştıran, insan hakları savunusu olan devletlerdir. Şunu iyi bilmemiz gerekir ki bu ayeti kerimenin devamında Allah-u Teâlâ, biz Müslümanlara bir reçete sunmaktadır. O da sabretmek ve Allah’ın emir ve yasaklarına uymaktır. Bu emir ve yasakları uygulayan Müslüman topluluğun kâfirlerin hilelerine karşı korunacağını da Allah garantilemiştir. Hulasa; evrensel olan Veda Hutbesi ile tek taraflı olan İnsan Hakları Beyannamesini mukayese etmek mümkün değildir. Aralarında yukarıda zikir ettiğimiz farklarla beraber daha nice farklar bulunmaktadır. Sonuç olarak insan hakları tam olarak uygulanmamıştır.
Safer 1435 Aralık 2013
[1] Âl-i İmrân 118-119-120