Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Tevbe, yüce Allah’a ilticadır; hatalarına karşı pişmanlıktır. Kendine gelip Allah’ı anmaktır. Allah’ı sevindirmektir. Tevbe, günahlardan dönüş demektir. Yani yapılması gereken şeyleri yapmayı ve yasak olan şeyleri de yapmamayı yüklenmek suretiyle Allah’ın kapısına dönmek demektir. Yüce Allah Müslümanların tevbelerine o kadar çok seviniyor ki onlarla ilgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
وعنه قال: قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «وَالَّذِي نَفْسي بِيَدِهِ لَوْ لَمْ تُذنِبُوا، لَذَهَبَ اللَّهُ بِكُمْ، وَجَاءَ بِقوم يُذْنِبُونَ، فَيَسْتَغْفِرُونَ اللَّه تعالى، فيَغْفرُ لَهُمْ
“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip peşinden tevbe eden kullar yaratırdı.” [1]
Resulullah, Allah’ın kulunun tevbesine sevinmesini şöyle anlatmaktadır:
وعن أبي حمزة أنس بن مالك الأنصاري خادم رسول الله صلى الله عليه وسلم، رضي الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: ” لله أفرح بتوبة عبده من أحدكم سقط على بعيره وقد أضله في أرض فلاة ”
“Kulun tevbe etmesinden dolayı Allah’ın duyduğu memnuniyet sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha fazladır.” [2]
Tevbeyi sınıflandırmak gerekirse şöyle özetleyebiliriz: Tevbe, sıradan kimselerin tevbesiyle, seçkin kimselerin tevbesi olmak üzere ikiye ayrılır. Sıradan kimselerin de tevbesi üç kısıma ayrılır.
Birincisi; kâfirlerin tevbesidir ki, küfür ve inançsızlıktan iman ve İslamiyet’e dönüştür.
İkincisi; günahkâr olan Müslümanların tevbesidir. Bu da kişinin kalbi ile ruhu ve diliyle aziz ömrünün günahlarla geçmesinden yanık bir kalple pişmanlık duyması, Allah’ın emirlerine uymaya başlaması, işlemekte olduğu günahları derhal bırakıp bir daha yapmamaya azmetmesidir.
Üçüncüsü de yanılarak, bilmeyerek veya unutarak kendisinden bir hata meydana gelmiş olan Müslüman kişinin tevbesidir.
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
” Ancak Allah’ın kabul etmesini vaad buyurduğu tevbe, o kimseler içindir ki, bilmeyerek günah işleyip hemen tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul eder. Allah alîmdir hakîmdir. (Her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.)” [3] Mealindeki ayette geçen tevbe, bu kimselerin tevbesidir.
Tevbe edenler birkaç dereceye ayrılıyorlar. Birinci derece şudur ki; tevbe eden kişi günahlarından tevbe ederken şeriatı sıkıca ve tedrici bir şekilde uygular. Ta ki şeriatın adabıyla terbiyelenip sırtı güçlenir. Boğazı şeriatın özüne açılmış olur ve ömrünün sonuna kadar tevbe üzerinde durarak- kalbinde hiçbir insan ferdinin ara sıra kendini koruyamadığı bazı ufak tefek kaymalar dışında- bir daha günah işlemeye meyli kalmaz. Tevbenin bu derecesi tevbenin en üstünüdür. Bu derecenin sahipleri hakkında deniliyor ki: Allah kötülüklerini iyiliğe tebdil eder ve bu kişiler yaşamlarının kalan kısmında ömürlerini şeriatın uygulamasında geçirirler.
İkinci derece ise; kişinin tevbe ettikten sonra taat ve ibadetlere devam etmesi ve büyük günahlardan kendini var gücüyle korumasıdır. Küçük günahlarda ise bazen nefsine yenik düşüp kendini korumaya imkân bulamaz. Fakat işledikten sonra derhal pişmanlık duyarak ve gözyaşı dökerek bir daha yapmamaya azmeder. Tevbenin bu derecesi her ne kadar üstün bir tevbe ise de birinci dereceden merhalelerle aşağıdır. Umarız ki tevbenin bu derecesine sahip olanlar, aşağıda vereceğimiz ayetin şümulü içine girerler:
اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟
“Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefislerinizi temize çıkarmayın (nefislerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.” [4]
Üçüncü derecedeki tevbenin sahipleri de tevbe ettikten sonra bir süre tevbeleri üzerinde durup taat ve ibadetlerine devam ederler. Büyük günahlardan olduğu kadar küçük günahlardan bile var güçleriyle kaçınırlar. Sonra nefsine ve şeytanın kendileriyle oynayıp akıllarına üflemesiyle beşerî şehvetlerine yenik düşerek onu tamamıyla önlemeye muktedir olamazlar. Fakat nefsin yularını tamamıyla tevbe elinden çıkarıp mel’anet eline vermez ve bir günah işlediklerinde “keşke yapmasaydım” derler. Umulur ki bu derecedekiler de aşağıdaki ayetlerin şumulu içine girerler:
وَاٰخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلاً صَالِحاً وَاٰخَرَ سَيِّئاًۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“Ve diğerleri (savaştan geri kalanların bir kısmı), günahlarını itiraf ettiler. Salih ameli, diğer kötü (amel)le karıştırdılar. Umulur ki; Allah, onların tevbelerini kabul eder, muhakkak ki; Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm (rahmet nuru gönderen) dir.” [5]
وَقَدْ خَابَ مَنْ دسيها
“Nefsini temizleyen iflah olmuş” [6] Tevbe edenlerin dördüncü kısmı da özellikle günümüzde yaşayan insanların dâhil olduğu kısımdır. Bu insanlar, tevbe ederler ve “biz bu yerde ve bu mecliste falanca âlimin huzurunda günahlarımızdan tevbe ettik” diyerek kendilerini tevbe edenlerden sayarlar ve çok kere birkaç gün ya da birkaç hafta veya birkaç ay kaldıktan sonra bir daha eski adet ve yaşayışlarına dönerek masiyetleri kucaklamaya ve pervasızca günah işlemeye başlar ve eski hallerinden dönüşlerinden ötürü hiçbir üzüntü duymayarak gafillerin dalalete dalışları gibi dalarlar. Üstünden dalalet dalgaları geçer, tevbenin yularını mahvolmuş kimselerin ayakları altına bırakırlar. Bu tür insanlar iki türlüdür.
Birincisi; kendilerini üstün görerek: “Tevbe gerekli değildir ve günahların affı için şart değildir” derler. İkincisi ise; günahtan dönüşü, tevbenin gerekliliğini inkâr ettikleri için değil, taat ve ibadete karşı tembel ve üşengeç oldukları içindir. Bunlar için Allah’ın bunları af edecekleri umulur. Akıl sahibi olan kimselerin bildiği gibi kesin olarak bilinmelidir ki; kişiyi Allah’ın rahmetinden bir pay sahibi olmaktan engelleyen şemsiye; nefsine uyarak Allah’ın emirlerine karşı gelmeye devam etmesidir. Bundan dolayı kişiye gereken şey, yüce Peygamberin bize olan emirlerini yerine getirmektir. Yine bütün ömrümüzü ahiret amellerinde harcamaya ve bu fani dünya ile onun geçici zevklerine kalben bağlanmamaya adamaktır.
Allah’ın bizi tevbeye çağırmasının amacı; kendisinden daha üstün bir mutluluk bulunmayan sonsuz bir mutluluğu elde etmememizi istemesinden başka bir şey değildir. İşte bundan dolayı tevbe suyuyla günahların kirinden arınmalıyız. Saadetin temeli; Allah ile Peygamberinin rızasını kazanmaya çalışmak iken, bize düşen onların emirlerine kalbimizin derinliğiyle uyarak boyun eğmektir. Çünkü Allah ve Resulü için bir kimse ciddi bir şekilde tevbe ettikten sonra onun kalkması, oturması, yürümesi, durması, uyuması, uyanması, yemesi-içmesi, susması-konuşması ve çalışması kısaca her hal ve hareketi ahiret içindir. Dünyası için çalışması da birer hasenedir. Kısacası tevbe; kapısına koşmak vacip olan ilahi bir emirdir.
Peygamberimiz Bedir savaşından döndükten sonra ashabına: “biz küçük savaştan döndük şimdi büyük savaşa hazırlanmalıyız.” deyince ashabı: Ya Rasûlallah! Bu savaş hangisidir? Deyince Efendimiz: “nefisle olan savaştır”[7] diye cevap veriyor. Peygamberimizin yaşadığı çağda ashabına yaptığı bu emir, bu günkü Müslüman her kadın ve erkek için daha elzemdir. Özellikle yaşadığımız çağda kişiyi helaka götüren sapkınlık, şaşkınlık ve dinin emirlerine aykırı hallerden o kadar şeyler görürüz ki yeryüzü, dağlar, denizler ve gökler bile bu suçları taşıyamaz. Bütün bu gaflet ve sapkınlıklar mel’anet ve bozgunculuk silahının namlusunda birer saçma olup iki amansız düşman olan nefis ve şeytanın elindedirler. Bu iki düşman bu silahlarıyla erkek ve kadın tüm Müslümanlara devamlı saldırı halinde olup hiç onlardan ayrılmazlar. Durum böyle olunca Müslüman kişiye düşen görev hiç tereddüt etmeden ve bir saniye bile gecikmeden tevbe kapısına koşmaktır.
Günahlardan pişman olup tevbe etmenin sayılamayacak kadar faydaları vardır: Allah’ın keremiyle tevbeyle kötü kimseler zümresinden çıkıp iyi kimseler zümresine girmiş oluruz. Allah’ı tanımaktan uzak iken ona dönüş yapan kimselerden oluruz. Tevbe etmeye ve ettiğimiz tevbe üzerinde durmaya muvaffak olduğumuz zaman, Allah’ın bize olan lütüf ve iyiliği çok büyük olacaktır. Onun alameti de tevbe eden kimsenin aziz ömrünün dinin emirlerine aykırı hareketlerle ve kötü isteklerin arkasından sürüklenmekle heder olmayıp taat ve iyiliklerde geçmesidir. Bununla beraber günahkâr bir kimse olduğunu itiraf ederek devamlı ağlar, bedenen zayıf düşer, kalbi kederli olur. Geçen ömrünün boş ve yararsız geçtiğine üzülür. Kötü arkadaşları bırakıp onlardan uzaklaşır.
Kısaca tevbenin kabul edilmiş olmasının belirtilerini şöyle özetleyebiliriz: Kötü arkadaşları bırakıp, yalnızlık ve inzivaya çekilmeyi sevmek. Gereği olmayan şeylerde az konuşmak ve organları hoşa gitmeyen ve şeriatla tarikatın uygun bulmadığı hareketlerden sakınmak Aziz olan ömrünün şeriat ve tarikata aykırı düşen durumlardan ve geçmişte işlenen kötülük ve kusurlardan ötürü büyük ölçüde pişmanlık ve üzüntü duymak. Mümkün olduğu kadar tenha yerlerde ağlamak ve günahların affı için geçe gündüz Allah’a yalvarıp yakarmak. Dili gıybetten korumak ve hoşa gitmeyen alayvari sözlerden kaçınmayı sevmek. Zira böyle sözleri sarf etmekle kalpte katılık meydana gelir. Komşusu, yakınları ve Müslüman kardeşleri hakkında kötü zandan kaçınmayı ve gözü namahremden, kalp gözünü kötü düşüncelerden yummayı sevmek. Kötülüğü emreden nefsini beğenip onunla övünmemesi için, ettiği tevbenin Allah tarafından kendisine edilen bir iyilik olduğuna hem dili hem de kalbiyle şükretmek. Malı eğlence ve oyun gibi boş ve anlamsız şeylerde değil, dinin emrettiği yollarda harcamaktan hoşlanmak. Mümkün olduğu kadar inanarak ve kalbî bir istekle sünnet ve cemaatlere devam etmek.
Hulasa Allah’ın tevbe nasip ettiği insanlar gece ve gündüz Allah’a şükretmeleri gerekir. Çünkü tevbeden daha büyük bir nimet olamaz. Allah bizi tevbe edenlerden eylesin.
Şevval 1437 Temmuz 2016
[1] Müslim, Tevbe, 9
[2] Muttefikun aleyh
[3] Nisâ Sûresi 17
[4] Necm 32
[5] Tevbe 102
[6] Şems 9
[7] Beyhaki